Elegans Logo
Türkiye'de iyi şeylerin ortaya çıkmasına politika müsaade etmiyor!

Hüsamettin KAVİ - İSO Yönetim Kurulu Başkanı

A 3 dönemdir İSO'da Başkanlık görevini sürdüren KAVİ, "görevler, sorumluluklar, organizasyon yapısı, toplam kalite, daha iyi olmak gibi bütün bu değerleri önünüze aldığınızda, yaptığınız işten daha fazla zevk almanın yollarını bulun" diyerek sözlerine başladı.
"Eğer yaptığınız işi beğeniyorsanız, yaptığınız işte kendi kendinizde bir takım eksiklikler bulabilecek bir süreçte gelişebiliyorsanız o zaman zaten doğal bir sonuç olarak doğru hedefe ulaşacaksınız. Türkiye'de de insanlar daha iyi bir Türkiye istiyor. Türkiye sahnesinde üstlendikleri rolü yerine getirmek ve bu rolü daha iyi yapabilmeye yönelik kişisel arayış var. Bu arayış tek taraflı olarak hedefine ulaşamaz, toplumun da birtakım değerlerini kişilerle paylaşması gerek. Bir taraftan ortaya bir ürün koymanız lazım, sonra da o ürünü tekrar topluma, geriye döndürmeniz lazım. Ondan sonra toplumdan, o kişilerden tekrar bir üst ürün daha üretmesini sağlayıp ulusal gelişmenin, ekonomik, sosyal, kültürel gelişimin sağlanması gerekir. Sonuçta farklı uçlardan yola çıktığınız zaman, yol boyu bunun daralması aslında pozitif bir gelişme, çünkü farklı noktalardaki aralık toplumda giderek azaldığı oranda, konsensus sürecinde daha fazla yoğunlaşma imkanının geliştiğini görüyoruz. Bunun belli bir limite dayandığı ülkelerde birtakım toplumsal değerlerin oluştuğu, insanların oralarda artık kendi kendilerine başka bir süreci amaçladıklarını görüyoruz. Biz henüz daha buraya ulaşamadık. Zaman zaman buraya ulaşamadığımız için tepkilerimizi dile getiriyoruz. Bu doğaldır. Sistem kendi özeleştirisini yaptığı oranda herkes buradan birşeyler alacaktır. Bu bilgiye dönecektir, kendi kendine eksikliğini giderme arayışında olacaktır. Zaman zaman da biz, bazen hakkımız olmayan bir yerlere de gidiyoruz. Eleştiriyi yapıp, bağırıp çağırdın mı kurtuluveriyoruz, faturayı başkasına gönderip, meseleyi karşıdakine transfer ediyoruz veya ettiğimizi zannediyoruz. Sonuçta haftalar, aylar geçiyor, bu düşündüğümüz süreçte aslında değerler veya önümüzdeki resim düşündüğümüz kadar büyük bir değişikliğe uğramamış. O zaman nerede ve nasıl değişecek sorusunun cevabını aradığımız zaman, ortaya farklı boyutlar çıkıyor.
Aslında dünyada iyi bir gözlemci olduğunuz zaman yolun yarısını aşıyorsunuz. Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan çeşitli toplantılarda Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye ilişkilerine yönelik poziif ifadeler kullanmaya başladılar. Türkiye-AB ilişkilerinde son zamanlarda yaşanan birtakım gerilimlerin Türkiye-AB ilişkilerini derinlemesine etkilememesi gerektiğini söylediler. Bu konuda her iki tarafın daha yapıcı bir tavır içinde olması gerektiği, bu mevcut gerilimin bu sınırlar içinde tutulup, buradaki gerilimi yaratan nedenlerin taraflarca doğru analiz edilerek, akılcı bir şekilde ilişkilerimizin geleceğine yönelik değerlendirilmesi ifade edildi. Washington Post'ta çıkan bir yazıda Türkiye-AB ilişkilerinde olumlu bir sürecin başlatılabileceğine ilişkin bir makale vardı. Bunların hepsini üst üste koyduğunuz zaman meselenin özü çok önemli bir gerçekte yatıyor. Türkiye öylesine stratejik bir bölgede yerleşmiş, varlarıyla, yoklarıyla, yarına, 21.yüzyıla yönelik öylesine önemli kilit görevleri üstlenebilecek konumda bir ülke ki, bunu bütün dünyanın rotasını tayin edebilecek ülkelerin hepsi görüyor ama Türkiye bunun yeterince farkında değil. Çünkü Türkiye bugünkü haliyle bunun farkında olsa, doğru istikamette bir takım adımlar atmakta bu kadar gecikmez. 