SADETTİN TANTAN
T.C. İçişleri Bakanı
The Minister of Interior Affairs of Turkish Republic


İyi ve Doğru İşleyen Bir Devlet İdaresi!..
Bilinçli ve Güçlü Bir Sivil Toplum!..
Bilinçli, Sorumlu ve Ahlaklı Yurttaş!..


İçişleri Bakanı Sadettin TANTAN, İçişleri Bakanlığı ile Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) tarafından düzenlenen konferansta "Yolsuzluk konusunda bilimsel araştırma ve mücadele yöntemleri projesi" hakkında bilgi verdi.
Küreselleştikçe küçülen dünyanın en önemli ahlaki ve sosyal gelişme sorunlarından birisi, belki de en önemlisi "yolsuzluk" olgusudur ve geçmişten günümüze dünyanın her yerinde az ya da çok var olmuştur.
Yolsuzluğun farklı tanımları yapılabilir. Ben yolsuzluğu kısaca kamu kaynaklarının ve milletimizin birikimlerinin soyulması, talan edilmesi olarak tanımlıyor ve değerlendiriyorum.
Yolsuzluk suçları; rüşvet, zimmet, irtikap, emniyeti suistimal, ihaleye fesat karıştırma biçiminde doğrudan kamu görevlileri tarafından kamu kurum ve kuruluşlarında işlenebildiği gibi, sermaye piyasalarında, bankalarda, yatırım ortaklıklarında, özel finans kurumlarında tefecilik, sahtecilik, dolandırıcılık, kara para aklama gibi yöntemler uygulanarak da işlenebilmektedir.
Büyük çıkarlar söz konusu olduğunda yolsuzluk olayları; tehdit, şiddet, sindirme boyutu da olan, karmaşık ilişkiler ağı içerisinde gelişen ulusal ya da uluslararası organize eylemler şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Bu nedenle yolsuzluğun organize suçların en önemli silahı haline geldiği, yolsuzlukla mücadele edilmeden organize suçlarla mücadelede başarının sağlanamayacağı uluslararası alanda da kabul edilmektedir. Gerçekten de, yolsuzluk olmaksızın organize suç gruplarının, sıradan suç çeteleri olmanın ötesine geçmeleri mümkün değildir.
Yolsuzluğun nedenleri çok ve çeşitli olmakla birlikte sonuçları hep aynı:

  • Fakir ve muhtaçların durumlarını daha da zorlaştırıp haklarını ihlal ediyor,
  • Demokrasiyi temelinden sarsıyor,
  • Hukukun üstünlüğü ilkesini alt-üst ediyor,
  • Eşitlik ve adalet ilkelerini ve devlete olan güveni sarsıyor,
  • Ekonomik rekabeti olumsuz etkiliyor,
  • Suça teşvik ediyor ve suç oranlarını artırıyor, mafyalaşmaya yol açıyor,
  • Verimsiz yatırımlara yol açıyor,
  • Yabancı sermayeyi kaçırtıyor,
  • Kalkınmayı geciktiriyor,

    Ve belki de hepsinden önemlisi,

  • Yolsuzluk, yoksulluğu artırıyor,

    Ve sonuçta,

  • Toplumu ahlaki çöküntüye sürüklüyor.

