HAKAN HANLI
Uluslararasý ve AB Hukuku Uzmaný
Attorney at the Ankara & Brussels Bars International & European Business Law


Eski ve Yeni Dünya Düzenleri Global Savaþ ve Barýþ: Ýnsan; Ýktidar-Akýl-Ahlak Dengesi


XV. yy'ýn baþlarýnda Dünya güç dengesi Asya ve Orta-Doðu'da kuruldu. XV. ila XVIII. yy arasý dönemde, Avrupa denizlerde üstünlüðü ele geçirince, uluslararasý ticari sistemde güçlü konuma yükseldi. Buna Amerika'nýn keþfi ve denizci Avrupa ülkelerinin, Amerikan yerlilerinden her türlü yöntemle edinip, Akdeniz ticari pazarýna, Osmanlý gümüþ akçe ve sikkesine rakip para birimi olan, Papalýk, Krallýk ve Dükalýk altýnýný galip kýlmalarý da etken olmuþtur.

Avrupa, misyon olarak tanýmladýðý "ilerici" nitelikli duyguyla hareket eden, geliþmiþ silahlar ve deniz teknolojisinin de yardýmýyla güçlenmeye ve tüm dünyayý sanki "evinin arka bahçesi" durumuna getirmeyi amaçlamaya baþladý.

XIX.yy'a gelindiðinde, içine kapanan Çin, Japonya ve Osmanlý dýþýnda, Avrupa'nýn kýsa ve uzun vadeli çýkarlarý ile deðerleri güçlü duruma gelmiþti. 1914'de ise, hemen hemen tüm dünya, sanki Avrupa'nýn bir uzantýsýydý ve bu kýtanýn batý ucundaki devletler, yeryüzünün her köþesinin eriþilebildiði bir "dünya merkezi" idi.

Avrupa'nýn sürekli geniþleyen ekonomisi, "bir ahtapotun kollarý gibi, dünyayý sýký sýkýya kendine baðlayýp, ezerek; özsuyunu de merkeze çekiyordu". Batý'nýn deðerleri, yasalarý, teknolojisi, endüstrisi, ulaþým ve iletiþim sistemleri, üretimi ve hatta hastalýklarý yeryüzüne yayýlmýþ, büyük bir dönüþüm süreci baþlamýþtý.

5.000 yýllýk Çin, Hint, Orta-Doðu ve Avrupa arasýndaki dört-merkezli kültürel denge (Batý kültürünün bilim anlayýþý ile çözememiþ olsa bile, binlerce yýllýk dünya uygarlýðýnda ve özellikle Doðu kültürlerindeki telepati, zihinsel þifa, uzgörü, vb. gibi doðal teknolojilerin de olduðu göz ardý edilmemekle birlikte) artýk tarih sahifelerinde kalýyor ve XX.yy'da yeni bir dünya ortaya çýkýyordu. Güç artýk Batý'nýndý.

Dünya Savaþý : "Güç, eksen deðiþtiriyor: ABD"

II. Dünya Savaþý'nýn sonlarýna doðru, Batý sistemi içinde Avrupa'nýn güçlü olan konumu sona eriyordu. Komünizm, Faþizm ve Nazizm'in Avrupa'da ortaya çýkmasýyla, Avrupa'nýn önceki "Dünyayý Hýristiyanlýk, Demokrasi ve Ýnsan Haklarý için güvenli bir yaþam alaný haline getirmek" çaðrýsý ve misyonu, önemini yitirmeye baþladý. Avrupa'nýn, daha sonradan edindiði "dünyayý uygarlaþtýrma" misyonu, artýk ciddiye bile alýnmýyordu.

II. Dünya Savaþý sonrasý, yeryüzünde belirli bir takým misyonlarý olduðunu iddia edebilecek iki devlet kalmýþtý: "ABD ve Sovyetler Birliði".

Bu dönemde Asya (Japonya ve Çin) ve Afrika halklarý da kendilerini Batý'nýn denetiminden kurtarmaya çalýþýyorlardý. "Üçüncü Dünya"nýn belirmesiyle, uluslararasý sistemdeki güç dengesinin bir ucu, Avrupa'dan bu tarafa doðru kaymaya baþlýyordu. Dünyanýn yoksul olan bölgeleri, siyasal iradelerini yavaþ yavaþ zengin ülkelere kabul ettirmeðe baþlýyorlardý.

Dünya'nýn bu bölgelerinin yoksulluk nedeninin, "Batý'nýn sömürüsü ya da dünya kaynaklarýnýn haksýz daðýtýmý olmadýðý", yoksul ülkelerin Bati'nýn geçmiþ olduðu tarihsel süreçten geçmemiþ olmalarýndan kaynaklandýðýna dair Batý'nýn iddialarý artýk inandýrýcý da olamýyordu.

