SİVRİ SİNEK SAZ - Av. TALAT METE



BİZ OLİGARŞİ'Yİ SEVİYORUZ ARKADAŞIM...

Geçtiğimiz günlerde, Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet SEZER'in bir resepsiyonda, ülkemizde uygulanmakta olan demokrasi ile siyasi partilerimizin ilişkisine değinip, "demokrasiye siyasi partilerden başlamalı" veya bu anlama gelen düşüncesini satır başıyla açıkladığında anında olumsuz karşı tepki siyasi partilerden geldi. İşin ilginci tepki sanki düşünceye değilmiş de düşüncenin açılış biçimi ve mekanınaymış gibi sunulmak istendi. Bizde bunu yuttuk. Sanki toplum, siyasi partilerimizin iç işleyişindeki demokratik anlayıştan bihaber.
Hatta genel başkan yardımcılarından biri, "Unutmasın; Cumhurbaşkanı'nı Parti Başkanları seçti" diyerek, siyasi partilerimizin iç işleyişindeki demokrasiyi açıklamış oldu.
Aslında bilinen birşeyi, siyasi partilerimizdeki "lider ve yandaşları oligarşisi"ni deklare etmiş oldu. Bunda ne var diyeceksiniz. Herkesin bildiği birşey. Evet herkesin bildiği bu gerçekte kimsenin farkında olmadığı birşey var. Biz toplum olarak "oligarşi"yi seviyoruz arkadaş!...İçimizden atamadığımız, vazgeçemediğimiz, padişahlıktan geldiğimizden olacak, sanki kalıtsal, gizli bir sevgi bu!...
"Çok küçük bir azınlığın, özellikle de ayrıcalıklı bir hizbin despotik iktidarı" olarak tanımlanan oligarşiyi (AnaBritannica cilt 24, sahife 174) sevmemiş olsaydık, siyasi partiler dışında yönetimlerini seçim sonucu oluşturan tüm sivil örgütler, dernekler, meslek kuruluşları, sendikalar vs. ile toplumumuzu bilgilendirmeye, hatta yönlendirmeye çalışan yazılı ve görsel basının Cumhurbaşkanımıza destek vermesi gerekirdi. Oysa öyle olmadı. Tam demokratikleşme mücadelesi vermeye çalıştığını zanneden toplumumuzun hiçbir örgütlü gücü bu tespite destek vermedi.
Demokratik siyasi hayatımızın vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerimizin ise Cumhurbaşkanının düşüncesine karşı çıkması doğal; tersi olsa şaşarım. Siz dünyanın hangi gelişmiş, çağdaş demokratik ülkesinde seçilmiş il ve ilçe başkanlarını kafasına estiği zaman görevden alan, delegelerini memur atar gibi seçtiren, milletvekili adaylarını vali tayin eder gibi kendisinin istediği ilden aday gösteren, partisine seçim kaybettirdiği ve oy oranını düşürdüğü halde yerinde kalabilen siyasi parti genel başkanı ve yardımcıları görebilirsiniz? Asla göremezsiniz.
Ülkemizde bu konuda sadece bir parça, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) hakkını yememeliyiz. Diğer siyasi partilerin tamamında "lider ve yakınları oligarşisi" mevcuttur. Aksini söyleyebilen beri gelsin. Siyasi partilerimizin üye kayıt sistemlerinden tutun, yönetimlerinin her kademesi için yapılan seçimlerin hiçbir bölümünde, parti içi demokrasi uygulanmaz. Hal böyle olunca siyasi parti memurları diyebileceğimiz milletvekillerinden oluşan parlamentonun ülkemizde genel anlamda çağdaş demokrasiyi nasıl oluşturacağını bilen varsa açıklasın.
Geçtiğimiz sonbaharda derginin 47.sayısında, bu köşede "bir dilekçe de sizden" başlıklı yazımda, kısaca "lider hegemonyasını sürdüren, siyasi partiler yasası", "çağdışı dayatma bir anayasa", "engelli bir seçim yasası", "yasaklarla donatılmış dernekler yasası" var oldukça demokrasinin önünün açılamayacağını belirtmiştim.
Şimdi şunu söylemek istiyorum. Mevcut siyasi partilerimiz ve onların parlamentodaki temsilcileri ile önü tıkalı demokrasimiz çağdaşlaşamaz. Kendilerini genel başkanlarının atanmış memuru gibi hisseden ve gören milletvekillerinin genel başkanlarına rağmen farklı düşünüp, yasa değiştirme ve yeni yasalar oluşturma iradesini ortaya koyabileceklerini düşünmek, olsa olsa ancak saflık olur. O halde iş, hakimiyetin kayıtsız şartsız sahibi millete yani topluma düşüyor. Tüm sivil örgütler, meslek kuruluşları, yazılı ve görsel basın toplumla birlikte, demokratik bir platform oluşturarak, çağdaş demokrasi için taleplerini ortaya koymalıdır. Bu baskıya dayanabilecek siyasi parti düşünemiyorum. İşte o zaman gizli aşkımız oligarşi sevgisini içimizden atabiliriz.

