DR. BAHADIR KALEAĞASI
TÜSİAD AB Temsilcisi, Brüksel
EU Brussels Represantative For Turkish Association Of Industrialists and Businessmen (TUSIAD)


AB Penceresi Aralık


AB ile bahar havası yaşanıyor: Ankara'nın filizlenen demokrasi paketleri, AB'de Türkiye'nin üyeliğinin geri dönülmez olduğu düşüncesinin yeşermesi ve Kıbrıs'ta çözüm tomurcukları. Fakat...

Fırsat penceresi bir açılıyor, bir kapanıyor. AB-Türkiye ilişkilerinde de açılımlar ile tıkanıklıklar bazen eşzamanlı, bazen neden-sonuç ilişkili ve genelde diyalektik bir evrim içinde ilerliyor.

Ortaya çıkan fırsatları iyi anlamak, kaçırmamak ve değerlendirmek Türkiye'nin elinde. Tıkanıklıkları fırsata dönüştürmek de olası. Yeter ki doğru analiz, toplumsal destek sahibi strateji, kararlı politika ve etkin uygulama olsun. Duygusal değil, soğukkanlı, akılcı ve sabırlı olunsun.

Henüz yazılması için çok erken olan Türkiye'nin AB üyeliği tarihinin 2003 ilkbaharı ile ilgili sayfalar, mutlaka bu fırsat ve tıkanıkların çok somut örnekleriyle dolu olacak: Irak savaşı, Avrupa içi güç dengelerinde değişiklikler, AB konusunda söylemi son derece olumlu bir tek parti iktidarı, aynı olumlulukta bir ana muhalefet, kapsamlı demokrasi paketleri, yenilenmiş Katılım Ortaklığı Belgesi, yeni bir Ulusal Program hazırlıkları, Kıbrıs'ta sınırların silikleşmesi yönünde radikal adımlar... Ve tabii her zaman olduğu gibi, AB içinden Türkiye hakkında olumsuz tepkiler veya aksine bal damlayan demeçler, sık sık kuşkulu söylemler...

Avrupa Parlamentosu raporu

Bu dönemde Türkiye'yi meşgul eden konular arasında Avrupa Parlamentosu'nun bir Türkiye raporu var örneğin. Konunun Türkiye-AB ilişkilerine yansıdığı üç ayrı evre gözlemlenmekte. Birincisi, raporun ortaya çıkmasından önceki durum: Avrupa Parlamentosu'nun genelde Türkiye'ye insan hakları bağlamında çok eleştirisel olduğu bilinmekte. Özellikle Hıristiyan demokrat parlamenterlerin, Türkiye'nin adaylık statüsünü sorgulamak ve hatta yerine "özel statü" gibi yeni modeller geliştirme çabaları zaman zaman gündeme geliyor. Fakat Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkeleri hakkında herhangi bir yüzü üstüne çıkmış eğilim yok.

İkinci durum da aslında birinciden pek farklı değil. Fakat bu sefer 626 parlamenterden bir tanesi, Türkiye konusunda hazırlamakla görevlendirildiği bir raporla gündemi işgal ediyor. Tabii Türkiye'de. Yoksa Hollandalı Hıristiyan demokrat milletvekili Arie Ooslander Avrupa'da veya kendi ülkesi kamuoyunda gündemde olan bir siyasetçi değil. Türkiye'deki tepkinin nedeni ise, hazırladığı ve henüz kendi kişisel raporu olmanın ötesinde bir değer taşımayan metinde, Türkiye'nin AB üyeliğinin önünde en önemli engel olarak "Kemalizm"e işaret etmesi. Daha doğrusu, Kemalizm kavramı kapsamında, devlet yapısının modernleşmesi konusuna girmek istemesi.

Bu konuda AB içinden ve dışından bir çok kanaldan bu parlamentere yoğun bilgi akışı oldu. Eğer Kemalizm'den kastı

Atatürkçülük ise, bunun Türk toplumunun hemen hemen her kesiminde kendince benimsenmiş temel ilkeler bütünü ve bir ülke olarak varolma zemini oluşturduğu anlatıldı. Söz konusu olanın dogmatik bir ideolojik çerçeve değil, Atatürk'ün önderliğinde pragmatik bir çağdaşlaşma projesi olduğu belirtildi. Eleştirilerinin içeriğinde haklı veya haksız olmasından bağımsız olarak, "Kemalizm" sözcüğünü kullanarak sorunların çözümünü zorlaştırıcı ve tartışmayı hedefinden saptırıcı bir yol izlediği vurgulandı.

Atatürkçülüğe destek

Sonuçta üçüncü evreye geçildi. Avrupa Parlamentosu içinde de oluşan tepki ve talepler karşısında OOSLANDER Kemalizm ile ilgili, ve bunun yanı sıra Ermeni savlarına yönelik paragrafları rapor metninden çıkardı. Bu arada düşüncelerine de açıklık getirdi: "Devlet vatandaşa hizmet için var olmalıdır, güçler ayrılığı dengesi esastır ve sivil toplum askeri mantığın etkisinden çıkmalıdır". Bunun da ötesinde, bazı temel sorunlara dikkat çekti: devletin merkezden yerele yayılması, azınlık haklarının gözetilmesi, insan haklarının geliştirilmesi, yargının bağımsızlığının sağlanması, askeri gücün demokratik denetime tabi olması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına uyulması ve Kıbrıs sorununun çözülmesi.

