Elegans Logo

Prof. Dr. BURHAN KUZU İ.Ü. Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi
Demokratik Süreçte Nasıl Bir Anayasa



Anayasa Hukuku'nda uzman bir isim olan Prof.Dr. Burhan KUZU, 21.yüzyılda anayasa sorununu halen çözümleyememiş olan Türkiye'nin, bu konuda geçirdiği aşamaları mukayeseli olarak anlatırken demokratik süreçte nasıl bir anayasaya sahip olmamız gerektiği konusuna da değindi.


2- Yeni sistemde Cumhurbaşkanı, yürütmenin yetkili ama sorumsuz başıdır
21. yüzyılın ayak seslerinin artık duyulduğu şu günlerde, gönül isterdi ki böyle bir başlık altında tartışma olmasaydı. Gelişmiş ve anayasa meselesini halletmiş bir devlet olsaydık. Ne var ki, 150 yıldır bu memleket hep anayasa tartışması ile meşgul edilmiş ve hiçbir neticeye de varılamamıştır. 1808 Senedi ittifak, 1839 Gülhane Hattı Hümayunu, 1876 Kanuni Esasisi, 1921 ve 1924 Teşkilatı Esasiye Kanunları, 1961 Anayasası ve nihayet 1982 Anayasası. Tabii ki, bu anayasalarda zaman zaman yapılan değişiklikler mevcuttur.

ABD aynı süre içinde tek anayasa ile yönetilmiş ancak, 30 defa düzeltme yapmıştır. ingilizler'in ise hiç yazılı anayasaları yoktur; gelenek ve göreneklerle işlerini yürütüyorlar. Fransızlar 11 anayasa eskittikten sonra, "güçlü yürütme" esasına dayanan ve yarı başkanlık sistemini kabul eden 1958 De Gaulle Anayasası ile ancak siyasi istikrara kavuşmuştur. Almanlar orta bir yol bularak çözüm aramışlar; italyanlar ise hükümet krizleri ve koalisyonlarla da olsa işlerini yürütmeye çalışıyorlar.

Görülüyor ki, batı demokrasileri şu veya bu şekilde anayasa problemlerini halletmiş durumdalar.
Bizde ise temelde bir yanlışlık yapılıyor. Bir defa anayasalarımız halktan gelen bir hareketle değil, yukarıdan gelen bir hareketle oluşturulmuştur; adeta "empoze" anayasalardır. ilk anayasamızdan başlayarak tahlil edelim: 1876 Kanun-i Esasisi, Mithat Paşa ve arkadaşlarınca hazırlanmış ve II.Abdülhamit Han'a kabul ettirilmiştir; vatandaşın haberi bile yoktur. Nitekim bu hareketin öncüsü olan Mithat Paşa'nın bütün ümitlerine rağmen kendisi sadrazamlıktan ikinci defa uzaklaştırılarak memleketten sürüldüğü zaman, kendisinin arkasında olduğunu varsaydığı ve güvendiğini söylediği halk, bir reaksiyon göstermemiştir. Kısacası, Kanun-i Esasi'nin yapılması mevcut siyasi sistemde köklü bir değişiklik yapmamıştır.