CEZAEVİ GERÇEĞİ

Ülkemizde affın neden sürekli gündeme geldiğini hiç düşündünüz mü bilmiyorum. Bir yılı aşkın bir süredir çıktı çıkacak, meclis uzlaştı uzlaşacak derken, cezaevi isyanları, ölüm oruçları gırla gidiyor.
Aslında ben de örnek vermekten bıktım ama gelişmiş ülkelerde Genel Af diye bir olayı duyamazsınız. Çünkü af kolay verilecek bir karar değildir. Bir sürü boyutu var. Şimdi biz affı meclise bırakarak cezaevlerine dönelim. Cezaevleri, toplumsal kurallara karşı gelmiş yani suç işlemiş insanların, rehabilite edilerek tekrar topluma kazandırılacağı yerlerdir.
Çocuklar için ıslahevlerini de böyle düşünmekteyiz.
Çağdaş ülkelerde suçun karşılığında ceza alan kişi dört duvar arasına konur ve burada tekrar topluma kazandırılması için psikolojik eğitimden tutun, iş becerisi edinmeye kadar bir dizi eğitime tabi tutulur ve tutulmalıdır.
Basit suçlardan hafif ceza alanlar mahkumiyetlerini, bacaklarına bağlanan elektronik bir aygıt ile evlerinde çekerler. Sınırlı bir alan içerisinde kalarak hareket kabiliyetleri kısıtlanan bu kişiler, özgürlüğün kıymetinin daha çok farkına vararak davranışlarını uyuma getirirler.
Bize geldiğimizde, bırakın rehabilite etmeyi şu ya da bu nedenle cezaevine düşenler, yeniden ve farklı suçlar işlemeye potansiyel aday konumunda dışarı çıkarlar. Hüküm giymiş kişileri, turşu kavanozuna domates doldurur gibi küçük odalara tıkıştırırsanız ve hele işlenen suçlara göre mahkumların mekanlarını ayırmazsanız, kader kurbanı denilenlerin dahi cezaevlerinden çıkınca ne hale dönüştüklerini sürekli izliyoruz.
Son 20 yıldır "her konuda reform gerekli" deriz ancak bir türlü gerçekleştiremeyiz. Mevcut düzensizlikten çıkar elde edenler mi engeller, yoksa beceriksiz miyiz? Ya da daha kötüsü birbirimizi mi kandırıyoruz? Cezaevleri reformu da böyle.
Her taraf dolu, devlet neredeyse apartman kiralayıp cezaevine dönüştürecek noktaya geldi.
Biran evvel çıkarın bu genel affı ve insanlar yeniden içeri girene kadar cezaevlerini düzenleyin artık.

# # # # # # # #