Elegans Logo

CÜNEYT ÜLSEVER Hürriyet Gazetesi Yazar
Geleceğimizin Muhtevası Olsun



Ünlü Gazeteci Cüneyt ÜLSEVER "2000 Yılı ve Gençlik" üzerine fikirlerini bizimle paylaşırken, 40 yaşın üstündeki kendi neslini "kayıp nesil" olarak nitelendirdi. Internet gençliğinin ise, "tek doğru" gibi saplantılara kulak asmadan Türkiye'yi istikrarlı bir geleceğe taşıyıp globalleşen dünyanın ve 21. yüzyılın nimetlerinden faydalandıracağına olan inancını ve umudunu belirtti.


2000 yılı ve gençlik" konusundaki görüşlerimi sorduğunuzda, sorunun içinde cevabının da olduğunu farkettim. 48 yaşındaki bir adama geçliğin hali soruluyorsa eğer, durum pek de iyi değil demektir.
Böyle dediğime bakmayın, aslında insanları ayakta tutan en büyük faktörlerden biri toplumsal anlamda umut, bireysel anlamda da yaşam sevincidir.
Kendi gençlik dönemime bakınca, bu ülkede o kadar çok umudun kaybolduğunu gördüm ki, giderek yaşam sevincimi yitirmeye başladığımı farkettim. Neyse ki nüfusumuzun %60'ı, 24 yaş altında ve onların bizden farklı olacağına, ülkeyi de farklılaştıracaklarına inanıyorum.
Artık zaten yaşdaşlarımla konuşmaktan keyif dahi almıyorum. Birbirimizi dövmekten ve birbirimizi yemekten öte bir şey kalmamış gibi geliyor bana.
Hatta bazen bu konuşmaların içeriği ne kadar entelektüel "miş" gibi görünse de, yaptığımız sadece mastürbasyon, yani tek taraflı keyif alma.
Benim kuşağımla ilgili bu kadar karamsarken arzu ediyorum ki, gençlik benim umudum olsun. Çünkü Türkiye, 40 yaşın üstündeki nesil itibariyle kayıp bir nesildir. Süleyman DEMİREL'e bizim neslimizin kızma hakkı dahi yoktur bence. 76 yaşında olmasına rağmen halen ona bir alternatif çıkaramadıysak bu, bizim neslimizin suçu.
Günümüz gençliğini hatalı/hatasız diye değerlendirmek bana şık gelmiyor, tabii ki bazı subjektif gözlemlerimle birlikte, temelde 21. yüzyıl üzerine düşüncelerimi de iletmek isterim. Buradaki referans noktam, kendi gençliğim olacaktır.
Bizim dönemimizin baş artısı, ciddi ciddi kitap okumamızdı.Hatta kitap okumak günümüz deyişiyle "in" idi; Firuzan'ın son romanını okumamak, Matrix filmini görmemek gibi kabul edilirdi. Üstelik birbirimizi sorgulardık bu konuda. Belki internet, televizyon gibi şeyler olmadığı için, çok konuşur, çok fikir alışverişi yapardık. Siz şimdi nasıl "chat" yapıyorsunuz, biz de "çatkapı" gidip sohbet ediyorduk. Hem de saatlerce. Yani kitap okumak gibi, diyalog kurmak da modaydı.
Bir de hiçbir dönemde değişmeyen şeyler var: Kızlar o zaman da güzeldi, arabalı gençler yine popülerdi, zenginlik yine gözdeydi.
Sadece Nike ayakkabı yerine, askerden devşirme parka daha değerliydi. Bana da Almanya'dan bir arkadaşım parka getirmişti ve böylece devrimci olmuştum.