Üçüncü Dünya devletleri, eski durumlarýnýn hatýrlatýlmasýna sert tepki veriyorlardý. 1949 yýlýnda Mao, "ulusumuz bir daha hakir görülen bir ulus olmayacaktýr, artýk dimdik ayaktayýz" diyordu. Diðer siyasi liderler de, hemen hemen ayný þeyleri söylemekteydiler.

Üçüncü Dünya ve özellikle Ýslam ülkelerinin bügun ABD'ne en aðýr suçlamalarda bulunmalarýnýn nedeni; "ABD'nin öteki Batýlý devletlerin masum olduklarý suçlarý iþlemiþ olmasýndan deðil, ABD'nin ötekilerden daha çok laik, materyalist ve modern toplumla özdeþleþtirilmiþ olmalarý"ndandýr. Ayrýca, II. Dünya Savaþý'ndan sonra Avrupa'nýn sömürgeci güçleri gerilerken, ABD'nin etkisinin artmaða baþlamasý, doðal olarak ABD'yi "günah keçisi" konumuna da getiriyordu.

Yeni Dünya, XIX. yy'da, sadece Avrupalý'nýn konuþtuðu ve ötekilerin dinlediði "monolog dönemi"nden, XX.yy'da globalleþmenin de etkisiyle, "herkesin konuþtuðu ve kimsenin dinlemediði bir saðýrlar diyalogsuzluðu dönemine" geçiyordu.

Yeni düzende, II. Dünya Savaþý'ndan bu yana seslerini duyurmaða çalýþanlar, sadece ABD ve Sovyetler Birliði (Rusya) ve Üçüncü Dünya ülkelerinden ibaret olmayýp, ileri gelen endüstri ülkeleri olan Japonya ve Almanya'dýr. Ayrýca, Çin de, Rusya'nýn rakibi olarak, geliþmekte olan dünyanýn liderliðine adaydýr.

Global Sýcak Savaþ ve Uluslararasý Terörizm: "Soðuk Barýþ Dönemi"

Globalleþme, "bütün insanlýðýn tek ve uyumlu bir global sistem içerisine alýnmasý süreci" olarak tanýmlanýrsa, bugün dünya globalleþmiþ ve uluslararasý sistem bir eylem alaný haline gelmiþtir. Dünya'nýn neresinde ortaya çýkarsa çýksýn, ne kadar yerel olursa olsun, her bunalým týrmanarak global bunalým haline gelme potansiyelini bünyesinde taþýr hale gelmiþtir.

Savaþ ise, dünya tarihindeki büyük deðiþikliklerin ve hatta dönüþümlerin çýkýþ noktasý olup, "Milletler arasýnda (dýþ savaþ) veya ayný ülke içinde iki taraf arasýnda (iç savaþ) olduðu taktirde, baþka bir yolla elde edemediklerine; kuvvet zoruyla sahip olmak, istediklerini kabul ettirmek veya baþkasýnýn isteklerine boyun eðmemek amacýyla güç denemesinde bulunmak" olarak tanýmlanabilir.

Ýnsanoðlu'nun 7.000 yýla yakýn tarihine bakarsak, her yüzyýl içerisinde % 87'sini savaþ, ancak %13'ünü barýþ içinde geçirdiði görülecektir. Dolayýsýyla, insanoðlunun esas uðraþýsý, ne yazýk ki savaþ olmuþtur. Tarihsel süreçte, savaþýn zararý ok'un nereye kadar uçacaðýna, Roma Lejyonu'nun veya Osmanlý yeniçerisinin nereye kadar yürüyeceðine, Viking gemisinin nereye kadar yelken açacaðýna baðlýyken, günümüzde savaþta globalleþmiþ ve etkilerinin sýnýrý kalmamýþtýr.

Savaþ ve savaþ için hazýrlýk, modern devletlerin vazgeçilmez uðraþýsý ve ekonomik dayanak unsurlarýndan biri haline de gelmiþtir. Büyük devletlerce silah satýmý, uluslararasý ticaretin belli baþlý ve en karlý ürünü haline gelmiþtir. Silah ve savunma sanayiindeki geliþmenin asýl dürtücü unsuru ise, bilim ve teknolojideki geliþmedir (Yýldýz savaþlarý projesi).

Avrupa'nýn, dünyayý geniþleterek, sömürerek ve bölerek elde ettiði zenginliði, I. ve II. Dünya Savaþlarý ölçeðinde savaþlarý yapabilecek araçlarý da kendisine saðlamýþtý. Günümüzde, þimdiye kadar görülmemiþ zenginliði hem yaratma hem de bir anda yoketme becerisi, ABD ve Rusya'ya aittir.

Bugün, savaþ o kadar pahalý ve yýkýcý hale gelmiþtir ki, devletler iradelerini birbirlerine kabul ettirebilmek için, baþka seçeneklere itibar bile etmiyorlar (BM, NATO, Diplomatik müzakereler, vs). Bu nedenle, "Soðuk barýþ süreci" olarak tanýmlayabileceðimiz bu yeni süreçte; güçlü olabilmek ve kalabilmek için; "bir varil dinamitin yanýna bir varil petrol konulmasý zorunlu"luðu ortaya çýkýyor (Körfez Savaþý, Irak saldýrýsý, Prof.Dr. Paul KRUGMAN'nýn belirttiði üzere izleyecek olan Ýran, Suudi Arabistan, Suriye ve Kuzey Kore...).