    Sosyal maliyetleri hesaplanamayacak derecede çok yüksek bir olgu, yolsuzluk.
    Ülkemizde 1940'larda başlayan kentleşme hareketi; sanayileşme, sosyo-ekonomik ve kültürel gelişmeyle birlikte gidememiş ve geleneksel ailenin yapısında ve işlevinde önemli değişikliklere yol açmıştır.
    Kentsel alanlarda geleneksel toplumsal dayanışma ve güvence sistemleri giderek çözülmüş, bunun yerine toplumsal ve kültürel değerleri hiçe sayan, ülke menfaatleri yerine kişisel çıkar, hırs ve ihtirası ön plana alan bir anlayış gelişmiştir.
    Bu çarpık gelişme, bir yandan siyasi, ideolojik, dini ve ekonomik menfaat guruplarının bireyleri ve kurumları istismarına müsait bir ortam yaratırken, diğer taraftan bu menfaat gruplarının beslenip her geçen gün daha da güçlenmelerine ve faaliyetlerini sürdürmelerine imkan sağlayan yolsuzluk olgusunun başlı başına bir sektör, bir ekonomik faaliyet alanı haline gelmesine yol açmıştır.
    "Soygun ve talan düzeni" de diyebileceğimiz, yolsuzluk ekonomisi, gelir dağılımının giderek daha fazla bozulmasına ve yoksulluğun daha da artmasına neden olmuştur.
    Öte yandan, yolsuzluk ve yoksulluğun girdiği etkileşim, cehaleti ve kanun dışılığı besleyerek teröre kaynaklık eden ortamı besleyici bir etki de yapmıştır.
    Yıllar boyu yolsuzluk olaylarının ülkemizde yapmış olduğu bu ağır tahribat maalesef ülkemizde gözardı edilmiş, yolsuzluklar basit birer polisiye olay şeklinde algılanmıştır.
    Organize suçlarla yolsuzluk arasındaki ilişki suç ve suçlu ile mücadele eden birimler ve akademisyenlerce gözden kaçırılmıştır.
    Bu soygun ve talan düzenine karşı sivil toplum bilincine de yeteri ölçüde sahip olunamamıştır. Bunda halkımızın bilinci ve enerjisinin gerçek sorunlar yerine sahte ve suni gündemlerle meşgul edilmesinin önemli bir payı olduğuna inanıyorum.
    Böyle olduğu için maalesef halkımız yeterli ölçüde bilinçlenmemiş ve halkın vicdanında ebediyen mahkum olması gereken soyguncu ve sömürücü kişiler saygın ve itibarlı kişiler olarak aramızda dolaşabilmiş hatta önlerinde düğmeler saygı ile iliklenmiştir.
    Yıllardan beri halkımıza soyguncu ve talancı olarak sadece eline silah alıp gasp yapanlar; evlere ya da dükkanlara girip hırsızlık yapanlar gösterildi. Buna karşılık; kendilerine emanet edilen kamu kaynaklarını halkın ihtiyaç ve çıkarlarına göre akılcı bir şekilde kullanacakları yerde; kendilerinin ve yakın çevrelerinin sağlayacakları menfaatlere göre tahsis edenler ve bu tahsisleri alanlar, kamu yatırımlarını ülke ve millet menfaatine ve ekonomik realitelere göre değil; kendilerinin veya çevrelerinin alacakları komisyonlara göre kararlaştıranlar ve bu komisyonları verip karşılığında kaynaklarımızı sömürenler; ekonomik sonuçlara yol açacak nitelikteki kararları ve uygulamaları halkın çıkarlarına göre değil, işbirliği içerisinde oldukları çevrelerin çıkarlarına göre alanlar ve icra edenler; ve bu kararlardan nemalananlar; ve böylece kamu kaynaklarını istihdam yaratıcı, üretim artışı sağlayıcı, rekabet gücü kazandırıcı ekonomik faaliyetlere değil; kendilerine ve işbirliği ettikleri çevrelere haksız çıkarlar ve rantlar sağlayacak şekilde aktaranlar ve bunlardan rantlar sağlayanlar, kısacası yolsuzluk ekonomisinin mimarları ve aktörleri etkili, güçlü ve saygın insanlar olarak topluma lanse edildiler.
    Kirli siyasetin ve bürokrasinin koruması altında yolsuzluk ekonomisinden hayat bulanlar, toplum içerisinde kabul görmelerini sağlamak amacıyla değişik sivil toplum örgütleri ve tapınak şövalyeleri içerisinde de yapılanmaya gittiler ve giderek bu örgütlerin yönetiminde söz sahibi oldular.
    Ve ne yazık ki; bu soygun ve talan düzeninin baş aktörleri gerçekten de toplum ve kamu hayatımızda güçlü ve etkili olmaya muvaffak oldular.
    Güçlü ve etkili oldukları için gündemimizi de onlar tayin etti.
    Halkımız çoğunlukla onların tayin ettiği gündem çerçevesinde düşünmek, değerlendirmeler yapmak durumunda bırakıldı.
    Önemliyi önemsiz, önemsizi önemli olarak göstermeye muvaffak oldular.
    Çünkü önemli ile önemsizi tayin etme tekeli onların ellerindeydi.
    Böyle bir ortamda onların tayin ettiği sahte gündemin peşine takılanlar övgüler kazandı, aksine davrananlar kınandı, tecrit edildi.
