Elegans Logo
Tugiad Logo 1986
DIŞ POLİTİKA
ARASTIRMA RAPORU BASIN ÖZETI


2000'LI YILLARA DOGRU TÜRKIYE'NIN ÖNDE GELEN SORUNLARINA YAKLASIMLAR:
33-DIŞ POLİTİKA ARASTIRMA RAPORU BASIN ÖZETI


Turgut Özal'ın liderliğinde uygulamaya koyulan dinamik dış politika söyleminin artık etkinliğini kaybettiği görülüyor. Her ne kadar Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasa bile azalmış olması Cumhuriyet tarihinde Türkiye'ye ilk defa nefes alabilecek bir ortam ve yeni fırsatlar yarattıysada, ülkenin dış politika uygulayıcıları daha dinamik fakat riskli alternatiflerden kaçınmışlar ve özellikle 1991 Körfez Savaşın'dan beri hükümetler dış ilişkilerinde daha dengeli fakat çekingen bir yaklaşıma meyletmişlerdir. Türk dış politikası'nın yakın gelecekte giderek daha fazla Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Doğu ekseninde bölgesel düzeyde yürütüleceği anlaşılmaktadır. Her ne kadar, Türkiye geleneksel olarak bölgesel meselelere taraf olmaktan kaçınmışsa da, uluslararası gelişmeler ve iç politikadaki değişimler Türkiye'yi bu bölgelerde daha etkin bir rol oynamaya zorlamaktadır. Karabağ krizi ve Körfez savaşında gördüğümüz üzere kendi arzu etmese bile bölge gelişmeleri Türkiye'yi daha aktif olmaya itmektedir ve Türkiye'nin bundan daha fazla kaçınması artık mümkün değildir.
Buna rağmen, Türkiye'nin Avrupa bütünleşmesinden bir kere daha dışlanması nedeniyle tekrar gündeme gelen "Doğu'ya kesin dönüş" yapabileceği yorumlarının aksine, Türkiye'nin Batı eğilimli dış politikası öngörülebilir gelecekte değişmeyecektir. Türkiye'nin diğer bağlantılarına bakıldığında, AB üyeliğinin kısa ve orta vadede olası gözükmemesine rağmen, Avrupa devletler sistemi içerisinde yer almak hala Türkiye'nin dış politikasındaki en temel hedeflerden biridir. Türkiye'nin şu an AB'den dışlanması nedeniyle duyduğu hayal kırıklığı ve umutsuzluğun boyutu ne olursa olsun, Türkiye'nin dış politikasındaki "alternatifleri" olarak sunulan bölgelerin hiç biri tek başına ülkenin iktisadi, askeri ve ideolojik ihtiyaçlarını tatmin etme yetisine sahip değildir. Bu nedenle, AB üyeliği şeklinde olmasa bile Batı'yla işbirliğine devam etmesine olanak tanındığı sürece Türkiye dış politikasında temel olarak Batı yanlısı olarak kalacaktır. Öte yandan, içerde Şeriat'a dayalı bir rejimin kurulması çok büyük bir olasılıkla dışarıda da Türkiye'nin bugün anladığımız anlamda Batı bağlantısının sonu olacaktır. Fakat, böyle bir rejimin ülkede büyük kargaşalara yol açmadan yönetime gelebilmesi pek olasılık dahilinde değildir. Demokratik sistemle barışık fakat İslami temaları vurgulayan bir hükümetinse Türkiye'nin Batı bağlantısını tamamen gözardı etmesi mümkün olmayacak, ancak ilişkilerde sıkıntılar yaratacaktır. Öte yandan, çeşitli iç gelişmelerle Türkiye'nin Batılı karakterinin Batılı devletlerce açıkça reddedilmesinin ortaya çıkartacağı hayal kırıklıkları, gerilimler ve çatışmaların karşılıklı etkileşiminin Türkiye'nin Batı bağlantısını oldukça zayıflatacağı olası senaryolar düşünülebilir. Fakat, bu durumda da Türkiye Batı'dan uzaklaşmayı seçen değil, zorlanan taraf olacaktır.
Bu çerçevede, siyasi yelpazenin merkez sağ ve solunda yer alan önemli siyasi partiler arasında dış politikanın genel yönelimleri konusunda geniş bir oydaşma mevcut olduğu için bu partilerden hangisinin uzun dönemde yönetime geleceği, her ne kadar günlük vurgulama ve uygulamalarda farklılıklar olsada, Türk dış politikasının temel değer, hedef ve araçları açısından önemli değildir.