21.yüzyılda bir tarafta gelişmekte olan ülkeler var, öbür tarafta da gelişmiş bir Avrupa. Gelişmiş Avrupa'nın ürettiği malı satmak için yeni pazarlara ihtiyacı var. Oralarda birilerinin satın alma gücüne sahip olması lazım, iş yaratabilmesi lazım. Dünyada senaryolar hazırlanıyor. Bu hazırlanmak zorundadır. Dünyanın geleceği tesadüflere bırakılamaz. Dünyanın dümeninde olanlar tek bir senaryoyla yola çıkmıyorlar, farklı senaryolar var. Burada eğer biz akıllı isek, kendimizle ilgili doğru senaryoların hedefe doğru taşınmasına çalışmamız gerek. Kimin ne kadar güçlü olacağı belli değil. Türkiye gerçekten önünde çok önemli imkanları olan bir ülke. Burada en önemli faktör, dünyada lider konumdaki ülkeler, geleceğine yönelik ortaklarını belirlerken yanına zayıf ortak almak istemezler. Herkes doğal olarak güçlü birisiyle ortaklık yapmak ister. Biz bu arada kendi iç savaşımız içie düşmüşüz, kendi demokrasimizin tahlilini yaparken bu arada olaylar gidiyor. Dünyadaki senaryoları çözmek lazım. Ardınızda problemler bırakarak yolunuza devam edemezsiniz. Dünya o problermleri temzileyerek bir yerlere doğru gitme hazırlığı içinde.Çünkü olaylarınardında hem güçlü dengeler, ortaklıklar,i hem de ekonomi var. Hiçbir şey yoktan varolmuyor, hiçbir fikir laf olsun diye ortaya konmuyor, mutlaka mantıklı, geçerli nedenleri var. Çok enteresan bir ülkede yaşıyoruz. Geçen haftalarda sayın Başbakan Sayın BAYKAL' la bir toplantı yaptı, ve o toplantıda şöyle bir karar verdiler; 28 Mart' ta biz yerel seçimle, genel seçimi yapıyoruz, 1 Ekim' de de tarafsız, birinin başkanlığında seçim hükümeti kuruyoruz. 2-3 gün sonra çıkan seslere baktığımızda, ortakların sanki bu konuşöalardan hiç haberleri yok. 2-3 partiden oluşan koalisyon hükümetinin başbakanı kendi ortaklarıyla konuşamadan onlarla bir uzlaşma noktasına varamaz. Türkiye toplumunda, bir tarafta ekmeği 10.000 TL ucuz almak için kuyrukta bekleyen insanlar, bir tarafta bir akşam yemeğinde milyonlar harcayanlar, bir tarafta bu enflasyonla mücadele yapışlmasını söyşeyen ve artık bu işin bıçak kemiğe dayandığını söyleyenler, bir tarafta dempokrasiye, parlamentoya, rejime inandıklarını söyleyen insanlar var. Bu inanların seçtiği parlamento içinde tepe yçnetimin düşünce tarzı da ortada. Seçim 1998-1999' da mı yapılmalı tartışmaları kopmalı. Çünkü şu an bu hükümet yaza giriyor, yazın ekonomik olarak pozitif süreci beraberinde getiriyor. Bu arada vergi gelirleri artmaya başladı, biraz da harcamaları kontrol etmeye mecburuz. Bu enflasyonu da biraraya getirdiğimiz zaman, önümüzdeki haftalarda olumlu bir süreç yaşanabilir. Bu olumlu sürecin tahsilatını hükümet yapacak, ondan sonra da seçime gidecek. Ama bu hükümet bu tahsilatı yapamaz. Beraber yapalım dediğinde de yanaşan yok. Temsili demokrasi ve liderin bu parlamentodaki bizleri temsil eden insanların düşünce tarzı ve anlayışı bu. Enflasyon düşerse tahsilatı kimin yapacağı önemli değil. Reel manada enflasyon 6 ay düşebilir ama, 6 ayda hiçbirşey yapmazsan tekrar yükselmeye başlar, hiçbir şey değişmez. Böyle bir siyasi rejim içinde, türkiye bir taraftan dünyada saygın bir yer