    Ama her türlü imkanlarına rağmen halkımızın sağduyusunu yok edemediler ve edemeyecekler.
    Halkımız kendi gerçek gündemini kendisi tayin etmeye başlamıştır.
    Halkımız ve kamu görevine başlarken ettikleri yemine bağlı kalan dürüst ve onurlu kamu görevlileri daha müreffeh bir hayata, daha özgür ve hukuka saygılı bir toplum düzenine, daha iyi işleyen bir devlet idaresine ulaşabilmenin kendi ellerinde olduğuna inanmalıdırlar.
    İşte bu tesbitlerden hareketle diyoruz ki, ülkemizde yaşanan bir çok sorunun temelinde yatan ve ileriye yönelik olarak toplumumuzu ve anayasal rejimimizi tehdit eden yolsuzluk ekonomisi Türkiye için birinci tehdittir ve bununla mücadele Türkiye'nin öncelikleri arasında birinci sırayı almalıdır.
    Bunun için yapmamız gereken şeyler açık ve bellidir.
    Birinci olarak; doğru ve iyi işleyen bir devlet idaresine sahip olmalıyız. Bu herşeyden önce güvenlik ve adaleti eksiksiz sağlayacak bir devlet idaresi demektir.
    Bunu sağlayabilmenin de suç ve suçluluğun önlenmesi, suç işlenmişse etkin bir soruşturma ile sanıkların yakalanması ve adalete teslimi ve adil bir yargılama sonucunda suçlu bulunanların cezalarının infaz edilmesinden geçtiğini bilmek zorundayız.
    Bu husus yolsuzluk ekonomisi için de aynen geçerlidir.
    Belirtmek gerekir ki; yolsuzluk ekonomisi olarak adlandırdığımız eylemlerin suç ve ceza soruşturmalarına tabi tutulabilmeleri, bu eylemlerin çok bilinçli ve nitelikli takip ve soruşturulmaları ile mümkün olabilmektedir.
    Çoğu kez bu tip hareketler çok ustaca bir şekilde normal ekonomik faaliyetler kapsamında değerlendirilebilecek şekilde icra edilebilmektedirler.
    Ceza hukukunun temel ilkesi olan kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi uyarınca bunların ceza soruşturmasına tabi tutulabilecekleri bir ceza kanunu maddesi ilk bakışta yokmuş gibi gözükür.
    Ya da ülkemizdeki savcı ve ceza yargıçlarının ekonominin ulaştığı global aşamanın getirdiği ekonomik, finansal yeni teknik ve araçlar konusunda ihtisas sahibi olmayışlarından dolayı bu eylemlerin karakteri ancak çok uzun soruşturmalar sonucunda elde edilen haksız kazançların fahişliği ile mütenasip olmayan hafif suçlar kategorisinde değerlendirilebilmektedir.
    Bu ise kamu vicdanını rahatsız etmekte ve toplumda adalet ve ahlak prensiplerinin zedelenmesine yol açmaktadır.
    İşte doğru ve iyi işleyen bir devlet idaresi; kanunlarını ihtiyaçlara cevap verir hale getirirken kanun uygulayıcılarını da kanunları etkili bir şekilde uygulayabilecek nitelik ve ihtisasa sahip kılabilen devlettir.
    Buna iyi bir örnek olarak geçen yıl çıkardığımız 4422 sayılı "Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele" yasasını gösterebiliriz.
    Gerçekten bu yasa günümüzün sosyal, siyasal ve ekonomik realitelerinin ürettiği ve kamu düzenini ciddi olarak tehdit eden suç tipleri ve organizasyonları ile mücadeledeki gerek suçu tarif etme, gerek suçu takip ve yargılama usulleri ve gerekse müeyyideler açısından yasalarımızda var olan yetersizlikleri aşmak için Bakanlığımızın çalışmaları neticesinde meclisimizce çıkarılan çok önemli bir yasadır.
    Bu yasanın sağladığı imkanlar olmasaydı, bugün kamuoyunun gündeminde bulunan gerek siyasal ve gerekse ekonomik nitelikteki birçok suç organizasyonlarının yakalanmaları ve yargılanmaları mümkün olamayabilecekti.
    Bununla birlikte belirtmek zorundayım ki; 4422 sayılı yasa Cumhuriyet Savcılarımızca gerektiği şekilde tam olarak henüz uygulamaya konamamıştır.
    Zamanla ve uygulamaların ışığında bu yasanın yolsuzluk ekonomisinin toplum ve kamu hayatımızdan atılıp yok edilmesinde en belirleyici fonksiyonu göreceğine eminim.
    İkinci olarak; güçlü ve bilinçli bir sivil toplum hareketi şarttır.
    Bu hareket yurttaşlık bilincine sahip kişilerce oluşturulan ve esas olarak idareyi denetleyebilen ve siyasal hesap sorabilen bir nitelik taşımalıdır.
    Konusu belki suç oluşturmayan ancak, vahim nitelikte usulsüzlükler, kayırmalar ve ihmallerle icra edilen yolsuzluklar ve siyasal yozlaşmalara karşı halkın her platformda sesini yükseltmesi ve hesap sorması anlamında etkili bir sivil toplum; yolsuzluğa karşı en etkili mücadele aracıdır.