1921 ve 1924 Anayasaları ise ülkenin "ya istiklal ya ölüm" parolasının hakim olduğu dönemde yapıldığından, varlık-yokluk mücadelesi veren bir toplum, anayasa tartışmaları ile uğraşamazdı. Kaldı ki, tek parti ve şef yönetiminde tartışma yapılmasının tehlikesini gözardı edemeyiz. 1925 ve 1930'da yapılan çok partili siyasi hayata geçiş teşebbüsleri de engellenmiştir. Öyle ki, 1938 tarihli ve 5330 sayılı Beden Terbiyesi Kanunu ve bu yönde çıkarılan 1940 tarihli Kararname ile vatandaşlar "spor yapmakla" yükümlü tutulmuştur. Buna göre 12-45 yaşlarındaki erkeklerle, 21-30 yaşları arasındaki kız ve kadınlar haftanın 7 gününde en az 4 saatlik beden eğitimi yapmakla mükelleftir. Bunun için spor kulüpleri kurulmuş, gençler kulüplere gitmek ve boş zamanlarında spor yapmak zorunda tutulmuştur. Böyle bir zihniyet ancak tek parti sisteminde görülebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi bu kanunu 1965'de iptal etmiştir. Seçimlerde uygulanan "açık oy-gizli tasnif" esası da seçimleri göstermelik kılmıştır. Tartışmalı 1946 seçimlerini takiben Türkiye'de yeni bir dönemi başlatan 1950 seçimleri "Beyaz ihtilal" sayılmıştır.
1950-1960 dönemi Türk siyasi tarihinde en çok tartışılan dönemlerden birini oluşturmaktadır. O dönemin cumhurbaşkanını ve başbakanını dipçikle iktidardan uzaklaştıran asker, aynı kişilerin naaşı önünde değişik tarihlerde saygı duruşunda bulunmuştur. şu kesindir ki bunun biri yanlıştır. şu halde Türkiye "siyasi zig-zaglar" ülkesidir.

1961 Anayasası Dönemini incelersek; 27 Mayıs 1960 ihtilali ve onun akabinde yapılan anayasa bir tepki anayasası niteliği taşıyordu. Bu tepkinin izlerini 1961 Anayasası'nın kurduğu kuvvetler dengesinde görmek mümkündür. Yürütme organına zayıf bir statü verilmiştir.
Halbuki, zayıf bir yürütme anlayışı devlet işleyişinin düzenlenmesinde Batı ülkelerindeki son gelişmelere ve özellikle toplumumuzun devlet anlayışına uymuyordu. Gerçekten o dönemde Batı'da artık kuvvetli bir icra organının hak ve hürriyetler için bir tehlike oluşturacağı kabul edilmemekteydi.

Yürütme Organı'na tanınan bu zayıf statü sonucu idari mekanizma işlemez duruma gelmiştir. Kuvvetlerarasında bozulan denge 1971 ve 1973'de yapılan değişiklikler ile de düzeltilememiştir. Nisbi Temsil esasına dayanan seçim sistemi sonucu koalisyonlar ülkeyi perişan etmiştir. Sebebi ne olursa olsun memlekette 1970-80 arasındaki 10 yıl içinde 12 hükümet değişmiştir. Bu durumun 12 Eylül 1980'e gelinmesinde büyük payı vardır. 1982 Anayasası yürütme organına gereken önemi vermiş; parlamenter rejimin gereği olan kuvvetlerarası eşitlik ve denge prensibine uyulmuş ve böylece yürütme organı gerçek statüsüne kavuşturulmuştur. Anayasanın muhteva bakımından en dikkat çeken yönü "güçlü yürütme" esasını benimsemiş olmasıdır. Bundan geriye dönüş olmamalıdır, bu çağdaş bir yaklaşımdır.

Yasama Organı karşısında düzenleyici işlem yapma yetkisi bakımından güçlendirilen yürütme, kendi içinde de güçlendirilerek cumhurbaşkanına yeni bir statü tanınmıştır. 1982 Anayasası 1961 Anayasası'ndan farklı olarak cumhurbaşkanına tanınmış olan yetkileri tek madde (md.104) olarak toplamıştır. Böylece bu yetkileri toplu olarak görenler 1982 Anayasası'nda cumhurbaşkanına çok önemli bir yer ayrıldığı izlenimine kapılacaktır. Oysa cumhurbaşkanının yürütmenin karar sürecine doğrudan doğruya ve aktif bir şekilde katılması pek mümkün değildir. Tabi tarafsızlık ilkesine tam olarak uyulması şart. Belli bir çoğunluğun liderliğinden, parti genel başkanlığından ve aktif başbakanlık makamından, sembolik yetkilere sahip cumhurbaşkanlığı makamına gelinmesi durumunda ise bazı zorluklar çıkacağı ortadadır.

