GENÇ DÜŞÜNCE-AYŞEN LAÇİNEL
Eğitimci-Yazar
KÜRESELLEŞME Mİ?

Epikletos der ki; "Sen istedikten sonra karga bile uğur getirir sana." Hayata, olaylara ve insanlara nasıl baktığın, nasıl anladığınla ilgili yaşananlar. Kendini kadersiz, şanssız görenler bu olumsuzluğa davetiye de çıkarıyorlar zaten. Küreselleşme rüzgarı esiyor hissedilir biçimde. İki görüş var küreselleşmeye. Biri, "Bu bir fırsattır. Ne olursa olsun yararlanılmalıdır, masada söylenenler yapılmalıdır!" diyen. Diğeri, "Küreselleşmenin zengin ülkeleri daha zengin, gelişmekte olan ülkelerinde kaynaklarının tüketileceği anlamı"na gelen bakış açısı.

Tabii her zaman olduğu gibi, siyah veya beyaz değil son yorum. Madalyonun iki yüzü var. Madalyonun tümünü görebilmek var bir de. Felsefe profesörü Teo GRÜNBERG, "İnsan bir düşünceye ne kadar inanırsa inansın yanlış olabileceğini aklından çıkarmamalı... Hata yapmazsak ilerleme olmaz; kötü olan hataya düşmek değil hatada ısrar etmek." diyor. Bir zamanlar dünyaya açılan, bürokratlarla uluslararası gezilere davet edilen Türk işadamları, girişimciler on yıl öncesinden beri duraklamaya girmiş gibiler. Dışa açılma, dünya pazarında olabilme hamleleriyle hareketlenen Türk ekonomisi arsız otlara da toprak verdi. Ama hep böyle olmaz mı? Bir yerlerde birileri iyi işler yaparken diğer tarafta fırsatçılar kendilerine çıkar sağlamaya uğraşmaz mı? İşte bu hayali ihracatçıların, köşe dönmecilerin de olduğu dönemler belki de bu temkinliliği, duraklamayı doğurdu. şimdiyse Türkiye'nin ÖZAL'lı yıllarda kendiliğinden başlamış olduğu girişimler, dünya pazarında yer alma isteği ve devamında yapılması gerekli (ama yapılmamış) siyasi, ekonomik, etik değişiklikler IMF'nin şartı olarak uygulanmak zorunluluğunda.

Hazırlıklı olunması, doğru işlerin doğru yerde ve zamanda uygulamaya konulması kadar doğal ne var? Biraz geç kalmadık mı? Olsun şimdi mecburen yapılıyor bu değişiklikler.

Küreselleşmeyi bir fırsat olarak görüyorum. Elimizdekileri bilirsek bir fırsat. Neyimiz var? Karşımızdakinin bizdekilere ihtiyacı var mı? Ya da ilgilenir mi? Cazip gelebilir miyim? İlgilenme isteği yaratabilir miyim? Karşımdakinde ne var? Bu masada oturmadaki amacımız ne? Nasıl en yüksek verimlilikte olabilir ve nasıl uzlaşabiliriz? şimdilik şartlar kimden yana? Amaca nasıl gidilir? Ne çok soru değil mi? Eee bu bir oyunsa soruların cevapları da bilinmeli ve oyun kuralına göre oynanmalı. Unutmayın her oyunun bir kuralı vardır. şimdilik de olsa. Kurallar yenilenmeden yani; mevcut kurallar geçerlidir.

Türkiye dünya pazarında "marka" yaratabilir. Üreten, "olay" yaratan farklılığını zenginlik olarak ortaya koyan girişimcilerle, varolabiliriz diyorum.



SULTANS OF THE DANCE

Dünya standardında bir eğlence & kültür merkez, yapmış Mydonose. Dansın sultanları ise ayrı bir başarı. Avrupa'dan, Amerika'dan gelen misafirlerin gururla götürüldüğü bu şov olay yarattı. Türkiye'nin dört bir yanındaki folklorik özellikler modernize edilerek müziğin, dansın büyüsüyle yoğrulmuş. Hani o gemiden inen turistleri karşılayan kılıç kalkan ekibi sonrası korkuttuğumuz misafirler şimdi modernize edilmiş folklörümüzü görüyorlar ve beğeniyle izliyorlar. Emeği geçenleri kutluyorum. Neye sahip olduğumuzu bilmek önemli ama nasıl sunduğumuz da önemli diyorum. Evrensel anlamda varolabilmek, sağlam temele, bilgiye ve sunuma bağlı. Emek veriyorsak, yılmıyorsak ve uzlaşmaya çalışıyor anlamayanları da anlayamamasından dolayı haklı görüyor ve yine de bir gün anlayabileceklerini diliyorsak; yolumuzda devam ediyorsa serüven, yaşıyoruz demektir.