    Unutmayalım ki, bu anlamdaki yolsuzluk veya yozlaşma; halkın parasının israf edilmesinin, halka iyi kamu hizmeti sunulamamasının, halkın yoksullaşmasının en önemli sebebidir.
    2000 yılı itibariyle cari fiyatlarla 86 katrilyon tutarında bir büyüklüğe sahip ülkemiz kamu yatırım stokunun siyasal ve bürokratik yozlaşmalar, kayırmalar, iltimaslar, usulsüzlüklerle örneğin % 20'sinin israf edilmesi halinde oluşacak kamu zararının halkımıza ne büyük oranda hizmet kaybı olarak yansıyacağını göz önüne getirdiğimizde, idarenin ve siyasetin halk tarafından denetlenmesi anlamında bir sivil toplumun aynı zamanda müreffeh bir toplum için de ne kadar gerekli olduğunu anlamak daha kolay olmaktadır.
    Üçüncü olarak; bilinçli, sorumlu ve ahlaklı yurttaşlara ihtiyaç vardır.
    Unutmayalım ki, dünyanın en iyi kanunları dahi bilinçli, sorumlu ve ahlaklı yurttaşların yokluğunda hiç bir fonksiyona sahip olamazlar. Yurttaşlık bilincine sahip kişilerin oluşturduğu bir toplum ise mutlaka iyi ve doğru işleyen bir devlet idaresine sahip olacaktır.
    İyi ve doğru işleyen bir devlet idaresi !...
    Bilinçli ve güçlü bir sivil toplum !...
    Bilinçli, sorumlu ve ahlaklı yurttaş !...
    Bu üç unsurun varlığı ve işbirliği ile varılacak yer: hukuk devletidir, demokrasidir.
    Böyle bir yapıda toplumun ve fertlerin maddi ve manevi dayanaklarını tahrip eden, devlet idaresini yozlaştıran, adalet duygusunu yok eden, kamu düzenini tehdit eden yolsuzluk ekonomisinin yaşama şansı yoktur!...
    Bunun tam tersi de doğrudur! Yani, bir toplum ve kamu hayatında yolsuzluk ekonomisi hakim olmuşsa; o yerde toplumun ve fertlerin maddi ve manevi dayanakları tahrip olmuştur; devlet idaresi yozlaşmıştır, adalet duygusu yok olmuştur, kamu düzeni sarsılmıştır.
    Böyle bir yerde hukuk devletinin, demokrasinin yaşama şansı yoktur; ve böyle bir ortamda; kirli siyasetin finansmanı, irticanın finansmanı, bölücülüğün terörün finansmanı esas olarak halkın birikimlerinin ve kamu kaynaklarının soyulması ve sömürülmesi ile sağlanır.
    Bu kaynak kurutulmadan devlet idaresi ve siyaset temizlenemez: toplumda güvenlik ve adalet sağlanamaz.
    İrtica, bölücülük ve terörün, kirli siyasetin, bozuk devlet idaresinin esas kaynağının yolsuzluk ekonomisi olduğunu anlamaz ve bunun gereklerini yapmazsak bataklığı kurutmak yerine sivrisineklerle mücadele anlayışına saplanıp kalırız ve ne kadar iyi niyetli olursak olalım; adalet ve güvenliği kalıcı bir şekilde temin ve tesis edemeyiz.
    Anlaşılacağı üzere, yolsuzluk ekonomisi ile mücadele çok yönlü ve tüm kesimlerin katılımını gerektiren bir olgudur.
    Bu mücadelede bütün kurumlar ve toplum kesimleri ile işbirliği kurumsallaştırılmalıdır.
    Bu konuda en önemli husus yolsuzluklara neden olan ortamın oluşmasını engellemek, bu konuda gerekli ekonomik, sosyal ve idari tedbir ve düzenlemeleri yapmak, bunları kararlılık ve etkinlikle uygulamaya koymak ve izlemek olmalıdır.
    Bu da; yolsuzluk konusunda bilimsel araştırmaların yapılması, sonuçların kamu kurum ve kuruluşların istifadesine sunulması, sistematik ve etkin bir şekilde mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi ve kamuoyunun bilinçlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.
    Bu anlayıştan hareketle; İçişleri Bakanlığı olarak, yolsuzluk ekonomisi ile mücadelede bir yandan suç ve suçlulara karşı operasyonel faaliyetleri yürütürken, diğer yandan bu mücadele için gerekli hukuki alt yapıyı oluşturma, mücadele için gerekli bilgi birikimini sağlamak için Bakanlık müfettişlerimizi ve güvenlik güçlerimizi eğitme, (ki diğer Bakanlıkların da aynı anlayış içerisinde olması gerekir) ve hepsinden önemlisi topyekün mücadelenin en önemli unsuru olan halkımızı her fırsatta aydınlatma ve bilinçlendirme çabası içerisindeyiz.
    Yıllardır suni gündemlerle halkımızın dikkatinden kaçırılan bu hayati meseleyi her fırsatı değerlendirerek sürekli gündemde tutmaya çalışıyoruz.
    Çünkü biliyoruz ki, bu mücadeleden rahatsız olanlar geçmişteki anlayış ve alışkanlıklarını tekrarlamak ve halkımızı bu mücadeleden uzaklaştırmak için fırsat kollamaktadırlar. Bu imkan ve fırsatı halkımızla birlikte bu akbaba sürüsüne tanımama azim ve kararlılığı içerisindeyiz.
