Dr. DEVLET BAHÇELİ
MHP Genel Başkanı, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
President of MHP State Minister and Assistant Prime Minister


21. Yüzyılda İki Anahtar Kavram: Demokrasi ve Milliyetçilik

İçinde bulunduğumuz yıl, insanoğlunun bir binyılı geride bırakıp, yeni bir binyılın ilk yüzyılına kapı aralayışını sembolize etmektedir. Takvim dönemlerini belirleyen tarihler, kuşkusuz ne siyasi hareketleri, ne de hayatın akışını kesintiye uğratamazlar. Ama, bir taraftan katettiğimiz mesafeyi kestirmek, diğer taraftan dikkatlerimizi geleceğe yöneltmek bakımından bizleri teşvik eden sembolik bir dönüm noktasını ifade ederler.

Ister, "aşırılıklar", ister "buluşlar", isterse "dönüşümler" çağı densin, 20. yüzyılın, insanlıktarihinin zorlu ve uzun bir yüzyılı olduğu kesindir. 20. yüzyılın takipçisi olduğu yüzyılın birebir devamı olmadığı ne kadar doğruysa, onlardan çok farklı bir yüzyıl olmadığı da o kadar doğrudur. Çünkü insanlık tarihi değişim ve sürekliliği içinde barındıran karmaşık bir süreçtir. Toplumsal ve ekonomik hayatın gelişimi açısından belirleyici olan insanoğlunun sosyal ve zihnî hususiyetleri, büyük bir değişime uğramadan beşeri tortular ya da miraslarolarak bugüne ulaşmaktadır.
Unutmayalım ki, nükleer enerjiyi, genetik bilimini, bio-teknolojiyi, iletişimi insanlığın yararına da, zararına da kullanan yine insanın kendisidir. Bu gerçek, teknolojik gelişmeler gelecekte insani dürtü ve yetenekleri ikâme etmediği sürece değişmeyecektir. İkâme ettiği ölçüde de bizleri nasıl bir geleceğin beklediğini tahmin etmek zorlaşacaktır.
Bugüne ve yarına ilişkin tartışma ve tasavvurlarımızda gözden uzak tutulmaması gereken en önemli noktalardan biri budur. İkinci en önemli noktayı ise, birincinin çağrıştırdığı ve onu takip eden çok yönlü bir sorumluluk bilincinin varlığı ve gelişimi meselesi oluşturmaktadır.
Günümüzde, hemen her alanda gözlenen acımasız bir rekabet ile işbirliği çabalarının, ümit ile ümitsizliğin, kaos ve düzenin birbirinden giderek daha ince çizgiyle ayrılacağı şimdiden belli olan bir "evrensel iklim" ile karşı karşıya bulunuyoruz. Yeni çağın dinamiklerinin alacağı nihaî biçim, hiç tartışmasız insanlığın kaderini de belirleyecektir.
İşte buna dair bir küresel anlayışın ve sorumluluk ahlâkının varlığı ve yaygınlığı önem kazanmış bulunmaktadır. Küresel sorumluluk ahlâkının, milli, bölgesel ve küresel sacayakları üzerine oturmasının zorunlu olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. Böyle bir sorumluluk zincirinin en başında da ileri sanayi toplumları yer almaktadır.
Bugün, artık, yeni teknolojilerin yaygınlaşması yanında, insan hakları, demokrasi, piyasa ekonomisi gibi değer ve kurumlar da evrensel düzeyde kabûl görmekte, saygınlığı artmaktadır. Rejimlerin, demokratik ve insanî boyutlarının geliştirilmesi, giderek daha çok arzu ve talep edilir hale gelmektedir.
Bütün bunlar, insanoğlu için, en azından görünürde güzel bir gelecek vadetmektedir. Demokrasi ve insan hakları rüzgarı, aynı zamanda yeniden şekillenme sancıları çeken dünya düzeninin benzer değer ve duyarlılıklar ile donanması ihtimalini gündeme getirmektedir.
Küreselleşme sürecinin damarlarında bu değerlerin rahatça dolaşması kolay kolay gerçekleşecek bir durum olmasa bile, bu tür talep ve beklentilerin giderek yankı bulmaya başlaması önemlidir. Bu yönde ciddi bir gelişme, bütün insanlığın ortak yararına hizmet edecektir.
Zaten Türk Milliyetçileri'nin küresel ölçekli iddia ve hedeflerinden biri de budur. Büyük fikir adamı Ziya GÖKALP'in "milletlerin eşitliği ve işbirliği" şeklinde formüle edip altını çizdiği bu ideali, başlangıç noktası kabul etmek ve geliştirmek gerekir. 21. yüzyıl dünyasının daha yaşanabilir ve sevimli olabilmesinin bir yolunun da böyle bir anlayışın zenginleştirilmesinden geçtiği açıktır.
