Elegans Logo

LEVENT UĞURLU - BANKAPİTAL Gen.Müd.
BİLGİ İÇİN BANK KAPİTAL



Dünyadaki global krizin bankacılık sektörüne etkilerini ve Bank Kapital'deki yenilikleri Bank Kapital Genel Müdürü Levent Uğurlu anlattı.

Interbank ve Körfezbank deneyimlerini takiben BNP-AK Dresdner Leasing ve Ekspres Leasing' de genel müdürlük yaptı. 1995 yılında Bank Kapital' e Kurumsal Bankacılık' tan sorumlu genel müdür yardımcısı olarak katıldı. 1998 yılında genel müdür oldu.

'98 gerçekten Türkiye'de bankacılık sektörü için genelde de Türk ekonomisini çok etkileyen bir yıl oldu. '97 Temmuz'unda başlayan Uzakdoğu krizinin etkilerini hissetmeye başlamıştık ama, '98'in ikinci yarısında Rusya'da başlayan çok ciddi bir kriz, arkasından Cumhuriyet tarihinde ikinci defa bir hükümetin gensoru ile düşürülüyor olması, özelleştirmeye karıştırılan birtakım şaibeli olaylar dünyadaki global krizin beklenmedik bir anda etkilerinin primativ olarak Türk ekonomisine yansıdığı bir dönem oldu. Türk Bankacılık Sistemi ve Türk Ekonomisi için de iyi bir sınav oldu. Malum Rusya krizi başlar başlamaz Türkiye'de sıcak para diye tabir ettiğimiz kısa vadeli sermaye hareketlerini, yaklaşık 5-5,5 milyar dolarlık bir kaynağın aniden yurtdışına çıktığını, bunun döviz rezervlerinden karşılandığını ama özellikle bankalardan çıktığını gördük. Burada Türkiye, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, aslında yabancı yatırımcılara karşı iyi de bir sınav verdi diyebiliriz. O dönemde '98 yılının başından başlayarak özellikle Merkez Bankası bürokrasisinin izlediği tutarlı rezerv biriktirme politikasının da çok önemli etkileri olduğunu söylemem lazım. İlerde çıkabilecek kısa vadeli sermaye hareketlerine subap oluşturmak üzere rezerv biriktirme ama, bu rezerv karşısında piyasaya çıkan TL'yi sterilize etme yönünde - yani enflasyonu etkilememesi açısından - çok önemli araçları başarıyla uyguladılar. Hazine ile olan uyumda iç borçlanmada bir aksama çıkmaması, faizlerin de makul seviyede tutulmasına yolaçtı ki beklentilerin olumluya çevrilmesi, enflasyonun düşüş eğiliminde olması sıcak paranın da etkisiyle bir ara faizlerin %70'lere (bileşik bono) düştüğü bir dönem yaşadık. Ama Rusya krizi arkasından içerde yaşanan siyasi krizin boyutunun büyümesi, faizlerin bir anda bileşik %150 seviyelerine çıkmasına ve de sıcak paranın tekrar geri gelmemesi, yabancı kaynakların da kapanmaya başlaması nedeniyle, faizlerin çok ciddi yükselmesi, likidite darlığı, dış kaynaklar ikame edilemediği için likidite ihtiyaçlarının tamamının hem bankalar hem de devlet tarafından, iç tasarruflar tarafından karşılanması talebi, iç tasarrufların da gayri safi milli hasıladaki yetersizliği nedeniyle paranın fiyatının pahalılaşması ve reel faizlerin %150'ye çıkmasıyla noktalanmıştır.

