Elegans Logo

HÜSAMETTİN KAVİ İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Küreselleşme ve Türkiye



Bizler hızla küreselleşmekte olan, değişimin sürekli olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bugüne kadar değişim hiç böylesine güçlü, böylesine hızlı ve böylesine gözle görünür olmamıştı. İşte bu değişimin karakterize ettiği 21. yüzyıl, stratejik ortaklıklara, küresel ekonomik aktivitelere sahne olacak ve bu yeni düzende bilgi, başarıya ulaşmak yolunda en önemli silah olmaya devam edecek. Uluslararasılığın ve küreselleşmenin giderek arttığı bugünün koşullarında Türkiye'nin konumunu çok farklı bir sürece taşıyacak.


Ekonomik küreselleşme, IMF tarafından "Teknolojideki inanılmaz gelişmeler sayesinde büyük bir hızla ve çok geniş coğrafi alanları kapsayacak şekilde gerçekleşen uluslararası para hareketi ve sınırlar arasında hizmet ve ürün açısından giderek artan ticaret hacmi sonucunda, ülkeler arasında çıkan ekonomik bağımlılık" olarak tanımlanmaktadır.

Küreselleşme kapitalizmin son halkasını oluşturmaktadır ve dünyadaki liberal ekonomik modellerin başarısını simgeler. Bugünün dünyasında ekonomik aktivite giderek uluslararası olmakta, ticaretin sınırları genişlemekte, ulusal sınırlar üretim süreci açısından bir engel ve sınır olmaktan çıkmaktadır. Bu da ulusal düzeydeki üretimin, özünde ulusal bir süreç olmadığını göstermektedir.Uluslararası pazar, coğrafi olarak tüm dünyayı kapsayacak şekilde genişlemiştir. Farklı ülkelerin bankacılık sistemleri entegre olmuş, paranın ve teknolojinin serbest dolaşım imkanı ulusal sınırları ortadan kaldırmış ve iletişim teknolojilerindeki olağanüstü gelişmeler zaman ve mekandan kaynaklanan engelleri minimize etmiştir.

Bu bağlamda, küreselleşme pek çok fırsatı ve zorunluluğu beraberinde getirmektedir. Küreselleşme,
- iş gücü ve kapital gibi üretim faktörlerinin verimliliğini ve üretkenliğini
- Firmalar arası rekabeti
- Ürün ve hizmet tüketimi bağlamında ortalama hayat standartlarını
- Uluslararası finansal hareketliliği arttırmaktadır.

Dolayısıyla küreselleşme, ekonomik büyümeyi teşvik etmektedir. Bununla beraber, küreselleşmenin dünya ekonomisi ve politikası açısından yapısal bazı değişiklikleri de beraberinde getirdiği ve hatta zorunlu kıldığı unutulmamalıdır. Küreselleşme, ulus devletin temelini oluşturan sınırları aşmakta ve bu bağlamda devletin bazı alanlarda kontrol gücünü zayıflatmaktadır. Politik alanın genişlemesine, ticaret politikalarının önem kazanmasına neden olmakta, toplumdaki diğer ortakların, yani sivil toplum kuruluşlarının, çok uluslu firmaların ve yerel yönetimlerin bu süreçlere aktif olarak katılımlarına olanak yaratmaktadır. Bu bağlamda küreselleşme, yapısı itibariyle devletin sınırlarını aşmaktadır. Bugünün dünyasında ekonomik ve politik gündemin en önemli kavramlarından biri, "karşılıklı bağımlılık" (interdependence) kavramıdır. Birbirimize ihtiyacımız olduğu gerçeği, politik istikrarı ve sürdürülebilir insani kalkınma hedeflerini gerçekleştirmede önemli bir araç haline gelmektedir.