Ekonomik ihtiyaç ve çıkarlar önümüzdeki yıllarda da Türk dış politikasının genel çerçevesini etkilemeye devam edecektir. Bu bağlamda, özellikle, Türk mallarına karşı AB'de uygulanan korumacılık artar, 1996'da uygulamaya giren Gümrük Birliği anlaşması Türkiye'nin aleyhine sonuç vermeye devam eder ve buna karşılık AB söz verdiği parasal yardımları sağlamazsa, Türkiye'nin ihraç pazarlarına duyduğu ihtiyacın giderek artmasıyla birlikte Batılı müttefikleriyle arasında yeni siyasi gerginlikler ortaya çıkabilir. Bu arada, Avrupa'nın yeni bir ekonomik durgunluğa girmesi ve işsizlik oranlarındaki olası bir artışın, buradaki Türk işçilerine yönelik ırkçı faaliyetleri kamçılamasıyla birlikte yeni çatışmaların doğması da kaçınılmaz hale gelebilir. Yüklü miktarda dış borç bulma ihtiyacı, orta ve uzun dönemde Türkiye'nin önemli faaliyet alanlarından birisi olarak kalacak ve borcun miktarıda büyük oranda Türkiye'nin özellikle Batılı ülkelerle ilişkilerinin gelişimine bağlı olacaktır. Geçmişte olduğu gibi önümüzdeki yıllarda da dış yardımların büyük kısmı Batılı kaynaklardan gelecektir. Bu çerçevede, Türkiye'nin özellikle Kafkas petrollerini Türkiye üzerinden geçirme projelerinde Batılı petrol şirketlerinin yanısıra finans kaynaklarının desteğini de arkasına alabilmesinin önemi açıktır. Fakat, hükümet artan dış borç ihtiyacı çerçevesinde özellikle petrol zengini Orta Doğu ülkeleriyle Japon kaynaklarını değerlendirmeye de arzulu olacaktır.
Ülkedeki siyasi rejimin doğası Türkiye'nin özellikle Avrupa'lı devletlerle ilişkilerini etkilemeye devam edecektir. Her ne kadar, Avrupa Türkiye'nin insan hakları şartları konusunda sahip olduğu etiksel ağırlığını Bosna'daki karmaşadaki başarısızlığı ve son olarak Türkiye'yi bir kere daha olası üyeler dışında bırakması dolayısıyla kaybetmiş görünüyorsada, insan hakları dosyası ve işkence iddialarının Türkiye'nin Avrupa devleti olarak kabul edilebilirliğini etkilemesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda, etnik sorunlar Türkiye'nin geleceği konusunda önemli bir rol oynayacaktır. "Güneydoğu sorununun" iç politikayla sınırlandırılması ve uluslararası bir mesele haline gelmesinin önlenmesi bu sorun devam ettiği sürece dışişleri bakanlığının en önemli uğraşlarından biri olarak kalacaktır. Önümüzdeki yıllarda bu sorunu öncelikle ülke içerisinde çözmek zorunda olan Türkiye, dış ilişkilerinde de, bir taraftan Avrupa'daki müttefiklerinin Kürt ayrılıkçılara destek vermelerini önlemeye çalışmak, diğer taraftan da Kuzey Irak'taki oluşumların bölgede bir Kürt devleti kurulmasına olanak sağlayacak düzeye ulaşmaması için gayret göstermek durumunda kalacaktır. Ayrıca, Rusya'yla Kafkaslarda yaşanacak olası çıkar çatışmalarının bu devletin PKK'ya vereceği destek konusunda etkili olacağı açıktır. Öte yandan, Türkiye Irak'la ilişkilerini geliştirmediği ve Irak'ta şu andaki rejim yönetimde kaldığı sürece, bu devletin Kuzey Irak'ta PKK'ya verdiği desteğin kısa vadede devam etmesi beklenmelidir. Sahip olduğu askeri gücü bölgesel sorunlarını çözmede kullanma arzu ve yetisini yakın geçmişte göstermiş olan Irak'la ilişkilerinde Türkiye'nin bölgeye yönelik uzun vadeli hedefleri çerçevesinde dikkatli ve maceradan uzak bir yaklaşım benimsemesi gerekmektedir.
