Dr. BAHADIR KALEAĞASI
TÜSİAD AB Temsilcisi, Brüksel
EU Brussels Represantative For Turkish Association Of Industrialists and Businessmen (TUSIAD)


Takvim Değil Müzakere


Türkiye, AB'ye yeni ülkelerin katılıp karar alma mekanizması 25 üyeye çıkmadan müzakerelere başlamayı hedef almalı. Türkiye AB'den müzakere tarihi veya takvimi değil, müzakerelerin başlamasını talep ediyor. Resmi politikamız bu yönde. O zaman nereden çıktı bu "müzakere tarihi verecekler mi" tartışması ve stresi? Diğer bir soru: "müzakere tarihi almak ile müzakerelere başlamak arasında ne fark var.

Aralık 1999'daki Helsinki zirvesinden beri, demokratik reformlar konusu toplumsal tartışma ortamını iyice gerdi. Reformlar geciktikçe ve ülke bunun bedelini siyasi ve ekonomik olarak içte ve dışarıda ödedikçe, basınç arttı. Yoğunlaşan tartışmalar çerçevesinde, AB hedefi de ister istemez ayrıntılara girmeden 'tarih' veya 'takvim' şeklinde özetlenir oldu.
Fakat artık yeni bir dönemdeyiz. AB'nin 13 Aralık'taki Kopenhag zirvesinden beklentimiz açık Müzakere öncesi aday ülkelerin geçmesi gereken "tarama" sürecinde, Türkiye alt komite toplantıları ile iyice ilerledi. 2002 yılında kapsamlı demokratik reformlar da yapıldığına göre, artık müzakerelerin ilk safhalarına geçebiliriz. Rekabet ve dış ticaret gibi hazır olduğumuz AB politikası başlıklarında Brüksel müzakereleri açabilir. Tabii AB'nin öncelikleri bizimkilerle örtüşmeyebilir. Takvimlerimiz farklı olabilir. Önemli olan, artık AB ile siyasi bir pazarlık içindeyiz ve sıkı durmaya çalışıyoruz. AB, diğer aday ülkelerden Bulgaristan ve Romanya dışında kalan on tanesi ile Mart 2003'de üyelik anlaşmalarını imzalamayı hedefliyor. Sonra bu anlaşmalar Avrupa Parlamentosu'nun yanı sıra, AB ülkeleri ve müstakbel üyeler tarafından kendi iç anayasal kurallarına göre onaylanacak. Bazı ülkelerde referandum düzenlenecek. Bazılarında yalnızca mecliste oylanacak. Sonuçta ok yaydan çıkacak.
Bu dönemde, Türkiye Mart'tan önce müzakerelere bir şekilde geçmiş olmayı resmen talep ediyor Aksi takdirde, genişleyen bir AB ile uğraşmak daha zor olacak. Bunun çeşitli nedenleri var. İlk aşamada, yeni üyelerin kendilerine ekonomik açıdan rakip bir ülkenin kısa vadede tam üyelik menziline girmesine gösterecekleri tepki var. Bunların başında Polonya gelmekte. Sorun hem AB bütçesinden net katkı payı, hem de ticari rekabet. Gümrük birliği elbette Türkiye'yi Avrupa pazarında zaten elverişli bir konuma sokmuş durumda. Fakat, AB'nin karar alma masasına tam üye olarak oturacak potansiyel rakiplerin karşılaştırmalı bir güç kazancı söz konusu. Ekonomik rekabetin diğer bir boyutu da yabancı sermaye. AB'ye üyelik sürecinde ilerleyen ülkelerin çekim gücü =malum. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine göre Türkiye yabancı sermaye açısından bugün geride olduğu alanlarda hızla ilerleyebilir.
Bir diğer sorun da, yeni üyelerin toplumlarında Avrupa düşüncesinin sığlığı ve şimdilik eski üyelere göre daha dinsel veya muhafazakar içgüdülere dayanmasında. Aslında bu yeni üyelerin, kendilerinden sonrakilere karşı tepkisel tavrı göç dalgaları tarihi ile benzerlik içeriyor. Örneğin ABD'ye 19. ve 20. yüzyıllarda değişik ülkelerden gelip yerleşenler, kendilerinden sonra başka ülkelerden gelenlere karşı tutucu ve dışlayıcı olmuşlardır.
Hem ekonomik, hem de toplumsal psikolojik nedenlerden ötürü.
Yeni üyeliklerin Türkiye açısından diğer bir olumsuz etkisi, AB içi işlerin bir süre karışacak olması. 'Yirmibeş ülke tarafından yönetilen bir ortak AB beyni yaratılabilecek mi?' sorusu bugün Brüksel'de hala bir muamma. Bunun etkileri kurumsal işleyişten, bütçeye, dış ilişkilerden, içişlerinde işbirliğine kadar bir çok alanda hissedilecek. Bu arada Türkiye gibi dışarıdaki ülkeleri bir süre daha beklemede bırakmak için mazeretler çoğalacak. Bir de yeni üyeler arasında bölünmüş bir Kıbrıs yer alırsa, siyasi güçler dengesi iyice karışacak.
Bu durum karşısında ulusal çıkarlarımız doğrultusunda soğukkanlı, akılcı ve sabırlı politikalar en doğru seçenek. AB ile müzakereler başlasın veya geciksin, siyaset durmayacak, tarih yazılmaya devam edecek.
Demokratik standartlarını yükseltmiş bir ülke olarak artık Avrupa siyaset sahnesinin daha saygın ve güçlü bir aktörüyüz. Çıtayı en yüksekte, hemen müzakerelere başlama noktasında tutmamız doğal. Bundan geriye düşen bir yaklaşımdan kesinlikle sakınmak gerekiyor. Sonrası onbeş başkentin ortak siyasi iradesinden, 3 Kasım seçimleri sonrasının Ankara'sına, Berlin'den Washington'a ve Irak'tan Kıbrıs'a uzanan bir siyasi denklemler manzumesi.
Sonuçta, siyaset bugünden yarın neler olacağını söyleyip, yarın bunların neden gerçekleşmediğini açıklayabilmekten ibaret değil. Ertesi gün neler yapabileceğini bilmek de gerekiyor.