Son yıllarda, uluslararası sivil toplum ve yardım kuruluşlarının güçlenmesi, büyük ölçüde felâketlerle sınırlı da olsa insanî dayanışma çabalarının önem kazanması sevindirici gelişmelerdir.
Küreselleşme olarak tanımlanan çok yönlü değişme ve gelişme süreçlerinin siyasi ve sosyal boyutları, bunlarla sınırlı değildir. Buraya kadar sıraladıklarımız, sürecin daha çok olumlu yüzünü oluşturmaktadır.
Küresel siyasi ve sosyal manzaranın en az diğerleri kadar önemli olan başka özellikleri de vardır. Dünyanın içinde bulunduğu durum, eşzamanlı olarak yerelleşme, bölgeselleşme ve küreselleşme süreçlerini de içermektedir. Adına ister "büyük oyun", ister "doğal evrim" densin insanlık böyle bir gerçeği yaşamaktadır.
Bize göre, güçlü yerelleşme ve ayrışma eğilimleri, küreselleşmenin önünü açan bir ufalanmayı ve korumasızlığı ifade etmektedir. Bölgesel ittifaklar ise, daha çok bu süreçler enüst düzeyde yararlanma ve stratejik dengeleri etkileme düşüncesinin ürünüdür. Küreselleşmenin siyasi yansımalarıyla, ekonomik ve teknolojik gelişmeler, bu noktada birbirini tamamlayan bir rol oynamaktadır. Ekonomik ilişkiler ile teknolojik gelişmeler, özellikle iletişimin ulaştığı boyutlar, bütün bu yapıların gelişimine elverişli bir zemin oluşturmaktadır.
Bilgi üretme ve iletme endüstrisinin kazandığı akıl almaz hız ve önem, zaman ve mekânfarklılıklarını en aza indirmiştir. İşte sınırların ortadan kalktığı iddiası, buralardan beslenmektedir.
Aslında, bölgesel örgütlenmelerin, mevcut sınırların üzerine yeni ekonomik, siyasi ve kültürel sınırların eklenmesi anlamına da geldiği açıktır.
Son yıllarda yaygınlaşan "vize" ve "kota" gibi uygulamalar da, uluslararası ilişkilere getirilen diğer düzenlemeleri, daha doğrusu sınırlamaları ifade etmektedir.
Bütün bunlar bize başka bazı gerçekleri de hatırlatmaktadır. Bilginin ve sermayenin dolaşımında kayıtlar ve sınırlar yavaş yavaş ortadan kalkmakta, ama insanların ve ürünlerin,özellikle de emeğin dolaşımı aynı imkân ve ayrıcalıklara sahip olamamaktadır. Bu durum, küreselleşmenin atardamarlarındaki tıkanmanın göstergelerinden biridir. Yani, klasik ekonomik mantık, genel geçer bir kural olarak cazibesini korumaktadır. Küreselleşme sürecinin sosyal sonuçlarının esas önemli yönü ise şudur: Bilgi ve sermayenin hızla ekonomik dinamizmi belirleyen iki ana faktör haline gelmesi, eşitlik, hakkaniyet ve sefalet sorununa da küresel bir boyut kazandırmıştır.
Teknoloji ve bilgi üretme kapasitesi yüksek olan ülkeler, tabii olarak ekonomik avantajlarını ve güçlerini aynı oranda katlamakta, diğer ülkelerle olan mesafelerini daha çok açmaktadırlar.
Küreselleşmenin gelişmeyi hızlandırdığı ve nimetlerini arttırdığı doğrudur. En az bunun kadar doğru olan bir başka husus, nimetlerinin yanında külfetlerin ve adaletsizliklerin de artıyor olmasıdır. Örneğin 1970'li yıllarda zengin ülkeler ile fakir ülkeler arasında gelir uçurumu 1/35 iken, bu oran yirmi yıl sonra ikiye katlanarak 1/70'e çıkmıştır.