Etnik meseleler bir taraftan Türkiye'nin ekonomik ve siyasi gelişimini etksi altında tutarken, diğer taraftan uluslararası ortamda Türkiye'nin önemli dış politika meseleleriyle uğraşma kabiliyetini de etkilemektedir. Kısaca, Türkiye bu iç sorununu tam kontrol altına alamadığı sürece, dış ve güvenlik politikalarındaki hareket serbestliği de kaçınılmaz olarak etnik sorunların sınırlandırmalarına bağlı kalacaktır. Bu durum aynı zamanda Türkiye'nin daha fazla demokratikleşmesinin önündeki önemli engellerden birisidir. Bu yönüyle de özellikle Türkiye'nin Batı bağlantısı için sorunlar yaratabilir. Son olarak, kendi içindeki bu tür sorunlarını çözememiş bir ülkenin son yıllarda arzuladığı şekilde hiç kimseye model olabilecek durumu yoktur. Savunma alanında, Türkiye'nin NATO üyeliğinin devam edeceği ve Avrupa'yla kurumsallaşmış güvenlik bağlantıların yokluğunda ABD'yle stratejik işbirliğini genişletmeye çalışacağı beklenebilir. Bu bağlantının tek alternatifi güvenliğini bölge devletleriyle işbirliğine dayandırmasıdır. Fakat, Türkiye'nin bölge devletlerinin büyük kısmıyla ilişkilerinin sorunlu olduğu dikkate alınırsa, bu ne arzulanan ne de kısa dönemde gerçekleştirilebilir bir alternatiftir. Bu çerçevede, Türkiye-ABD-İsrail üçgeni ülkenin güvenlik çıkarlarına hizmet etmekle beraber, Orta Doğu'da özellikle tutucu Arab devletleriyle ilişkilerini kısa dönemde olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır. Bölgede ortak çıkarları bulunan Türkiye ve İsrail'in önümüzdeki yıllarda aralarındaki işbirliğini geliştirmeleri beklenebilir. Fakat, bu işbirliğine Arap dünyasından gelen tepkilerin sadece radikal devletlerle sınırlı kalmadığı dikkate alınırsa, Türkiye, eğer yakın gelecekte siyasi olarak Orta Doğu'da etkin olmayı arzuluyorsa, İsrail'le ilişkilerinin özellikle askeri kanadını daha dikkatle ele almalıdır. Bu, Türkiye'nin İsrail'le tüm bağlantılarını askıya alması demek değildir. Hatta, bu ülkeyle yakın siyasi işbirliği, özellikle Orta Doğu Barış Süreci'ne katkıda bulunma çerçevesinde ele alındığında, Türkiye'nin Arap dünyasıyla bağlantılarını da olumlu etkileyebilir. Fakat, bunun için Türkiye öncelikle Barış Süreci'ne bağlılığını vurgulamalı ve daha etkin katılmayı denemelidir. Araplar ile İsrail arasında sağlanabilecek tam barışa yönelik gelişmelerin Türkiye'yi bölgedeki su ve enerji ağları konusunda daha etkili bir konuma getireceği unutulmamalıdır.
Bölgedeki dramatik bir takım değişimler ABD'yi tavrını değiştirmeye zorlamadığı sürece Türk-Amerikan ilişkilerinin genel olarak bugünkü seyrinde devam etmesi beklenebilir. Fakat, gelecek dönemde Türk-Amerikan ilişkilerini etkileyebilme olasılıkları dolayısıyla dikkat edilmesi gereken hassas konular, Kıbrıs sorunu ve Kürt meselesidir. Her iki konu da Amerikan Kongresinin dikkatini üzerine çekmiştir ve Türkiye'ye yapılmakta olan yardımı bu konulardaki ilerlemelere bağlama çabaları mevcuttur. Bu tür bir gelişme Türkiye'yi yardımı tamamen red edip etmeme konusunda tavır almaya zorlayacaktır. Ayrıca, eğer Türkiye ABD'nin Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti kurmaya çalıştığına ikna olursa, bunun da ilişkileri derinden etkilemesi kaçınılmaz hale gelir. Fakat, ABD'nin bölgede Türkiye'yi kaybetmeyi göze alarak bir Kürt devletini açıkça desteklemesi olasılığı şu an için zayıf gözükmektedir.
