ÖZDEM SANBERK
Genel Direktör
General Director


OZAN CEYHUN
Avrupa Parlamentosu Milletvekili
Member of the European Parliament


Türkiye'nin Avrupa Birliği Yolunda Kopenhag Kriterleri'nin Rolü

Heinrich Böll Vakfı tarafından düzenlenen "Türkiye'nin Avrupa Birliği Yolunda Kopenhag Kriterleri'nin Rolü" konulu toplantısına katılan Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Başkanı Özdem SANBERK ve Avrupa Parlamentosu Milletvekili Ozan CEYHUN bu konuda Avrupa Parlamentosu'nun eğilimini dile getirdiler.

Özdem SANBERK

Türkiye 1987 yılında AB'ne bu müracaatı yaptığında geleneksel politikanın bir anlamda yeniden teyidi sözkonusu oldu. Neydi bu? Türkiye'yi politik bakımdan çoğulcu, ekonomik bakımdan pazar ekonomisine dayalı yani serbest teşebbüse dayalı fakat sosyal bir içeriği olan, kültürel bakımdan zengin çeşitli fakat vicdan özgürlüğüne dayalı ve stratejik bakımdan Atlantik İşbirliği çerçevesinde bir AB'ne katılmaktı. Bu aslında T.C.'nin 1923'den bu yana süregelen politikasının temel öğelerine de uyuyordu. Bu müracaat yapıldığı zaman soğuk harp dönemiydi. 1989'dan sonra koşullar değişti. S.S.C.B. dağıldı, Avrupa'da köklü değişiklikler oldu. Bu müracaatın arka planına yeni jeo-stratejik çerçeve içinde bakmak yararlı olur. T.C. artık Avrupa'nın güney kanadında bir ülke olmaktan çıktı, üç kıtanın kesiştiği yani Avrupa eski S.S.C.B. ve Ortadoğu'nun kesiştiği bir yerde bulunuyor ve bir de Akdeniz boyutu var. Tabii bu durum müracaatın şeklini ve içeriğini de değiştiren sonuçları da beraber getirdi. Herşeyden önce T.C.'nin ekonomik bakımdan güçlü, siyasi bakımdan istikrarlı, laik, demokratik çoğulcu, temel hak ve özgürlüklere dayalı, sivil topluma dayalı bir demokratik rejime sahip bir ülke olması hem bölgenin istikrarına hem de AB'ne bir katma değer oluşturur. Aslında demokrasinin tarifini bulmak zor. Çünkü demokrasi, yaşayan bir mahluk. Bugün demokrasiyi bu şekilde tarif edebiliriz, bundan bir süre sonra bu tarifimizin yetersiz kaldığını görürüz. Evrensel bir değer olan demokrasinin AB'nin içerisinde dahi, hem uygulama hem de anlayış bakımından çeşitlerini görüyoruz. Ama demokrasinin bir kültürü var, yani demokratik değerler diye bir de kavram var. Bu değerler Aristo'dan beri ele alınmış.
Demokratik değerlere sahip bir insan bugün için başkalarına güvenen katılımcı, özgürlükçü, hoşgörülü, uzlaşmacı, itidalli, aşırılıktan uzak, yasal otoriteye karşı eleştirel fakat reddedici olmayan bireydir. Bu bireyler topluluğunun oluşturduğu bir devlet, bir millet, bir ülke herhalde demokratik kriterlere uymakta büyük zorluk çekmeyecektir. Ama işler ne bizim ülkemizde ne de AB'nin en önde gelen ülkelerinde böyle değil. Zaten böyle olmadığı için deminden beri bahsettiğimiz bu özgürlükler ve olgulara uyulmasını teminat altına alan kurumlar kurulmuştur.
Türkiye kurucu üye olarak Avrupa Konseyi'nin içerisinde yer alıyor fakat birçok sözleşmeye katılamaz durumda kalmış. Ama sonradan giren eski demirperde ülkeleri bu sözleşmeleri teker teker kabul etmeye başladılar. Türkiye onların gerisinde kaldı. Avrupa Konseyi'ne uyum aslında bizim Hukuk Devleti ibaresini taşıyan Kopenhag Kriterleri'ne uymamız için çok önemli bir atmosfer. Bu yönde Türkiye'nin adım atması bence doğru bir yol olur ve bu o kadar zor değil. Mesela idamın kalkması konusunda bir tek biz kaldık, öteki ülkelerin hepsi kabul etti. Ama azınlıklarla ilgili bir sözleşme var. Henüz Fransa da kabul etmiş değil. Demek ki orada adımlar atmak çok önemli. Bunun ötesinde, yıllardan beri Türkiye'de hukuk devleti meselesi çok büyük tartışma konusu oldu. Şimdi T.B.M.M.'de kanunların çıkmasıyla ilgili karar aşamasındayız. İnsan hakları alanında 1 yıl içerisinde 5-10 yıllık aşamaları gerçekleştirdik. Helsinki'den önceki 1 yıl içerisinde DGM'lerin sivilleştirilmesi, insan