MESUT YILMAZ
Anvatan Partisi Genel Başkanı
Chairman Of The Motherland Party


Avrupa Birliği, Farklı Din, Dil ve Kültürleri Bir Arada Yaşatacak Hukuki Normları Geliştirmeye Çalışıyor


Anavatan Partisi Genel Başkanı MESUT YILMAZ sivil toplum kuruluşları temsilcilerine yaptığı konuşmada, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde gelinen nokta hakkında ortaklaşa bir durum değerlendirmesi yaptı ve önümüzdeki dönemde yapılabilecek çalışmalar hakkında ortak paydalar tespit etmeyi hedefliyoruz dedi. Ayrıca Türkiye'nin de katıldığı "Avrupa'nın Geleceğine İlişkin Kurultay" çalışmaları konusunda bilgi verdi.

Önce Avrupa Birliği ile ilişkilerimizle değinmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi, bizim için en önemli mesele ve hedef, önümüzdeki Aralık ayında yapılacak Kopenhag Zirvesi'nde, Avrupa Birliği'nin genişlemesiyle ilgili önemli kararlar alınırken, Türkiye'nin bu genişleme dalgası dışında kalmamasını sağlamaktır. Bunu gerçekleştirmenin yolu da Avrupa Birliği'nden üyelik müzakereleri için somut bir takvim alınmasıdır.
Nitekim, Aralık ayında muhtemelen on aday ülkenin 2004'ten itibaren Avrupa Birliği'ne üye olmaları kararlaştırılacaktır. Bazı eksiklikleri bulunan Bulgaristan ve Romanya'nın da birliğe üyelikleri için yeni bir strateji ortaya konması beklenmektedir.
Bu ülkelerin de 2006-2007 perspektifinde üyelikleri söz konusudur. Ülkemiz ise bilindiği gibi, henüz Avrupa Birliği'yle müzakerelere başlamamıştır. Kopenhag Zirvesi'nde de bu yolda bir yeşil ışık yanmazsa üyelik perspektifimiz bir belirsizlik içine girecektir. Avrupa Birliği'yle müzakereleri başlatmak için bir ön koşul niteliğindeki reformların yapılması hususundaki kararlı tutumumuz ve ısrarımız hep bu olguya dayanmıştır.
Ancak hep söylediğimiz ve belirttiğimiz gibi, Türkiye ile müzakerelerin açılması siyasi bir karardır. Bu kararı üye ülkelerin hükümetleri verecektir. Bu karar alınırken Kopenhag Kriterleri'ne uyum temel bir faktördür.
Ancak başka faktörlerin de bu kararda rol oynayabileceği unutulmamalıdır.
Dolayısıyla yaklaşımımızın, bütün bu unsurları dikkate alan nitelikte olması gerekmektedir. 3 Ağustos'ta Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilen bu paketle Avrupa Birliği'ne uyum çalışmaları konusunda, reform mahiyetinde büyük değişiklikler gerçekleştirdik. Devletimizin kurucusu büyük Atatürk: "Biz Türkler tarih boyunca doğudan batıya doğru yürüdük. Yürümeye de devam etmeliyiz" demiştir.
Yüce Meclisimizin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmek üzere yaptığı değişiklikler bu büyük yürüyüşün günümüzdeki en önemli adımlarıdır.
Farklı kimliklere saygı ve hoşgörü, milletimizin genlerine işlemiş, asırlarca kültürümüzün bir parçası olmuş ve fakat zamanla hasara uğramış bir özelliğimizdi.
Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde son yaptıklarımız bir anlamda bu hasarın tamirinden başka bir şey değildir. Bugün Avrupa Birliği, farklı din, dil ve kültürleri bir arada yaşatacak hukuki normları geliştirmeye çalışıyor.Avrupa medeniyetinin bu yöndeki arayışlarını hararetle destekliyoruz.
Ancak Avrupa da bilmelidir ki, Türkiye farklılıkları barış içinde bir arada yaşatmanın sosyolojik ve tarihi bilgisine zaten sahiptir. Gelinen noktada, Türkiye Avrupa'ya yeni bir imkan sunmaktadır: Bizim tarihten gelen kültürümüzle Avrupa normlarını birleştirecek yeni bir sentez...
