AHMET NECDET SEZER
T.C. Cumhurbaşkanı
The President of Turkey


Türkiye, Avrupa Birliği'ne Yeni Bir Güç, Farklı Bir Boyut Kazandıracaktır

Dünyayı iki kampa bölen siyasal kutuplaşmanın sona ermesinin ardından, uluslararası ilişkilerde, tarihin akışını etkileyen köklü değişimlerin ortaya çıktığı bir dönemden geçmekteyiz. Uluslararası ortamda, yakın bir süre öncesine değin belirleyici rol oynamış olan geleneksel güçler yerlerini yeni güçlere, yeni ögelere bırakmaktadır. Artık yirminci yüzyılın siyasal kavramlarıyla ve yaklaşımlarıyla düşünmemiz, politikalarımızı bunlarla oluşturmamız da güçleşmiştir. Yüzyılımızda, politikalarımızı yeni bir anlayışla ve koşulların hızlı değişimine uygun bir biçimde oluşturmamız gerekmektedir.

Türkiye'nin yer aldığı coğrafya başta olmak üzere, tüm dünyayı etkileyen bu siyasal değişimle eşzamanlı olarak, teknolojik alanda da başdöndürücü bir dönüşüm yaşamaktayız.Bu dönüşüm, yüzlerce yıldan bu yana ülkeleri, ulusları ve ekonomileri birbirinden ayıranduvarların büyük ölçüde ortadan kalkmasına yol açmış ve yepyeni dinamikleri hareketegeçirmiştir. Siyasal alanda olduğu gibi, ekonomik, mali ve ticari alanlarda da politikalarımızı oluştururken yeni kavram ve araçlardan yararlanmamız zorunluluğu doğmuştur.
Günümüzün dünyasında, kendi kaynaklarıyla tekbaşına yeterli bir ülkenin varlığını düşünemeyeceğimiz gibi, uluslararası piyasalardaki, borsalardaki, araştırma-geliştirme alanındaki, iletişim teknolojisindeki değişikliklerin etkilemediği bir ülke bulmak da olanaksızdır. 1997 yılında Güneydoğu Asya'da yaşanan mali bunalımın geniş çaplı yansımaları bugünde duyulmaktadır. Avrupa ya da Amerikan ekonomisindeki en küçük dalgalanmalar, tümdevletlerin önlem almalarını gerektiren sonuçlar doğurmaktadır.
Yukarıda değindiğim iki genel gelişmenin bir sonucu olarak bugün uluslararası ilişkilerin içeriğini ve yönünü belirleyen temel etkenlerin, ekonomik canlılık ve bu canlılığın ayakta tutulmasını sağlayacak süreklilik olduğu belirtilebilir.
Küreselleşen dünyada, bir ülkenin dış politikasının oluşturulmasında ve uluslararası toplum içindeki ağırlığının belirlenmesinde, ekonomik alandaki başarısı temel rol oynamaktadır.
Türkiye'nin de, yirmibirinci yüzyıla damgasını basacak olan bu yeni yönelimin dışında kalması olanaksızdır. Büyük Önder Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık dü zeyine ulaşma ereğine uygun olarak Türkiye, küreselleşmenin yarattığı olanaklardan yararlanmak, saydam bir ekonomik politikayla dış dünyaya daha çok açılmak, uluslararası ekonomiyle bütünleşmek ve rekabet gücünü artırmak zorundadır.
Türkiye'nin önüne, kendi bölgesinin ekonomik dinamosu olma olanağı çıkmıştır. Ülkemizin ekonomik sınırları, siyasal sınırlarının ötesine geçmiştir. Komşularımızın ve ticaret ortağımız olan ülkelerin Türkiye'den beklentileri artmıştır. Bu nedenle, ekonomik gücümüzüdaha iyi değerlendirmeli ve Türkiye'yi ağırlığı olan bir ekonomik oyuncu durumuna getirmeliyiz.
Gerçekten, yapısal bir değişim içinde bulunan Türk ekonomisi, özel kesimimizin öncülüğünde, girişimcilerimizin dinamizmiyle dünyaya açılmaktadır. Bugün dış ticaretinin yüzde60'tan fazlasını Avrupa Birliği ülkeleriyle gerçekleştiren Türkiye, ürünlerini yoğun bir rekabetin yaşandığı piyasalarda kabul gören bir düzeye çıkarmıştır. Fiyat-kalite ilişkisi yönünden sunduğu uygun olanakları Avrupa pazarında kabul ettirmiş olan mal ve hizmet üreticisi girişimcilerimiz, serbest piyasa koşulları çerçevesinde, bölgedeki üstünlüklerini de kullanarak, başta Balkanlar, Ortadoğu ve Orta Asya olmak üzere dünya piyasalarında başat bir rol oynayabilecek olgunluğa erişmiştir.
