Elegans Logo

AYŞEN LAÇİNEL
Eğitimci-Yazar
Muhteşem Süleyman


"Binlerce mil sürecek bir yolculuk bile tek bir adımla başlamak zorundadır." der Laotus. Yazmayan, çizmeyen, konuşmayan kalmadı DEMİREL'in Cumhurbaşkanlığı'nın uzatılıp uzatılmamasını. Yazılanın bir bölümü. "Öff, yine mi DEMİREL, ülkede devlet sorumluğunu üstlenecek bilim adamı, diplomat, yönetici yok muş" sorgulamasındaydı. Diğer bakış açısı da, hükümet kuran, defalarca Başbakan olan DEMİREL'in, edindiği tecrübeyle Cumhurbaşkanlığı'nda gösterdiği başarıya dikkat çekiyordu.

Her zaman olduğu gibi, herkes yine kendine göre haklıydı. Ben burada, başka bir noktaya vuruldum. Tüm söylemler, farklı değerlendirmeler son bulmuştu artık. Cumhurbaşkanlığı süresi uzatılmamış, milletvekilleri oylamada Süleyman DEMİREL'in Cumhurbaşkanlığı'na veda etmesini istemişti.

Bu Süleyman DEMİREL'in hayal kırıklığı mıydış Öyle bile olsa, ilk hayal kırıklığı değildi. Güvendiği dağlara kar mı yağmıştış Yine yağan ilk kar değildi. Cumhurbaşkanlığı devir teslimini bütün gün televizyondan izledim. Meclisteki ilk konuşmasını, yeni Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER'i kürsüye davet edişini, Ahmet Necdet SEZER'in ilk konuşmasını ve Süleyman DEMİREL'in Güniz Sokak'a dönüşünü...

İşte ben, o gün 'insan' a vuruldum. İradeye, güce düşüp yeniden kalkan ama her an düşme riskinin olduğunu bilen, asla mücadelen vazgeçmeyen 'insan'a vuruldum. Yedi kez hükümetten alınan ve sonra yine hükümet kuran, yaşam serüveninden vazgeçmeyenlerden olan Süleyman DEMİREL, şimdi de Cumhurbaşkanlığı'ndan Güniz Sokak'taki evine uğurlanıyor. Diğer bakış açısıyla Güniz Sokak'ta karşılanıyordu. şimdi neyin başlangıcıydış Her bitiş bir başlangıçtı çünkü. Güllerle, Isparta'nın gül sularıyla yıkanmıştı caddeler. Halk 'hoş geldin' diyordu 'baba'ya. Barış MANÇO'nun "yol verin ağalar, beyler, yolverin, hele bir yol geçeyim..." şarkısı duyuluyordu. Bir yol istiyordu Süleyman DEMİREL geçmek için. Siyasette uzun soluklu olmak lazım. İnsanların başını kaldırıp size bakması, dinlemesi, kredi vermesi gerekir. Aslında bu, yaşam değil midirş Önce kendinizin sonra diğerlerinin farkına varacaksınız. Sizi görmesini, duymasını, anlmasını sağlayacaksınız insanların. Söylenmeyecek, söyleyeceksiniz. Tabi ne söylediğiniz önemli.

şimdi yeni bir dönem başlıyor. Yeni Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER'in, Cumhurbaşkanlığı Devir Teslimi günü verilen ilk haber, kırmızı ışıkta durmasıydı. Medya, bunda haber değeri görmüştü. Ahmet Necdet SEZER'e yapılan ilk eleştiri de yabancı dilinin iyi derecede olmayışıydı. Burada öncelikliler önemli oysa. Bir cumhurbaşkanı nasıl olmalış Hangi özellikleri taşımalış Devlet adamı kimliği, vizyon sahibi 'in' tabirle karizmatik olmak farklı birşeydir. İngilizce bilmek, devlet adamı olmak mıdırş Yeni Cumhurbaşkanımız'ı zaman içinde tanıyacak ve anlayacağız. Sözün özü, şimdi bir sessizlik. Ne bir ses, ne bir haber var Güniz Sokak'tan. Türk insanının 'baba' sıfatını uygun gördüğü Süleyman DEMİREL'den bir ses bekliyorum. Siz başkanlığa takılmayın. Burada muhteşem olan 'insan'. Farkındalığı yüksek, her an herşeyin olabileceğini bilen, hazırlıklı ve yılmayan insan. Kıssadan hisse. Serüven devam ediyor.