Bizi neler bekliyor?
Tabi siyasi belirsizlik, erken seçimin kesinleşmiş olması ve erken seçimin sonucunda çıkacak siyasi platformun da çok net olmaması yabancı yatırımcıyı hala tedirgin ediyor. Yabancı kaynağın gelmemesi nedeniyle 3-4 ay önce başlayan yüksek faiz seviyesinin ekonomiyi tahrip edici boyutta devam ettiğini görüyoruz. Bunun çözümü geçen senenin bu dönemlerinde olduğu gibi Türk ekonomisine duyulan güvenin tekrar oluşması, siyasi istikrarın oluşması, ekonomik istikrar ki, bu da IMF' e verilen taahhütlerin yerine getirilmesine bağlı, aslında IMF yetkilileri şu anda Türkiye'de yaptıkları incelemede idrak ettiler ki, Türkiye anti-enflasyonist politikalar açısından IMF' e verdiği bütün sözleri yerine getirdi. Kritik olan nokta şu: '94'ten beri IMF'e sözverilen yapısal reformların yapılamamış olması ki, bunların içinde sosyal güvenlik reformu, bankalar yasa tasarısı (şu anda meclisin gündeminde), artı vergi reformu (kısmen yapıldı). IMF'in yeşil ışık yakmaması, bunun da batıda fon sağlayan çevrelerce güven erozyonunun devam etmesi anlamına geliyor. Yabancı kaynağın gelmemesi ile sonuçlanan bir süreç. Eğer siyasi ortamın yarattığı belirsizlik biraz olsun aşağı çekilebilirse, arkasından düşük faizli nisbi olarak sağlam sayılabilecek ekonomilere park etmiş olan paranın tekrar gelişmekte olan ülkeler kategorisinde nitelendirilen Türkiye'ye akması ve bulunan kaynaklarla yüksek faizlerin makul seviyeye inmesi, bununla birlikte toplam talebin tekrar canlanması ve reel ekonomiye yapacağı canlılık boyutuyla da ekonominin '98'in ilk 6 ayında yaşadığı büyüme süreci ve canlılığına tekrar dönebileceği kanaatindeyim. Şu andaki yüksek faizin ekonomiyi tahrip ettiği de doğrudur.

Bankalar, devlete verdiklerinin 2 katı tutarındaki kaynağı reel kesime plase etmiş durumdalar. Faizlerin bu boyuta gelmiş olması, reel kesimin de çok ciddi durgunluk içine girmiş, hatta iflasların başlamış olması, bankaların kredi riski alırken çok daha muhafazakar davranmalarını beklemek ve görmek bence çok da irrasyonel bir hareket tarzı değil, artı bu faiz seviyelerinden mevduatın maliyeti belli, diğer kaynakların maliyeti de belli. Dış kaynak da durdu.