Bunu başardığımız takdirde dünya barışının önünde duran en büyük tehditlerden birini de aşmış olacağımıza inanıyorum. Bugün Avrupa'nın Türkiye olarak gördüğü şey; aslında bir aysbergin görünen kısmından ibarettir. Avrupa bilmelidir ki, koskoca bir medeniyet kuşağı ve dünya coğrafyasının önemli bir kesimi Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin ne yönde seyredeceğini dikkatle izliyor.
Avrupa Birliği'nin Türkiye ile ilgili alacağı karar sadece birliğin Türkiye'ye bakışını değil, Türkiye'nin arkasında duran medeniyet kuşağına bakışını da ortaya koyacaktır.
Türkiye, Avrupa Birliği'nin genişleme sürecinde muhatap olduğu ülkelerden her hangi birisi değildir. Biz aşmak zorunda olduğumuz ekonomik ve siyasi problemlerin neler olduğunu biliyoruz, bu problemleri de mutlaka aşacağız. Avrupa Birliği, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu problemlerden ürkmek yerine, birliğin vizyonunu ne ölçüde genişleteceğini ve zenginleştireceğini düşünürse eminim ki, daha rasyonel bir yaklaşım sergilemiş olur.
Biz, iddialı bir ülkeyiz ve iddialı bir milletiz.
Kendimize en zor şartlar altında bile güvendik.
Bugün de güveniyoruz. Kendimize inanıyoruz.
Ancak, tarih hepimize bir şey söylüyor, Türkiye ve Avrupa geleceği birlikte kurgulamak ve inşa etmek zorundadır.
İnsanlığın bu büyük buluşmaya bugün de ihtiyacı vardır, yarın da ihtiyacı olacaktır.
Avrupa Birliği'nin özendirici tutumu siyasi kriterleri karşılamak için atmamız gereken çok zor adımları atmamızı sağlamıştır.
Biz hala siyasi kriterler konusunda atmamız gerekli bir takım adımlar olduğunu biliyoruz.
Avrupa Birliği'nin bu özendirici tutumunu bir adım daha öne taşıyarak Türkiye ile müzakere sürecini başlatmasının çok daha büyük adımlar atmamıza imkan verecektir.
Tüm bu söylediklerimi, bugüne kadar Avrupa Birliği yetkililerine de ifade ettik.
Ancak, bizim anlatmamız tek başına yeterli değil; bu faaliyette sivil toplum örgütlerimizin en etkin araç olduğuna inanıyoruz.
Bazı sivil toplum örgütlerimizin bu konuda çalışmalar yaptığını ve bir hazırlık içinde bulunduğunu biliyorum.
Bu gibi faaliyetlerin bağımsızlığı önem taşımaktadır ancak, bir eşgüdüm sağlanması da son derece yararlı olacaktır.
Dolayısıyla ilk hedef böyle bir eşgüdümün sağlanması için neler yapıldığının ve neler yapılabileceğinin ortaya konmasıdır.
Sanıyorum Dışişleri Bakanlığı'mız da, ilgili büyükelçiliklerimizin katkısıyla bir eylem planı oluşturmaktadır.
Başlatılmasını öngördüğümüz kampanya acısından üzerinde durulmasında yarar gördüğüm bazı hususları da açıklamak isterim.
Birincisi 3 Ağustos'ta kabul edilen reform paketinin niteliğidir.
Daha önceki anayasa değişiklikleri ve uyum yasaları hep sistemi düzelten önemli reformlar olmuştur.
Ancak 3 Ağustos paketi bazı varsayımları temelinden değiştiren ve yepyeni bir anlayış sergileyen düzenlemeler olarak ortaya çıkmıştır.
Biz şimdiye kadar hep kültürel çeşitliliği ve farklılığı, ülkemizin birliğine, bütünlüğüne ve güvenliğine bir tehdit olarak algıladık.
Reform paketi, bu temel varsayımı değiştirmekte ve kültürel çeşitliliği ülkemizin birliğini ve bütünlüğünü sağlayıcı bir unsur olarak kabul etmektedir.
Türkiye'de hala devam eden ayrılıkçı terörün yarattığı büyük acılar dinmeden ölüm cezasının terör suçları için kaldırılması da çok önemli ve cesur bir adım olmuştur.
Bu husus da ölüm cezası konusunda tamamen Avrupa Birliği ölçütlerini benimseme arzusuyla gerçekleştirilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının belirli şartlar altında iade-i muhakeme için bir dayanak teşkil etmesi de hukuk sistemimiz açısından önemli bir yeniliği ihtiva etmektedir.