Avrasya'da yalnızca jeostratejik yönden değil, ekonomik yönden de önemli bir konuma gelmekte olan Türkiye, bölgesinde barış ve istikrarın korunmasına, ekonomik işbirliğinin geliştirilmesine ve ulusların yaşam düzeylerinin yükseltilmesine özel önem vermektedir. Bu anlayışla, bölgemizdeki barış çabalarını ve çok taraflı işbirliği girişimlerini etkin biçimde desteklemekteyiz.
Türkiye'nin, neredeyse iki yüzyıldır süren Batıya yönelimi, bu ekonomik ve siyasal açılım olgusuyla yeni bir aşamaya girmiştir. Batı kurumlarıyla bütünleşmek ve bu bağlamda Avrupa Birliği'ne tam üye olmak ereğimizdir.
Geçen yıl Aralık ayında Helsinki'de düzenlenen Avrupa Birliği Zirvesi'nde ülkemizin Avrupa Birliği'ne adaylığının resmen kabul edilmesiyle, Avrupa ile ilişkilerimiz yönünden de yeni bir döneme girilmiştir. Burada hemen belirtmeliyim ki, Türkiye, kendi halkının istemleri doğrultusunda Kopenhag ölçütlerini benimseyip yaşama geçirmeye kararlıdır. TBMM ve Hükümetimiz bu yönde gerekli yasal ve yönetsel düzenlemeleri yapmaktadır. Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde tam üyeliğin gereklerini yerine getirerek en kısa zamanda üyelikgörüşmelerine geçeceğimizi ummaktayız.
Bununla birlikte, tam üyelik sürecinde bütün görev ve yükümlülüklerin aday ülkelerin omuzlarında olmadığı gözden uzak tutulmaması gereken bir gerçektir. Türkiye, Kopenhag ölçütlerini yaşama geçirmek için çalışmalar gerçekleştirirken, Avrupalı ortaklarımızın da bu çabalarımıza yapıcı destek vermeleri, özellikle mali yardım konusunda üzerlerine düşeni yerine getirmeleri de önem taşımaktadır.
Avrupa Birliği, Türkiye'yi tam üye olarak bünyesine kabul ettiğinde, canlı ve nitelikli insan gücüyle, gelişmiş ekonomisiyle, dünyanın çeşitli bölgelerine ulaşma yeteneğine sahip özel kesimiyle, jeostratejik konumuyla çok önemli bir üye kazanmış olacaktır. Bir başka deyişle, Avrupa Birliği Türkiye'ye katkılarda bulunacağı gibi, Avrupa Birliği üyesi Türkiye, bu kuruluşa yeni bir güç, farklı bir boyut kazandıracaktır.
Bu çerçevede, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından 8 Kasım tarihinde açıklanan KatılımOrtaklığı Belgesi ile Avrupa Parlamentosu'nun 15 Kasım'da Türkiye ile ilgili olarak kabulettiği karara kısaca değinmek istiyorum.
Katılım Ortaklığı Belgesi'nin "kısa dönemli hedefler" bölümünde Kıbrıs konusuna yer verilmiş olması, ne yazık ki Helsinki sonrası dönemde Avrupa Birliği ile aramızda oluşmuş bulunan ortak anlayışı yansıtmamaktadır. Helsinki Zirvesi'nden bu yana geçen bir yıl içinde Avrupalı dostlarımıza her vesileyle vurguladığımız gibi, Kıbrıs sorununa çözüm bulmaçabalarıyla ülkemizin Avrupa Birliği'ne adaylığı arasında herhangi bir bağlantı kurulmasını kabul etmemiz olanaklı değildir. Burada bu noktayı bir kez daha dile getirmekte yarargörüyorum.