1982 Anayasası başbakana da hükümet içinde belli ölçüde bir ağırlık tanımış, ona "eşitler arasında birinci" rolü vermiştir. Keza, rasyonelleştirilmiş parlamentarizm biçiminde ifade edilen görüşe uygun olarak da yine yürütmeye işlerlik kazandırmak için, yasama organına da aktif bir çalışma prosedürü hazırlanmak istenmiştir.

'82 Anayasası, hak ve hürriyetlerde bazı kısıtlamalar yapmıştır. Asıl başarılı çözüm yürütmeyi güçlendirirken, hak ve hürriyetleri pek fazla kısmayan çözümdür. Yargı yetkisinde de bazı törpülemeler mevcuttur.
1982 Anayasası'nda, milletin ve devletin bütünlüğü ön plandadır. Ancak devletin temel amaç ve görevlerini belirleyen 5.maddede ferde de gereken değer verilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra çözülmesi gereken bir sorun da 1982 Anayasası'nın öngördüğü hükümet şeklinin ne olduğudur. Anayasada mevcut olan bazı açıklamalara bakılırsa 1982 Anayasası parlamenter rejimi muhafaza etmiştir. Fakat doktrinde farklı değerlendirmeler mevcuttur:

"Aksak Başkanlık Hükümeti", "Otoriter Başkanlık Hükümeti", "Başkanlı Parlamenter Sistemi" denildiği gibi "1958 Fransız Yarıbaşkanlık Modeli"ne benzetenler ve "Zayıflatılmış Parlamentarizm" diyenler de mevcuttur. Kanaatimizce, 1982 Anayasası'nın öngördüğü hükümet sistemi rasyonelleştirilmiş parlamentarizm akımı doğrultusunda gerçekleştirilmiş bir sistemdir. Başka bir deyimle klasik parlamenter rejim ile yarıbaşkanlık rejimi arasında kendine özgü "süi-generis" bir nitelik arz etmektedir.
Yeni sistemde cumhurbaşkanı yürütmenin yetkili ama sorumsuz başıdır. Bu şekilde yetkili bir karar makamı haline getirilmesi diğer siyasi kurumlarla (parlamento, hükümet, başbakan, muhalefet, kamuoyu) zıtlaşması sonucunu doğurabilir.

Belki böyle bir sürtüşmenin önlenmesi cumhurbaşkanının iktidar partisince seçilmesi sonucu sağlanabilir; böyle bir kaynaşma "ikibaşlılık korkusu"nu önleyerek, istikrar ve uyumu sağlasa bile, demokrasi ve hukuk devleti açısından yeni sorunlar ortaya çıkarabilir. Anayasa'nın önemli zaaflarından biri bu noktada gözükmektedir. Bir siyasi çekişme, çatışma ve bunalım durumunda doğacak organlar ihtilafını (görev ve yetki uyuşmazlıkları) halledecek bir mercii bizim Anayasa sistemimizde mevcut değildir.
Gerek 1961 Anayasası gerekse 1982 Anayasası ölçü almadan dikilmiş sonra vatandaşa giydirilmiş iki elbiseye benzetilebilir. Gerçi giydirilirken vatandaşa sorulmuş, 1961 Anayasası'nı %60'ı, 1982 Anayasası'nı %92'si kabul etmiştir. 1961 Anayasası, CHP ve CKMP'ye mensup üyelerce hazırlanmıştı.