Lozan Antlaşmasıyla tanımlanan gayri müslim azınlığımızın gayri menkulleriyle ilgili olarak uzun yıllardır süregelen sorunların bir çözüme kavuşturulması da vatandaşlarımızın hukukuna saygı açısından çok önemli bir adım teşkil etmiştir.
Bu paketin yüce meclisimizin seçimlerin yenilenmesi yolunda aldığı karardan sonra kabulü ise, Türk demokrasisi ve parlamenter sistem açısından az rastlanan bir durumdur.
Nitekim Danimarka Başbakanı da hiçbir demokratik ülkede siyasi kadronun seçim kararı aldıktan sonra bu tarz köklü değişiklikleri gerçekleştiremeyeceğini söyleyerek Meclis'in bu çabasını takdirle karşıladıklarını ifade etmiştir.
İşte bu şartlar altında ulusal programın yürürlüğe girişinden bu yana geçen 18 aylık bir dönem içinde Türkiye'nin;
- önemli anayasa değişikliklerini,
- 3 uyum paketi,
- yeni bir medeni kanunu kabul edişi,
- hapishanelerdeki durumun iyileştirilmesi,
- insan hakları ve özgürlükler konusunda radikal atılımlar gerçekleştirmesi küçümsenemez.
Bunların Avrupa Birliği kamuoyuna anlatılması önem taşımaktadır. Gelinen bu noktada Türkiye'nin Avrupa Birliği'nden gerekli karşılığı alması en tabii hakkıdır.
Biz Türkler, hiç kimsenin bizden beklemediği zamanlarda umulmayan performans göstererek büyük başarılara imza atmış bir milletiz.
Hiç beklenmedik zamanlarda bütün dünyayı şaşkına çevirdiğimiz örnekler pek çoktur.
Tarihte ve günümüzde bunun sayısız örnekleri var.
Tüm dünyanın tamam artık her şey bitti diye baktığı bir noktada Türk milleti olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun külleri üzerinde genç cumhuriyetimizi yükseltmemiz bunun en büyük örneğidir...
Herkesin bizden ümit kestiği 12 Eylül'e giden süreci, ekonomik ve siyasi istikrara kavuşmuş bir Türkiye sürecine çevirmemiz de hala hafızalardadır.
Kararlı bir liderlik, doğru hedeflere yönelmek, yaptığımıza inanmak, kendimize güvenmek ve milletimize doğruları söyleyerek fedakarlık istemek böyle dönemlerde başarının formülü olmuştur.
Bu durumun canlı bir örneğini geçtiğimiz aylarda Avrupa Birliğiyle ilgili düzenlemeleri gerçekleştirme konusunda yaşadık.
Olmaz denenler oldu_ akıl ve sağduyu galip geldi. Bir araya gelemez denilenler geldi.. Ve yüce meclisimiz tarihinin en önemli kararlarından birisine imzasını attı.
Daha öncesi gerçekleştirilmesi mümkün gözükmeyen bazı yasal düzenlemeler geçtiğimiz ay içerisinde bir çırpıda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden geçti.
Burada elde edilen zaferin yansımaları müthiş oldu_ Avrupa'daki ve hatta ülkemizdeki pek çok çevreler büyük şaşkınlık yaşadılar.
Elde edilen başarının büyüklüğü, ülkemizde Avrupa konusuyla ilgilenen kesimlerin başını döndürdü ve neredeyse bir zafer sarhoşluğu yarattı.
Avrupa Birliği üyeliği hedefine ulaşmayı bekleyen geniş vatandaş kesimlerini ise büyük bir beklentiye soktu.
Avrupa'da ise bunun yansımaları çok farklı oldu. Öncelikle, üyeliğimizi istemeyen ve bu değişiklikleri hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğimize inanan kesimlerde şok etkisi yarattı.
Türkiye nasıl olsa bunları gerçekleştiremez ve bizde Türkiye'ye müzakere için takvim vermek zorunda kalmayız diye rahatlık içerisinde olan bu kesimler ne tepki vereceklerini şaşırdılar.
Bu kesimdeki şaşkınlık ve nasıl bir tavır konulacağı konusundaki belirsizlik kısmen de hala devam etmektedir.