Aslında yeniyi almaya gücümüz yetmediği için, eskinin moda olduğunu varsayardık.
Dönelim şimdiki gençliğe! inanılmaz bir teknoloji muhabbeti var. şu anda bilgisayarımla ilgili problemlerimi benim çocuklarım çözüyor ve onların alaylarını bir nevi ücret olarak onlara teslim ediyorum.
Pakistan'da darbe olduğunda ABD'de oğlumun yanındaydım ve iki Pakistanlı gençle "chat" yapıp, darbe hakkındaki görüşlerini sorduk, inanılmaz bir haber alma kolaylığı.
ikinci avantajları, bizim dönemimize göre çok daha bireyler, hayattan ne beklediklerinin bilincindeler. Bizim gençliğimizde "Ne olacakş" dendiğinde, "Devrim olacak" derdik.
Ufukları daha açık, bu da olumlu bir şey. Oysa bizim dönemimizde biz güruhtuk . Boğaziçi Üniversitesi'nde güruh halinde davranmayı marifet sayardık. Aramızda faşistler yoktu; marksistler, daha iyi marksistler, gerçek marksistler vardı. Sıkı bir marksist, sosyal demokrat bir kızla çıkmazdı. Sosyal demokratlar da herhalde "köylü artıklarıyla işimiz yok" diyordu.
Güruh olduğumuz için tek doğrular vardı, her güruhun kendi doğrusu. Çok sayıda "tek doğrusu" olan bir dünyada kavgadan başka bir şey çıkmaz, çünkü adı üstünde "tek doğru" olmalı. Bizler, bilimin "gerçeği bulmak" olduğunu zannederdik, bilimin "gerçeği aramak" olduğunu yıllar sonra öğrendim. "Tek doğru" diye bir şey olmadığını, bilimde tek değişmeyen doğrunun "sürekli değişkenlik" olduğunu, bugün doğru olan bir şeyin yarın yanlış olabileceğini öğrendim.
Einstein'dan bir anektod iletmek isterim. Princeton Üniversitesi'nde ders verdiği dönemde bir öğrencisi, dersten çakmış galiba; "Hocam" diyor, "Sorular geçen senenin aynısı, ben niye kaldımş" Einstein cevaben "Fakat bu sene cevaplar farklı" diyor.
Benim neslim maalesef bu durumun farkında değil, o yüzden kendi neslime kızgınım. Hala "tek doğru"lara inanıyorlar. Herşeyi siyah-beyaz değerlendirip, insanların açıları olamayacağını düşünüyorlar.
Son dönemde Yılmaz GÜNEY'le ilgili bir tartışma var. Kimine göre GÜNEY, baştan ayağa boktan bir adam, kimine göre dahi. Oysa bir adam hem boktan hem dahi olabilir.
Siz nesil olarak ara renklerin olduğunu "tek doğru"nun olmadığını, doğrunun zaman içinde değişebileceğini biliyorsunuz.
Rahmetli ATATÜRK bile "Bilim ve benim görüşlerim arasında bir çelişki çıkarsa, lütfen bilimin dediklerini takip ediniz" diyor ; arkadan Atatürkçü biri kalkıp diyor ki "Bugün Atatürk'ün evrensel doğrularını anlatacağım". işte sizin bu hataları yapmayacağınızı düşünüyorum. Sizin bilimi, doğruyu, ATATÜRK'ü daha iyi anladığınızı görüyorum.