"On"lar AB'ye Girerken
AB üyesi 15'ler, 10 adaya 'Gel' derken, bir dizi önlem almaktan geri kalmıyor. Gelecek bir yıl boyunca artık tam üyelik menziline girmiş ülkeler yakından izleme mekanizmasına tabi olacak.

Onlara AB üyeliği kapısı açıldı, biz beklemedeyiz. AB Komisyonu 9 Ekim'de açıkladığı 2002 ilerleme raporlarında Türkiye'ye "henüz hazır değilsin, reformları uygula eksikleri tamamla ve bu arada ilişkileri biraz daha geliştirelim" dedi. Bulgaristan ile Romanya'ya da "böyle giderse 2007'den sonra siz de girersiniz" vaadinde bulundu. Müzakerelerde önde giden on aday ülkeye ise "artık hazır sayılırsınız, 2004'de buyurun üyeliğe" davetini yaptı.
10'lar aslında üç gruptan oluşuyor:

1. En önemlisi 1990'a kadar 'demir perde' ötesindeki Orta Avrupa ülkeleri: Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya. Soğuk savaş yılları boyunca Batıda "rehin alınan Avrupa" olarak görülen toplumlar. Baskıcı rejimlere karşı ayaklanmaların Sovyet tankları ile bastırıldığı topraklar. Soğuk savaşın sonunun Macaristan'da bizzat Komünist parti içinden gelen reformist dalga ile başladığı ülkeler. Polonya'da Walesa ve Çek Cumhuriyeti'nde Havel ile özdeşleşen özgürlük hareketleri. Bu gruba daha sonra, kendini tarihin bir hatası sonucunda katılmış olarak gördüğü eski Yugoslavya'dan koparan Slovenya da dahil oldu.