Bu reform paketinin kabulünün şaşkınlığını atan bazı Avrupa Birliği üyeleri simdi eksikliklerimizi ve özellikle de uygulamaya ilişkin kaygılarını dile getirmeye başlamışlardır.
Uygulamanın çok önemli olduğunu biliyoruz.
Bunun Madrid kriteri olarak Avrupa Birliği tarafından benimsendiği malumumuzdur.
Diğer yandan Türkiye'yi genişleme sürecine dahil ederken kendi kamuoyları karşısında büyük risk alan dostlarımız ise büyük bir rahatlık hissettiler.
Bu dostlarımız Türkiye'ye karşı teşvik edici davranmanın olumlu sonuç vereceğine inanmış ve Türkiye'ye güvenmişlerdi.
Türkiye'nin kendi yüzlerini kara çıkarmamasının rahatlığıyla bu dostlarımız şimdi daha büyük bir cesaretle Türkiye'ye müzakereler için takvim verilmesini desteklemektedirler.
Mecliste o düzenlemeleri gerçekleştirmek gerçekten büyük bir zaferdi.
Ancak hepimiz birden unuttuk ki, bu zafer Avrupa'da bir sonuç almamıza yararsa gerçek bir zaferdir.
Toplumca kendimizi kaptırdığımız bu zafer sarhoşluğundan bir an önce uyanmalı ve süreci gerçek bir zaferle sonuçlandırmalıyız.
Bunun için öncelikle "biz üzerimize düşeni yaptık, şimdi sıra Avrupa da" şeklinde özetlenebilecek duygudan bir an önce kurtulmalıyız.
Toplum olarak kendimizi kaptırdığımız bu duygudan sıyrılmazsak ve bu dönemde üzerimize düşenleri yapmazsak hepimizi büyük bir hayal kırıklığı bekliyor.
Ne yaparsak bizi bekleyen bu büyük hayal kırıklığını yaşamaktan kurtuluruz?
Burada iki alanda çalışma yapılması gereği önümüze çıkıyor.
Birincisi ülke içinde yapacağımız çalışmalardır.
Bunların başında çıkardığımız yasaların, özgürlüklerin genişletilmesi esprisine uygun bir şekilde alt düzenlemelerinin bir an önce gerçekleştirilmesi gelmektedir.
Bu hususta sayın başbakanla görüşerek başbakanlıkça bir genelge yayınlanmasını sağladık_
Bu genelgenin gereği olarak bu yasaların uygulanmasını sağlayacak tüzük, yönetmelik ve genelgeler tamamlanacaktır.
Burada bir hususa dikkatleri çekmek istiyorum:
Yapılacak olan bu alt düzenlemeler, bu alanda yakalamayı arzuladığımız evrensel kriterlerin ruhuna uygun olarak sivil-özgürlükçü ve demokrat bir anlayışla hazırlanmalıdır.
İkinci bir husus ise, yasalarla ilgili tüzük-yönetmelik ve genelgeler tamamlandığında bütün kamu görevlilerinin bu düzenlemelere eksiksiz riayet etmesidir.
Hiçbir mülahaza bu yasalar ve alt düzenlemelerle getirilen hususların uygulanmasını geciktirmemelidir.
Devlet ve millet olarak, 40 yıllık Avrupa Birliği mücadelesini bir yere kadar getirdik. Her alanda inanılmaz güçlüklerle karşılaştık.
Bu güçlükleri aşmak için devlet ve millet olarak büyük emekler sarfettik_
Avrupa Birliğine girmeye hiçbir zaman bu kadar yaklaşmamıştık.
Bunca çabanın sonunda Avrupa Birliği konusunda derin bir hayal kırıklığı yaşamak istemiyorsak, asıl mesaimizi Avrupa'ya vermeliyiz.
Hepimiz biliyoruz ki, milletçe en büyük eksikliğimiz her zaman masa başında kaybetmemizdir.
Yine biliyoruz ki, iç sorunlarla boğuşacağız diye dışarıdaki çıkarlarımızı çoğu zaman koruyamamış bir milletiz.
Hemen belirtmeliyim ki, milletimizin Avrupa Birliği konusunda bu defa kaybetmeye hiçbir şekilde tahammülü yoktur.
