FAİK ÖZTRAK
Hazine Müsteşarı
Undersecretary of Treasuryy


Yabancı Sermaye

Türkiye'de geçmiş 15 yıla baktığımız zaman, sürekli yükselen enflasyon serisi, dalgalanan büyüme oranı, bize belli yapısal sorunların mevcudiyetini işaret ediyor. Geçmiş döneme baktığımızda, kamu borcunun sürekli arttığını, verimliliğe dayalı rekabet gücü sağlanmasında oldukça yavaş davranıldığını, verimliliğe dayanmayan gelir politikaları ile rekabet gücünün sürekli yıprandığını, bu çerçevede Türk Lirası'nın yüksek oranlarda sık sık devalüe edilmek zorunda kalındığını ve bu suretle rekabet gücünün korunmaya çalışıldığını görüyoruz. Bunun yanı sıra, böyle bir ortamda; bankacılık sisteminin, finans kesiminin de - kamu dahil - sorunlarının çözümünün sürekli ertelendiği ve finans sisteminin sürekli zayıfladığı da dikkati çekiyor.

Özellikle 1997 ve 1998 yıllarında yaşadığımız Asya ve Rusya krizleri, onu izleyen 1999 yılındaki doğal afetler, Türkiye'deki mevcut yapının artık sürdürülemez hale geldiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu çerçevede, 2000 yılında ilk defa döviz kuruna dayalı bir istikrar programı uygulanmaya başladı. Ancak, zayıf bankacılık sistemi, yüksek kamu borcu, zaten zayıf olan rekabet gücünün Türk Lirası'nın aşırı değerlenmesi ve rakip ülkelerin aldıkları önlemlerle yok olması, beklenmedik durumlarda döviz rezervlerine destek olabilecek bir ek dış desteğin programda yer almaması ve gerekli yapısal tedbirlerin zamanında alınamaması sonucunda, bir çok önemli gelişmeye rağmen, atılan bir çok önemli adımlara rağmen; programın sürdürülebilirliği içeride ve dışarıda sorgulanmaya başlıyor. Zaten kırılgan bir yapının mevcudiyetinde, bu sorgulanmanın sonucunda spekülatif ataklara ekonomi dayanamıyor ve Kasım 2001 yılında bir likidite krizi, yine Şubat'ta izleyen ikinci bir likidite krizi ile birlikte mevcut program terkediliyor ve yeniden yeni bir program çerçevesinde, yeni bir istikrar ortamı yaratılmaya çalışılıyor.
Bu yeni Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kapsamında 2 tane temel hedef var. Bunlardan birincisi, ekonominin krizlere karşı dayanıklılığını artırmak. Bu kapsamda, döviz kuru sistemindeki değişiklik, dalgalanan döviz kuru sistemine geçilmesi, faiz oranlarının istikrara kavuşmasını sağlıyor. Mali sistemi güçlendirmek amacıyla, gerek kamu bankaları, gerek özel bankalar alanında yapılan düzenlemeler var. Ve üçüncü olarak da kamu kesimi dengesinin yüksek oranda fazla vermesi ve bu suretle Hazine'nin ve kamu kesiminin borcunun sürdürülebilirliği konusundaki sıkıntıların ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir takım düzenlemeler, ekonominin krizlere karşı dayanıklılığını artıracak tedbirler altında sayılabilir.
Onun dışında, ikinci önemli hedef ise daha orta vadeli bir hedef; makro ekonomik istikrarın ve sürdürülebilir büyüme ortamının sağlanması. Bu çerçevede de yine özellikle mali uyumu kalıcı hale getirecek olan gelir ve harcamaya dönük tedbirler, enflasyonla mücadelede belirlenen yeni yaklaşım, enflasyon hedeflemesi ve buna bağlı olarak da önden yüklü, son derece iddialı yapısal reformlar.