    Yazılı ve görsel basında kalemine sadık, yurttaşlık bilincine sahip basın mensupları tarafından bu konunun kesintisiz dile getirilmesi de oldukça sevindiricidir ve mücadele azmimizi artırmaktadır.
    Öte yandan Bakanlık olarak bu konuda diğer ilgili kamu kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliğine de büyük önem veriyoruz.
    Başbakanımızın onayı ile beş müfettişten müteşekkil süper yetkili bir heyet oluşturulmasının, ilgili kuruluşlar arasındaki işbirliğinin sağlanması yönünden önemi üst seviyededir.
    Diğer taraftan, Bakanlığımız Strateji Merkezi ile TESEV arasında imzalanmış bulunan protokol de sivil toplum kuruluşları ile işbirliğine verdiğimiz önemin en somut örneğidir.
    Birlikte hareket etme azim ve iradelerini ortaya koyan İçişleri Bakanlığı ile TESEV'in birbirleri ile koordineli olarak hazırlamış oldukları ülkemizdeki durumu tespite yönelik yolsuzluk araştırması, sahasında önemli bir boşluğu dolduracak ve bu mücadelede bize ışık tutacaktır.
    Biz bu araştırmayı başından beri destekliyoruz ve desteklemeye de devam edeceğiz.
    Yolsuzluk ile mücadelenin uluslararası boyutu ile ilgili olarak da bir kaç değerlendirme yapmakta fayda mütalaa ediyorum.
    Takip edilirse görülecektir ki; yolsuzluk, organize suç, kara para aklama gibi suçlar ancak 1990'lardan itibaren uluslararası kuruluşların ilgi ve takip alanı içerisine girmiştir.
    1990 öncesi yani Soğuk Savaş yıllarında yolsuzluk ve kara para gibi olgular uluslararası ekonomi için bir tehdit unsuru olarak algılanmıyordu.
    1990 sonrasında yolsuzluk ve benzeri suçlar sadece ulusal değil aynı zamanda uluslararası bir tehdit olarak değerlendirilmeye başlandı.
    Bunda en önemli etken olarak Soğuk Savaş yıllarında yolsuzluğun süper güçler tarafından az gelişmiş ülke yönetici ve bürokratlarını işbirlikçi hale getirmek, yozlaştırmak, bağımsızlıklarını yok etmek için kullanılan bir araç olarak kullanılmasında aramak daha doğru olacaktır. Yoksa uluslararası sistem bugün daha ahlaklı olduğu için değil; yozlaşma ve yolsuzluk, rüşvet, kara para gibi enstrümanlar dünya çapında hakimiyet için kullanılan araçlar olmaktan giderek çıktığı için bu gelişme yaşanmaktadır.
    Unutmayalım ki; daha düne kadar silah satıcısı ülkelerdeki çok uluslu firmalar az gelişmiş ülke yöneticilerine verdikleri rüşvetleri yasal olarak vergiden düşebilmekte ve bunu gayri ahlaki bulmamaktaydı.
    Bu yüzden bu konunun bugün uluslararası ekonomik sistem örgütleri veya unsurları tarafından bir tehdit unsuru olarak dile getirilmeleri bizi yanıltmamalıdır.
    Biz yolsuzlukla, kara parayla, organize suçlarla başkaları istiyor diye değil; kendimiz bunları gayri ahlaki bulduğumuz için, milli ekonomimize zarar verdiği için, insanlık dışı bulduğumuz için mücadele ediyoruz ve etmeliyiz.
    Bu konularda kimse bize ahlak dersi vermeye kalkmasın ya da aşağılık duygusu içerisinde başkalarından ahlak dersi almaya da kalkmayalım.
    Unutmayalım ki; rüşvet alan ülkeler sıralamasını yapan uluslararası güçler henüz rüşvet veren ülkeler sıralamasını yapmaktan imtina etmektedirler.
    Aynı şekilde bu güçler "yolsuzluğun uluslararasılaşması"nın en önemli vasıtası olan off shore sistemini kendi işlerine yarıyor diye tasfiye etmemişler ancak kendi ülkelerine yönelik faaliyetlerde kullanılmaması için tedbirler almışlardır.
    Geçtiğimiz günlerde basında yer alan haberlerden, bu sistemin karaparayı aklama amacıyla kullanılmasını önlemek için dünyanın en büyük 12 bankasının standart kurallar belirlemek üzere işbirliğine gittikleri ve bu kuralları önümüzdeki günlerde kamuoyuna açıklayacaklarını, bu teklifin de dünya off-shore hesap piyasasının yaklaşık %35'ini elinde tutan İsviçre bankalarından, adlarının karapara aklama soruşturmalarında sıkça geçmesi üzerine geldiğini öğreniyoruz.
    Bu bakımdan yolsuzlukla mücadelede uluslararası işbirliği önemlidir; ancak, esas belirleyici olan bu konuda bizim kendi niyet, irade ve eylemlerimizdir.
    Halkımız doğru ve temiz bir idareye layık olduğu, adaletli, ahlaklı ve güvenli bir sosyal, ekonomik ve siyasal yapıya sahip olmaya hakkı olduğu için bu mücadeleyi kendi kararımızla yapmalıyız.