Avrupa Birliği konusunda devletimiz ve milletimiz adına sorumluluk üstlenmiş bir kişi olarak sözü eğip bükmeden söylemek zorundayım:
Bu kafayla gidersek, Türkiye 40 yıllık Avrupa Birliği mücadelesinin birikimini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Eğer Avrupa Birliği konusunda şu ana kadar olan anlayışla hareket edersek, "Biz üzerimize düşeni yaptık, artık top Avrupa'da" kolaycılığına kaçarsak Avrupa Birliği işi kesinlikle yatar.
Eğer bu işin yatmasını istemiyorsak, oyunu Avrupa'nın kurallarına göre oynamak zorundayız.
Herşeyden önce Avrupa Birliğinin karar alma mekanizmalarını ve bu mekanizmaların nasıl işlediğini bilmek ve ona göre davranmak zorundayız_
Avrupa Birliği'nde karar organlarının yapısı gereği hemen her konuda bir müzakere ve pazarlık süreci işlemektedir.
Kararlar bu müzakere ve pazarlık sürecinde şekillenmektedir.
Müzakere ve pazarlığa tabi olmadan Avrupa Birliği'nde kotarılan bir tek karar bile yoktur.
Hatta Avrupa Birliği'nin bir zirvesinde alınan kararlar yapılan müzakereler ve girişilen pazarlıklar sonucunda bir sonraki zirvede değişebilmektedir.
Türkiye, üyelik süreciyle ilgili her türlü girişiminde bu hususu dikkate almak zorundadır.
Eğer biz, Avrupa Birliği mekanizmalarında alınan kararların çok uzun müzakereler ve pazarlıklar süreci olduğunu fark edip, konuya bu şekilde yaklaşmazsak işimiz son derece zordur. Çünkü bu, daha başlamadan kaybetmek demektir.
Türkiye çok önemli bir seçim sürecine girmiştir. İşin tabiatı gereği siyasetçilerimizin kendi siyasal geleceğini sağlama almak dışında gözlerinin hiçbir şey görmemesi normaldir.
Ancak, Avrupa'da Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili devam eden müzakere ve pazarlık sürecini dışarıdan seyretmekle yetinirsek yalnız siyasetçiler olarak değil, millet olarak hepimiz çok büyük bir pişmanlık yaşayacağız.
Şartlar ne olursa olsun Türkiye'nin sorunları sahipsiz kalamaz. Türkiye kendi geleceğiyle ilgili gelişmelere ve yapılan müzakerelere ve pazarlıklara bigane kalamaz.
Türkiye'nin Avrupa karşısında çok büyük bir müzakere gücü vardır.
Türkiye'nin Avrupa karşısında çok önemli pazarlık imkanları vardır.
Türkiye'nin Avrupa karşısında kullanacağı pek çok kozu vardır.
Ancak bütün bunları kullanacak bir siyasi mekanizması ve bunları dile getirecek sorumluları belli değildir.
Eğer bu gücü, imkanları ve kozları kullanmazsak tarih bizi affetmeyecektir.
Avrupa'nın geleceğine ilişkin kurultay, verilen aradan sonra 12 ve 13 Eylül tarihlerinde Brüksel'de, Avrupa Birliği'nin yasama yöntemlerinin sadeleştirilmesi konusunu ele almak üzere yeniden toplanacak.
Şimdiye kadar yapılan bütün toplantılarda hem ben, hem sayın milletvekilleri görüşlerimizi ortaya koyma fırsatı bulduk.
Temmuz ayında düzenlenen Gençlik Kurultayı'na da etkili bir şekilde katıldık.
Bundan önce yapılan altı toplantıda;
-AB'nin hedefleri,
-AB'nin yetkileri ile birlik ve üye devletler arasındaki yetki dağılımı,
-AB ve üye ülkelerin yetkilerinin etkinlik ve demokratik meşruiyet ilkeleri çerçevesinde uygulamaya konulması,
-Adalet ve içişleri alanında geliştirilecek işbirliği,
- Ulusal parlamentoların AB mimarisi içerisindeki rolü,
-Sivil toplumun, AB'nin geleceğinin şekillendirilmesinde üstleneceği rol ve
-AB'nin dış politikasının geliştirilmesi konuları ele alındı.
Bu toplantılar bir fikir alışverişi niteliğinde gerçekleşti.
Net bir tablonun yeni yılla birlikte ortaya çıkması bekleniyor.