elde etmeye çalışıyor, AB' ye laf ediyor. Bunda haklı vre haksız taraflar var. Mali protokolün manası, demokratiktir, ekonomik değildir. Parlamentonun eldığı bir kararın uygulaması doğaldır. İşin parasal manasının Türkiye' nin ekonomik gücüyle bir anlam ifade ettiğini söylşemek bana göre mümkün değil. Olsa olsa AB' nin Türkiye' yi içine sindireceği ve bu bütünleşmenin giderek gelişeceğinin teyididir. Bu mali protokol çalışması AB sermayesinin Türkiye ' nin geleceğinde kendine bir ufuk aramasına yeşil ışık yakmaktadır. Amam bu yapısı tek başına yetmez. Dünyada % 3' ün altındaki bir enflasyonda sanayi, bugün % 3-8 arasında reel para kazanıyor. Türkiye' de % 85-90' lı bir enflasyonda, yine aynı parayı kazanıyorsunuz ve cari fiyattan. Yani bu yüzden buraya gelmek cazip değil. Dünyanın geldeceğinde güzel senaryolar var, bütün bunların yanında, byle bir parlamento var, oradaki insanların bir takım kısır düşünceleri var, ve sizin temsilcileriniz bu işleri yapıyorlar. Bana göre artık yabancı sermaye ihracat manasını kaybediyor. Artık sermaye dünya sermayesi. Yabancı sermaye dünya sermayesi, ihracat ise dünyaya satmak olmuştur. Biz böyle bir süreçte işasamları olarak mücadele veriyoruz. Gelişmeye, daha iyi yaşamaya ve bu gelişmeyi kendi çevremize yansıtmaya ve paylaşmaya özen gösteriyoruz. Dünyanın biçmeye çalıştığı görev ve ortadaki resim arasındaki bütğnleşmeyi nasıl sağlayacağımız önemli. Dünyada üretilen senaryoların işi bugünle uğraşmak değil. Onlar geleceğe bakıyorlar. Onlar satranç oynamayı çok iyi öğrenmişler. Yani hangi adım atıldığı takdirde, karşı hamlenin ne olacağı çeşitli varyasyonlarla düşünüyorlar. Bizde bir akara alınıyor, ne olacağını o gün düşünüyoruz. Bizim de Üçüncü, dördüncü adımları öngörecek düşünce tarzalrına kavuşmamız gerek. Biz işadamı olarak bu senaryoları hep üretiyoruz. Onsuz yaşamamız mümkün değil. Olur mu, olmaz mı sorularının cevapları olmaz zorunda. Siyah-beyaz olarak bu işin içinden çıkamayız. Bana göre, şu andan itibaren seçim her an olabilir. 1999 Mart'ında seçim olsa dahi, bu tablo içinde hükümetin seçim yapmak istemesinin nedeni ekonomide ciddi bir realizayon programı uygulamak istemesidir. Halkın önüne bir projeyle çıkması lazım, Türkiye için düşündüğü senaryoyu söylemesi lazım. Meclisteki partilerden bir tanesi diyor ki müsaade edersek bunlar bu işin kaymağını götürecekler. Dolayısıyla ekonominin gidişi kötü. Kur-enflasyon ilişkisi dış ticaretin en önemli enstrümanlarından bir tanesi. 1994 Aralık sonunda kurla enflasyon arasında %12'lik fark oluşmuş. 1995'in sonunda %16.8'e çıkmış, 1996 Aralık sonunda %18.2'ye çıkmış, 1997 Aralık sonunda %26.5'e çıkmış. 1998 Mart'ının sonunda %26.1'e düşmüş. Şu an Türkeye'de son 3 aydır enflasyon düşüş trendinin içinde iken bunun yapısal önlemlerle uzak yakın hiçbir ilişkisi yoktur. Merkez Bankası ve Hazine iyi bir işbirliği içinde, piyasadaki rezerv parayı ve emisyonu kontrol ediyorlar. Bunu yaptığınız zaman zaten belli bir rotaya giriyor. Para artışı, 31 Aralık'a göre %16-17, 1997 sonuna göre de bu düşüşte. Çünkü Bayram öncesi rakamlar %45'e çıktı, şimdi o parayı piyasadan geriye topluyorlar. Yapısal hiçbir şey yok. Dolayısıyla önümüzdeki ay biraz daha yavaş bir süreç yaşanabilir ama bunun kalıcılığından sözetmek zor. Çünkü eğer giderlerinizi kısmıyorsanız, gelirlerinizi artıramıyorsanız, enflasyon nasıl düşerki?
