EKONOMİ-POLİTİKA
Fkret ÖNDER
Akbank Genel Müdür Yardımcısı

Türkiyemiz'in Ayıpları Çok, Fakat Bazıları Dayanılmaz Derecede Göze Batıyor

Ülkemiz şüphesiz bütün yıllarını krizde geçirmedi. Son 20 yılda zaman zaman aşırı iyimserliğe kapıldığımız zamanlar bile oldu. Fakat ne yazık ki, ayıplarımız bu dönemlerde bile süregeldi. Demek ki "bu krizin ortasında şimdi bunlarla uğraşılır mı?" demek gibi bir mazeretimiz de yok. Peki Türkiye'yi sadece gelişmiş ülkelerden değil, pek çok orta ve geri kalmış ülkelerden bile ayıran bu ayıplar arasında neler var. Sadece önemlilerini seçecek olursak, mesela dünyada enflasyonun % 1 - % 4 aralığında olduğu bir dönemde Türkiye'nin % 70 - % 120 enflasyon aralığında 30 senedir yaşıyor olması var. Eski Doğu Bloku ülkeleri bile 10 senede demokratikleşebilirken, bizim hala sivil bir toplum olabilmek konusunda çektiğimiz sıkıntılar var. Bu örnekleri daha çok uzatabiliriz. Fakat bunların içinde hiçbiri, örneğin ülkeye yeni gelmiş bir yabancı için, Türkiye'nin trafik altyapısı ve trafik problemi kadar belirgin ve hayret uyandırıcı değildir. Peki bizler yani bu ülkede yaşayanlar, Türkiye'yi dünyanın sadece gelişmiş ülkelerinden değil pekçok geri kalmış ülkesinden bile ayıran, başkalarının gözünde Türkiye'nin ve insanının medenileşme seviyesi ve yeteneği hakkında ciddi soru işaretleri yaratan bu sorunun ne kadar farkındayız ?
Elbette birçoğumuz ülkemizde, bilhassa büyük şehirlerimizde bir trafik sorunu olduğunu biliyor ve bundan şikayet ediyor. Bununla birlikte çoğunluğun trafik probleminden anladığı biryerden biryere giderken yoğunluk veya yavaşlıktan ileri gidemiyor.
30 yıla yakın yurt dışında yaşamış ve işim icabı dünyanın bütün kıtalarını gezmiş bir vatandaş olarak üzülerek belirtmeliyim ki, İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerimiz de dahil olmak üzere, trafik alt yapısı bu kadar kötü bir ülke daha bulabilmek için yolunuzun Orta Afrika Cumhuriyetleri'ne uzanması gerekmektedir. Şehirlerimizde görülen trafik curcunası, kuralsızlık ve düzensizlik, insana Hint Yarımadası ve çevresindeki ülkelerin kalabalık kasabalarını hatırlatmaktadır. Önce altyapı eksikliklerine bir göz atalım. 2001/02 kışı zor geçmiştir ama dünyada kışın kar yağan tek ülke Türkiye midir? Yaz aylarına girerken yollarımız büyük şehirlerimizdeki ana caddeler dahil delik deşiktir. Başka hangi bir ülkenin metropollerinde böyle bir rezalet görülmektedir. Formula 1 pisti kurmaya heveslenen Türkiye öyle görülmektedir ki dünyada asfalt dökmesini bilmeyen tek ülke durumuna gelmektedir. Yıllardır büyük şehirlerimizi idare eden belediyeler, karayolları ve diğer sorumlular ülkemizi dünya standartlarından o derece uzaklaştırmışlardır ki, pek çoğumuz artık büyük şehirlerimizin ana caddeleri veya TEM, E-5 gibi otoyollarda bile yol çizgilerinin, şeritlerin olmadığı farkedemez hale geldik. Pek çok aydınımız bile ülkemizin bu iptidai görüntüsünün ve bu eksikliğin sebep olduğu düzensizliğin farkında değil. Basınımız ise hiç oralı değil. Onlar şimdilik çocuklarımızı korumak için satanistleri kovalamakla meşgul. Düşünmek gerekmez mi, bu güne kadar 4 öğrencinin intiharına sebep olduğu söylenen bu çılgınlık mı yoksa onbinlerce öğrencinin her gün servislerle okula gittiği Maslak, Büyükdere Caddesi, TEM Otoyolu, E-5 ve bunun gibi İstanbul ve Türkiye'nin hemen her yerindeki işaretsiz, şeritsiz, lunaparklarda çarpışan otomobil pistlerine benzeyen yollar çocuklarımız için daha büyük tehlikedir ?