Yalnız sizde göremediğim bir şey var: Muhteva! Bundan kastım bir düşünce, bir söz ve onun içerdiği anlam üzerine kafa yormuyorsunuz. Internet inanılmaz bir şey ama, bize sadece kuru bilgi aktarıyor. Oysa o bilginin yorumlanarak hazmedilebilmesi için, beynin bir içerik alanının olması gerekir, o beynin yorum yapabilmesi lazım. Muhtevaya ilginin düşük olmasının sebebi, okumamanız. "Internet var ya!" diyeceksiniz. iyi de internet ne veriyorş Derginin genel anlamda içeriğinden bahsedip, çok önemliyse bir makale veriyor. Bunu söyledim de, bir genç arkadaşım "Diğerlerinin de özetini veriyor ya" dedi.
21.yüzyıla geldik artık. 150.000 kitap satışının az olarak nitelendirildiği bir ülke ile 5.000 adet satarak en çok satanlar listesine giren kitapların olduğu bir ülke nasıl anlaşabilirş inanılmaz bir bilgi akımı var, bundan nasıl yararlanacağımızı bilmiyoruz.
ikinci eleştirim; belki de bizim suçumuz, kolaycı bir gençlik yetişti. Ben bir Özalcı olmama rağmen, ÖZAL'ın "köşeyi dönmek" sözünün sadece hırsız bürokratlarla gençler tarafından anlaşıldığını düşünüyorum. Uzun yıllar bankaların insan kaynaklarında çalıştım ve gençlerin bu mantalitesine çok şahit oldum. Tecrübe bir anda sıfıra indirgendi. Sonunda gençlere yatırım yapılmasını bu kadar desteklerken bir anda gençlerden bıkmaya başladım. Emeği, alınterini tanımayan bir gençlik yetiştirdik.
Üçüncü eleştirim; "Desinler Cumhuriyeti"ne meraklı bir gençliğin olması. "Beni Akmerkez'de görsünler", "Home Store'da yemek yedi desinler" Bir gün ben de orada yemek yedim bir arkadaşımla, herhalde beni görsünler diye yedim. Çünkü o paraya o yemek yenmez, hatta bedava da zor yenir. Ama bizi gördüler orada(!)
Bizim gençliğimizde de zengin çocukları vardı ama, blue jean en şık kıyafetimizdi. şimdi "Desinler Cumhuriyeti"nde analar babalar da böyle. Gerçi ben onlardan umudu kestiğim için bir şey demiyorum, beni gençler ilgilendiriyor. Ha, bundan çıkarılacak sonuç şu olmamalı: Elinizi ayağınızı dünya nimetlerinden çekip kitap okumaktan başka bir şey yapmayın. Hayır kesinlikle hayır. Sadece ne giydiğiniz, nerde yediğiniz, hangi kızla çıktığınız sizi ilgilendirir diyorum. Herşeyin bir kıvamı bir kararı var. Zaafa düşmeyin.
21.yüzyıl sanki bir şeylerin değişmesinin tam zamanı gibi, doğum sancısı gibi geliyor bana.Bu doğumu bugünün gençleri yapacak. Neden?
Türkiye Cumhuriyeti bugünkü hali ile ekonomisinin %60'ı devlet tarafından yönlendirilen bir ülkedir. Bu da rant ekonomisini doğurur. Türkiye Cumhuriyeti, devletin ulufe dağıttığı bir rant ekonomisidir. Artık bu tahammül edilmez olduğu için yeni önlemler alınmaktadır. 1998 iSO rakamlarına göre Türkiye'deki en büyük 500 firmanın kârının %80'i faiz geliridir. Üretimden kâra olan katkı %4,6'dır. Devletin yakalayıp da vergi aldığı zavallı vatandaşların 1998'de ödedikleri miktarın %78'i faiz ödemelerine gitmiştir. Yani memur ve işçiden alınan vergiler.