Zaman zaman bir takım konuları olumlu, olumsuz yönleriyle eleştiriyoruz. Olumlu eleştiri de yapılır, ama biz onu pek fazla kullanmıyoruz. Bizde olumlu olan şeyler zaten olmak zorunda olduğu için oluyor sanıyoruz. Bizim işimiz gücümüz olumsuzlukları görmek. Halbuki sadece olumsuzlukları gördüğünüz zaman olumlu şeyler düşünen insanları gözardı ediyoruz, onlar da toplum içinde kendi motivasyonlarını kaybediyorlar. Halbuki Türkiye iyi şeyleri de ortaya çıkarıp, onların değerini de vermesi lazım. Görünen o ki, politika buna müsaade etmiyor.
Olay şu, 100 liralık mala, yıllardır hep 1000 lira ödemeye devam ediyoruz. Bu uğraştığımıza ve sonradan ne aldığımıza baktığımda üzülüyorum. Gelişmiş ülkelerdeki bir takım insanlar bizden daha yaratıcı, daha üretken, değiller. Fakat sistem onları destekliyor, sahip çıkıyor, bu yüzden de onlar sonuç üretebiliyorlar. Biz ise, sistemin kayganlığı nedeniyle, sistemde kuralların konmamış olması nedeniyle, ya da kuralların herkes için aynı olmaması nedeniyle, kiminin yorumlar, kiminin insiyatifle rotasının belirlenmesi nedeniyle, adil olmayan uygulamalarla karşı karşıya kalıyoruz ve sonuç üretemiyoruz. Bazen rüzgar, yanından, bazen sırtından, bazen karışından esiyor. Nereden eseceği belli değil. Bütün bu olumsuz süreçler bir ülkede akşamdan sabaha düzelmez. Öyle oluyorsa vay halimize. Bazı şeyler speküle ediliyor, hepsi siyasetin uğruna yanlış yönlendiriliyor. Medya bunun içinde yıllardır alet.
Aslında biz, eleştirdiğimiz siyaset, eleştirdiğimiz parlamento ve eleştirdiğimiz medyadan farklı bir yerde değiliz. Büyük kurumlara baktığımızda TOBB, İSO, TÜSİAD, TÜGİAD, vb. bütün bunlar, önemli kurumsal sorunlar üstlenmiş özel sektör temsilcileri. Bu kurumlar da güç paylaşımının yanlışlığının, bu senaryonun içindeler. Bütün olarak heket etme olgusunu bugüne kadar gerçekleştiremedik. Gelişmiş ülkeler arasında buğday satın alan, buğday taban fiyatı belli eden bir ülke yoktur. Çünkü fiyatı ben vereyim ki, o adam benim ona ekmek verdiğimi bilsin diyor. Senaryo, resim bu. Bu resmin içinde bizde zaman zaman bağırıyoruz. Arada bir kek geliyor, arada bizi de düşünenler var diyoruz, tadına bakıyoruz, yiyoruz. O arada o keki yerken, itip kakanlar unutuluyor. Beğensekde, beğenmesekde tablo bu, biz buyuz.. Bunu değiştirmekde yine bizim elimizde."


HÜSAMETTİN KAVİ

Chairman
İstanbul Chamber of Industry


If you are happy with what you are doing and if you can develop yourself, then you will eventually hit the right target. In 21 st century, there is a developed Europe on one hand and developing countries on the other. Developed Europe needs new markets to sell its products. Leading countries in the world avoid weak partners. Yet, Turkey is overwhelmed with her own problems and wishes to become a distinguished member of the globe. Elections and inflation are the two majo issues on the agenda. Elections can take place any time in the coming months but political parties should introduce sound measuresvis-a-vis existing problems. Despite there has been a recent decline in the inflation rate, the problem of inflation can only be solved when revenues exceed expenses.
In developed countries, the political and economic systems support the individual and thus they can achieve results. However, in Turkey we have a rather slippery system, ie either there are no rules or the existing rules are not the same for everyone. Thus, we are facing unfair practices and cannot yield results. Naturally, it will take some time and effort for this negative picture to be rendered into a positive one.


MEDYATEXT
Elegans'a mail