Benzer biçimde, Avrupa Parlamentosunun sözde Ermeni soykırımı ile sözde Kürt sorununa yer veren, Türk askerlerinin Kıbrıs'tan çekilmesini isteyen kararını da ciddiye almamız ve kabul etmemiz sözkonusu değildir. Bu kararın, Avrupa Parlamentosunun görüşleriniyansıttığı ve Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi'ni bağlamadığı yönündeki savları da inandırıcı bulmuyoruz. Çünkü, Avrupa Parlamentosu'nun kararı, tarihsel ve siyasal gerçekleri ve Türk kamuoyunun duyarlılıklarını gözardı ettiği gibi, Helsinki sonrasında Avrupa Birliği ile aramızda varılan anlayışı ve tam üyelik sürecinin karşılıklı yükümlülüklerini hiçe sayan bir yaklaşımı ortaya koymaktadır.
Bütün bu gelişmelere karşın ülkemiz, Avrupa Birliği'ne adaylık sürecinin gereklerinin hızla ve kararlılıkla yerine getirilmesi yönündeki çalışmalarını eşgüdümlü bir biçimde sürdürecektir. Amacımız, Avrupa Birliği istiyor diye değil, halkımız hak ettiği için bu sürecin gereklerini yerine getirmek olmalıdır.
Dünyanın Avrupa'dan ibaret olmadığının da bilincindeyiz. Avrasya'da, Ortadoğu'da, hatta daha uzak bölgelerde ekonomik gücünü özel kesiminin deneyim ve becerileriyle kanıtlamış olan ülkemiz, uluslararası bir oyuncu olarak giderek daha geniş ve daha çeşitli hedeflere yönelmektedir.
Örneğin, Türkiye bugün Ortadoğu'ya ve Körfez Bölgesi'ne daha çok önem vermek zorundadır. Afrika Kıtası ve Latin Amerika, yeni ufuklar arayan girişimcilerimize yeni olanaklarsunmakta, işbirliği ortamları yaratmaktadır.
Toplam 3 milyara yaklaşan nüfusa ve 2,5 trilyon Dolarlık dış ticaret hacmine sahip olanUzakdoğu ülkelerine ve özellikle Çin Halk Cumhuriyeti'ne yeni bir gözle bakmamızın dazamanı gelmiştir.
Komşumuz ve önemli ticaret ortağımız Rusya Federasyonu ile geniş alanlara yayılmış bulunan ekonomik ve ticari ilişkilerimizi, günün koşullarına uygun biçimde güçlendirmeli ve bu ülke ile aramızda var olan olanaklardan daha fazla yararlanmalıyız.
Tarihsel olduğu kadar sıkı ekonomik ilişkilerle de bağlı olduğumuz Balkan ülkeleri ile dost ve kardeş Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetleri, ekonomik açılım politikamızda önemli bir yere sahiptir. Bu ülkelerle aramızdaki ekonomik ve ticari ilişkileri de yeniden tanımlamamız ve kurumsal yapılara kavuşturmamız bir zorunluluk durumuna gelmiştir.
Tüm bu konularda özel kesimimize ve bu bağlamda Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'na önemli görevler düştüğü kanısındayım. İşadamlarımız, birey ya da firma olarak çabalarını sürdürürken, kendilerine kurumsal yapıyı sağlayacak, varolan olanakları küresel düzeyde değerlendirecek, konulara orta ve uzun erimli yaklaşabilecek, onlara hem yardımcı, hem yol gösterici olabilecek bir kuruluşa gereksinimleri vardır. Şunu mutlulukla belirtmeliyim ki, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu 14 yıl gibi kısa sayılabilecek bir sürede bu işlevi büyük birsorumluluk duygusuyla üstlenmiş ve başarıyla yerine getirmiştir. Bugün 56 ülkeyle aramızda iş konseyleri kurulmuş olması, bu başarının kanıtıdır.
Bizi en çok umutlandıran nokta ise, DEİK'in 9 önemli özel kesim kuruluşu tarafından ortaklaşa kurulmuş olması, başka bir anlatımla özel kesimin kendi gereksinimleri doğrultusunda kendi örgütlenmesini oluşturması, devletin yanında ve onunla omuz omuza ülke ekonomisinin sorumluluklarını üstlenmesidir. Bu çerçevede, Türkiye'nin dış tanıtımında DEİK'in başarılı çalışmalarını özellikle vurgulamak ve takdirlerimizi de ayrıca belirtmek isteriz.
Kurulun, iş konseyleri aracılığıyla yürüttüğü etkinlikler, karşılıklı bilgi akışının sağlanması ve bu bağlamda işadamları arasında doğrudan temaslara olanak sağlaması, ortaya çıkabilecek engellerin aşılması bakımından çok yararlı bir işlev görmektedir.