Bu konuda esas önemli olan 2004 yılında gerçekleşecek hükümetlerarası konferansa sunulacak sonuç bildirgesidir.
Türkiye, kurultay toplantılarına etkin olarak katılmayı ve görüşlerini, tekliflerini ifade etmeyi sürdürecektir.
Avrupa Birliği konusunda dışarıda karşılaştığımız sıkıntıları çözmek için uğraşırken, iç kamuoyunu bilinçlendirme çabalarını da ihmal etmemeliyiz.
Çünkü, bugün ülkemizde, Avrupa Birliği üyeliğinin olup-bitmiş, çözülmüş, tümüyle geride kalmış bir sorun gibi algılandığını görüyoruz.
Uyum yasaları sırasında yaşanan büyük tartışmalar ve ortaya çıkan gerilimin, sorun çözülmesiyle böyle bir havanın doğmasına yol açtığı anlaşılmaktadır.
Oysa, Avrupa Birliği üyeliği yolunda yapmamız gereken çalışmalar bir tane değildir; aşmamız gereken engeller de bir tane değildir.
Bu sürecin her aşaması, attığımız her adım, bizim Avrupa Birliğine veya onların bize dönük her talepleri muhtemel yeni sıkıntıların başlangıcı olacaktır.
Ancak, Türkiye Avrupa Birliği üyeliği konusunda kararlı ise, Avrupa Birliği de Türkiye'yi bünyesine dahil etmeyi çıkarlarına uygun görüyorsa (ki her iki konuda da bir mutabakatın varlığına inanıyoruz bu sıkıntınlar mutlaka aşılacaktır.
Bunun için, Avrupa Birliği üyeliği konusunda Türk kamuoyunun ilgisinin daima diri tutulması, desteğinin sürekli güçlendirilmesi gerekmektedir.
İfade ettiğim gibi, Avrupa Birliği üyeliğinin ülkemizde geçmişte kalan bir sorun gibi algılanması, önümüzdeki en büyük tehlikedir.
Avrupa Birliği üyeliği konusunu, bu süreçte gerçekleştirmemiz gereken değişimi, bunların insanımızın hayatında yol açacağı değişiklikleri bıkmadan, usanmadan milletimize anlatmalıyız.
Bu konu, en az Avrupa Birliğinin ülkemize tutumunda gerçekleştirmemiz gereken değişiklikler kadar önemlidir.

THE EUROPEAN UNION IS TRYING TO DEVELOP THE LEGAL NORMS THAT WILL ENABLE DIFFERENT RELIGIONS, LANGUAGES AND CULTURES TO LIVE TOGETHER


The most important issue and target for Turkey is to ensure that Turkey becomes part of the enlargement process as the European Union takes important decisions on enlargement during the Copenhagen Summit. Although starting the negotiations with Turkey is a political decision, one should not forget that other factors may also play a significant role.
Today the European Union is trying to develop the legal norms that will enable different religions, languages and cultures to live together. Europe should realize that Turkey already has the sociological and historical knowledge for different opinions to coexist in peace. Turkey offers to Europe the opportunity of a synthesis of our historical culture with European norms. In the past, Turkey saw cultural diversity and differences as threats. The reform package has changed the basis of this assumption; Turkey now sees cultural diversity as the unifying force in the country.
Turkey needs to get a concrete schedule for EU accession negotiations. It has been very determined in adopting the reforms required for the negotiations; the reform package adopted by the Parliament on the 3rd of August created significant changes. Turkey is aware of the economic and political problems it needs to overcome. Rather than being scared of the problems Turkey is faced with, the European Union should consider to what extent Turkey can expand and enrich the Union's vision. The EU should continue its encouragement which has helped Turkey take the difficult steps towards meeting the political criteria. In an 18-month period, Turkey made significant constitutional amendments, adopted three harmonization packages, passed a new civil code, improved the conditions in prisons and took radical steps in human rights and freedoms.
However, we cannot simply assume that we have done whatever can be done and that it is now the EU's turn to act. We need to adopt regulations which support the new laws and ensure more freedom. The Prime Ministry has already issued a circular letter, requiring the relevant rules and regulations to be put into force in a short time. In addition, the Ministry of Foreign Affairs and the relevant Turkish embassies are working on a campaign to coordinate the efforts of NGOs which constitute an effective tool for EU accession.

# # # # # # # #