ABDULLAH GÜL
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Minister of Foreign Affairs and Deputy Prime Minister


Türkiyemizin Dış Politikası Halkımızın Yediği Ekmeği Doğrudan Etkilemektedir


Dış politikamızın işlev görmek durumunda olduğu küresel ve bölgesel konjonktüre bakıldığında, çarpıcı bir gerçek tüm açıklığıyla gözlerimiz önüne serilmektedir. Buna göre, küresel düzenin geleceği, özellikle Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgede yeniden şekillenmektedir. İçinde bulunduğumuz uluslararası ve bölgesel konjonktürde, son derece kritik bir dönemeçte bulunmaktayız ve bu dönemeçte önemli bir rol oynamaktayız.

11 Eylül 2001 tarihinde ABD'ye yapılan terörist saldırıların, mevcut uluslararası sistemi, Varşova Paktı'nın dağılması ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra ikinci bir kırılmayla karşı karşıya bıraktığını söylemek mümkündür. Komşumuz Irak'ta çıkan savaş, işte bu kırılma noktasından başlayan ve küresel ölçekte anlam taşıyan jeopolitik deprem ve artçı şokların odağında yer almaktadır.

Hükümetimiz, son derece hassas bir aşamaya girdiğimiz bu dönemde, dış politikamızı, uzun vadeli bir perspektifle, bölgesel ve küresel konjonktürün dinamiklerine uyumlu halde yürütme kararlılığındadır. Türkiye, tarihine ve coğrafi konumuna yaraşır, önyargılardan ve saplantılardan arınmış, karşılıklı çıkar dengelerine dayalı bir politika izlemektedir. Bu politika ilkeli, dengeli ve gerçekçi olmak durumundadır.

Ulusal çıkarlarımız gereğince, ilgili bölge ve kıta ölçekli gelişmeleri sadece izleyen değil, aynı zamanda yönlendiren faal bir diplomasi uygulamaktayız. Bu da ülkemizin, bir istikrar unsuru olmakla kalmayıp, çevresindeki bunalımların çözümüne somut katkı sağlamaya çalışmasını gerektirmektedir.

Halihazırdaki uluslararası konjonktür, hem bölgesel planda bir süreklilik, hem de küresel ölçekte bir değişikliğe işaret etmektedir.

Süreklilik unsuruna bakıldığında, ülkemiz, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik açılardan kilit öneme sahip, kendine özgü bir coğrafyada, kalıcı bir istikrar unsuru olmaya devam etmektedir. Çevremizde bunalımlar sürekli olarak kendini göstermektedir. Son on üç yıla bakıldığında, Orta Doğu'yla başlayan, sonra Kafkasya ve Balkanlar'da yaşanan buhranlar ve savaş rüzgarları şimdi yeniden Orta Doğu'ya dönmüştür. Odağında bulunduğumuz bu coğrafyada, Türk dış politikası sürekli bir teyakkuz ihtiyacıyla yoğrulmuştur.

Öte yandan, ülkemizi yakından ilgilendiren bir değişiklikten de bahsetmek mümkündür. Bu, küresel düzenin ve güvenliğin odağında bulunan Birleşmiş Milletler ve uluslararası hukuk sisteminin mevcut güç denklemine intibak etmekte giderek daha fazla zorlanmakta olduğu gerçeğidir. Dünyadaki tek askeri ve siyasi kutup olan ABD, 11 Eylül terör saldırılarının da etkisiyle, kendi doğrularını ve çıkarlarını çok daha güçlü şekilde takip etmeye yönelmiştir. Transatlantik bağlarda bir gevşemeyi de beraberinde getiren, Batı içindeki görüş ayrılıkları ve çatlaklar, özellikle Irak Krizi vesilesiyle iyice açığa çıkmıştır.

İşte bu bölgesel ve küresel ortamda, Türkiye'nin izleyeceği politikalar sadece ülkemiz ve bölgemiz için değil, belki de küresel ölçekte de önem taşıyacaktır. Türkiye'nin bu denli merkezi hale gelen konumu, sadece coğrafyaya da bağlanamayacaktır. Hem Batı, hem İslam alemine mensup, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma özelliğine sahip ülkemiz, çağdaşlaşma özlemi duyan tüm halklar için bir ilham kaynağı teşkil etmektedir. Bu konumuyla, bugün yeniden gündeme getirilen "medeniyetler çatışması" tezinin yanlışlığını ortaya koyabilecek yegane ülke Türkiye'mizdir.

Silahlı Kuvvetlerimiz sadece ülkemizin güvenliğini sağlamakta yetkin bir güç olmakla kalmamakta, Bosna Hersek'ten Afganistan'a kadar büyük başarıyla üstlendikleri rollerden de görüleceği gibi, barışı koruma alanında bölgesel planda ve ötesinde önemli bir işlev üstlenmektedir.

Bölgemizde, uluslararası serbest piyasa ekonomisiyle bütünleşmiş, küreselleşmiş dünyayla uyum sağlamış, çağdaş bir gelişim çizgisini yakalamış, edebiyatından sporuna kadar her alanda dünya vatandaşı olmuş bir toplum olarak dünya medeniyetine katkıda bulunmaktayız.