    SADETTİN TANTAN: "A STATE ADMINISTRATION THAT FUNCTIONS PROPERLY!.. AN AWARE AND A STRONG CIVIL SOCIETY!.. UPRIGHT AND RESPONSIBLE CITIZENS!.."

    Corruption is the robbing of our public resources.
    When large interests are at stake, corruption takes the form of organised crime.
    That is why it is impossible to conquer organised crime without fighting corruption.
    The corruption economy has caused poverty to increase. The interaction of corruption with poverty fed terrorism. Corruption was perceived as simple crime. Crime fighters and academicians ignored the relationship between corruption and organised crime. Therefore, robbers paraded amongst us as revered and respected people. Being strong and effective, they set our agenda. They could still not destroy the common sense of our people. Our people began setting the real agenda. Our people and the upright civil servants must believe that it is in their hands to achieve a free and law-abiding society.
    What we must do is very clear.
    First, we must establish a state administration based on security and justice.
    Secondly, we must activate the civil society.
    Thirdly, we must become aware, responsible and upright citizens.
    These three factors are going to lead us to a juridical state and to democracy.
    Then the corruption economy will not be able to survive.
    The Ministry of Interior Affairs is making efforts to enlighten the public at every opportunity.
    Remember that only yesterday, bribes to developing countries were legally tax-deductible in countries that sold weapons.
    Therefore, we should not let ourselves be deceived when international organisations threaten us with this subject.
    The determining factor here will be our own decision, our will and our actions alone.

  • # # # # # # # #