Yapısal reformları da 3 kategori altında toplamak mümkün. Birincisi finans kesimindeki reformlar; kamu bankaları ile ilgili radikal düzenlemeler, özel kesime dönük düzenleyici çerçevedeki yeni gelişmeler, kamu maliyesi alanında disiplinli, şeffaf, vergide etkinliği sağlayacak olan düzenlemeler. Üçüncü alan da özel kesimin ekonomideki rolünün artırılmasına dönük bir takım düzenlemeler. İşte bunlar; bugüne kadar devletin tekel olduğu piyasaların özel kesime açılması, özelleştirmenin - mevcut özelleştirme programının - hızlandırılması, gerek iç gerekse dış doğrudan yatırımların önündeki engellerin kaldırılması, bu tür düzenlemeler içinde yer alıyor. Bütün bunlara, geçen yılki uygulamalara baktığımız zaman, büyük ölçüde makro ekonomik, kamu kesimi dengesine ilişkin uygulamalara baktığımız zaman; sene sonundaki gelişmeler, öngördüğümüz faiz dışı fazladan bir miktar daha iyi, ileride olduğumuzu gösteriyor. İkinci önemli gelişme; ödemeler dengesine dış ticaret rakamları çerçevesinde baktığımız zaman, ödemeler dengesinde de cari işlemler fazlasının öngördüğümüz, beklediğimiz seviyeden daha yüksek olacağı görülüyor. Sondan bir önceki önemli gösterge - yine bir ekonomiyi tahlil ederken - enflasyona baktığımız zaman; Şubat ayında, geçen seneki yani sabit kur rejiminin geçerli olduğu bir ortamda ortaya çıkmış olan Şubat ayı enflasyon rakamı ile aynı seviyeye yeniden geri geldiğini görüyoruz. Tabii bu, bir aylık gösterge. Ama önemli bir gösterge. Politikaların kararlılıkla sürdürülmesi halinde, bu, bize yüzde 35'lik enflasyon hedefinin gerçekleştirilebilir, ulaşılabilir bir hedef olduğunu gösteriyor.
Bakmamız gereken en son gösterge ise büyüme. Bu konuda elimizdeki endikatörler biraz karışık. Kapasite kullanım oranı itibariyle baktığımız zaman; kapasite kullanım oranlarının geçen senenin Mayıs ayında dibe vurduğunu, Mayıs ayından itibaren sürekli olarak yukarı doğru gittiğini görüyoruz. Aylık üretim verilerine baktığımız zaman, kapasite kullanım oranındaki gelişmeler kadar olmamakla birlikte, orada da belli bir yukarıya doğru gidişi gözlemlemek mümkün. Ama uzun dönemli olarak baktığımız zaman, şu anda genel olarak ekonomide, daha doğrusu ekonomik çevrelerde konuşulan en önemli parametrenin büyüme olduğu dikkati çekiyor
. Şimdi "Büyüme Türkiye'de nasıl ortaya çıkacak bu program kapsamında?" diye baktığımız zaman, birincisi kamu kesimi dengesini gevşeterek, yani kamu açıklarını artırarak, büyümeyi sağlama imkanımız yok. Çünkü Türkiye'de esas itibariyle, yaşanan ekonomik krizler nedeniyle korkaklaşmış, çekingen hale gelmiş bir kesim var, tüketim talebi var. Bu tüketim talebinin sahiplerinin "Ekonomide artık risklerin gerçekten azaldığı, yavaş yavaş herşeyin normalleşmeye başladığı" inançlarının güçlenmesi lazım ki, bu kriz ortamında korkaklaşmaları nedeniyle kısmış oldukları talebi yeniden normal talep düzeylerine çekebilsinler. Bunun için de 2 önemli konu var. Bir, programın uygulanmasındaki kararlılığın sürmesi; kamu kesimi dengesinde - finansman olarak baktığımız zaman, yani faiz dışı fazla bazında veya faiz dahil açık bazında baktığımız zaman - öngörülen büyüklüklerin tutturulması. Ki bu, borcun çevrilebilmesi konusundaki inancın pekiştirilmesi bakımından önemli. Ve de Merkez Bankası'nın enflasyonla mücadele politikalarının çok süratle kredibilite kazanması. Dolayısıyla, bütün bunların olabilmesi için de Türkiye'nin kısa vadede kamu kesimi dengesini gevşetme imkanı yoktur. Zaten bunu yapması halinde, beklediğimiz tüketici güveninin geri gelmesi, yatırımcı güveninin geri gelmesi ve harcama artışlarının geri gelmesi söz konusu olamayacak. Yani muhtemelen buradan sağladığımız talep, güvenin geri gelmemesi nedeniyle, ya da güvenin kaybolması nedeniyle meydana gelecek olan talep kaybıyla kompanse edilecek, dengelenecek ve istediğimiz büyüme oranına hiç bir şekilde erişemeyeceğiz.
Yine ikinci olarak büyümeyi nereden bekliyoruz? Hedeflerimize uygun olarak hareket etmemiz, yapısal reformları gerçekleştirmemiz, güven ortamının geriye gelmesi, Türk Lirası'na olan talebin artması ile birlikte faizlerin düşmesi ve bu faizlerin düşmesinin yaratacağı servet etkisinden de talep yönlü bir etki bekliyoruz.