1982 Anayasası'nı hazırlayan ekibin mümkün olduğu kadar siyasi partilere bulaşmamış kimselerden oluşmasına dikkat edilmiş. Tabii ki 12 Eylül 1980 öncesi politize olmuş bir toplumda bu çok zordu. Her iki Anayasa da milletin genel bir seçimde seçmediği kişilerden oluşan meclisçe yapılmıştır. Sonradan referanduma sunmak semboliktir. Ancak bir anayasanın ihtilal döneminde yapılmış olması yani demokratik olmayan bir ortamda yapılmış olması o anayasanın külliyen reddi sonucunu doğurmaz. Bazı değişiklikler yaparak da ayakta tutmak mümkündür. Bu bakımdan yeni bir anayasa mış Yoksa anayasa değişikliği miş sorusuna her ikisi de mümkündür diyebiliriz.
Anayasanın hazırlanmasında şu iki esasa uyulması önerilmektedir:
a) Telaşsız bir ortamda geniş bir tartışmayla oluşturulmaları
b) Toplumun önemli kesiminin görüş birliğine dayanması-Konsensus sağlanması.
Bu şartları kağıt üzerinde belirlemek kolay; uygulaması zordur.
Yeni Anayasa'nın muhteva bakımından şu özellikleri taşıması önerilmektedir:
- Ayrıntılara inmemeli, yönetmeliğe benzememelidir.
- Birinci sınıf bir demokrasinin temel çerçevesini kurmalı, gerisini toplumun kendi dinamizmine bırakmalıdır.
- Temel hak ve özgürlükleri güvence altına almalı; kısıtlamalara açık kapı bırakmamalıdır.
- Herhangi bir ideolojik tercih içermemeli, ideolojik tercihler siyasi parti programlarına, siyasal ve düşünce odaklarına terkedilmelidir.

Bizim Anayasalarımız (119, 24, 105, 157 ve 177. madde ile) dünya standardı içinde sayılır. Esasen anayasaların uzunluğunu madde sayısına göre değil her bir maddenin uzunluk derecesine göre belirlemek gerekir. Bu açıdan bakıldığında en özlü, veciz ifadeler 1924 Anayasası'ndadır. Genel bir zaafiyet de sosyal, ekonomik ve siyasi bütün sorunları Anayasa da çözüme bağlama gayretidir. Unutmamak gerekir ki, tarihte en uzun ömürlü olmuş anayasa, ilk yazılı anayasa sayılan ve 7 maddeden oluşan "Çerçeve Anayasa" modelini oluşturan ABD Anayasası'dır. 1982 Anayasası birçok maddelerinde kanun, tüzük, yönetmelik düzeyine inmiştir. Bunların mutlaka düzeltilmesi gerekir. Anayasal planda birinci sınıf demokrasi oluşturmak zordur. Çünkü demokrasi bir yaşama biçimidir; temeli hoşgörüye dayanır. şu halde birinci sınıf demokrasi halkın kültürü ile yakından ilgilidir. Türkiye'de demokrasi az çok var, fakat demokrat insan çok az.
Devlet otoritesi ile kişi hürriyeti arasında denge kurmak güç ve hassas bir iştir. 1961 Anayasası fert lehine, 1982 Anayasası da devlet otoritesi lehine bu dengeyi bozmuştur. şu halde ikisinin ortasını bulmak zorundayız. Montesqui'nün "Kanunların Ruhu" adlı eserinde şu ifade mevcuttur: "Hiçbir kelime yoktur ki hürriyet kelimesi kadar kendisine değişik anlamlar verilmiş ve düşüncelere çeşitli şekilde yansımış olsun." Bu durum hürriyetin tek yönlü değil çok yönlü bir kavram oluşudur. Amerikan başkanlarından Abraham Lincoln'un "dünya hiçbir zaman hürriyet kelimesinin iyi bir tarifine kavuşamamıştır" sözünün bugün de gerçekliğinden ve tazeliğinden hiçbir şey kaybetmemiş olduğunu söyleyebiliriz.

