SİYASİ VİZYON-KEMAL KÖPRÜLÜ
ARI HAREKETİ Genel Koordinatörü
ARI MOVEMENT General Coordinator


Türkiye’nin Seçimi

Günümüz dünyasında, teknolojinin sağladığı olanakların hızlandırması ve itici gücü ile karşı konulamaz bir ilerleme, gelişim ve değişim süreci yaşanmaktadır. Ekonomik ve siyasal alanlardaki başta bölgesel bazlı olmak üzere oluşum ve işbirlikleri, etkinlik kapsamlarını giderek genişletmekte, uluslararası alana yayılmaktadır. Bu doğrultuda bireyler ve toplumlar, iletişim olanaklarının getirdiği bir bilgi sağanağı ve değişim baskısı altındadır. Küreselleşmenin sağladığı imkanlar bütünü, sosyal hayat başta olmak üzere birçok getirinin yanısıra, yadsınamaz bir rekabet ortamı oluşturmakta, bireyleri ve ülkeleri her alanda yarışa katılma zorunluluğuna itmektedir.
Ekonomik ve siyasal açıdan uluslararası alanda yeterlilik ve etkinlik sahibi olan dünya ülkeleri, bulundukları konumu korumak için mevcudu sürdürmekten öte vizyonlar geliştirmek zorundadır. Küreselleşmenin getirileri ancak ve ancak, ülkelerin kendi öz değerlerine uyarlanmak suretiyle kimlik sorunu yaşanmadan özümsenebilir. Günümüz dünyasında, ilerlemeden yararlanmak kazanım, ilerlemenin içinde yer almak ve katkıda bulunan aktörlerden olmak ise, zarurettir.
“21. yüzyıl”, yalnızca bir zaman dilimini ifade etmemektedir. Saydam yönetim anlayışının hakim olduğu, objektif hukuk, katılımcı demokrasi, etik değerler, serbest piyasa ekonomisi temelleri çerçevesinde işleyen bir düzeni gerektirmekte ve hayata geçirmekte olup, bu değerleri gözardı etmenin mutlak sonucu gerilemedir. “Yerinde sayma” kavramı artık yeryüzünden kalkmıştır.
İlerleme veya gerileme arasındaki gelgitler günümüzde sona ermek durumundadır. Ülkelerin bu iki kutup arasında yaptıkları seçim onları, ya küresel rekabet ve değer paylaşımı arenasına taşıyacak itici gücü oluşturacak, ya da gitgide gerileyen, dünya standartlarının tamamen dışında bir statüye indirgeyecektir. İmkanlarını değerlendirmeden, kendine özgü bir döngü yaratan ve yerinde sayan ülkeler, bir süre sonra kendi kendine yetememek durumuna gelecektir. Üretim artık sınır tanımamaktadır; dünya standartlarını gözardı ederek mevcudu sürdürme imkanı kalmamıştır.
Maalesef Türkiye de, bu seçimi yapmak zorunda olan ülkelerden bir tanesidir. Bugüne dek gitgide yozlaşarak süren siyasi, ekonomik ve sosyal yönetim tarzı, ömrünü tamamlamış fakat bu son noktaya gelirken son derece yıkıcı zararlar vermiştir. Sunulanı, kendi hayatını sürdürebildiği müddetçe kabullenme anlayışını benimseyenler, maalesef toplumumuzda azımsanamayacak bir kesimi oluşturmaktadır. Son dönemde ülke olarak girdiğimiz çıkmaz ise, bu kesimde de bir uyanışa zemin hazırlamıştır.
Türkiye, tarihinin en önemli dönüm noktalarından bir tanesini yaşamaktadır. Toplumun sağduyusu kuvvetlenmiş, tercihleri netleşmiştir. Türk halkı artık güvendiği temsilcilerce yönetilmek, toplum iradesinin ifade edileceği, dünya standartlarında bir siyasi sistem istemektedir.
Ekonomide dengeli dağılımın anlamı, kumbaradaki parayı, ceketin iki cebi veya ailenin birkaç üyesi arasında bölüştürmekten ibaret değildir. Öncelikle, ailenin tüm fertlerinin temel ihtiyaçlarını karşılayacak miktarı belirlemek ve bunu sağlayacak sürekli gelir kaynaklarını oluşturmak gerekir. Oysa Türkiye’de, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik temellerini besleyecek kaynak sağlanamaz hale gelmiştir. Yamalı bohça tarzı bir ekonomi uygulanmış ve sonuç olarak 2001 yılında yaşanan sarsıcı krizler ortaya çıkmıştır. Yanlış yönetim ve yetersiz siyaset etmenin bedelleri ekonomi başta olmak üzere her alanda ödenmektedir. Bedel ödemesi gereken kesim ise Türk halkı değil, hatayı yaratanlardır ki; bu eski anlayışı, bugünün Türkiye’sinde kabullenecek kesim de yalnızca yaratıcılarıdır.
