Elegans Logo

AYŞEN LAÇİNEL
Oyun Teorileri



Yaşamın her alanında iletişimde olduğumuz diğerleri vardır. Bu "diğerleri", "ben"in dışındakilerdir şüphesiz. Bazen aile, bazen arkadaşlar, bazen eş, sevgilidir; özel olan alanda.
iş yaşamında ise ekip arkadaşları (ekip varsa tabii), yöneticiler, asistanlar, çalışanlardır kurum içinde ilişkide olunan. Kurum dışındaki diğerleri de öteki kurumlar, rakipler, dostlar, düşmanlar, müşteriler (hedef kitle) diye sıralanabilir.

Paul A. SAMULSEN, "söylendiği gibi müşteri kraldır; herbiri yapılmasını istediği şeyi yaptırmak için parasını oy olarak kullanan seçmendir" der. ilişkide başarılı olmak, olumlu ilişki kurmak her alanda gerekli. Herhangi bir hedefe varmak için yanımızdaki ya da karşımızdakilerle kurduğumuz dialog, kazanmak veya kaybetmek üzerine kuruluysa vay halimize! Eğer hala "benim dediğim olsun", "ben haklıyım, sen haksızsın" düşüncesi ile konuşuyor, davranıyorsak biz, çoktan garantilemişizdir yenilgiyi.

Halkla ilişkilerde "oyun teorileri" denen bir kavram vardır. Aslında matematiksel bir terimdir. Oyun teorilerinde "kaybeden yok" yöntemine dikkat çekilir. Bu mümkün müş Elbette. Birkaç örnek: içi su ile dolmakta olan bir odada iki kişi vardır. Odanın bir kapısı bulunmakta. Odadaki iki kişiden biri kapıyı açmaya çalışırsa gücü yetmez. ikisinin birlikte aynı anda ve hızda kapıyı itmesi durumunda kapı açılabilecek ve kurtulacaklardır. Su dolmakta olan odadan kurtulmaları, birlikte uyum içinde olmalarıyla mümkündür. Bir başka örnek, teröristlerle polis arasındaki kovalamaca olabilir. Teröristler, kendi alanı olan ormana polisi çektiklerinde, koşullarını bildikleri ormanda ortama hakim olacaklar ve polisi tuzağa düşürebileceklerdir. Polis teröristleri şehre çeker ve şehirde tutarsa, koşulları bildiğinden öne geçecektir. Yer, zaman, ortam bu savaşta şüphesiz önemli. Polisle teröristler arasında mutlaka kazanan ve kaybeden olacaktır. Olmalıdır da.

Oysa özel hayatımızda, sosyal ortamlarda, özellikle iş alanında "kaybeden yok" yöntemi unutulmamalı. ilişkileri satranca benzetebiliriz. Karşımızdakinin iki hamle sonrasını tahmin edip oynayabiliyorsak "ben, neyi, nasıl oynatırsam ona istediğim hamleyi yaptırırım" diyebiliyor ve yanılmıyorsak, oyunu iyi oynuyoruz demektir. Bu öngörüdür.

Kendimizin olduğu kadar karşımızdakinin de kim olduğunu, bilgi birikimini, zaaflarını, güçlü ve zayıf yönlerini bilerek hedefimizi belirlemiş, masaya öyle oturmuşsak oyun bizim olabilir. Ancak, doğru ve etkili ilişkinin satranca benzer yanları olduğu gibi, çok önemli bir farkı vardır. Satrançta bir kazanan bir de kaybeden vardır. Oysa kaybeden olmamalı. Bu nasıl olabilirş Ya da neden kaybeden olmamalış şunun için; herkes kazandığını düşünmelidir. Kurduğumuz ilişkilerde, karşımızdakinin haksız olduğu, yüzde yüz yanıldığını vurgular, sonucu böyle görür ve gösterirsek (bu doğru da olsa) bir süre sonra kişiyi hınç alma duygusu saracaktır. Size direnmeyi ve hep karşı tarafta olmayı sürdürecektir. Zaman içindeki sonuçları, doğabilecek olayları tahmin edersiniz. Halbuki, herbirimizin doğru olduğu bir alan, yön vardır ve herkesin doğrularından yararlanılabilir. Herbirimizin birbirine ihtiyacı var. Önemli olan, zincirin halkaları. Zincirin gücü en zayıf halkadır. "Hayat bir oyun" diyenler haklılar. Önemli olan oyuna teslim olup olmadığımız.

BEN VAR YA! BEN...
Sosyal oluşumlar ihtiyaçtan doğmuştur şüphesiz. Kendinin bir misyonu olduğunu farkedenler biraraya gelmiş ve eğitimleri, birikimleri doğrultusunda ortak hedefe yönelik çalışmalar adına "Biz"i oluşturmuşlardır.
"Sivil Toplum Örgütleri" diye adlandırılan bu biraraya gelişlerde önemli olan "ben"lerdir, şüphesiz. Yaşam sürecinde engellerin bir kısmını aşıp, hayatın anlamını sorgulayanlar, kendileri dışındakileri fark ettiklerinde, hayatın sadece kişisel başarı olmadığını; kendine, yatırımlarına yatırım katmanın bir araç olduğunu anlayınca "Biz"i yaratıyorlar. Bu yeterli, güçlü, farkındalığı yüksek benlerden oluşan biz; birlikteliğin gücü ve ivmesiyle yol alıyor. Rotasına doğru yelkenlerini rüzgarla doldurarak açılıyor.
Ya da böyle olmalı.