Bir de tabii büyümenin arz yönü var. Arz yönüne baktığımız zaman, biraz önce bahsettiğim yapısal tedbirler kapsamında, kamu kesiminin faiz dışı fazlasını değiştirmeden, faiz dışı dengesini değiştirmeden, gerek harcama alanında, harcamaları daha etkinleştirmek suretiyle, gerekse vergi sistemini daha etkin bir yapıya kavuşturarak büyümeyi sağlayabilecek; yani arz üzerindeki kamu kesiminden gelen baskıları azaltabilecek bir takım düzenlemeler söz konusu. Yine üretim tarafında önemli konulardan bir tanesi de; makro çerçeveye, yani başta yüzde 35'lik enflasyon hedefine, üretici kesimlerin süratle uyum sağlayabilmeleridir. Eğer buna uyum sağlanmaz ise ne olur? Üretim faktör fiyatlarını, üretimde kullanılan girdi fiyatlarını yüzde 35'in üzerinde belirlersek, -fakat eğer devlet yüzde 35 enflasyon hedefine göre bir takım politikalarını yürütüyorsa ve buna göre bir talep ortaya çıkıyorsa - satış fiyatını ancak yüzde 35 artırırsak, karların düşmesiyle birlikte ciddi bir sıkıntı ortaya çıkar. Önceden fiyatların yüzde 35'in üzerinde artırılması, fakat devletin de yüzde 35'lik limite uyması halinde de, malların satılamaması durumu ortaya çıkar.
Dolayısıyla büyüme olmaz. Dolayısıyla, bir an evvel toplumun çeşitli kesimlerinin, enflasyonla ilgili beklentilerini, devletin koymuş olduğu hedeflere yakınlaştırması lazım ki, büyüme ortamı kalıcı bir şekilde geri gelebilsin. Tabii son ve önemli nokta ise kurumsal çerçevede yapılan değişiklikler. Gerçekten Türkiye, oyunun kurallarıyla ilgili kurumsal çerçeveyi değiştirme konusunda çok önemli adımlar attı. Ancak, eğer ekonomideki mevcut iktisadi ajanlar, eski oyunu bu kurallar çerçevesinde oynama beklentisi içindelerse ve bu yeni çerçeveyi algılamakta güçlük çekiyorlarsa, o zaman ciddi maliyetlerle karşılaşacaklardır. Çünkü devlet, bundan önceki aktarma mekanizmalarını giderek ortadan kaldırmaktadır. Bu aktarma mekanizmaları, eski kurallar çerçevesinde, eski kurallar bütünü çerçevesinde oyunu oynamakta olan özel kesimin maliyetlerini etkileyecektir. Bu maliyetlerden kurtulabilmek için, özel kesimin de süratle bu oyun kurallarının değiştirilmesine kendini uyarlayabilmesi lazımdır. İşte bu çerçevede, iyi yönetim, iyi yönetişim gibi unsurların, süratle özel kesim tarafından da kendi bünyelerine uyarlanması gerekiyor. Şimdi bu kapsamda baktığımız zaman, "Devletin açık bir yabancı sermaye politikası var mıdır? Ya da yabancı doğrudan yatırımlar bu politikanın, bu çerçevenin, bu programın neresindedir?" Bizce, yabancı yatırımlar, bu çerçevenin en önemli politika araçlarından biri olacaktır. Çünkü, biraz önce bahsettiğim bu yeni kurumsal çerçeveye ekonomideki tüm ajanların uyum sağlayabilmesi kapsamında, yabancı yatırımlar bir katalizör rolü oynayacaktır. Çünkü, getirdikleri teknolojik yenilikler ve yönetim tecrübeleri ile bunların sisteme yayılmasıyla birlikte; yabancı yatırımların, bu büyüme sürecine geçişi daha az sancılı hale getireceği inancındayım.