Küreselleşme ekonominin farklı alanlarında kendisini göstermektedir. Örneğin ticaret/GSMH oranları, dış yatırımın düzeyi ve miktarı önemli ipuçları verebilmektedir. Bunun yanında, finansal kuruluşların çalışmaları, satışların uluslararası dağılımı, üretimin organizasyon şekli de bu konuda önemli göstergeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Son otuz yılda inanılmaz bir artış hızı gösteren dünya ticareti, son üç yılda neredeyse durma noktasına gelmiş olup, yeni ekonomik aktörlere ihtiyaç duyulmaktadır. Mali piyasalardaki para hacmi özellikle gelişmiş ülke ekonomilerini çok ciddi bir şekilde rahatsız etmektedir. Mali piyasalardaki fon fazlalığının potansiyel ülke ekonomilerinde direk yatırımlara dönüşmesi istenmektedir. Ancak nasıl sorusunun cevabı bu sözünü ettiğimiz potansiyel ülkelerin yönetimlerinin alacağı kararlara da yakinen bağlıdır.

Teknoloji alanındaki gelişmelerin, iletişim ve ulaşım masraflarını belirgin ölçüde azaltması uluslar arası ticaretin yapısını değiştirmiştir. Dış ticaretin liberalleşmesi yönünde tüm dünyada sarf edilen çabalar global ticaretin büyümesine olanak sağlamaktadır. Uluslararası ticaret hacmini arttırmak için yeni yatırım imkanları yaratmak, var olan imkanları etkin bir biçimde kullanmak ve yeni ve potansiyel pazarlar bulmak gereklidir. Tabi ki bu süreçlere yeni ekonomik aktörler dahil edilmesi de büyük önem taşımaktadır. işte bu gereklilik, dünyada ekonomik liberalleşme eğilimlerini hızlandırmış ve 80'lerin ortasından 90'ların başına kadar geçen süreçte, Sovyet Bloğu'nda değişimi zorunlu bir süreç haline getirmiştir. Bununla beraber, Rusya'nın demokratik bir sisteme ve pazar ekonomisine geçişi için belirlenen senaryo büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmış, ülke halkı için zor ekonomik ve sosyal koşulları beraberinde getirmiş, komşu ülkeler içinse belirsiz ve istikrarsız bir ortamın doğmasına neden olmuştur. Bu yeni ekonomik düzen içersinde, dünyanın gelişmekte olan en büyük on pazarından bir olan Türkiye'nin rolü büyük bir dikkatle incelenmelidir. Türkiye son 20 yılda büyük yapısal değişiklikleri hayata geçirmiştir ve pazar ekonomisine geçiş hızı ve başarısı itibariyle iyi bir örnek teşkil etmektedir. Türkiye umut vaat eden girişimcilik potansiyeline ve gelişmiş bir özel sektör altyapısına sahiptir. Son olarak genç ve dinamik nüfusu ve uzun dönemli hedefleri Türkiye'nin en önemli avantajları arasında yeralmaktadır.

Daha önce de belirttiğim gibi politik istikrar uzun vadeli ekonomik hedeflerin hayata geçirilmesinde büyük önem taşımaktadır. Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Doğu, dünyada giderek artan öneme sahip, ancak politik istikrarsızlığın yaşandığı bölgelerdir. Bu çerçevede, Türkiye'nin bu üç bölgeye olan tarihi, politik, ekonomik ve coğrafi ilişkisi gözönüne alındığında, Türkiye'nin stratejik önemi bir kez daha açığa çıkmaktadır. Örneğin, Avrupa Birliği'nin doğuya doğru genişleme sürecini başlattığı bu dönemde, Güneydoğu Avrupa istikrar Paktı'nın imzalanmış olması ve Türkiye'nin bu süreç içinde oynadığı rol tarihi önem taşımaktadır. Benzer şekilde 21. yüzyılın politik ve ekonomik düzeni içersinde enerji ve su politikaları büyük önem arzeder. Bu çerçevede enerji ve su kaynakları bakımından büyük önem taşıyan Ortadoğu ve Kafkaslar da politik istikrarın sağlanması bir zorunluluktur. Tek başına Hazar Denizi dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz rezervlerine sahiptir ki, değeri yaklaşık 4 trilyon Amerikan dolarını bulmaktadır. işte bu tablo içersinde, bu üç bölgenin kesişme noktasında bulunan Türkiye'nin büyük stratejik önemi vardır. Bu bölgelerde barış süreçleri geliştikçe, Türkiye'nin hareket alanı da genişleyecektir.