Yol çizgileri yani şerit sistemi, düzenli bir trafiğin ilk şartıdır. Ancak bu sisteme uyulduğu takdirde güvenli bir ulaşım mümkün olabilir. Bu sisteme uyulması ise bir alışkanlık gerektirir. Bunun için de yol çizgilerinin yılda bir defa göstermelik ve ancak birkaç ay dayanacak şekilde çizilmediği, kalıcı olacağı ve fonksiyonu olduğuna inanılması gerekir. 2002 yılı başında kar yağana kadar İstanbul, bu konuda HABITAT Konferansı sebebi ile yapıldığını tahmin ettiğimiz yatırımlar sayesinde oldukça mesafe katetmiş idi. Sürücülerde şerit değiştirmeden işaret verme, sağına soluna bakma gibi alışkanlıklar Türkiye'nin diğer illerine göre daha yaygınlaşmıştı. Malesef yıllar içerisinde varılan bu kısmi ilerleme de İstanbul'a yıl başında yağan kar ve silinen çizgilerle tarihe karıştı. Belediyeler artık öğrenmelidirler ki kendileri nasıl "yıl sonunda su borularını onaracağım, o zamana kadar su vermiyorum" gibi bir yaklaşıma giremezlerse, aynı şekilde "yıl sonunda yolu yenileyeceğim, o zaman kadar şerit çekmiyorum" yaklaşımı da aynı derecede kabul edilemezdir.
Alt yapı eksikliklerine deyinmişken, en önemli kavşaklarda dahi bulunmayan yol üstünlüğü veya yolver işaretleri, buna karşın ilgililer tarafından büyük bir cehaletle konan yanlış işaretler de işin ne derece çığrından çıktığının diğer göstergeleridir. Bir örnek vermek gerekirse en merkezi semtlerde bile çıkmaz sokak işareti yerine öbür ucundan çıkış olmayan yollara büyük bir cehalet örneği olarak girilmez işareti konmaktadır. İşin bir de trafik düzensizliği, kural tanımamazlığı ve otorite eksikliği yönü var. Herşeyden önce bilmemiz gerekir ki, trafik yoğunluğu, sıkışıklığı, yavaşlığı sadece bizim büyük şehirlerimize özgü değildir. Trafik Londra'da da Paris'te de, Münih'te de sıkışıktır çok da yavaş olabilir, bazen de tamamen durur. Yani bizim çok duyduğumuz, "yoğun trafik zavallı sürücülerde yozlaşmaya, kural dışı çözüm aramaya sebep oluyor" mantığı geçerli değildir. İstanbul'da kayıtlı 400.000 araç, başka metropollerle karşılaştırınca ciddi bir rakam bile etmemektedir.
Bizim altyapı eksikliği dışında asıl sorunumuz mentalitemiz (eğitim sistemimizden kaynaklanan birbirimize saygı noksanlığı, maçoluk, vs.) fakat hepsinden önemlisi otorite eksikliğidir. Bu gün gelinen noktada sürücüler trafik polisinin gözünün içine baka baka, tek yönlü sokaklara ters istikametten girebilmekte, otoyol kavşaklarında geri gidebilmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin gücü İstanbul'un göbeğinde Akmerkez'in tam karşısında ve köşe başında, taksilerin durulmaz işareti önünde sıra sıra beklemelerini engellemeye yetmemektedir. Durum göstermektedir ki bu ilkel manzaralar beklemekle kendiliğinden düzelecek değildir. Kendine saygısı olan, ülkenin bu primitif görünüşten kurtulmasını isteyen, daha stressiz bir ortamda yaşamak isteyen ve en önemlisi kendisinin ve çoluk çocuğunun güvenliğini düşünen herkes, bireysel veya sivil toplum örgütleri çerçevesinde bu çağdışılığın ortadan kaldırılması için mücadele etmek, sesini duyurmak zorundadır.

# # # # # # # #