Günümüzde 6 milyarı aşan dünya nüfusunun 3'te 1'i, yani yaklaşık 2 milyar insan yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışmaktadır. Bu nüfusun büyük bir kısmı ciddi boyutlarda hastalık ve kıtlık tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu rakamın günümüzden 15 yıl önce 1 milyar civarında olduğunu hatırladığımızda, genel refah artışının ne kadar adaletsiz biçimde dağıldığı ortaya çıkmaktadır. Yine, 21. yüzyılın keskin rekabet şartlarında önce ayakta durmak, daha sonra da güçlenmek amacıyla birleşen "küresel şirketler" gerçeği ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu şirketler, devasa imkânları ve yapılarıyla yeni çağın "rakipsiz imparatorlar"ı olarak şekillenmektedir. Küresel şirketlerin, insan hakları ve demokrasi gibi değerlerle nasıl yan yana yaşayacağı konusu, daha bugünden cevaplandırılması gereken önemli bir soru haline gelmiştir. Birçok ülkeden daha zengin ve güçlü bir konuma sahip olan bu "yeni ekonomi imparatorluklarının nasıl denetleneceği belli değildir. Böyle bir endişe bile taşımayanların beyinlerde milli devletlere ve kültürlere karşı yıkım seferberliği başlatmasının hiçbir etik ve demokratik izahı yoktur. Bu bağlamda sonuç olarak söyleyeceğim husus şudur: Küresel sefaletin ve kargaşanın hüküm sürdüğü, teknolojik ve ekonomikuçurumların büyüdüğü bir dünyada, bütün insanlığın ortak birikimlerini ve değerlerini koruyup yaşatmak çok zor, hatta imkânsızdır. Uluslararası kuruluşlar ve devletler, eğer adilve insanî bir dünya düzeninin tesisini gerçekten önemsiyor iseler, bu ve benzeri meselelere öncelik atfetmenin gerekliliğini de kabul etmek zorundadırlar. Aksi takdirde, ortaya, eski ilişki biçimleri olan düşmanlık ve çıkar mücadelelerinin daha da büyüyerek yeni kurum ve kavramların şemsiyesi altında devam ettirilmesinden başka bir sonuç çıkmayacaktır. Bu da kaçınılmaz biçimde küresel çatışma ve kutuplaşmaları, öldüresiye bir rekabeti beraberinde getirecektir.
Böylesine kaotik bir yapı, ister istemez insanlığın müşterek beklentisini ifade eden ahenkli ve dengeli uluslararası düzen fikrinin bir ütopya olarak kalmasına yol açacaktır. İşte, 2000'li yılların temel evrensel sorunlarından biri budur. İkincisi ise, teknolojik imkanların veekonomik hakimiyetin olağanüstü kolaylaştırdığı tek yönlü kültür ve değer aktarımı sürecinin, milli kültürleri ve dilleri tehdit etmesi oluşturmaktadır. Önümüzdeki zaman diliminde,teknolojik ve ekonomik gelişmenin seyri ile medeniyetlerin ve kültürlerin çoğulculuğu arasında gözlenen evrensel gerilimin dozu artacaktır. Milliyetçiliğin ve demokrasinin stratejik önemi ve değeri, özellikle bu noktada kendini iyice hissettirmektedir.
21. yüzyılda, beşeri çoğulculuğun ve dayanışmanın iki anahtar kavramı demokrasi ve milliyetçilik olacaktır. Bunun için, milliyetçiliği, misyonunu tamamlayan bir fikir olarak görenler ideolojik ön yargılarla hareket edenlerdir. Milliyetçilik, demokrasi ile birlikte yeni yüzyılda giderek önemi artan fikirler ve duyarlılıklar sistematiği olmaya devam edecektir. Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz Eylül ayı başında toplanan Birleşmiş Milletler Milenyum Zirvesi, bu açıdan iyi niyetli görüş ve önerilerin dile getirildiği evrensel bir platform olmuştur.Ancak, geleceğe dair iyimser beklentileri ve mesajları destekleyecek somut kararlar ve çözümler ortaya konulamamıştır. Bize göre Zirve' nin en kayda değer başarısı, küreselleşmenin her iki yüzünün yol açtığı gelişme ve sorunların dünya kamuoyuna birinci ağızlardan duyurulması olmuştur. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sayın Kofi ANNAN, aynı zirvede 21. yüzyılın "insan hakları yüzyılı" olacağını ifade etmiştir. Bizler de bu dileği bütünkalbimizle paylaşıyoruz. Ama bir hususu da belirtmeden geçemiyoruz.
21. Yüzyıl, hiçbir zaman kendiliğinden insan hakları yüzyılı olmayacaktır. Bunu mümkünkılmanın birbirini tamamlayan üç yolu vardır. Birincisi, küreselleşme sürecinin daha insani ve adil mecraya sokulmasından geçmektedir.
Bunun için de küreselleşmenin boyutları, mevcut ve muhtemel sonuçları üzerine sağlıklıtahliller yapmak şarttır. İkincisi, teknolojik imkânların, sadece sahiplerinin değil, bütün insanlığın ortak yararını da gözetecek şekilde kullanılmasıdır. Üçüncüsü, insan hakları kavramı ve politikalarını, bireysel hak ve özgürlüklerle sınırlı tutmamaktır. Çevre, gelişme vesosyal haklar gibi, ikinci ve üçüncü kuşak hakların da dikkate alınması gerekir.