hakları eğitimi, işkence cezalarının artırılması, basın affı, memurların örgütlenme faaliyetlerine izin, OHAL'in daraltılması, kamu görevlileri hakkında tahkibatın kolaylaştırılması, kamulaştırma faizlerinin artırılması, Avrupa Konseyi ile işbirliği halinde polis eğitimi atılmış olan somut adımlardır. Yapılmayan, atılmayan adımlar da var Mesela siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıran Yeni Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu, Yeni T.C. Kanun Tasarısı, Medeni Kanun Tasarısı, Cezaların İnfazı Hakkında Kanun Tasarısı v.s. henüz gerçekleştirilmeyen, beklemede olan işler.
Kısaca Mevzuat Uyumu ve Kurumsal Yapılaşma meselesine geçmek istiyorum. Türkiye'de kurumsal yapılaşma, Cumhuriyet tarihinde çok önemli aşamalardan geçti. 1923'de devrimlerin temelinde yatan medeni kanundan tutun birçok kanunları aldık. 1980'de Türk ekonomisi dünya rekabetine açıldığı zaman, ekonomik alandaki kurallarımızın uyumu dönemini yaşadık; 1987'deki tam üyelik müracaatından sonra ve GB ile ilgili olarak o dönemde bazı uyum çalışmaları yapıldı. Sorun ekonomik kriterde. Türkiye serbest pazar ekonomisine geçmiş, kurallarıyla işleyen bir serbest pazar ekonomi düzeni var, aksaklıklar olabilir ama rekabete dayanıklı bir ekonomimiz var. GB kabulünden sonra bunu da beraberce yaşıyoruz. Bir de makro ekonomik yönetim var. Türkiye makro yönetimde IMF ile anlaşma yapmış. Eğer programı Türkiye başarılı olarak uygularsa zaten ekonomik kriterlerin büyük bir kısmına uyum sağlam iş oluyor. Avrupa'da bir de sosyal devleti koruma meselesi var. Bunu sosyal demokrat partilerin dile getirmesi lazım.
Böyle bir sosyal dampinge dayalı düzeni Avrupa kabul etmez. Bu da üstünde durmamız gereken bir konu. Ekonomide de sistemi kaosa döndürmeyecek bir düzen kurmalıyız yani sistemin içinde kaosa dönüştürecek tohumların olmaması lazım. Kendi içinde uyumlu, ahenkli işleyen, normal çalışan bir sistem olması lazım. AB'nin bakacağı aslında şu: Biz iç huzuruna kavuşmuş bir ülke durumuna gelecek miyiz? Çağdaş dünyada modern bir devlet olarak birbirimizle barışık yaşıyoruz diyebiliyorsak o zaman AB'nin bize fazla bir dayatması olmaz. Aslında bunu dayatma olarak görmek de yanlış. Çünkü ben bunu bir kurallar dayatması olarak görüyorum ama bizim bazı kanunları değiştirmemiz gerekiyor ki o sisteme uyalım. Biz bir kulübe gireceğiz, oranın da yazılı bazı kuralları var ama yazılı olmayan kaideleri de var bu da uygulamayla alakalı. AB'ne baktığınızda gerek insan haklarında gerek hukuk devleti, gerek demokrasi uygulamalarında bir örneklik görmüyoruz. Anayasa sistemleri tamamen farklı ama bir evrensel değere oturuyor.
İngiltere gibi demokrasinin beşiği olan bir ülkede seçimle gelmeyen bir yasal organın varlığını görüyoruz: Lordlar Kamarası. İngiltere'deki demokraside, bir hukuk devleti olarak yasal olmayan bir organ da görev yapabiliyor. Yine İngiltere'de ne yargı denetimine ne yasal denetime tabi olmayan bir polis yönetimi vardır. Polis teşkilatının başında bulunan kişi görevinin ifasından dolayı parlamentoda sorguya çekilemez.
Bizim ülkemizde böyle bir şey olsa "evvela bunu düzelt öyle gel" derler. İngiltere'de demokrasi süzülerek gelmiş ve bu kurumlar da bu noktaya ulaşmış. Ama işleyen bir demokrasisi olduğu için bu uygulanıyor. İngilizler bunun böyle kalmasını düşünmüyorlar. Azınlıklara değinmek gerekirse azınlıkların korunması aslında bizim kendi anayasamızın da bir gereği ve insan olarak hepimizin de zaten yapması gereken bir şey. Mesele azınlığın tarifinde yatıyor. Ülkelerin hepsi evrensel yönetmelikler içersinde kendi anayasalarında, kendi kanunlarında, kendi imzaladıkları anlaşmalarda tarif etmişlerdir. Türkiye'nin burada büyük bir sorunla karşılaşacağını zannetmiyorum. Yeter ki meselenin ne olduğunu çok iyi anlayalım.