İşte bu siyasi, ekonomik, askeri, sosyal ve beşeri hasletlere sahip bir toplumun ve devletin dış politikası, bölgesel ve küresel dinamiklerin şekillenmesinde kaçınılmaz bir etki doğurmaktadır.

Dolayısıyla, üzerimizdeki sorumluluk sadece halkımıza ve devletimize karşı değil, aynı zamanda bölgemize ve dünyamıza karşıdır. Hükümetimizin başlangıç noktası budur.

Komşumuz Irak'ta cereyan eden savaş Orta Doğu coğrafyasının ne denli kırılgan bir yapıda olduğunu, bir kez daha, acı bir biçimde gözler önüne sermektedir. Irak'la ilgili Birleşmiş Milletler sürecinin de tüketilmesiyle yoğun diplomatik çabalarımızla katkıda bulunduğumuz barışçı çözüm gayretleri sonuçsuz kalmış, Irak topraklarını topyekün bir askeri harekat alanına dönüştüren savaş durumu karşısında bunun ülkemize olabilecek yansımalarını en aza indirmek öncelik kazanmıştır.

Öte yandan, Irak'ın Arap, Kürt, Türkmen ve diğer nüfus kesimleri kardeşlerimiz ve akrabalarımız olup, Türkiye, Irak halkının müspet bir geleceğe kavuşmasını samimiyetle istemektedir. Tüm bölge insanları hak ettikleri barış, istikrar ve refaha artık kavuşmalıdırlar. Bu itibarla, ülkemiz, Irak'ın bağımsızlığının, egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunması ve Irak'ın doğal kaynaklarının Irak halkının tümüne ait olduğu ve halkın tümünün refahı için kullanılması gibi ilkeleri kararlılıkla savunmaya devam etmektedir. Yine bu çerçevede, Irak nüfusunun üç esas unsurundan birini teşkil eden Türkmenler'in, bu konumlarına uygun hak ve çıkarlarının teminat altına alınması, barış ve refah içerisinde saygın Irak vatandaşları olarak yaşayabilmelerinin temin edilmesi, can ve mal güvenliklerinin her ortamda korunması da tarafımızdan büyük önem atfedilen bir konudur. Ülkemizin savunduğu bu ilkeler, sadece komşu Irak'ın değil, fakat tüm bölgemizin bir barış ve refah bölgesi olmasına katkıda bulunacaktır. Ümidimiz, Orta Doğu'nun yakın gelecekte savaşlarıyla değil, insani ve kültürel zenginlikleriyle anıldığı bir barış bölgesi olmasıdır.

Esasen, ülkemizin bu coğrafyadaki güvenliği ve uzun vadeli çıkarları, ittifak ilişkilerinin de sağlıklı bir zeminde yürümesini yaşamsal derecede önemli kılmaktadır. Nitekim, son elli yılda özellikle güvenlik ve savunma ekseninde gelişip olgunlaşan Türk-Amerikan ilişkilerini bu bağlamda alınan kararlarda önemli bir etken olarak kabul etmek gerekir. Ulaşılan aşamada ortaya çıkan fiili durum ve yeni şartlar ışığında, Hükümetimiz yeni bir değerlendirme yaparak, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin geçici bir süre kuzey Irak'a gönderilmesine ve Türk hava sahasının yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarına açılmasına ilişkin olarak, Meclisimizden yetki talebinde bulunmuştur. Bilindiği üzere, 20 Mart 2003 tarihinde Meclis, altı ay süreyle bu yetkinin verilmesini onaylamıştır. Sayın Başbakanımızın da belirttiği üzere, Türk hava sahasını yabancı hava unsurlarına açmamız, müttefiklerimizle ilişkilerimizi korumamıza, muhtemel gelişmelere karşı güvenliğimiz için tedbir almamıza, savaşın bir an önce bitmesine, savaş sonrası barışın tesisine, Irak'ın bütünlüğünün korunmasına, bütün bölgeyi ve elbette ülkemizi etkileyebilecek tahrikkar davranışları önlemeye yöneliktir.

Öte yandan, 1991 yılında yaşanan Körfez Savaşı sonrasında Türkiye-Irak sınırına bir gecede yarım milyon insanın son derece güç şartlarda sığındığı hatırlardadır. Silahlı kuvvetlerimizin kuzey Irak'taki mevcudiyetiyle amaçlanan, benzer bir trajedinin yaşanmasının önüne zamanında ve yerinde geçmek, insani yardımı etkinlikle ulaştırabilmek, güvenliğimize tehdit oluşturabilecek bazı girişimleri önlemek ve sınırlarımızın güvenliğini korumaktır. 50 yıllık ittifak zemininde olgunlaşan ve stratejik bir nitelik kazanan Türk-Amerikan işbirliği, hassas bir coğrafya olan Orta Doğu'da refah ve istikrara değerli bir katkı sağlayagelmiştir. Kuzey Irak'taki Türk askeri varlığının bu anlayışla değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Zira, bu mevcudiyet, gerek Türkiye, gerek bölge için bir güven ve istikrar unsuru olacaktır.