Bunların hepsi, gerçekten Türkiye'nin, Türk vatandaşlarının ve gelecek kuşaklarının yararına olan gelişmeler. Hali hazırda çok önemli mesafe kat etmiş olduğumuz alanlar. Türkiye Cumhuriyeti'ni dünya sahnesinde daha saygın ve güçlü kılacak reformlar. Parlamenterin söyleminin arkasındaki niyet ne olursa olsun, temelde doğru bir içeriğe dayalı. Sonuçta, Avrupa Parlamentosu'nu ne kadar yakından takip etmek gerektiğinin ve Türkiye hakkındaki yüzeysel yaklaşımların nasıl gereksiz polemiklere yol açabildiğinin de yeni bir göstergesi oldu bu olay.

AB'yi doğru izlemek

Daha da önemlisi, Türk kamuoyunda bazen AB odaklı konulara yaklaşımın nasıl yanlış mecralara gidebileceği açısından da ilginç bir örnek oldu. Zira, olayın

Kemalizm'e yönelik eleştirilerin yer aldığı ikinci evresinde gündemde oturduğu alan, üçüncü evrede iyice daraldı. Yalnızca bir parlamenterin, bilgi ve yordam eksikliği ve önyargılarıyla kaleme aldığı bir paragraf medyada infial yarattı, kamuoyundan "Kahpe AB" tepkileri aldı.

Fakat daha sonra, Avrupa Parlamentosu'nda temsil zemini çok geniş bir kesimin Türkiye ile aynı çizgide buluşması, bir çok yayında daha az önemsendi. Halbuki, bir kişisel girişim olarak başlayan Ooslander raporu vakası, sonuçta Türkiye'de bazen çok endişe yaratan ve Svres paranoyasına araç olan bir konuya mutlak bir açıklık getirdi: Avrupa Parlamentosu Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğü ve laik yapısını, Avrupa için de çok önemli bir değer olarak görüyor.

Olumluluklar da önemli

Avrupa Birliği, aslında Türkiye dosyası temelinde, kendi kimliği ve uluslararası konumunu tartışıyor. Bu süreçte bizi rahatsız edecek, gizli gündemlere hizmet eden veya taktik hedeflere odaklı birçok yeni olumsuz söylem ve girişime hazırlıklı olmak ve mücadele etmek gerekir. Bu çerçevede, Türkiye hakkında doğru mesajları vurgulamanın en etkili yollarından birisi de, bunların kaynağı bizzat AB yetkilileri olduğu zaman ortaya çıkmakta. Bu yöndeki girişimlere, en az olumuz olanlar kadar önem vermeli, iyi not etmeli ve AB ile iletişim kanallarımızda atıfta bulunmalıyız.

Örneğin, AB Komisyonu'nda en üst düzey bürokrat olarak, bir anlamda Komiser VERHEUGEN'in müsteşarı olan Genişleme Genel Direktörü Enoko LANDABURU'nun, 13 Mayıs'ta Brüksel'in en etkili düşünce kuruluşlarından European Policy Center'da, önde gelen AB çevrelerine söyledikleri:

"Türkiye Kopenhag siyasi kıstaslarına uyum sağladığı an, müzakerelere başlamalıdır. Aksi halde tam bir siyasi felaket olur. Türkiye konusunda AB tarihi bir fırsatı kaçırmamalıdır. Avrupa ailesine demokrasi ve insan hakları değerlerimizi uygulayan Müslüman bir ülkenin dahil olması, AB'nin jeo-politik konumu için bir kazançtır. Böylece, dinsel farklılıkları özümsemiş ve sağlam bir demokrasiye dayalı güçlenmiş bir çok kültürlü yapı, sınırları İran'a kadar uzanacak olan AB'yi gerçek bir küresel güç haline getirecektir."

Türkiye AB ilişkilerinde bir bahar havası var: Ankara'da filizlenen demokrasi paketleri, AB'de Türkiye'nin üyeliğinin geri dönülmezliği düşüncesinin yeşermesi ve Kıbrıs'ta çözüm tomurcukları. Fırsatları iyi değerlendirmenin zamanı. Bahar havası bir açar, bir kapar.





THE EU WINDOW IS OPEN


There is a constant fluctuation in Turkey's relationship with the European Union (EU). On the one hand, there are good signs for the future such as a renewed Accession Partnership Accord, preparations for a new National Program, steps taken towards the elimination of borders in Cyprus, etc. On the other hand, there is still a discourse of negativity towards Turkey on the part of Europeans that seems to lurk behind their statements every now and then. For example, the recent report of the European Parliament prepared by the Dutch parliamentarian Arie Ooslander: In his report, he referred to Kemalism as an obstacle in front of Turkey's full membership.

In fact, efforts both in Turkey and from within the EU itself proved to be useful in clarifying the meaning and role of Atatürk's principles in the context of the Turkish Republic, and the reactions to the report were smoothed. But what is important for us at this juncture is that putting aside the tone of the report, most of its content was accurate. All the areas of improvement are indeed issues that we need to work on in order to reinforce our position in the international arena. It is also important for us to make good use of our communication channels with the EU and of the existing positive atmosphere in the relations.





# # # # # # # #