ÖZDEM SANBERK: "THE ROLE OF THE COPENHAGEN CRITERIA ON TURKEY'S WAY TO THE EUROPEAN UNION"

Although Turkey takes its place on the European Council as a founding member, it still has several treaties to sign_ I think that it would be right for Turkey to take some steps in this direction, and it should not be very difficult to do so. For example, we are the only country where capital punishment still exists_In the field of human rights, we made 5-10 years' progress within the year before Helsinki_ There still remains steps to be taken, like, for instance, making it legally more difficult to close political parties_ We experienced periods of economic adjustment in 1980, when our economy was opened to international competition, and after 1987, when we applied for full membership_The problem lies in the economic criteria_ If, at the macro economy level, Turkey is successful in applying the IMF program, it will automatically have adjusted its economy to most of the criteria. In Europe, there is also the issue of protecting the social state. This issue should be brought up by the social democrats_ In economy, too, we must establish an order that will not turn the system into chaos_Shall we become a country of internal peace? That is what the EU will be looking for_ As to the minorities, their rights are also protected by our constitution_ The problem lies in the definition of minority_ I do not expect Turkey to encounter major problems in this issue, so long as we understand exactly what the issue consists of.

Ozan CEYHUN

Kopenhag Kriterleri'nden söz ederken, AB Türkiye'den ne bekliyor diye soruldu. Ben AB adına konuşma yetkisine sahip değilim, ben Avrupa Parlamenteriyim ve daha çok Avrupa Parlamentosu çerçevesinde, temsil ettiğim kurum için, AB adına yorumlarda bulunabilirim. AB adına detaylı konuşma yetkisi bence şu anda PRODI veya VERHEUGEN'dadır.
Ben Helsinki Kararlarını desteklerken hala Helsinki kararlarına inanan bir milletvekili olarak mücadele ederken; hatta Ermeni tasarısının teklif edilirkenki şekliyle teklif edilmemesi için çabalayan çok sayıda kişiden sadece biriyken, düşündüğüm tek şey vardı; sadece Türkiye'nin bu yaşadıklarını haketmediği.
Türkiye denince aklıma Susurluk çeteleri geliyor, ama onlar için yapacak bir şey yok. Alman polisinin de bazen insan dövdüğü oluyor; hesabı soruluyor, yani hukuk devleti olarak anılan bu ülkede de devlet memurları hata yapıyor ama orada hakimler var, mahkemeler var. Bizim de ayıplarımız var, bunlardan dolayı üzerimize düşen ev ödevlerimiz var, Almanya da da, Fransa da da, Danimarka'da da yaşayan Türk işçilerine yönelik düzeltmemiz gereken çok konu var. Bunlar bizim görevimiz ve yapmak zorundayız. Ama bu ayıplarımız, Türkiye'nin ayıplarını örtmek için kullanılmamalı. Genelde Türkiye'yi temsil eden kişilerle masa başına oturduğumuzda, Türkiye'deki işkence ve Kopenhag Kriterleri sözkonusu olduğunda hep cevap olarak; Almanya'da da polis insan dövüyor, vs...söyleniyor. Biz de bu açık yanlarımız olduğunu bilip bunları yok etmeye çalışıyoruz ama bunlar Türkiye'nin mazereti olmamalı...
Kopenhag Kriterleri konuşulurken üzerinde durmak istediğim bir konu var. Türkiye'de nedense hep anlatılan şu: Avrupa istiyor diye biz yapmayız. Yani Türkiye Cumhuriyeti bir devlet olarak vatandaşlarına normalde sunması gereken bu hizmetleri yalnızca AB üyesi olmak için mi verilmeli.
AB Türkiye'nin umurunda bile olmayabilir. Bu yükümlülükler bir ülkenin vatandaşlarına olan borcudur. AB bir yana bu kriterler bir devletin uygulaması gereken normal kriterlerdir.
Almanya'daki iki konservatif parti karar aldılar ve Türkiye'nin AB'ye katılması düşünülemez dediler. AB düzeyinde belli büyük bir grup benim kabul edemeyeceğim ve onaylayamayacağım nedenlerden dolayı zaten dünyanın en demokratik ülkesi olabilecek, belki de Almanya, İtalya ve Fransa'ya model olabilecek bir Türkiye'nin bile AB üyesi olmasına karşılar.