Dış politikamız demokratik yapımızdan güç almaktadır. Bu çerçevede, birincil derecede bir stratejik hedef olarak gördüğümüz Avrupa Birliği'ne katılma sürecimiz de demokrasimizin gelişmesiyle somut bir perspektif kazanmıştır. Halkımızın özlem ve yönelimleriyle, Avrupa Birliği'ne üyelik hedefimiz uyum halindedir.

Hükümetimiz, Türkiye'nin bugün itibarıyla Avrupa Birliği bünyesinde ifadesini bulan ileri demokratik standartları gerçekleştirmekte kararlıdır. Meclis'in ulusumuzun hak ve talep ettiği doğrultuda kabul ettiği reform paketleri, AB Kopenhag Zirvesi'nde sonuç alınmasını sağlamıştır. Aralık 2004 tarihinde yapılacak Avrupa Birliği Zirvesi'ne giden dönemde, üyelik müzakerelerinin başlamasına yönelik kararlı adımlar atılacaktır.

Nesnel olarak bakıldığında, Avrupa Birliği'ne üyeliğimizin ülkemize olduğu kadar, Birliğe de somut katkılar sağlayacağı tespitimiz giderek daha geniş bir kabul görmektedir. Ekonomiden ortak dış ve güvenlik politikasına, Birliğin bir dünya gücü olarak Batı'nın demokratik değerler sisteminin yaygınlaştırılmasına daha fazla katkıda bulunması hedefine kadar geniş bir yelpazede Türkiye'nin rolü aranacaktır. Bu itibarla, 2004 Zirvesi'ne giden dönemde, Avrupa Birliği ülkelerinin de kendi hazırlıklarını, bizim yapmakta olduğumuz gibi, tamamlayarak, ülkemizle bütünleşmenin önündeki zihinsel bazı engelleri bertaraf etmelerini beklemek en doğal hakkımızdır.

Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunması ulusal bir dava niteliğindedir. Bu soruna mutlaka bir çözüm bulunması gerektiğine inanmaktayız. Ancak, gelecekte adadaki Türk varlığını tehlikeye sokacak hiç bir girişime müsaade edilmeyeceği açıktır.

Ada'da sağlanacak bir çözümün parametreleri olarak, Kıbrıs'ta mevcut barış ortamının ve Türkiye'nin etkin ve fiili garantisinin sürmesini sağlayacak, Türk-Yunan dengesini koruyan, Ada'daki iki tarafın egemen eşitliğini kabul eden, uzlaşmaya dayalı yeni bir ortaklık devleti oluşturulmasını hedeflemekteyiz.

Topluca bakıldığında, Türk dış politikası sadece ülkemizin başka ülkelerle ilişkilerinin manzumesi olmaktan öteye bir anlam taşımaktadır. Bakanlığımın katkılarıyla Hükümetimizin izlediği dış politika, ülkemizin siyasi, ekonomik, askeri, kültürel ve kurumsal gücünün bir türevi olduğu kadar, aynı zamanda bu gücümüzün geliştirilmesine ve barışın hizmetine sunulmasına katkıda bulunmaktadır.

Hükümet Programımızda da vurgulandığı üzere, "Türkiye'mizin dış politikası halkımızın yediği ekmeği doğrudan etkilemektedir."



TURKEY'S FOREIGN POLICIES HAVE A DIRECT IMPACT ON THE BREAD OUR PEOPLE EAT


The future of the global order is being reshaped in this region. The international and regional structures we are a part of are at a critical crossroads; Turkey plays an important role in this process. In this extremely sensitive period, our government is determined to follow long-term foreign policies in accordance with regional and global dynamics.

The policies Turkey follows are worthy of its history and geographical location, free of prejudices and obsessions, and based on mutual interests. Through active diplomacy, we not only watch but also contribute to the regional and continental developments. Turkey strives to be a source of stability, as well as a concrete contributor to solutions.

When we look at the past three years, we see that the problems and winds of war which started in the Middle East have moved to the Caucuses and Balkans and are now back in the Middle East. It is clear that the United Nations and the international legal system have trouble adapting to the current balance of powers.

The conflicting opinions and cracks in the West, as well as the fragile geography of the Middle East, have become all the more obvious during the Iraq crisis. Turkey believes in protecting the independence, sovereignty, territorial integrity and political unity of Iraq; it believes that Iraq's natural resources belong to all of the Iraqi people and that they should be used for the people's welfare. These principles will help bring peace and welfare to not only Iraq but also the rest of the region.

Our foreign policies gain strength from our political structure. As our primary strategic objective, accession to the European Union has gained a concrete perspective with the developments in democracy.

More and more people now support our belief that Turkey's EU membership will contribute to the Union as much as to Turkey. Turkey can play a role in establishing common foreign and security policies and in spreading the democratic values system of the West. As a democratic and secular country which belongs to the Western and Islamic worlds, Turkey continues to be a source of inspiration for all peoples who want to modernize. Turkey is the only country that can disprove the thesis of "clash of civilizations".



# # # # # # # #