2. Baltık ülkeleri Litvanya, Estonya ve Letonya diğer bir grup. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Moskova hakimiyetine girmeleri Batı dünyası tarafından kerhen kabul edilmiş olan üç eski SSCB üyesi. Artık kendi bakış açılarında ait oldukları dünyaya geri dönüyorlar. AB başkentleri arasına Vilnus, Tallin ve Riga da katılıyor.

3. Son grupta ise iki adet Akdeniz adası var. Malta ve Kıbrıs. Diğerlerinin aksine serbest piyasa ekonomisi ülkeleri. Küçüklükleri ile zaten AB ölçeğinde pek bir şey ifade etmemekteler. Tek sorun Kıbrıs'ın bölünmüşlüğü.
Adanın AB üyeliğinden önce, Türk ve Rum tarafları arasında bir çözümün olacağı iyimserliğine dayalı riskli bir oyun sürmekte Avrupa'nın Doğu Akdeniz ucunda.
'Onbeş'ler on aday ülkeye "gel" derken, bir dizi önlemi almaktan da geri kalmıyorlar. Önümüzdeki bir yıl boyunca artık tam üyelik menziline girmiş olan ülkeler yakından izleme mekanizmasına tabi olacaklar. Eğer eksikliklerini tamamlamaz, yasal değişikliklerini uygulamada sorun çıkarır veya üyelik yükümlülükleri ile çelişkili politikalar izlerlerse, AB her an "stop" düğmesine basarak katılım sürecini durdurma hakkına sahip. Hatta bu izleme ve yaptırım sistemi tam üyeliğin başlangıcından sonra da iki yıl daha devam edecek.
Tabi bunda biraz da, bir anda bu kadar kalabalık ve AB'nin ekonomik ortalamasının altında bir ülke grubunun katılımının kamuoyu üzerinde yarattığı endişeler var. AB Komisyonu'nun en önem verdiği politikalardan biri de, toplumları bu yönde hazırlamak için geliştirdiği "iletişim stratejisi".
Buna rağmen 19 Ekim'deki İrlanda referandumu derin bir belirsizlik kaynağı. Onbeşten, yirmibeş üye ülkeli bir yapıya çıkan AB'nin karar alma mekanizmalarının etkin işleyebilmesi için, Nice Antlaşması'nın tüm üye ülkeler tarafından onaylanması gerekiyor. İrlanda son ve en zayıf halka.
İkinci defa bu küçük ülke AB'nin ve aday ülkelerin kaderinde söz sahibi. Sürmekte olan Avrupa'nın Geleceği Kurultayı da bu konuda yeni bir antlaşma ve hatta belki bir Avrupa Birliği anayasası önerecek. Fakat bunun üye ülkelerce onaylanması birkaç yıl alabilir. Oysa önümüzdeki genişleme dalgasını bu kadar ertelemek çok zor.
AB ilerleme raporları on aday ülkenin müzakerelerinin yıl sonunda tamamlanabileceğini bildiriyor. Tam üyelik anlaşmaları, 2003 baharında imzalanıp, üye ülkeler ve Avrupa Parlamentosu tarafından onaylandıktan sonra 2004 başında yürürlüğe girecek. Bu arada 10'ların yolsuzlukla mücadeleden, yargı sistemi ve bürokratik reformlara bir dizi alanda daha eksikliklerini gidermeleri gerekiyor. AB Komisyonu'nun mezbahalardaki standartlara kadar varan ayrıntılı taleplerine uymak durumundalar.
Dokuz yıla yakın süren hazırlık ve müzakere dönemine rağmen, yeni üyeler birçok alanda geçiş dönemlerine tabi olacaklar. Bunların 28 tanesi üye ülkelerin, 185'i ise aday ülkelerin talebi. Öngörülen alanlar arasında, çalışanların serbest dolaşımı, mülk edinme, kabotaj ve atık su tesisleri gibi duyarlı konular dikkat çekiyor. Ayrıca, diğer üye ülkelerden farklı olarak, tarım ve bölgesel yardım gibi kalemlerde AB bütçesinden yararlanmaya çok düşük oranlarda başlayacaklar.