Ortada bir kaynak yokken bu kaynağın paylaşımı konusunda bir tartışma yaratmak hiç anlamlı değil çünkü, bütün finansal oyuncular yurtiçindeki kaynaklara yöneldiler ve yurtiçindeki tasarrufların yetersizliği nedeniyle de faizlerin bu seviyeye çıktığını görebilmekteyiz. Ekonomik krizin daha da yaygınlaşması senaryosunda; halkın, bankadaki parasına hücum etmesi veya portföy değişikliğini ortaya koyacak koşulların oluşturulması ve bireylerin TL varlıklardan döviz varlıklara geçmeleri ve bankalardan mevduatlarını çekip, yastık altına, yurtdışına göndermeleri durumunda bankaların mutlaka bu tip talepleri karşılayabilecek likiditeye sahip olması gerekiyor. Zaten kavga da bu noktada başlıyor. Bankaların likit olma isteği türbülansın arttığı dönemlerde ancak iki türlü olabilir, bankaların bilançolarının aktif tarafına baktığımızda topladıkları kaynakları plase ettikleri iki tane önemli kalem olduğunu göreceksiniz. Bir tanesi kredi bir tanesi bono. Bir bankanın topladığı kaynakların çok önemli bir kısmını, kasasında tutmasını beklemek çok anlamlı değil çünkü, kaynağın maliyet tarafı var. Bankaların likit olma isteği ile reel kesimin şu anda çok ciddi kredi kullanma, kaynak bulma isteği aynı noktada çakışmıyor. Bu nasıl çözülecek? Bu işin diyalog ile çözülme imkanı yok. Gene bunu ekonomik koşullar ortamında ve serbest piyasa ortamında çözmek lazım eğer yurtdışından kaynak gelmeye başlarsa yerel kesimin rahatlaması, faizlerin düşmesi ve bazılarının tekrar reel kesime kaynak aktaracak olmalarını beklemek lazım. Ama reel kesime düşen bir görev var o da şu: özkaynaklarını süratle güçlendirmek için tedbirlerini almaları, stokları eritmeleri hatta zararı pahasına olsa bile stokları eritmeleri ve ihracatta tıkanan pazarların yerine yeni pazarların ikame edilmesi için birtakım girişimlere başlamaları. Burda şunu vurgulamak istiyorum. Bugünkü kriz bize yurtdışından ithal edilen ama içerdeki siyasi gelişmeler nedeniyle de tahammül edemediğimiz kadar derinleşen bir kriz. Uzakdoğudaki devalüasyondan sonra özellikle OECD ülkelerindeki durgunluğa paralel olarak dış pazarlarda da önemli bir gerileme ortaya çıktı. Belki Türkiye'nin ihracata dayalı bir program uygulayarak '94'teki gibi krizden çıkma olasılığı çok fazla değil. O nedenle dağılan pazarlardan daha önce hiç el atılmamış bir kısım pazarlara yöneltilmesi gerekir ki, bunun birtakım sinyalleri gelmeye başladı. Özellikle Ortadoğu ve Güney Afrika pazarlarına yönelen ihracatçılar var. O anlamda yerel kesimin de iç piyasada değil yeni pazarlarda birtakım arayışlar içinde olması gerekiyor. Çünkü iç pazara döndüğümüz zaman bu kadar yüksek faiz ortamında - bunu çok yoğun olarak otomotiv sektörü yaşıyor- insanların tüketim taleplerini ertelemeleri son derece doğal; öteki taraftan baktığınızda enflasyon da düşüş eğiliminde. Enflasyonun düştüğü dönemlerde de insanlar fiyatların ilerde biraz daha düşeceğinin beklentisiyle tüketimlerini iyice erteleme sürecine giriyorlar. Yani yüksek faiz ortamı ve enflasyonun düştüğü ortam insanları tüketimden ziyade, tasarrufa yönelmeleri, yüksek faiz ortamında maksimum şekilde faydalanmaları daha sonra yüksek faizden vazgeçildiğinde de tüketime tekrar dönmeleri gibi bir süreç yaşanıyor. İç pazarda kısa vadede faizlerin düşmediği bir ortamda canlanmayı beklemek de çok gerçekçi değil. Dolayısıyla böyle bir kriz ortamında hem bankacılık kesimine hem de reel kesime düşen görevler var ama bu, bankacılık kesimini her platformda suçlayarak veya sadece kamuya kaynak aktararak yüksek faiz ortamında tefecilik yapıyorlar gibi suçlamalar getirerek olmaz. Çünkü bugün sorunun temelinde bankacılar değil, kamunun yüksek iç borçlanma ihtiyacı yatıyor. Eğer böyle bir iç borçlanma olmasaydı yüksek faiz ortamı ortaya çıkmayacaktı ve bankaların da rasyonel ekonomik oyuncular olarak ellerindeki kaynakların bir kısmını yüksek getirili aktif kıymetlere aktarmaları son derece normal olacaktı. Bankaların yurtdışından sağladıkları fon kaynaklarının bir kısmını devletin iç borçlanmaları için devlete tahsis etmiş olmaları bence eleştirilecek bir taraf değil. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na gelince '94 yılında 3 bankanın sektörü terketmesi ve 1 bankanın el değiştirmesi ile sonunda halkta yaşanan paniği gidermek için konulmuş ve diğer ülkelerde de olan bir uygulama. '94'ten bu yana yapısal reformların yapılamaması nedeniyle bunun kaldırılmasına cesaret edemeyen siyasi iktidarların eleştirilmesi gerekir. Bugünkü ortam da bunun kaldırılmasını tartışıyor olmak bile abesle iştigal. Çünkü '94'dekine benzemese bile kriz içinde olduğumuza göre bunun tartışılması için iyi bir ortam yok. Kamu bankalarının özelleştirilmesi sonucunda onların en büyük fon talep eden tarafta olmaları ortadan kaldırılırsa ki,bugün baktığımızda Türkiye'deki toplam TL mevduatlarının %60'ı kamuda ve kamu şimdi görev zararlarını fonlamaya başladı. Çok büyük miktarda fon talep eder duruma düştü hem para piyasalarında hem de mevduat faizinde, devletin bu ölçüde büyük fon talep ettiği ve özel sektörün de pastaya ortak olduğu bankacılık sektöründe, bu eksik rekabet koşulları giderilememiştir. Türkiye'de 4 tane kamu artı özel banka sektörün yaklaşık %70'ini elinde tutuyor. Geriye kalan %30'u da diğer özel bankalar paylaşıyor. Şu andaki kargaşa ortamından da faydalanmak isteyen bankaların olabileceğini düşünen bir kitle var. Böyle bir durumdan faydalanacak bir banka olmamalı. Bankacılık sektöründe güven mekanizması bozulduğu zaman, bunlardan çıkacak kaynakların ya yurtdışına ya kamu bankasına gideceğini beklemek gerekir ki, böyle bir ortamdan da ekonominin düzeleceğini beklemek bence, gerçekçi olmayan bir yaklaşım tarzı. Fonun kaynağı halktan toplanan vergiler değil, bankaların veredikleri primlerden oluşuyor.

