AYŞEN LAÇİNEL
Eğitimci-Yazar


GENÇ DÜŞÜNCE

VIZ GELİR

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor,kendisini sevilmeye layık görmediği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor; reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin değerini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için..." W. Shakespeare
Korkmanın ne demek olduğunu herkes bilir. Cesur olmak korkuyu bilmeye rağmen vazgeçmemek ve kararlılıkla yola devam etmektedir.
Herbirimizi bugüne getiren yaşadıklarımızdır. İyi kötü deneyimler, acı tatlı anılar. Aslolanşu an ve herşey şimdilik. Öyleyse neden korkayım ki? Kaybetmekten mi? Reddedilmekten mi? Unutulmaktan mı? Ölmekten mi? Belki de anlaşılamamaktan, ihanete uğramaktan...
Oysa ki korkunun ecele faydası yok. Temel iyi insan olmak, iyi işleri iyi şekilde yapmak yarar gütmek ve pozitif enerji yayabilmek.
Farklılığınızı, sizi siz yapan özelliklerinizi görmüş, bunu işinize yansıtmışsanız, yaşam şekliniz, olayları karşılayışınıza hayatta sağlam bir duruşunuz var demektir.
Lider doğru iş yapan, yönetici verilen işi doğru yapan kimsedir. Ben herkesin kendi serüveninin lideri olması gerektiğine inanıyorum. Herhangi bir konuda ister özel ister iş istersesosyal alanda masaya oturabilmek için birşeylere sahip olmalı insan. Masaya oturmak, uzlaşmak, memnunluk yaratacak alışveriş için tarafların biraraya gelmesi demek.
Benim bir gücüm, özelliğim olmalı ve bu diğer tarafları da ilgilendirmelidir ki masaya oturabilelim.
Adaletli olabiliyor, akılcı yaklaşıyor, zaaflara yenik düşmüyorsak, sevgiye, dostluğa, vefaya inanıyor ve bundan taviz vermiyorsak, eh bir de çalışkansak zaten güçlüyüz. Kazanmak ya da kaybetmek, kimin umurunda? Yaşamak, kendine yakışır yaşamak. Tehditler,korkular, riskler var. Olsun! Vız gelir.

GÜNAYDIN

Bu yıl yine hedefler, istekler var içimde. Şu ana kadar ki yaşam serüvenimde isteklerimin gerçekleştiğini görüyorum. TV programcısı olmak, sunuculuk, okul müdürlüğü, köşe yazarlığı çok şükür. Demek gerçekten birşeyi çok isterse insan ve çalışır uğraşırsa, vazgeçmezse isteği oluyor. İlk defa bu yıl yeni bir hedef koymadığımı, daha sakin olduğumu görüyorum. Ama yaşanacakları kim bilebilir?
Peki şimdiden sonra ne var? Daha popüler bir TV kanalında program yapımcılığı ve sunuculuğu, daha sık periodlarda yazılar, okul müdürlüğü kariyerimde ilerleme, üyesi olduğum sivil toplum örgütlerinde aktif çalışmalara devam etme... Bunlar böyle uzayıp gider.
Durmak, beklemek, sabretmek de önemli. Sabretmek demek razı olmak anlamında değil. Razı değilim tabii ki. İstemediğim ortamlara, istemediğim insanlara, koşullara hiç razı değilim. Razı olmamak yetmez. İsteklerimin yerine gelmesi için yapacaklarım da olmalı. Kimim? Neyim? Neredeyim? Ne istiyorum? ve Ne istemiyorum?
Bazen bazı durumlarda istemediğimizle istediğimiz çakışır. Ya da istediğimiz, istemediğimizi de kabul ettirmeye çalışır. Duygularla mantığın, akılla aşkın çelişmesi yaşanır bazen; allak bullak olursunuz. Tam evcilleştiğiniz sanılırken, o da ne? Şaha kalkarsınız ve yine dört nala koşarsınız özgürlüğe. Kimileri aşk adına, kimileri yaşam mücadelesi diye, sizebazı şartlar da getirirler. Bu böyle olsun ama bu koşullarda aksi mümkün değil derler. Bazen iş yaşantısında bazen sevgi dünyanızda (özel alanda) ilkelerinizden ödün isterler. Ne de olsa istekleriniz oluyor ama şartlar var. Ne zordur bu durumlar.
Doğru iş, yanlış işyeri. Gerçek aşk ama yanlış zamanda gibi.
İşte bu durumda durmak, biraz beklemek diyorum. Ne kadar? Nereye kadar? O size kalmış. Belki akılla çelişmeyen, aşkı bulana belki hem doğru iş hem doğru işyerinde alana kadar. Zor mu? Olsun. Mümkün. Razı değilim işte. Yine de şimdilik yaşayacaklarım var. Çelişse de aklımla daha yaşanacak anlar, görülecekler var.
Böylesine büyük bir geçiş döneminde, taşlar henüz havadayken yerini bulmak, yer göstermek kolay değil.
Aklıma bir Fransız şairin hayata dair şiiri geliyor. Mustafa Kemal ATATÜRK, yaveri SalihBey'e yolladığı mektupta yazmış ve "sen yaşamı nasıl anladınsa ona göre olanı benimse" demiş. İşte şiir:

Yaşam kısadır,
Biraz rüya, biraz aşk
Ve sonra
Günaydın

ya da

Yaşam boştur
Biraz kin, ceza
Biraz boşuna umut
Ve sonra
İyi geceler...

Siz de istediğinizi seçin.

O ASLINDA NE DİYOR?

Söylediklerinin doğru olup olmadığını, duruşuna, hareketlerine bakarak anlayabilirsiniz. "Sana inanıyorum" derken elini yüzüne, burnuna mı götürüyor? Üzülmeyin ama eğer öyleyse samimiyetine inanmayın.
Karşınıza geçmiş ve ellerini mi kavuşturmuş? Demek ki savunmada içe dönük. Onu açmanız gerekiyor, yumuşak olun.
Karşınızdaki kişi, sizinle konuşurken kulaklarına mı dokunuyor? Hımm sizi seksi bulmuş. Sevdiğiniz kadın saçlarıyla oynuyor, ya da kulak arkasına mı alıyor saçlarını sık sık! Yoksa bir de ayak ayak üstüne atmış, ayak bileğini mi oynatıyor konuşurken? Sizi beğenmişve birlikte olma isteği duyuyor anlaşılan.

Ağlasam,
Sesimi duyar mısınız mısralarımda?
Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum, herşeyi söylemek mümkün.
Epeyce yaklaşmışım,
Duyuyorum,
Anlatamıyorum.

Orhan Veli mısralarında "sözcükler yeter mi anlatmaya?" diye soruyor. Acaba sözsüz iletişim için ne derdi? Pek çok yerde okuyor, duyuyoruz. Son günlerin modası; "vücut dili", "beden dili", "body language", "sözsüz iletişim" gibi tanımlarla haşır neşiriz.
Gerçekten de bazen kelimelerle anlatamadığımız bedenimizi kullanışımızla ifade edilebiliyor. Sözcüklerle karşımızdakini kabul ettiğimizi anlatırken tavır ve davranışımız, oturuşumuz, jest ve mimiklerimiz bambaşka anlamlar verebiliyor. En tehlikelisi de bu zaten. Görünüşümüzün söyledikleri, ağzımızdan çıkanlarla çelişiyorsa ortama kendimize nasıl hakim olur? Nasıl yönlendirebiliriz? Daha da doğrusu ne kadar inandırıcı oluruz? Artık işadamları, yöneticiler, özellikle politikacılar "beden dili" dersleri almaya ihtiyaç duyuyorlar. Bazen kasıtlı olarak takındığımız tavırlar, bazen hiç farkına varmadan yaptıklarımız. Davranışlarımız aslında bilinçli yapıldığında bizim için bir güçtür. Yeter ki ne istediğimizi bilelim.
En önemlisi gözler. Bir de içtenlik. Gülmesini bilmek, bakmasını bilmek kadar önemli. Hani derler ya "gözlerinin içi gülüyor" diye. İşte öyle bir şey bu sözsüz iletişim.

HERŞEY "ŞİMDİLİK"

Geçtiğimiz hafta Sabah Gazetesi'nde Çin düşünürü Lao TZU zamanında geçen ve LaoTZU'nun sık sık çevresindekileri anlattığı bir hikaye okudum.
Benim hep söylediğim "şimdilik" lafına çok uyuyor. Ne olacağını kim bilebilir ki? Her şeyşimdilik. Fazla söze gerek yok. İşte hikaye:
Efendim köyde yaşlı bir adam varmış. Çok fakir. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir atı varmış ki, kral at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.
"Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?" dermiş hep.
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.
Köylü ihtiyarın başına toplanmış.
"Seni ihtiyar bunak. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler. İhtiyar "Karar vermek için acele etmeyin" demiş. Sadece "At kayıp" deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasınınnasıl geleceğini kimse bilemez."
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendine. Dönerken de, vadideki12 atı peşine takıp getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler. "Babalık" demişler. "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var."
"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin henüz ne getireceğini bilmiyoruz. Budaha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikiryürütebilirsiniz?"
Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan açığa ama, içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler.
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara...
"Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler.
İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acabane kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle elisilah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceği ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. "gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer."
"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatle tamamlarmış, etrafına anlattığında: "Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıldüşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."



# # # # # # # #