Türkiye’de duyarlılık giderek artmakta; yetişmekte olan genç nüfus dünya standartlarında bir gelecek istemektedir. Talep edilen ve uygulanmaya çalışılan iki farklı anlayış ve yönetim tarzı karşı karşıyadır. İşte, Türkiye’nin seçimi bu iki eksen arasında olacaktır ve bu seçimi yaparak ülkenin geleceğini belirleme yetkisi Türk halkının elindedir. Değişimin itici gücü uyanmıştır. Türkiye artık yerinde sayamaz; mevcut düzenini sürdüremez. Yeni bir siyaset anlayışı ve dünya değerleri ile yönetilmek zorundadır. Türk halkı seçimini yapmıştır ve taleplerini net olarak ortaya koymaktadır. Siyasetçinin yapması gereken, ülke menfaatlerini gözardı ederek sürdürdüğü yönetim tarzına son vermek ve değişime boyun eğmektir.
Türkiye’nin seçimi, Türk milletinin zihninde netleşmiştir. Bu seçimin sahibi başta gençlik olmak üzere, tüm toplum kesimleridir. Fakat emeği ve üretimleriyle yarının sahibi olacak Anadolu’nun genç yüzü, çağdaş dünyadan yana yaptığı seçimini daha yüksek sesle ifade etmek zorundadır.
Dünyanın değişim ve ilerlemesini en yakından takip etme olanağına sahip olan kesim gençliktir. Nüfus yoğunluğu ile Türkiye’nin en dinamik kesimi olmakla birlikte, bu dinamiğini değerlendiremeyen anlayışın çöküşe geçtiği bir zaman diliminde hayata atılmaktadır. Ailede başlayarak, okulda, iş hayatında ve sosyal hayatta zincirleme olarak süregelen katılım engelleri, özgür düşüncenin, paylaşımın, üretimin ve gerçek anlamda yarının engelleridir. Potansiyeli ile ülke sorunlarını kavramada yeterli bir bilinç düzeyinde olan gençlerimizin, bu sorunların çözümünde etkin hale gelmesi ve inisiyatif alabilmesi için sağlıklı yönlendirmeye, katılım yolunda karşılaştıkları engellerin aşılmasında desteğe ihtiyacı vardır.
Türkiye, siyasi tablosunun tam aksine, aslında sayısız lider yetiştiren bir ülkedir. Birçoğumuzun tanımadığı, imkansızlıklar içerisinde altyapısını oluşturarak kendi alanında başarıya ulaşmış, düşünen, üreten ve uygulayan nice insan değerimiz, nice başarı hikayemiz vardır. Fakat bunu takdir edecek, yolunu daha da açacak, geliştirecek, tanıtacak, bu başarıları ülke menfaatine kanalize edecek bir katılımcı demokrasi sistematiğimiz yoktur.
İşte bu noktada, topluma çağdaş değerleri benimsetme, katılım, paylaşım ve ortak üretim bilincini benimsetmeyi görev edinmiş sivil kuruluşlara büyük görev düşmektedir. Ülkemiz sivil toplum örgütleri, gelişim ve kurumsallaşma sürecini yaşamakta; özellikle, eğitim, sağlık, kalkınma gibi alanlarda konu bazında faaliyet gösteren örgütler, Anadolu nezdinde tanınmakta, saygınlık kazanmaktadır. Gençlerin bu sivil toplum örgütleri ve yerel sivil kuruluşlara katılım imkanı bulması, katılım ve sivil etkinlik bilincini tanıması şarttır. Sivil katılım ve örgütlenmenin kurumsallaşması, başta ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda getireceği katma değerin yanısıra, sorumluluk paylaşımı bilincinin yerleşerek güçlenmesiyle, yöresel ve bölgesel alanda başlayarak, adım adım gelişip yayılacak; siyasete katılım ve ülkemiz yarınını yönlendirmeye talip olmalarının ilk adımını oluşturacaktır.
Anadolu’nun Genç Yüzü’ne inanmak, sahip çıkmak ve imkan tanımak, Türkiye için çalışan, Türkiye için üreten herkesin görevi, yükümlülüğü ve hedefidir. Türkiye için seçimimiz bu yönde olmalıdır.




# # # # # # # #