Bankanın şeffaf yönetim mekanizmalarının çok işler halde olması beklenir. Dolayısıyla banka yapısı hakkında bilgi sahibi olmasını beklemediğiniz mevduat sahibi, bu verileri masanın üstüne koyup, analizini yaptıktan sonra hangi bankaya hangi faizle ne kadar para yatırabileceğini hesaplasın. Ama bugünkü ortamda bunun tarışılması son derece anlamsız. Böyle birşeyin gündeme gelmesi halinde olabilecekleri ben dahi kestiremiyorum. Bankapital'in bilançosu '98 sonu itibariyle 430 milyon USD'ye ulaştı. Bu %34'lük bir senelik büyümeyi ifade ediyor. Biz '97'de %54 büyümüşüz; '98'in '97'ye kıyasla özellikle yüksek faiz açısından daha sıkıntılı olacağı ve reel kesimin daha ciddi sorunlarla dolu bir yıl yaşayacağını gözönüne aldık ve ona göre büyüme oranımızı düşürdük.

'98'de muhafazakar boyuttaki bakış açımız aslında krize girerken de kredi sorunları açısından bize birtakım avantajlar sağladı. '98 yılında Bireysel Bankacılık alanında teknolojik tüm altyapıyı tamamlamış olduk. Bireysel Bankacılığın creative ürünlerini, tüm ürün yelpazesini de tamamladık ve piyasaya sunar hale geldik. Çok yakında nakit işlemler dışında internet üzerinden tüm bankacılık işlemlerini yapmaya müsait, güvenliği tam olarak sağlanmış altyapıyı bitiriyoruz. Bunu yakalamış az sayıda bankalardan biri olduk. Bizim sağladığımız internet bankacılığının artı birtakım özellikleri daha var. Üzerinde işlem yapabilme, kullanabileceğimiz bir tüketici kredisinin faizini hesaplayabilme, ya da repo yapmak istediğiniz zaman, getirisinin ne olduğunu hesaplayabilme gibi birtakım özellikleri de var. Security açısından da tam olarak önlemler alınmış durumda. Dolayısıyla hedef kitlemize uygun.

Bizim hedef kitlemiz mass production değil daha ziyade orta ve üst gelir grubu diye tanımladığımız profesyoneller veya kurumsal anlamda çalıştığımız firmaların patronları ve bankalardan bireysel bankacılık konusunda danışmanlık hizmeti almak isteyen ama, aynı zamanda yüksek hizmet kalitesini talep eden bir kitle.

Hedef kitleye uygun dağıtım kanallarının tesis edilmesi açısından 1998 çok iyi bir yıl oldu. '99 artık bizim bunun getirilerini alma yılımız olacaktır.

Çok şubeli banka modeline inanmamakla birlikte, üst gelir grubunun yaşadığı bazı lokallerde de bireysel bankacılık operasyonu yürüten birtakım şubelerimizi de açtık. Biz çok şubeli büyük bir banka olmama kararını kuruluş aşamasında vermiştik. Bu stratejimiz devam ediyor.Türkiye' de şöyle bir yanlışlık da yapılıyor. Hem alternatif dağıtım kanallarına, hem şubelere yatırım yapılıyor. Şube, yatırım maliyeti olarak en pahalı, işlem başına maliyeti en yüksek olan bir uygulama. Çok şubeli bankalarda artık insanları telefon bankacılığı, ATM, internet gibi ürünlere yönlendirebilmek için şubelerde işlem başına çok fazla komisyon almaya başladılar. Şube sayısı ATM' ye ulaşmak açısından kritik faktör olmaktan çıkıyor artık. Telefon bankacılığı, internet buna bir örnek.