Peki Türkiye bu noktaya nasıl gelmiştir?
1999'un ikinci yarısı Türkiye'de büyük değişikliklere sahne olmuştur. Mayıs 1999'da göreve geldiği günden beri, koalisyon hükümeti büyük bir uyum içersinde çalışmaktadır. Benzer şekilde TBMM'de başarılı bir performans sergilemekte, yapısal reform için gerekli anayasal ve kanuni değişiklikleri hayata geçirmektedir. Başarıyla uygulanmaya çalışılan makroekonomik istikrar programı, vergi ve bankacılık sisteminde hayata geçirilen değişiklikler sosyal güvenlik sistemi ve insan hakları alanında iyileştirme çalışmaları hükümetin başarılı çalışmaları arasında sayılabilir. Hükümetin kararlı ve istikrarlı tutumu, IMF ile bir stand-by anlaşması imzalanmasını mümkün kılmış ve üç yıl içersinde Dünya Bankası ve IMF kaynaklı 7 milyar dolarlık kredinin Türkiye'ye gelmesine olanak yaratmıştır. Özellikle ağustos ayında ülkemizi sarsan ve ekonomiye büyük zararlar veren deprem gözönüne alındığında, koalisyon hükümetinin performansı daha da dikkat çekici olmaktadır. Deprem her ne kadar Türkiye'nin uzun vadeli ekonomik hedeflerine zarar vermemişse de, kısa vadede, ekonomik açıdan ağır sonuçlar doğurmuştur. Bu acı olay dünyanın dikkatini Türkiye'ye çekmiş ve aralarında Yunanistan'ın da bulunduğu pek çok ülke ile dayanışma sergilenmiştir. Benzer şekilde, Kasım 1999'da istanbul'da toplanan AGiT zirvesi, dünya liderlerini istanbul'da birararaya getirmiş ve başarılı organizasyonu ve katılımcıların önemi nedeniyle dünya basınının ilgi odağı olmuştur. Bu süreç içersinde bir başka önemli husus da Türkiye'nin, dünyanın en hızlı gelişen yirmi ekonomisinden biri olarak G20 Grubu'na davet edilmesi olmuştur.Uluslar arası anlamda Türkiye için en etkileyici anlardan biri, hiç şüphesiz, Türkiye'nin AB'ye adaylığının resmen kabul edildiği Helsinki Zirvesi'nde yaşanmıştır.