Ancak ne yazık ki zaman zaman, neden bu sivil toplum örgütünde olduklarını, ne yapmak istediklerini, bu oluşumun varoluş sebebini unutuyorlar. bir şey olmak için biz'e katılanlarla, bir şey yapmak için gelenler arasındaki fark hızı kesebiliyor, üretimi aksatabiliyor.
şüphesiz herkes bir şey olmak ister. insanı ayakta tutan, varolduğunu ispat etmektir. Herkes birşeydir de ama her varoluşta, her biraraya gelişte sırf kendini düşünmek doğru mudur.
Benim isteklerim, benim dediğim, benim gücüm sendromu yakayı bırakmıyorsa, durum vahimdir.
Hele bir de koltuklarını bırakmak istemeyenler, sırf kendilerine inanan, güvenen ve diğerlerini küçümseyenler...Yalnız olanlar...
Hayat iletken olmayı gerektirir. Bizler iletken olmalıyız. Öğrendiklerimizi, gücümüzü, yayılma alanımızı paylaşarak gücümüze güç katarız. Besleriz kendimizi, ilişkilerimizi.
21. yüzyılın anlayışı da bu değil midirş Paylaşım, bilgi aktarımı, gelişim ve ekip çalışması.
Artık esas adam ve diğerlerinin olduğu anlayış dünde kaldı.
Bugün herbiri kendi serüveninin lideri olan, liderlerden oluşmuş ekip anlayışı hakim. Çalışmanın sadece koordinatörü var. O da liderlerden biri. Liderlerin lideri.
Soran, danışan, araştıran, tartışan bir düşünce yapısıyla, birlikteliğin amacını bilen, misyonunu algılayan, hissettiren, üretime, hizmete ve gerçekten DÖRDÜNCÜ GÜÇ OLMAYA KİLİTLENMİŞ BİR FARKINDALIK olması gereken. "Ben başkanım", "Ben koordinatörüm" diye astığı astık, kestiği kestik zihniyetler 21.yüzyılda çağdaş yaşamda nefes alamaz. Olsa olsa, "gelişmekte olan ülke" nitelemesini bile haketmemiş, geri kalmış ülkelerde soluk alabilir bu tek adam zihniyeti.

Devir ekip çalışmasının, bilgi aktarımının, paylaşımındır. Esas olan, rüzgarı doğru alabilmek ve hızla ilerlemektir. Bu anlayışta, sürekli gelişim ile daha fazla hizmet vardır, güven vardır, sevgi vardır. Yaşam kalitesini yükseltmek, çağdaş olabilmek, "ben" zaafına yenik düşmekle mümkündür. Olayları ve insanları bir kez daha düşünebilmek, bir başka açıdan da görebilmek önemli olan.

Yoksa hala "ben"de takılıp kalırsak, hem kendimize hem bize güvenenlere hem de yaratana haksızlık olur. Ben ve diğer benlere, bize, varoluş sebebimize sahip çıkalım, bu gücü ve keyfi yaşayalım.
Biliyorsunuz, herkes ve herşey değişiyor. Nietche ne demiş: "Değişmeyen sadece deliler ve ölülerdir." Gelişebilir, değişebiliriz.

NEDEN EVLENiLiRş
"Birlikten güç doğar " diye çıkılır yola önce. Birlikte daha mutlu, daha üretken ve güven içinde olma beklentisi vardır. Birliktelikte mutluluk vardır. Biraraya gelişler belki arayışın sonu, aradığını bulabilmenin keyfidir. 1980'li yılların sonlarına doğru başlayan şirket evliliklerinin 1990'lı yıllarda hızlandığını ve günümüzde de sıkça sözedildiğini görüyoruz.

Ciroyu artırmak, hedef kitleyi çoğaltmak ve piyasaya hakim olmak, marka yaratmak, bünyesinde tüm hizmet ve ürünleri sunabilmek için yapılan şirket evliliklerinin durumu nedir sizceş Yapılan araştırmalara göre sayısı giderek artan şirket evliliklerinde ayrılmalar da neredeyse bir o kadar.
Bununla birlikte şirket evlilikleriyle, sektördeki diğer şirketlerin üstüne çıkan ve rekabetle üstünlük sağlayan birleşmeler de var.

George Orwell'ın "1984" adlı kitabında tek yönetici, herşeyi görebilen ve herşeyden haberdar olan bir Big Brother'dan bahsedilir. Acaba bu evliliklerle böyle bir sona mı gidiliyorş Rekabet ortamında güven için, ayakta kalmak için tek şart evlilik miş
Kurum kültürü, ürün, hizmet tarzı, hedef kitle, dağıtım kanalları, imaj. hepsi önemli. Ben kimimş Kurumum kimş Diğer kurum neş Ben ve O ne kadar birbirimizi tamamlar, ne kadar birliktelikle güç kazanırızş Gerçekten birliktelik için uygun muyuzş Bu soruları sormak, tanımak, tanıtmak gerekiyor aslında. Biliyorsunuz hep birlikten güç doğmuyor ne yazık ki.
Bazen güçlükler çıkıyor. iyi düşünmeli, aklı, sezgileri ve kan uyuşmazlığını dikkate almalı evliliklerde.


MEDYATEXT
Elegans'a mail