Teknoloji sayesinde Mesajbank diye bir ürün ortaya çıkardık. GSM telefonları üzerinden bankanızla komünikasyon kurmanıza ve hesap bilgilerine, kredi kartı bilgilerinize veya repo bakiyenize ulaşmanıza, bankanıza talimat vermenize olanak sağlayan bir sistem bu. Teknolojinin geldiği en yüksek noktalardan biri. Dolayısıyla biz şubeleşme yerine, kaynaklarınızın önemli bir kısmını teknolojiye ayırdık ve bu sayede de yeni ürünler yaratma kapasitesini yakalayabildik. Ancak ilerki dönemlerde bu şekilde maliyetlerini kontrol altına alabilmiş ve hizmet kalitesini de üst düzeyde tutmayı başarabilmiş yeni ürün yaratma kapasitesini de sürekli hale getirmiş bankaların rekabetgücünün yukarıda olabileceğini düşünüyoruz.

Bank Kapital' in misyonu bilgi bankacılığı ve danışman bankacılık oldu ve bunu "bilgi için Bank Kapital" sloganı ile de pekiştirdi. Şimdi kurumsal bankacılık ile yakaladığımız bir çizgiyi bireysel bankacılığa da taşımak istiyoruz. '98 yatırımların tamamlandığı bir yıl oldu.

'99' da kontrollü büyüme, yenilikleri öne alan bir anlayış çerçevesi içinde ve bireysel bankacılıkla, ticari bankacılığın eşit olarak dağılmaya başladığı bir bilanço yapısını bu sene düşünüyoruz.
SPOT: - Batı IMF'nin güven erozyonunun sürdüğünü sanıyor
- Yüksek faiz ekonomiyi tahrip ediyor
- Devletin en yüksek risk primini bankalar ödüyor
- '97 yılında bireysel bankacılığın altyapısını tamamladık
- Hedefimiz mass production değil, profesyoneller

LEVENT UĞURLU: "BANKAPİTAL FOR INFORMATION"
The global economic crisis of 1998 was severely and unexpectedly felt in Turkey as well. However, it served to be an ordeal for the Turkish banking systems and the Turkish economy. The ordeal was accomplished succesfully as far as foreign investors were concerned. I have to admit that, at the time, the rational foregin exchange reserve policy of the Treasury, no delays were witnessed in internal debts, which accounts for the reasonable level of interest rates (around 70%). Other contributing factors were that inflation exhibited a downward trend and that short-term capital started to flow in. However, the domestic political crisis tht followed caused combined interest rates to rise up to 150%, short-term capital to leave the country and foreign sources to dry up. Naturally the foreign investor is still uncomfortable because of the present political instability and the one anticipated after the early elections to be held. A clearer vision of the political arena will, no doubt bring low-interest funds into Turkey and lower the presently high interest rates. I believe this will revitalize the economy. If the economic crisis grows any further and people withdraw their TL savings to buy foreign currencies, keeping their savings "under the pillow", or sending them to foreign countries, banks should be in a position to have the liquidity to meet these demands. After the devaluation in the Far East, there was a significant decline in foreign markets. Therefore, there is a need to go into untapped markets, the signals of which we have already started to receive. There are exporters who do business in the Middle Eastern and South African markets. Domestic markets are not preferable under circumstances where interest rates are not likely to fall in a short period. In 1998, we completed the technological infrastructure concerning retail banking, as well as its creative products and the whole range of products. We are now in a position to launch these products. We are about to complete the fully security-clear infrastructure suitable to carry out all banking transactions through the internet, except cash transactions. Although we do not believe in multi-branch banking, we opened some in locations where the upper income groups live. Thanks to technology, we introduced a product called "Mesajbank", which allows you to communicate with your bank via mobile phones. Bankapital's mission is to provide information and consulting, hence its motto, "Bankapital for information". Now we aim to move our institutional banking into the area of retail banking.


MEDYATEXT
Elegans'a mail