Peki bundan sonra ne olacak?
Burada çizmeye çalıştığım tablo, bugün Türkiye'nin dış yatırımcılar için eskiye nazaran çok daha güçlü bir cazibe merkezi haline geldiğini gösteriyor. Yabancı yatırımcının Türkiye'ye gelmesinin ön koşulu ülkede istikrarın olmasıdır. Dış sermayenin ülkeye gelmesi ise istikrarı destekleyen, artıran bir faktördür.Uluslararası sermaye akışı ve dış ticaretin artması, yatırımın yapıldığı ülkede ekonomik büyümeyi destekliyor, yeni istihdam olanakları yaratıyor ve yaşam standartlarını yükseltiyor. Aynı zamanda teknoloji, tecrübe ve bilgi birikiminin transferine olanak sağlıyor. Buna ek olarak firmalar arası rekabeti artırıyor, ekonomik verimliliği ve üretkenliği yükseltiyor. Tüm bu faktörlerin biraraya gelmesi istikrarı artırıyor ki bu da dış yatırımcının ülkeye gelmesini kolaylaştırıyor. Bütün bunlar çerçevesinde, Türkiye'nin dış yatırımcı için cazip bir ülke olduğunu söylemek mümkün. Hareket alanı oldukça genişlemiş olmakla beraber, hayata geçirilmesi gereken bazı işler var. Tarihi açıdan ele aldığımızda, batı ile bütünleşmenin modern Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli hedeflerinden biri olduğunu görüyoruz. Ülkemiz tarihi boyunca Avrupa kıtasının savunmasında önemli roller oynamıştır ve oynamaya devam edecektir. Türkiye'nin dış politika hedefleri bunu gerektirmiştir. Yine de, hızla küreselleşen, bölgesel bloklaşmaların giderek arttığı bir dünyada, Türkiye'nin dünya üzerinde hak ettiği yere gelebilmek için ekonomik ve politik anlamda yapması gereken çok önemli işler vardır. Türkiye makroekonomik istikrar programını hayata geçirebildiği, sosyo-politik gelişmişlik düzeyini batılı devletlerin standartlarına yaklaştırmayı başardığı ölçüde, önüne koyduğu hedefleri gerçekleştirebilecektir. Avrupa Birliği'nin geleceği Avrupa kıtasının doğusundadır, güneydoğusundadır. Genişleme sürecinin ülkeleri de bu gerçeği teyit etmektedir. Türkiye'nin geleceği de Türkiye'nin doğusundadır, güneydoğusundadır. Küçük ve orta ölçekli işletmeler birleşecek, güç birliği yapacak, sermaye piyasalarına açılacaklardır. Bu aile şirketi yapısında oluşan Türk özel sektörü için sermaye piyasaları vazgeçilmez bir gerçektir. Bu süreçte giderek Anadolu'ya, doğuya açılmak, yeni rekabet arayışı için kaçınılmazdır. Anadolu'da, doğuda ve güneydoğuda, yatırımlara yönelen Türk sanayinin KOBi'lerini, dünya sanayi, AB ve ABD'nin KOBi'leri izleyecektir. Bu süreç, ilgili tüm taraflara yarar sağlayacaktır. Fayda paylaşılacaktır. Türkiye'nin geleceğini, potansiyeli ve fırsatlarını Türk girişimcisiyle paylaşmaya karar verenlere önümüzdeki yıllar, verdikleri kararın ne kadar doğru olduğunu teyit edecektir.

HÜSAMETTİN KAVİ: "GLOBALIZATION AND TURKEY"
The 21.century will be a witness to new strategic partnerships and economic globalization which will increase the efficiency of labor and capital, stimulate competition between companies, improve living standards, and enhance international financial activity. As the political arena expands as trade policies grow more important, other social partners such as NGOs, multinational companies and local administrations will become active participants in these processes. "Interdependence" will become the key concept for political stability and sustainable development. The structure of international trade is changing due to technological developments which lower the cost of communication and transportation. In order to increase the volume of international trade, it is vital to include in the system new economic actors who strive for long-term stability. The Caucuses, Balkans and the Middle East are areas of not only growing importance but also political instability.

Situated at a crossroads, Turkey is a strategically significant player in the region. Since May 1999, the coalition government has been working in great harmony, while the Turkish Grand National Assembly has passed laws to ensure structural reform. Some of the successes of the current government include the macroeconomic stability program, changes in the tax and banking systems, the new social security system and improvements in human rights. Developments like the OSCE Istanbul Summit, Turkey's inclusion in the G-20 and her EU candidacy have make Turkey a very attractive country for investors. Increases in the flow of foreign capital and in foreign trade stimulate economic growth, create new jobs and improve living standards. However, there is still a lot Turkey needs to do economically and politically. Turkey's future lies in the east and south east where small and medium scale enterprises will merge and open up to capital markets.



MEDYATEXT
Elegans'a mail