Türkiye'nin bir tek şansı var o da Avrupa solu ve onlarla ittifak olan liberaller. Bu ittifak Almanya şansölyesi KOHL'den sonra gelen SCHRODER'in öncülüğünde, AB'nin Hristiyanların birliği değil, başka normlar altında bir araya gelen çağımız insanlarının, o insanların seçtiği hükümetleri oluşturan temsilcileri ve onların devletlerin birliği olduğu inancında olduğu için Türkiye'nin Helsinki kararı gündeme geldi.
Eğer Fransa ve İngiltere'nin sosyalist başbakanları ve Almanya'nın sosyal demokrat şansölyesi SCRODER, Almanya'nın Yeşil Dışişleri Bakanı FISCHER bu inançta olmasalardı bugün biz hala Lüksemburg'da olacaktık. En önemli nokta; eğer Türkiye gerçekten AB'ye girmek istiyorsa, Türkiye'yi temsil eden bakan konumundaki kişiler kendi iç politika hesaplarıyla Avrupa kapılarına gidip de fotoğraf çektirmiyorlarsa, gerçekten amaçları AB üyesi olmak ise o zaman Türkiye bu sol ittifakla bir uzlaşma gerçekleştirmelidir. Siyasi kriterler alanında çok sorunumuz var. AB düzeyindeki Avrupa Parlamentosu'nun her ne kadar fazla ciddiye alınmasa da, ciddiye alınması gereken Türkiye açısından en önemli rolü, ister konsey, ister komisyon Türkiye'nin AB üyeliğinden yana olsunlar nihai karar Türkiye'de öcü olarak görülen Parlamento tarafından verilecek ve bu Parlamento da; örneğin Ankara'da tutuklu bulunan Leyla ZANA'ya ödül vermiş.
Türkiye bu kurumu ciddiye almak zorunda; Türkiye bu kurumun içindeki sosyal demokratları, yeşilleri, liberalleri ve komünistleri kazandığı oranda AB yolunda öne doğru adım atma şansına sahip. Bunlar idam cezasının kalkmasını istiyorlar, Milli Güvenlik Kurulu'nun zamansız yere kullanılmamasını istiyorlar. Belli görüşler dile getirilirken Türkiye'de kimseyi yaralamadan, bakın biz öğretmeniz size öğretiyoruz havası yaratmadan, eşit konumda olan insanlar olarak bu diyaloğu sürdüren parlamenterler olarak konuşmasını da öğreniyoruz, bunlar bizim de sorunlarımız.
Avrupa Parlamentosu, Helsinki Kararları'nı çıkarırken de çok şey öğrendi ve hala da öğreniyor, hala hatalar da yapılıyor. Türkiye'nin üzerine düşen görevler çok fazla; eğer Türkiye Avrupa Parlamentosu'nu kazanmak istiyorsa, bu Parlamento'nun kendine düşman olmadığını kabul etmeli; Avrupa Parlamentosu'da en radikal solcusundan en ılımlı sosyal demokratına kadar demokratik alanda atması gereken adımları atan, en az kendi ülkelerimizde olduğu oranda hukuk devletine varmış bir Türkiye'ye karşı çıkacak sol cepheden bir insan tanımıyorum ama yeter ki önce bu insanlar birşeyler yapıldığını görsünler.
Helsinki'den bu zamana kadar Kopenhag Kriterleri açısından meseleyi ele alacak olursak çok güzel cevaplar veriliyor. Ama öte yandan bize söz verilen birtakım olayların gerçekleşmediğini görüyoruz.
Bu değişimlerin hemen yaşanamayacağını da biliyorum. Ama Türkiye için özel bir statü yok. Galatasaray eğer UEFA şampiyonu, ardından da şampiyonlar şampiyonu olduysa, futbolu kurallarına göre oynadığı için oldu.
Galatasaray için ne futbol sahası küçültüldü, ne ofsayt kuralları değiştirildi ne de tekme atıldığında bu faul değildir diye bir kural getirildi. Aynı kurallar Türkiye için de geçerli. Avrupa Parlamentosu açısından biz bu konuya böyle bakıyoruz.
Avrupa Parlamentosu neler bekliyor:
  • Seçim sisteminde %10 barajı olmasında sorun var
  • Düşünce ve ifade özgürlüklerinde anayasaya uymayan bazı sınırlamalar mevcut
  • Güneydoğu Anadolu bölgesinde birtakım olağanüstü durumlar devlet işleyişi açısından takdir edemeyeceğimiz sorunlar var.
  • İfade özgürlükleri açısından sorunlar
  • İşkence, kaybolma
  • Kamu yönetiminde yolsuzluk, kayırma
  • Yargı sisteminin tam bağımsızlıkta hala sıkıntıları olması
  • Silahlı Kuvvetler'in etkisi
  • Türkiye'nin sınırları kapsamında Kürt Sorununun açık ve net bir şekilde ele alınabilmesi