Günümüzde uluslararası ekonomik ilişkilerde özel kesimin öncü rolü artık tartışılamaz bir gerçek olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Çağdaş devletin görevi, özel kesime destek vermek ve özel kesimin gerek ülke içinde, gerek uluslararası düzeyde işleyişini, ulusal çıkarları da gözeten bir temel üzerinde kolaylaştırmak, bunun için gerekli ulusal ve uluslararası hukuksal altyapıyı oluşturmaktır.
Soğuk Savaş sonrası dönemde tüm dünyada gözlemlemekte olduğumuz bir olgu, ekonomi yönetiminin yeniden düzenlenmesi, devletin ekonomi alanındaki görevlerinin yenidentanımlanmasıdır.
Devletin bir görevi de, kuralların herkes için doğru ve herkes için aynı biçimde uygulanmasını sağlamaktır. Hukuk devleti ilkesinin, kurallar yönünden yaşama geçirilmesi büyük önem taşımaktadır. Başta yönetenler olmak üzere kurallara herkes uymak zorundadır.
Bunun sağlanması, devlet ile özel kesim arasında belirsizliği giderecek, karşılıklı güveniartıracaktır. Belirsizliklerden arındırılmış, tüm kurallarıyla işleyen, yolsuzluğu yapanın yanına kar bırakmayan, saydam bir ekonomik yapının oluşturulması temel hedefimizdir.
Toplumun etik ve hukuksal kurallarını bozan, dar bir çevreye kamu kaynaklarından büyük çıkarlar sağlanmasına olanak veren, kıt kaynakların eşitlik ve adalet ilkelerine uygun olarak kullanımına engel olan tüm siyasal, yönetsel ve ekonomik yolsuzluklarla savaşım üzerinde özenle durulması ve sonuna kadar gidilmesi gereken bir boyut kazanmıştır. Yolsuzluğun türedi zenginlerinin ülke ekonomisine egemen olmalarına olanak verilmemelidir.
Ekonomik istikrar programını kararlılıkla uygulamakta olması, ekonomimizin yakın bir gelecekte sağlıklı temeller üzerinde işlemesinin sağlanacağı yönündeki umutlarımızı artırmaktadır. Hükümetimizin bu çabalarının, özel kesimimizin beklentilerine geniş ölçüde yanıt verdiğine inanıyorum. Kamu ile özel kesim arasında var olan iletişim eksikliğinin ortadan kaldırılması yönünde de çaba harcamak zorundayız. Kamu ile özel kesim, birbirine yabancı, hatta rakip iki öge değil, birbirini tamamlayan ve aynı ulusal çıkarların geliştirilmesidoğrultusunda çaba harcayan birimler durumuna gelmelidir. Kendi içimizdeki bu iletişimeksikliğini gidermemizin, dış dünyayla aramızdaki iletişim eksikliğinin ortadan kaldırılmasına ve böylelikle tanıtım sorunu olarak algıladığımız sorunun da büyük ölçüde çözülmesine yardımcı olacağına inanıyorum.

AHMET NECDET SEZER: "THE EUROPEAN UNION WILL BECOME STRONGER AND ACHIEVE AND ADDED DIMENSION WITH TURKEY"

The end of the era of political polarisation has brought a period of radical political changes, coupled with dizzying technological transformations.
Globalisation makes economic achievement imperative in forming a country's foreign policy.
It is impossible for Turkey to remain outside this new trend that is going to mark the 21stcentury.
Realising over 60% of its foreign trade with Europe, our economy is now ripe for a successful role in world markets, especially in the Balkans, the Middle East and the Middle Asia.
Turkey's almost 200 years old Western tendencies have led to our candidateship to become a full member of the EU.
Turkey is determined to adopt the Copenhagen criteria.
However, our European partners must also fulfil their obligations, especially where financial aid is concerned.
Any connection between our candidateship and the efforts to find a solution in Cyprus isunacceptable to us.
Similarly, we do not take seriously the European Parliament's decision that mentions the so-called Armenian genocide and the so-called Kurdish problem.
This decision reveals an attitude that contradicts the understanding reached between usafter Helsinki.
Our country is determined to work towards fulfilling the membership requirements- not because the EU demands it, but because our people deserve it. We are, however, aware that the world does not consist of Europe only. Important tasks await our private sector in accomplishing the above. In return, the modern state has the duty to support the private sector.

# # # # # # # #