1980'den bu yana, her ne kadar Türkiye uluslararası bağlantılarını yeni merkezleri içerecek şekilde genişlettiyse de, geleneksel Batı yönelimini korumuştur. Dolayısıyla, bir taraftan Batı bağlantısını sağlam tutarken, diğer taraftan çeşitli zorluklara rağmen, dış politika ajendasına Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanlar'ı katmayı başarmıştır. Bu bağlantılar arasındaki denge, yeni aktörlere yer açmak amacıyla yeniden düzenlenirken, Batı bağlantısı gözden kaçırılmadan Türkiye'nin çok yönlü konumuyla farklı kültür ve coğrafyalar arasındaki köprü rolü bir kere daha vurgulanmıştır. Türkiye'nin bölge sorunlarına katılımı sözkonusu olduğunda gündeme gelmeye başlayan bir diğer önemli faktör, etnik bağların yanısıra dini ve tarihsel bağlantıların Türkiye'de giderek önem kazanmakta olması ve Ermeni-Azeri çatışmasında da görüldüğü üzere Türk hükümetinin giderek daha sık kamuoyu baskılarıyla karar vericilerin mantıklı ve sorumlu olarak gördükleri politikalar arasında sıkışmasıdır. Her ne kadar, Türkiye şimdiye kadar bölgesel sorunlara tek başına müdahale etmekten kaçınarak politikalarını BM, NATO, AGİT gibi örgütlerle koordine etmeye çalışmışsada, geçmişte Bosna'da ve Karabağ'da Batı'nın uzun süren hareketsizliğinden rahatsız olan Türk kamuoyu ciddi bir şekilde hükümetin "pasifliğinden" şikayet eder konuma gelmiştir. Özellikle, ülkenin demokratikleşmesine paralel olarak kamuoyu giderek daha fazla önemli hale geldiği için yakın gelecekte Balkanlar veya Kafakaslar'da Türk kökenli veya Osmanlı İmparatorluğu'nun ardılı konumundaki milletleri içeren olası çatışmalarda Türk hükümetinin kamuoyuna rağmen tarafsız kalma konusunda ciddi sorunları olacaktır. Bu bağlamda, dini ve tarihi bağların halk arasında artan profili, gelecekte Türkiye'yi güvenliğinin veya ulusal çıkarının doğrudan tehdit altında olmadığı durumlara müdahale etmeye zorlayabilir. Halihazırda, ülkede yeni-Osmanlılık veya İslam adına bu tür müdahalelerde bulunulmasını isteyenler mevcuttur. Fakat, bu tür müdahalelerin geniş bir yelpazedeki devletlerin tepkisini çekmesi ve uzun dönemde Türk dış politikası açısından yıkıcı olması da kaçınılmazdır.
Öte yandan, Türk halkının büyük kısmı arasında "Batı değerlerinin gerçek yüzü" konusunda da bir yeniden değerlendirmenin yaşanmakta olduğu görülüyor. Özellikle Sırp saldırganlığı ve etnik temizliği karşısında Batı'nın uzun süren hareketsizliği, Karabağ meselesindeki tutumu Körfez Krizi'ndeki aceleciliği ve ısrarıyla birlikte ele alındığında, meselenin kamuoyunda din farklılığı çerçevesinde algılanmasına neden oluyor. Bu gelişmeler, Türkiye'nin tekrar "Avrupa'dan dışlanması" ve ülke içindeki yeni-Osmanlılık taraftarı aydınların artan baskılarıyla bir araya gelince 2000'li yıllara yaklaşırken Türkiye'nin bir kere daha kimliğini yeniden sorgulamasına neden oluyor. Son olarak, Özal gibi dış politikaya kendi damgasını vurmak isteyen zorlayıcı ve değişim arayan bir liderin yokluğunda, Türk dış politikasının temel yönelim ve prensiplerinin, uluslararası alanda bunların gözden geçirilmesine neden olabilecek dramatik değişimler olmadıkça, 2000'li yıllarda da değişmeden süreceğini vurgulamalıyız. Değişime neden olabilecek iç etkenler arasında ayrılıkçı etnik hareketler, önemli ekonomik sorunlar ve güçlenen politik İslam Türk dış politikasının pürüzsüz işleyişini etkileyebilecek faktörler olarak dikkatle izlenmelidir.


APPROACHES TO THE MAJOR PROBLEMS OF TURKEY TOWARDS THE 2000S: "FOREIGN POLICY"

The dynamic foreign policy discourse of the Turgut ÖZAL period has been replaced by the more balanced and reversed policies of the post-Gulf War governments. Turkey has traditionally avoided becoming a party to regional problems and conflicts. However, the recent developments are forcing her to become more active in the Middle East, Balkans and Caucasia. Moreover, even though she has been excluded from an ammediate EU membership, Turkey will continue to pursue a Western-oriented policy unless a new regime based on sharia takes over the rule. However, a rejection of the Western identity of Turkey by the Western world can alienate Turkey. Tension is likely to emerge with the increase in the protectionist mesures against Turkish products, EU' s expansion without Turkey, the failure to give Turkey the promised financial aid and the racist attacks on Turkish workers abroad. The human rights file and claims of torture are going to affect the general acceptance of Turkey as a European state. Both in terms of national and international policy matters. Turkey urgently needs to solve its "Southeast problem". The triangular relation between Turkey, Israel and USA serves the defense purposes of the country but also exerts a negative impact on the country' s relations with the Arab world. If peace is attained between Israel and the Arabs, with Turkey' s contribution to the process, she will become more influensive on matters like water and energy networks in the region. Unless dramatic changes take place, the relations with USA are likely to continue the way they are. On the other hand, a large share of the Turkish population are reassessing the "real face of the Western world" having lived through major disappointments in the Western policies in Bosnia, the Gulf War and Karabag. Turkish foreign policiy is expected to maintain its basic lines in the 2000s unless problems like ethnic separatism, serious economic developments and a rise in political Islam takes place as these factors can exert influence on her foreign policy.


MEDYATEXT
Elegans'a mail