TBMM bünyesinde kurulan insan Hakları Komisyonu bu anlamda önemli bir gelişmedir; tabii ki işletilebilirse. ideolojik tercihler siyasi partilerin programlarına bırakılmalıdır. Esasen kişiler üzerine oturtulan, onların bütün görüş ve düşüncelerini tartışmasız, mutlak kabul eden bir toplumda ideolojiye dayanmayan Anayasa bulmak zordur. Genel hatlarını ve asgari niteliklerini belirlemeye çalıştığımız bu tip bir Anayasaya mevcut 1982 Anayasası'nın tadili ile kavuşulamaz. Yapılacak iş Başkanlık Modelini esas alan yeni bir Anayasa yapmaktır. Bugünkü parlamentonun kompozisyonu bu tür bir Anayasayı hazırlamak için elverişli olmadığına göre, yapılacak iş konuyu daha pratik ve pragmatik olarak ele alıp, ilk etapta bazı hükümlerin değişiminin sağlanması şarttır. Bu yolla en azından bazı sıkıntılar giderilmiş olur.
Bu bağlamda Hukuk Devleti çerçevesinde ilk etapta değişmesi gereken hususların; Uluslararası Andlaşmalarla kanunların çatışması durumunda Andlaşmanın önceliği; Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlerin sayılarak belirlenmesi ve sadece bunların yargı dışı kalması; Yüksek Askeri şura kararlarından general düzeyinde yapılan terfi ve emeklilik işlemleri hariç, disiplinsizlik nedeniyle atılan subayların yargı yoluna gidebilmeleri, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarının yargıya tabi olması; Olağanüstü hal döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler için yargı yoluna gidilebilmesi; nihayet, yaklaşık 648 adet kanun, KHK ve kararnamenin yargı dışı kalmasını öngören Geçici 15.maddenin mutlaka kaldırılması ya da en azından kısmen değiştirilmesi gibi düzenlemeler olabileceği akla gelebilir.

Demokratik Devlet ilkesine aykırı bulduğumuz ve değiştirilmesi gerektiğini düşünebileceğimiz bazı düzenlemeler ise; Referandum kurumunun getirilmesi ve özgürlük alanı dışında kalan hususlarda işletilmesi; Milli Güvenlik Kurulu'nun yapısının değiştirilerek Kurul'a askeri kanattan sadece Genel Kurmay Başkanı'nın katılması ve kurul kararlarının sadece hükümete tavsiye niteliğinde sunulabileceğinin kesin bir dille belirtilmesi; Genel Kurmay Başkanı'nın protokoldeki yerinin bakanlardan sonra gelecek şekilde değiştirilmesi ve Milli Savunma Bakanı'na bağlanması. Böylece demokrasinin gerçek anlamına ve gereğine uygun olarak "askeri" otoritenin "siyasi otoriteye" bağlılığının sağlanması. Bu durum Silahlı Kuvvetlerimiz'in saygınlığına kesinlikle bir gölge getirmeyecektir; Af konusunda yapılacak değişiklikle, TBMM'nin "kişi hakları" alanına giren hususlarda af yetkisinin bulunmadığının, rejimin kendisine güveni oranında rejim karşıtlarının devlet aleyhine işledikleri cürümleri affedebileceğinin hüküm altına alınması.