1999'un ilk altı ayında faiz ödemelerine giden vergi yüzdesi %99,5'dur. Gelir dağılımına bakıldığında en tepedeki %20, 1987'deki mili gelirin %49'unu almaktadır, (Gelir dağılımı konusunda nedense bizim ülkemizde son 5-6 yılın verilerine ulaşmak imkansızdır). 1994'te bu oran %54,9 olmuş.Diğer kesimlerin gelirleri hep geriye giderken sadece bu %20 (zaten Türkiye'nin en zengin gelir grubu) ileri gitmiş, yani çalmış.
Bir de iller arasındaki farka bakalım: Depremden evvel Kocaeli'nin en alt %20'sinin gelir payı, şırnak'ın en üstteki %20'sinin gelir payına eşit. Bunun doğal sonucu, adaletli bir gelir dağılımı için, güçlü merkezi yapının oluşturulmasıdır.Türkiye Cumhuriyeti merkezi anlamda güçlü değil. Bu düzeni sürdürebilmek için birileri devamlı bir ucube yaratır, devleti de koruyucu olarak gösterir. Örneğin şimdi "Ayy islamcılar geliyor, kaçın" diyenler, 20 sene evvel de "kurtçular, komünistler geliyor" diye feryat ediyordu.
Bu ülkenin tarihine baktığınız zaman komünistler, Aleviler, Kürtler, islamcılar, v.s. hep birileri düşman olmuş ve kuvvetli devlet de necip Türk milletini korumak üzere hep varolmuş görünüyor. Bence bunların tümü bir oyun. Siyasi parti nosyonuna gelince ben sağcı-solcu diye algılamıyorum. Ankara'da bir çeşme var, bu çeşmenin başına oturuyorsun (sağcı ya da solcu), içebildiğin kadar içiyorsun, etrafına dağıtıyorsun, bir kısmını sonra içmek üzere saklıyorsun. Önemli olan çeşmenin başına oturabilmek. Türkiye'de "Yarabbim şükürler olsun çeşmenin başına oturduk" diyenlere iktidar, "Biz niye oturamadıkş" diye soranlara muhalefet deniyor. Muhalefetin iktidara tavsiyesi daima
"Sen çekil, biraz ben oturayım" oluyor. Bu oyun millete nasıl yansıyor pekiş Geçmişte ilk hata nerede yapıldış Üç kıt'aya yayılmış, güçlü, büyük bir imparatorluk düşünün ve maalesef Sanayi Devrimi'ni ıskalamış.Üstelik taklit de edememiş. işte büyük hata!
17-18.yüzyıllarda ise kılıç-kalkanla fabrikalara karşı koymaya çalışan bir Osmanlı imparatorluğu sözkonusu. Sanayi Devrimi'ni yakalayamayan Osmanlı imparatorluğu, sadece dünyayı yönetme fırsatını değil, ondan önemlisi Kültür Devrimini de kaçırdı. Çünkü kültür ve sanat refah ülkelerde gelişir. Romanı zengin ülkeler yazar, siyasi düşünceleri zengin ülkeler yaratır, Karl Marx da bir Avrupalı idi. Fukara toplumlar sadece mizah üretir. Görüyorsunuz paranın olmadığı yerde akıl da olmuyor.
Hayır ve şer'iyle bu ülkede yaşanan herşey dışarının ittirmesiyle olmuştur. Laiklik ve Cumhuriyet de böyle geldi, mevcut modern kanunlarımız da. Bugün içinden çıkılmaz şer'i kanunlarla uğraşacağımıza, sınanmış ve beğenilmiş bir hukuğun peşinde koşmakla doğru bir tavır göstermişiz.