Onlar ve biz
Onlar, bizden farklı olarak, müzakerelere başlamak için ön koşul olan demokratik kıstaslara çok fazla itiraz etmeden hızla uydular. Bu konuda sabıkalı ve önyargılı bir görüntüleri genelde yoktu. Eksikleri az ve zaman içinde çözüm yoluna girmiş nitelikteydi. Siyasi iradeleri, hükümeti ve ana muhalefetiyle bu konularda kuşkuya yer bırakmayacak bir bütünlük içindeydi. Onların siyasi partileri, Avrupalı kardeş partiler ve Avrupa Parlamentosu'ndaki siyasi gruplar ile birebir ilişkiler geliştirdi.
Ekonomik durumları, gelir dağılımı, bölgesel dengeler ve enflasyon gibi temel makro-ekonomik göstergeler açılarından bizden daha iyi. Halkın genel eğitim durumu da. 10'lar bizim kadar dinamik, serbest piyasa konusunda deneyimli ve girişimci bir toplum ile NATO standartlarında bir devlet yapısına sahip değiller. Fakat onların sorunları nispeten daha küçük boyutlarda ve AB içinde sindirilebilmeye müsait görülmekte.
10'lar küçük, biz büyüğüz. On aday ülkenin toplam nüfusu 75 milyon civarında, Türkiye'den ancak biraz fazla. Bunun da yarıdan fazlası, AB standartlarında orta boy bir ülke olan 39 milyon nüfuslu Polonya'da. Macaristan ve Çek Cumhuriyeti aşağı yukarı onar milyon. Gerisi beş, üç, iki milyon derken Malta'da dörtyüzbin seviyesine kadar düşmekte.
Küçük ülkeleri içine almak, kamuoyuna kabul ettirtmek AB için hep daha kolay olmuştur.
Üç büyük ülke, Fransa, Almanya ve İtalya zaten kurucu üye. Bugün büyük ülke olan İspanya girdiği dönemde orta boy sayılmaktaydı ve yine de çok zorlandı. Bunun dışında Onbeşler arasına sonradan katılan tek büyük ülke İngiltere. Uzun yıllar Avrupa kapısında bekledi, iki defa veto edildi. Üye olmasının üzerinden otuz küsur yıl geçti, hala AB içi dengelerde yerine oturamadı.
Küçük ülkelere kol kanat geren hamilik yapan AB üyeleri, Türkiye gibi nüfusu, uluslararası konumu, potansiyelleri ve de sorunlarıyla 'büyük' olan bir ülke karşısında duraksıyor. Çünkü, büyük ülkeler bir kere AB üyesi olunca, muazzam bir güce kavuşuyorlar. Tarih gösteriyor ki, büyük ülkeler AB'ye arkadan itilerek değil, kendi kararlılıklarıyla, zorlayarak ve sağduyularını kaybetmeden yılmadan çalışarak giriyorlar.

NEGOTIATIONS, RATHER THAN A CALENDAR


Turkey does not want a negotiation date or schedule from the European Union; it wants the negotiations to start, in accordance with its official policy. Its expectations from the Copenhagen Summit on the 13th of December are clear; Turkey's subcommittees have covered quite a lot of distance in the "screening" process candidate countries need to go through. We can proceed to the first phase of negotiations since comprehensive democratic reforms were carried out in 2002. Brussels can start negotiations on chapters that Turkey is prepared for, such as competition and foreign trade.
The European Union aims at signing accession agreements with ten candidate countries in March 2003. Turkey is officially requesting the negotiations to start before then; otherwise, it will have to deal with an enlarged EU. Initially, countries such as Poland will react against the full membership of a country that can be an economic competitor in the short term, especially on issues such as foreign capital. Another problem is the shallowness of European ideas in the new members who would be more religious than older members or who have conservative instincts.
From Turkey's perspective, one of the problems of enlargement is that the EU's internal functions will be chaotic for a while. The impact of this situation will be seen in many fields including institutional work, budget, foreign relations and internal cooperation. Brussels still does not know whether it will be able to create a common EU mind managed by 25 countries.

# # # # # # # #