Kısacası, yeni yüzyılda, 20. yüzyılda gelinen noktanın ve beşeri kazanımların gerisine düşmeyecek bir anlayışın kabulü ve hayata geçirilmesi zorunludur. Aynı şekilde, insan hakları politikaları, uluslararası çıkar çekişmelerinin ve siyasi manevraların dolgu malzemesihaline dönüşmemelidir.
Tabii bütün bunlar, ancak küresel sorumluluk ve hakkaniyet temelleri üzerinde yükselengerçekçi insan hakları politikaları geliştirmekle mümkündür. Bizim, Türk Milliyetçileri olarak temennimiz, böyle bir insan hakları yaklaşımının, bütün insanlığın ortak yararına hizmet edecek bir "küresel düzen"in belkemiğini oluşturmasıdır. Bunun dışındaki herhangi biramaç ve çaba, en iyi ihtimalle büyük devletlerin ve uluslararası örgütlerin kendi "vicdanlarını rahatlatma" girişimleri olarak kalacaktır. Bu süreçte, dinler ve din alimleri de insanlığın gelişimine çok önemli katkılar yapabilir.
Bu sebeple dinlerin rekabetine değil, dinlerin küresel dayanışma ve hoşgörüyü teoridenpratiğe geçirecek çabalara öncülük etmesine ihtiyaç vardır. İnsanlığın, zaman zaman karşılaşılan ırkçı ve bölücü faaliyetler ile yeni haçlı seferi zihniyetlerini tamamen mahkûm ederek tarihe havale etmesi zorunludur.
İnsanoğlunun vereceği kararların ve göstereceği çabaların sonucu, yeni bir ortaçağın şekillenmesine hizmet etmemelidir. Diğer bir deyişle, yeni çağ, din savaşlarını, etnik kavgaları ve adaletsizliği ifade eden "yeni bir ortaçağ" olmamalıdır. Biz bu konuda geleceğin bizi haklı çıkartmasını istemiyoruz. Bilakis insanlık adına yanılmak istiyoruz.
İki somut öneriyi dile getirerek, 21. yüzyıla ilişkin görüş ve değerlendirmeleri tamamlamak istiyorum. Bu çerçevede dikkatleri, tekrar bütün ilgisini, insanlığın ortak yararı ve gelecek kuşaklar üzerine yoğunlaştırmış bir küresel ahlâk anlayışının ve yeni bir sorumluluk bilincinin gelişimi ve kurumlaşması meselesine çekmek istiyorum. Çünkü, genetik biliminin, insan hayatını yeni belirsizlikler boşluğuna terketmek ihtimalini de gündeme getiren baş döndürücü gelişimi, bunu zorunlu kılmaktadır. Bu amaçla hizmet verecek bir "Uluslararası Bilim ve Teknoloji Denetçisi"ne ihtiyaç artmış bulunmaktadır. Böyle bir oluşumu inşaetmek ve yaşatmak çok zor olsa bile denemeye değerdir.
Benzer şekilde, ekonomik faaliyetlerin ulaştığı seviyeyi göz önüne aldığımızda insanı veinsanlığı koruyacak başka önlemlere de ihtiyacımız olduğu görülecektir. Tüketici haklarını gerçek kılmak bu açıdan çok önemlidir. Tüketici haklarının uluslararası güvencelere vekurumlara kavuşması, bugün insanlığın önünde yeni temel görevlerden biri olarak durmaktadır. Bilinmelidir ki, insanoğlunun, küreselleşme sürecinin kölesi değil, efendisi olmasının yolları bellidir. Bu yollar, insanlığın müşterek gayretleri ve duyarlılıkları ile keşfedilmeyi beklemektedir.

Dr. DEVLET BAHÇELİ: "IN THE 21ST CENTURY, THE TWO KEY NOTIONS: DEMOCRACY AND NATIONALISM"

We are facing a "global climate", where fierce competition and cooperation, hope and hopelessness, chaos and organisation are separated by fine lines.
Therefore, a widespread global understanding and an ethical sense of responsibility have become essential.
Today, apart from the spreading of new technologies, values like human rights, democracy and market economy are welcomed with respect all over the world.
All this is promising a golden future for humanity - apparently at least.
This is one of the aims and claims on the global plan of Turkish nationalists.
Borders are slowly disappearing in the circulation of information and capital, but the same is not true of people and products.
This is a sign that the arteries of globalisation are getting clogged.
Kofi ANNAN declared the 21st century to be the century of human rights. That shall nothappen automatically.
There are three complementary ways of achieving this. First, the globalisation process should become fair and human. Secondly, technological means should be used for the common interests of all human beings. Thirdly, individual rights and liberties. should not limit human rights.
I propose that an international body should be founded to act as the "Auditor of Scienceand Technology".
Similarly, there will also be a need for other measures to defend the human beings in anenvironment of high economic activities.
The ways of making the human being the master rather than the slave of globalisation are self-evident.

# # # # # # # #