    AB'nin Akdeniz politikası, Ortadoğu politikası, Kafkaslar politikası, Balkan politikası açısından Türkiye'nin bir bütün olarak iyi işleyen, sorunsuz bir ülke olmasından büyük çıkarları var.
    Bizim için Türkiye çok önemli bir ülke ve bölünmesi düşünülemez. Varolan sorunların, varolan sınırlar içinde Türkiye'nin bütünlüğüne zarar gelmeden çok daha iyi çözülebileceğini biliyoruz ama bugünkü haliyle hala çözülemediğini görüyoruz.

    OZAN CEYHUN: "THE ROLE OF THE COPENHAGEN CRITERIA ON TURKEY'S WAY TO THE EUROPEAN UNION"

    is one point I would like to make on the subject of the Copenhagen Criteria. One often hears these words in Turkey: " We will not do anything just because Europe wants us to. "_
    Turkey might not care about the EU. But these obligations are what a state normally owes to its citizens_these are the criteria that should normally be applied by a state. Two conservative parties decided that Turkey's joining the EU was unthinkable_for reasons that I could never accept or approve of.
    Turkey's only chance lies with the European left and its liberal allies_If Turkey really wants to join the EU_if it really aims to become a EU member, then it should come to terms with them_The European Parliament learned a lot while establishing the Copenhagen Criteria, and it is continuing to learn, and it is also continuing to make mistakes. The tasks set for Turkey are excessive; if Turkey wants to win the European Parliament to its side, it must accept that this Parliament is not its enemy_We have been receiving some very good answers about the Copenhagen Criteria since Helsinki. On the other hand, we have been observing that not all the promises are kept. I am well aware that all these changes cannot take place immediately. But no special status has been provided for Turkey. When Galatasaray became the champion, it was because it played by the rules. No special rules were made. The same goes for Turkey.
    As for the EU policies in the Mediterranean, the Middle East, Caucasia and the Balkans, the EU has a great deal to gain from a united and a smoothly operated Turkey ...

  • # # # # # # # #