21.yüzyıla doğru giden Türkiye, yine bir dayatmayla karşı karşıya.Bence hayırlı olan bu dayatma, hem ABD'den hem AB'den geliyor. Depremden 1 sene önce Yunanistan, önemli bir düşmanımızdı, Apo konusunda da ciddi anlamda kalleşçe davranmıştı.

işte aşağıdan Allah (deprem), yukarıdan ABD tepti Yunanistan'la görüşmeye başladık. Ezeli düşman olmadığı gibi, ebedi dost diye de bir şey yoktur ülkeler arasında. Dolayısı ile Türkiye değişmek zorunda.
Batı'nın önem verdiği 3 konu var ki, üçü de Türkiye'yi kapsıyor, o yüzden bizi değişmeye zorluyorlar.
Birincisi, önümüzdeki 60-70 yıl boyunca dünyanın ihtiyacı olan enerjinin %70'i Türki Cumhuriyetler'den gelecek. ikincisi, 21.yüzyılın en büyük tüketim toplumu, merkezi Çin olmak üzere, Uzakdoğudur. Dünya ticaretinin nakliyesi ağırlık karayoludur ve Uzakdoğu'ya mallar ipek Yolu'ndan geçecektir.

Üçüncüsü Ortadoğu'daki mevcut rejimler önümüzdeki yıllarda yıkılacak, bu durumda onları kazanmak lazım. Küreselleşmenin bir gereği olarak demokrasiye geçmeleri gerekir. Yani islamiyetle demokrasiyi evlendirmek gerekli. Bu üç özelliğe baktığınız zaman;
Türki Cumhuriyetlerin dini ne, milli geçmişi neş Türkiye.
ipekyolu'nun geçtiği yer neresi, ortak dili neş Anadolu ve Türkçe.
islam ülkelerine baktığınız zaman kırığıyla döküğüyle demokrasiyi deneyen tek islam devleti hangisiş Türkiye. Bunları düşününce ABD'nin son dönemdeki iyi referanslarına şaşmamak lazım. Türkiye ilahi bir şekilde gözetiliyor galiba. 20.yüzyıldaki en büyük şansımız, yüzyılın en büyük lideri ATATÜRK'e sahip olmamızdı. Dünya ülkelerine millicilik fikri ATATÜRK tarafından öğretilmiştir. şimdi de 21.yüzyıla girerken Türkiye'nin yıldızı yine yükseliyor. Böyle bir ülkede istikrar kelimesini artık demokrasi tarif etmeli. Büyük ülkeler etkileri altına aldıkları ülkelerde istikrar isterler.

şu anda ABD'nin liderliğinde bir globalleşmeye gidiliyor. ingiltere ve Almanya dahi ona boyun eğmiş durumda, bazen italya hala başkaldırıyor. Türkiye değişimi kabul edip, istikrarını oturtur ve globalleşmenin bir parçası olursa daha önce bahsettiğim Türkiye üzerine oynanan oyunlar sona erecektir. Türkiye bunu tek başına becerebilir miş Zor ama, biraz destekle bu hedefleri tutturabilir. Türkçe'deki adıyla buna AB üyeliği deriz. Bu değişim tüm kanunları tüm tüzükleri değiştirmekle olmaz, kaldı ki bunları değiştirmemiz 25-30 yılımızı alacak. Önemli olan zihniyeti değiştirmek. işte o dönem geldiğinde, o gün sizler bu ülkeden sorumlu olacaksınız, sadece yetkili değil.
Böyle bir geleceğe Türk gençleri nasıl hazırlanacakş Bence temel mesele bu. Interneti sonuna kadar, dibine kadar kullanın, chat yapmaktan vazgeçmeyin ama, n'olur muhteva da olsun. Biriyle bir şey paylaşırken muhteva da paylaşın. "Mış" gibi yapmayın. Bir bakış perspektifiniz, dünyayı algılama seviyeniz, beklentileriniz olsun. Önce kendiniz için yapın bunu. Merak edin, araştırın, öğrenin. Piyangodan büyük ikramiyeyi kazanmak için önce bilet alın, yani ödevinizi yapın ki birlikte güzel bir geleceği paylaşalım.

CÜNEYT ÜLSEVER: "LET OUR FUTURE HAVE CONTENT"
Sharing his views on "Year 2000 and the Youth", famous journalist Cüneyt ÜLSEVER named his own generation a "lost generation". He stated that he has hope that the Internet youth shall take Turkey to a stable future and help Turkey benefit from the blessings of the globalizing world and the 21st century.
It is hope in the social sense and joy of life in the individual sense that help people go on. When I take a look back at when I was young, I see so many hopes that have been lost. Fortunately, now 60% of our population is under the age 24 and I believe they will be different from us and that they will make a difference in the country. When we look at today's youth, there is an incredible leap in technology; an unbelievably easy way of exchanging information.

Today, they are more individualistic than we were in our time, they are more aware of their expectations of life. I have learned in time that there is not one "absolute truth" and that truth may change in time. There is one thing, though, that I cannot see in you: Content! I mean you do not think about an idea, a word and its meaning. The internet is incredible indeed but it only transfers dull information. The brain should be interpreting that information in order to fully absorb and digest it. The reason why Content does not receive much attention is because you do not read much.
My second comment is that, the new generation always prefers the easy way to do things. Suddenly, experience has lost all its meaning.
If you ask me, 21st century seems like the perfect time to change some things and it is up to the youth to do this. But how will they prepare for such a futureş Use the internet to the utmost but please let there be content. When sharing something with somebody, share the content as well, so that we share a good future together.



MEDYATEXT
Elegans'a mail