Bu çerçevede de, program kapsamında bir takım yabancı yatırımcının Türkiye'de yatırım yapmasını temin edebilmek bakımından, bir takım önemli kararlar almış ve yavaş yavaş uygulamaya geçirmiş bulunuyoruz. Bunlardan birisi, yatırım ortamını iyileştirme reform programımız. Bildiğiniz gibi bu program Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmiş bulunmaktadır. Bununla ilgili olarak Kurul ve Alt Komiteler, özellikle Alt Komitelerin Başkanlarının tespiti hemen hemen tamamlanmış vaziyettedir. Çok kısa sürede Alt Komiteleri oluşturmuş olacağız. Ondan sonra süratle Kurul toplanacak ve tahminimiz, ilkbahar aylarının sonlarından itibaren bir takım ciddi kararların bu Kurul kapsamında hükümete teklif edildiği ve bunların da yaşama geçirildiğini görme imkanına kavuşacağız. İkinci önemli konu, bu iyi yönetişim ilkelerinin hayata geçirilmesi. Bununla ilgili olarak da Bakanlar Kurulu'nun kabul etmiş olduğu bir program var. İmzalar büyük ölçüde tamamlandı bilebildiğim kadarıyla, bu da yakında yayımlanacak. Yine, buna ilave olarak, yabancı sermayeyle ilgili olarak Dünya Bankası ile yürüttüğümüz bir takım ek çalışmalar var. Yeni bir doğrudan yabancı yatırım mevzuatının geliştirilmesi ve yatırım çekme faaliyetleri içinde bir model geliştirilmesi konusunda yine Dünya Bankası ile birlikte yürüttüğümüz bir takım çalışmalar var.
Özellikle yabancı yatırımlar konusunun, senenin ikinci yarısında çok büyük bir ivme kazanmasını bekliyoruz. Temmuz ayının ortalarında, gerek Uluslararası Para Fonu Başkanı'nın, gerekse Dünya Bankası Başkanı'nın katılacağı büyük bir Yatırımcı Konseyi toplantısını yapmayı planlıyoruz. Bu duyuruları yaptık, olurları aldık ve sanıyorum bu büyük toplantı gerçekleştikten sonra, yabancı sermayenin Türkiye'ye olan ilgisi daha da artacaktır. Zaten bu ilgi, şu anda olduğu gibi, bu kabuk değiştirme süreci, bu hukuki çerçevedeki değişimler dünyada tanınmaya başlandıkça da artacaktır. Biz de bulunduğumuz yerden, yabancı yatırımcıların Türkiye'ye ilgisinin artmakta olduğunu, fakat yapılanlar konusunda çok da iyi bilgilendirmediklerini görüyoruz. Bu da bizi ikinci bir noktaya getiriyor. Türkiye aslında, yerli - yabancı yatırım ayırımını kaldırmak, sistemi liberalleştirmek konusunda önemli adımları atmış vaziyette. Ama Türkiye'nin yapamadığı veya yapmakta yeterli olamadığı iki tane önemli konu var. Bir, Türkiye'deki yatırım ortamının tanıtılması; ikincisi, ondan da bir adım öne doğru giderek bir takım stratejik sektörlerin ya da uluslararası stratejik yatırımcıların belirlenerek, bunların Türkiye'ye çağrılması. Sanıyorum önümüzdeki dönemde de, yeni kuracağımız yapılar kapsamında hareket edeceğimiz yönlerden bir tanesi de bu olacaktır. Sözlerimi bitirmeden önce, şunu belirtmek istiyorum; Aslında sonuç itibariyle baktığımız zaman, Türkiye'de uyguladığımız programın hedefi, sonunda insanın refahı olmalıdır. Bu refahı sürekli ve kalıcı hale getirebilmek için de, uluslararası üretim ağı içinde, kendi karşılaştırmalı üstünlüğünüzü yaratabileceğiniz, yüksek katma değer yaratabileceğiniz, ucuz emek yerine yüksek katma değer yaratan emek kullanan, uluslararası iş bölümü kapsamı içinde bir yerde yer almanız gerekmektedir. Bu bakımdan da, bu programın kararlılıkla uygulanmasının yanında, Türkiye'ye yabancı yatırımcıların girişine de büyük önem veriyoruz.

FAİK ÖZTRAK:"FOREIGN CAPITAL"

Following a series of economic crises, our government is now implementing a program of transition into a new strong economy. The program has two fundamental objectives: The first one is to increase the economy's resistance to crises whereas the second objective entails establishing an environment of macroeconomic stability and sustainable growth in the medium term. Within the framework of the program, foreign investment stands out as an important driving force of growth for it would constitute a catalyst while different players of the economy try to function in harmony within the new institutional framework the current reforms are aiming to establish. Right now, we are in the process of taking certain steps in an attempt to attract more foreign capital into Turkey. These steps include a program implemented to improve the investment environment as well as efforts to adopt good governance. Moreover, we are also working in cooperation with the World Bank to develop a new direct foreign investment legislation and to work on a model to attract investments. As a matter of fact, we expect foreign capital inflow to be accelerated during the second half of the year subsequent to an international conference for investors that we will hold in July with the participation of the Managing Director of IMF and the President of the World Bank.






# # # # # # # #