Bizimle olan herkesi de yaşatıyoruz yani, izler bırakıyoruz. Hepsi mükemmel değil hatırlananların hatırlayanların. Olsun; "kabulüm", diyebiliyor muyuz hayatı? Seviyor muyuz çalışmayı, üretmeyi? Kim korkar hain kurttan? Teo GRÜNBERG, "karamsarlık korkaklıktır. Gemi nasıl olsa batacak diye kendimizi bırakırsak gemi mutlaka batar ve biz de ölürüz. Ama tehlike karşısında çaba sarfedersek gemiyi de, kendimizi de kurtarabiliriz" diyor.

Hayat çabalarla anlam buluyor. İstek, denemek ve çaba göstermek, üzmeden, üzülmeden olabildiğince keyifli çalışmak, bizi var kılan.

HAYATIN YÖNÜ İNCE BİR ÇİZGİDE GİZLİ

Anı yaşamak çok güzel. Peki hayatın bir araya gelen anlardan ibaret olduğu ve her bir anın serüvenimizin bir parçası fikrine ne demeli? Nedenini bilerek konuşan, nedenini bilerek davranan biriyseniz, hayatın anlamının çabalarda gizli olduğunu düşünüyorsanız; bunun sonrası yok, sırf şimdi var diyebilir misiniz? Yarın olacaklar, oluyor olanlar, yarını belirleyecek, yarına ışık tutacak. Kazanmak, kaybetmek umurumda değil. Ama bir şey umurumda. Neden? sorusunun cevabını bilmek. Belki sadece aşkta var, nedensizlik. Neden ben? diye sorana nedensiz sen, diyebilmek. Sen, nedensizsin ya da en azından şimdilik bilmiyorum nedenini ama seni seçtim işte! Beni seçtin işte! Diyebilmek. Bu duygusal geliş gidişler ne büyük zenginlik. Hele o yenilik, heyecan. Bazen de hep yeni kalan görme, duyma, konuşma ihtiyacı. İşimi aşkla yapmam, arkadaşımı aşkla sevmem hep nedensiz olanlardan. Aşka aşık olanlardanım ya hani! Akıllı bir tarafım da varmı?. Öyle diyorlar. Çocuk ruhum, aklım ve aşkım. "Ben" oluyorum böylece. Bir okulun, hem de masal gibi bir okulun müdürü olan bendeniz, birlikte çalıştığım kadromla tüm yılı mutlulukla sonuçlandırdık. Karneler verildi, diplomalar dağıtıldı. Sevgiyle gelindi hep okula. Beş altı aydır maaşını almayan bizler, tüm maddi sıkıntılara rağmen gülmeye, işini yapmaya devam ettik. Bu birbirimize verdiğimiz değerden, işimizi sevmemizden kaynaklandı. Ekip yaratabilmek. Sevmek. Herşey sevmekle başlıyor.

ETV'deki kameraman arkadaşlarım, yönetmenim işlerini öyle seviyorlar ki, televizyona gitmek, ekibimle çekim yapmak beni, onları mutlu ediyor, çünkü işimizi seviyoruz. Çünkü çalışma ortamındaki birbirimizi seviyoruz.

Burada önemli bir nokta daha görüyorum. Kurum sahiplerinin, varolmuş ekipleri görmesi gereği. İşini seven, sorumluluklarını yerine getirenler ayırt edilmeli diyorum. Yöneticilik deneyimimde, nerede sürekli ağlayan, bu iş böyle olmaz ama... diye düşünenler varsa ve negatiflikten vazgeçmiyor sürekli problem getirip çözüm öneremiyorlarsa; maalesef onları ekipte tutmuyorum. O kadar vaktim olmuyor.

İyi düşünen, iyi işler yapar. Çabalayan yolu bulur. Yol yoksa da yol yaratır. Şanssız karamsar ruhlar ise olan yolları da görmez oracıkta kalır. Lütfen yol bulan, yol açanlardan olalım.