KRAL DA YOK KRALCILAR DA
'Güç', 'güçlü olmak' ne demektirş Herkes farklı alt başlıklar sıralayabilir. Nereden mi biliyorumş Biliyorum çünkü geçen akşam, 'ne yazacaksın dergiyeş' diye soran arkadaşlarıma güç ve onur hakkında yazacağım dediğimde herkes başka şey söyledi.
Halbuki ben, güçlü olmanın ne para, ne iktidar, ne farklı fiziksel üstünlükler olduğunu düşünüyorum. Güç başka bir kaynak. Onursa gücün hammaddelerinden.
Geçen hafta Amerikan yargı sistemi, Microsoft'un parçalanmasına karar verdi. Bunun sebepleri vardı. Pazarda tekeli olmuştu. Uyarılara kulak asmıyor, ben güçlüyüm, ben zenginim, kanunlar da bana uymak zorunda der gibi davranıyordu. Bu, 'kral' gibi davranmaktı. Sonunda Amerikan Hukuku, ayrıcalık yoktur, dedi. Başarılı olmak, kural tanımamak değildi. Uygar olmak, uygar toplum düzeyinde yaşamak için hukuk düzenine sahip olmalı ve adaletli davranabilmeli .
Gladyatörü izlediniz miş Roma Kralı ülkeyi oğluna değil, ordularının komutanı General Maximiadus'a teslim etmek ister. Maximiadus ise kral olmak istemez. Bu, savaş stratejisini bilen, gözüpek, cesur general teklifi reddeder. Savaşı kazanmış, görevini yapmıştır. İsteği evine, ailesine gitmektedir. Kralın oğlu bunları farkeder ve kıskançlıkla Maximiadus'u öldürtmek ister. Bu tuzaktan kurtulan Maximiadus'un serüveni onu gladyatör olmaya kadar götürür. Sonunda arenada kralın karşısına çıkar. Halkı, gönülleri fetheder.
Güçlüdür. Gücü, cesaretinde, merhametinde, adaletinde ve boyun eğmezliğindedir. Filmi izleyin, seveceksiniz.
Dünya büyük bir değişim içinde. Türkiye'de, siyasi sahnede isimler değişiyor, ekonomide farklı trendler oluşuyor. Dünya ülkelerinde, hep bilinen liderler bir bir koltuklarına veda ediyor, kimi sağlığına yenik düşüyor.
Bu yeni süreçte zamanlama çok önemli. Hayat zamanlamadır ne de olsa. Yelkeni rüzgarla doldurduk bile, sığ sulara alışık olanlar, orada çırpıntılarda oyalanmaya devam edecekler.
Biz derinlere açıldık.
Artık kral da yok, 'kral öldü, yaşasın yeni kral!' diyenler de. Onlar tarih sayfalarında. Küstahlık ve ayrıcalık isteği, herşeyi isteme cüreti gelişmemişlik belirtisi. Değişim yaşamın kendisi.

BİR ÇİFT YÜREK
"Gerçek insanlar, sesin varoluş nedeni olarak konuşmayı görmezler. Konuşmak, yürek ve akılla yapılır. Ses, konuşma amaçlı kullanıldığı zaman ortaya dökülenler boş sözlerdir, ruhsal içerikli olamazlar...'
'Kendimi bağışlamayı, yargılamamayı ama geçmişten ders almayı öğrenmem gerekiyordu.
Bana kabul etmeyi, içten olmayı ve başkalarının da aynını yapabilmesi için kendimi sevmeyi öğrettiler.'
Bu sözler Marlo MORGAN adlı Amerikalı bir kadının Avustralya'da yaşadığı ruhsal yolculuğu anlatan Bir Çift Yürek adlı kitaptan alınmıştır. Richard BACH'ın Martı'sı, Paulo COELHO'nun Simyacı'sını nasıl zevkle okuduysam, Bir Çift Yürek'ten de öyle bir tat aldım. şimdi bu yazı ne içinş Ya da neden böyle bir giriş yapılmış diye düşünebilirsiniz. Anlatayım:

KENDİNİ AşMAK
Simyacı'da kişisel menkıbesi uğruna doğduğu yeri terkeden, alışılmışın kolaylığına teslim olmayan bir çobanın serüveni anlatılır. Biri birşeyi çok isterse evrendeki bütün güçler ona yardım eder der. Çoban, amacı uğruna pekçok öğretiyi de alır yaşamında.
Martı'da ise sınırlarını zorlamak, kendini aşmak öğrenmek vardır. Öğrenirken de öğretmek. Önce dışlanmayı,
anlaşılmamayı, tepki görmeyi öğrenir sonra 'yalnız'lıktan kurtulur ve sizin gibi olanlarla birlik oluşturursunuz. İnanç, dostluk vardır kitapta.
'Dostluğumuz, zaman ve mekanla sınırlıysa o yok demektir' der, Martı Jonathan LIVINGSTON arkadaşına.
Bir Çift Yürek'te, yazar yaşamın tesadüflerden ibaret olmadığını herkesin dünyaya geliş sebebini farkeder.
"Seni seviyoruz ve yolculuğunda sana destek olacağız." sözlerinin anlamını hisseder ve destek görür, Avustralya'daki serüveninde.
Bu kitapta da inanç, dostluk ve 'iyi' olmanın, 'iyi yürekli' davranabilmenin önemi vurgulanmıştır. Olumlu, olumsuz yaşadıklarımız deneyimlerdir ve bizi olgunlaştırır.

İYİLİK MODASI
şimdi iş dünyasında da bir 'iyilik' modası var. Yakın geçmişin hırslı, maddeci, duygusallık ve bağlılıktan uzak iş anlayışı demode oluyor. Benim için bu hiç de sürpriz değil.
Amerikan şirketleri 'çalışanlarımıza iyi davranalım' diyor artık. şirket yöneticilerine 'iyi' olmayı öğretiyorlar. Özel kurumlarda sık rastlanan, çalışanın işine 'gözünün üstünde kaşın var' deyip son vermek, personeli yıldırmak, şimdi demode yönetim anlamına geliyor.

1980'li yıllarda başlayan, personel çıkartarak ekonomi yapan ve yeniden yapılanma diye adlandırılan bir dönem yaşandı. İş güvencesinin kalmadığı, çalışanın hakkının kolaylıkla yendiği bu süreçte, iyilik, iyi yürekli olmak, sadakat, duygusal refleksler sadece gereksiz bulunmuyor, gülünç de karşılanıyordu. Bugün, yeni kurulan şirketler, iş yerini daha iyi imkanlar yaratıldığında terketmeye hazır elemanları kapıyorlar. Böylesi tecrübelerle, yöneticiler madalyonun diğer yüzünü de çok şükür gördüler. Çalışanlarını kaptırmamak için 'iyi yürekli' olmanın gereğini hissediyorlar.

İnsanın başarısının işini sevmesi, iş yerini sevmesi ve yöneticisine güvenmesiyle paralel olduğunu biliyor artık şirketler. İşçi-işveren ilişkileri bir kurum kültürü içinde algılanmalıdır.
Çalışan ve yönetici, yönetici ve iş sahibi ilişkileri kurumlaşmanın temel noktalarındandır.
Özde kendine güvenmeyi sonra çevrene güvenmeyi, iyi insan olmayı ve çevreyi de iyi insan olma yolunda özendirmeyi prensip sayan kurumlaşmayla, sağlam şirketler olacak ve her durumda ayakta kalmayı başaracaktır firmalar.
İyi olmak o kadar da zor değildir. Türk özel sektörünün her konuda fikri vardır. Dünyadaki modaları yakında izler ve uygular. Demokrasiden, eğitime, seçim sistemine kadar neler olup bittiğini bilir. Düşünülmesi gereken, Türkiye'de yaşadığımız, Türk kültürüne, geleneklerine sahip olduğumuzdur.
Zaten paylaşımcı olan, kendisini rahatlıkla bir başkasının yerine koyabilen, empati becerisine sahip bir ulusuz. Amerika'nın modası ile 'iyi insan' olma rüzgarına hiç de ihtiyacımız yok. Yüreğimizin sesini dinleyelim yeter. Tabii yürek varsa!


MEDYATEXT
Elegans'a mail