Sosyal alanda ilk akla gelecek değişiklik, tüm çalışanlara grev hakkının ve sendika kurma hakkının tanınmasıdır. Nitekim 1971 öncesi 1961 Anayasa metninde bu yönde bir düzenleme varken, bu tarihte yapılan değişiklikle "çalışanlar" ifadesi yerine "işçiler" ifadesi getirildi.
Nihayet, Laik Devlet ilkesi alanında ilk yapılacak iş bizce düşünceleri açıklama hürriyeti önünde bir engelmiş gibi zaman zaman kullanılan 24.maddenin son fıkrasının kaldırılması; Diyanet işleri Başkanlığı'na en azından üniversiteler kadar mali ve idari özerklik verilmesi. Bu çerçevede Diyanet işleri Başkanı'nın belli bir süre görevden alınmaması esası getirilmeli ve mali yönden kuvvetlendirmek için zaten özünde ona ait olduğu bilinen Vakıflar'ın, Başkanlığa bağlanması şarttır. Bu şekilde yapılırsa Diyanet işleri Başkanlığı "zavallı" bir kuruluş görünümden kurtarılmış olacak, bu şekilde kazandığı teminatla gerek devlet yetkililerince, gerekse basında çıkan dinin özüne aykırı kimi beyanat ve yorumlara kendini daha rahat ve güvende hissederek cevap verebilme imkanı elde edecektir.
Netice itibariyle belirtelim ki; bu önerdiğimiz teklifler ilk etapta yapılması gereken değişikliklerdir. Ancak bunlar gerekli fakat, yeterli olmayan düzenlemelerdir. Köklü tedbir, Başkanlık modelini esas alan, yerel yönetimleri kuvvetlendiren yetkili ve sorumlunun belli olacağı yeni bir Anayasanın yanılmasından ve ülkenin tabiri caizse "kim vurduya gitmesinden" kurtarılmasından geçer.

MEHMET ÜNLÜ DENİZE İNDİ
GALATASARAY HOLDİNG'e ait ÇELİK TEKNE, 11 Mart 2000 Cumartesi günü ÜNLÜ DEİZCİLİK'e ait "Mehmet Ünlü" isimli çok amaçlı kuru yük gemisini denize indirdi.
8.000 DWT, 3x15 ton kreynli, 3 ambar kapasiteli "Mehmet Ünlü" gemisinin ana makinesi 2.880 KW gücüne sahip ve 13,5 knot hız yapabilmekte.
3 Ekim 1999 tarihinde kızağa konulan "Mehmet Ünlü" gemisi Mayıs 2000 tarihinde teslim edilecek. Her türlü gemi inşaatının üstesinden gelebilecek bir düzeyde ve globalleşen dünya pazarına açık olan ÇELiK TEKNE tersanelerinde şu anda TURCAS PETROLCÜLÜK adına iki adet 5400 DWT kapasiteli IMOZ Kimyasal Tanker inşa edilmekte.
2 şubat 2000 tarihinde kızağa konulan, Haziran 2000 tarihinde denize indirilecek olan 1.tanker, Eylül 2000'de teslim edilecek.
11 Mart 2000 tarihinde kızağa konulan 2.tanker ise Temmuz 2000'de denize indirilip Kasım 2000 tarihinde teslim edilecek.

PROF. DR. BURHAN KUZU: "THE CONSTITUTION FOR THE DEMOCRATIC PROCESS"
At the dawn of the 21st century, Turkey is still struggling with constitutional problems. One major reason for this struggle is the fact that all the constitutions in our history (those adopted in 1808, 1839, 1876, 1921, 1924, 1961 and 1982 respectively) were "imposed" on the people with a top-down attitude. Our current constitution, adopted in 1982, bears certain weaknesses which require us to either draft a new constitution or to carry out a number of amendments. Although, I believe that either way is acceptable in principle, it would not be satisfactory to suffice with amendments in the case of our constitution.
While being drafted, a new constitution should
a) be formulated in a relaxed atmosphere and
b) be based on the consensus of most of the society.
As for its content, a new constitution should;
- not involve too many details, thus resembling a regulation;
- set the backbone of a first class democracy and should leave the rest to social dynamics;
- secure the fundamental rights and freedoms while not leaving room for any restrictions;
- not contain any ideological preferences which should be handled by political parties and think-tanks. However, keeping in mind the fact that it may not be the most convenient, practical and fast solution to modify the constitution in its entirety, we can at least make some amendments in the short run. These amendments should definitely be targeted at the weakest areas which, I believe, are against the principles of a democratic state.



MEDYATEXT
Elegans'a mail