BU İŞ NE KADAR ÜZÜLMEYE DEĞER?

...Dünya Bankası kredisi ertelendi. Dünya Bankası Türkiye'ye vereceği 1 milyar 700 milyon dolarlık iki ayrı krediyle ilgili toplandı ve bu krediye ilişkin anlaşmanyı imzalanması ertelendi...

... IMF'nin Telekom yönetimini öne sürerek krediyi ertelemesi borsayı yüzde 3.1 düşürürken, dolar 10 bin lira yükseldi...

... CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL'ın "Bir partinin değişmesi için liderinin değişmesi gerekmez" sözleri tartışılıyor..

. ... Miloseviç "Mahkemeyi ve iddianameyi tanımıyorum" diyerek şov yaptı...

... Kaya ÇİLİNGİROĞLU "Roma'dayım", Ayşe Hatun "Amsterdam'dayım" diyordu. Oysa THY kayıtlarına göre, ikili aynı tarihte aynı uçaklarla Nice'e gidip geldi...

... Alışveriş hastalığı genellikle kişinin benlik değerinin düşük olması sebebiyle açıklanıyor. Giyim ve mücevher gibi dış dünya tarafından dikkat çeken eşyaların en çok alınanların başında geldiğini görüyoruz...

... Küreselleşen dünyada küreselleşme karşıtı gösteriler dikkat çekiyor...

... Sevgilisi tarafından terkedilen genç, köprüde intihar şovu yaptı...

Haberler... Haberler... Haberler...

Pek de içaçıcı olmayan kimi traji-komik haberler, kimi ciddi yeni planlamaları gerektiren haberler. Herşeyin bir değeri, her suçun, her yanlışın bir bedeli, her güzelliğin, başarının da bir ödülü var. Ya da olmalı. Daile CARNIEGE'nin, "Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak" adlı kitabından aklımda kalan söz: "Bu iş ne kadar üzülmeye değer?" o zamanlarda, yani, lise yıllarımdan beri otomatiğe bağlamış durumdayım zihnimi.

Yaşanan olay, duyulan söz ne kadar üzülmeye, ne kadar sevinmeye değer? Ne başarının sarhoşluğuyla, ne başarısızlığın üzüntüsüyle gelecek karatılmalı. Yolun aydınlık olması, berraklığı adaletli olabilmeye bağlı.

Başa ne gelirse gelsin, hayat devam ediyor ve hayat devam ediyorsa hiçbir şeyiniz olmadığını bile düşünüyorsanız, kendinize sahipsiniz.

En iyi bildiğiniz; kendiniz. Güçlü yönleriniz, zayıf tarafınızla. Mutluluklarınız, mutsuzluklarınızla kendinize sahipsiniz. Gün içindeki haberlerin hangisinin ne kadar üzülmeye, hangisinin ne kadar sevinmeye değdiğini düşünün.

Duruma bakın ve durum değerlendirmesi yapın. Öyle uzun uzun planlar da değil. Koşullar değişirse planlar da değişebilir ama en azından şimdilik bir planınız ve girişiminiz olsun.

Eee ne demiştik? "Hayat çabalarda gizlidir ve hayat çabalarla anlam bulur."

Eğer kişi, kendi hayatını planlamazsa; başkaları onun hayatını planlar. Yaşam serüvenini başkalarının sizin için uygun gördükleri gibi planlamasını kabul edenlerdenseniz, size verilene razı oluyorsunuz demektir.

Ben razı olmayanlardanım. Hep yazarım, söylerim. Bana verilen kadarına, başkalarının benim için istediğine razı değilim. Hele o, sınırlarınızı aşın, anın tadını çıkarın diyen ama işin başında, sınırlı sorumlu olanların söylemlerine hiç önem vermem. Ne istediğini bilmek, ne istemediğini anlamak ve aldığı her haberde hakkını veren tepkilerle kendini ifade etmekten yanayım. Gözlerinde binlerce yıldız parlayan insanlardan olabilmek ve "bilmek", sevebilmek, sevilebilmek, haberler ne olursa olsun onlarla başa çıkabilmek demek. Çoğunluk iyi haberler, mutlu tepkilerde buluşmak üzere...



# # # # # # # #