Bugün geliþmiþ ülkelerin ve bu statüye parlamenter demokratik sistem içerisinde ulaþmak isteyen ve yaklaþmakta olan devletlerin baþýna önemli bir bela olan, kaynaðý saðlýklý bir mantýða dayanmayan uluslarararasý terörizm de bu amaca hizmet etmektedir. Günümüzde, dünyanýn tüm devletleri için mutlaka ortadan kaldýrýlmasý gereken bir tehlike niteliði arz etmektedir (11 Eylül saldýrýsý).

Global Sýcak Barýþ: "Ýnsan, Akýl ve Ahlak"

Bütün bunlara raðmen, bir ülkenin gücünün asýl belirleyicisi halkýdýr. Bir savaþýn kazanýlýp kaybedilmesinde sadece maddi kaynaklarýn etkili olduðu doðru deðildir. Halkýn morali, kurduðu devletin siyasal iktidarý, liderinin gücü, etnik ve kültürel dayanýþmasý gibi manevi deðerleri de savaþta çok önemlidir.

Güçlü bir inanç ve etkili bir lider olmadýkça, toplumlarda birlik ve güç gerçekleþemiyor. Papa II. Jean Paul'ün Hýristiyanlýða kazandýrdýðý yeni heyecan ve Ýslam'ýn yeniden uyanýþý dindarlýða da yeni bir ivme kazandýrýyor. Günümüzde, laikliðin geliþmesiyle bir süre önemini yitiren dinsel çaðrý, ister Vatikan'dan, ister Kudüs'den isterse Mekke'den gelsin, giderek artan sayýda dinleyici buluyor. Modernleþme çabalarý baþarýsýzlýða uðradýðý sürece, dünyada dinsel baðnazlýðýn artacaðý açýkça görülüyor. Evren, insanlýðýn hizmetindedir. Ýdeal insan, kendi içinde durulmuþ ve çevresiyle barýþýk durumdadýr. Acaba insanýn davranýþlarýna yön veren unsurlar nelerdir? Bu araþtýrýldýðýnda, bir anlamda insana mahsus olan zihin, nefs ve kalb gibi insaný insan yapan, ona deðer kazandýran davranýþlarýn idare edildiði merkezler karþýmýza çýkýyor. Diðer bir ifade ile, fiil ve davranýþlar akýl ve vicdana baðlý olarak ortaya çýkmaktalar.

Akýl, hayatý anlamanýn ve insanýn kendini keþfedip bilmesinin þartý ve vasýtasýdýr. Vicdanýn teþekkül etmesi ve safiyetini korumasýnda altyapý seviyesinde olan "zihn” oluþum", diðer bir tabirle "kafa yapýsý"dýr. Zihin menf”liklerden arýndýrýlýp fethedilmeden, kalbe ulaþmak mümkün deðil. Ýnsanýn eylemleri, karakter ve fikrinin neticesi olup, insan fikirlerine göre hareket etmektedir. Ýnsaný diðer canlýlardan üstün kýlan, onun her türlü faaliyetine anlam kazandýran, kutsal emirler karþýsýnda mükellef sayýlmasýný saðlayan aklýdýr.

Akýl, vicdan ve irade ayný konu etrafýnda birleþirse, insan için haz duyduðu bir çalýþma ve ahlaki faaliyet ortaya çýkar. Akla doðru bilgiler vermek, vicdana sýkýntý duymadan, haz alarak yapabileceði davranýþlarý göstermek, iradeye, heyecanlara hakim olarak, bu iþleri gerçekleþtirebilecek gücü ve alýþkanlýklarý kazandýrmakla insandan bahsetmek mümkün olabilir. Çünkü insan; aklý, vicdaný ve iradesiyle insandýr. XIX. yy.'ýn sonlarýna doðru bir çok ülkelerde, yazarlarýn cinayet iþleyen orduyu (askerinden subayýna varýncaya kadar) itaatsizliðe ve silahlarý terketmeye davet ettikleri görülmüþtür.

Rusya'da TOLSTOY'un yaptýklarýný, daha sonra Hindistan'da GANDI ve Ýngiltere'de Bertrand RUSSELL ve Amerika'da Martin Luther KING, Ýsrail'de Yecheyhou LEIBOVITZ gibi büyük düþünürlerdir. "Ýnsanlara karþý ne zorbalýða baþvurun, ne de ezilip büzülün. En etkili yol, hem güçlü hem vicdanlý olmaktýr". S. MILL ise; "insanlar kötülüðü arzularý güçlü olduðu için deðil, vicdanlarý zayýf olduðu için yaparlar" diye eklerken, Hz. Ali'de; "Haksýzlýklara karþý gelmeyenler, yalnýz haklarýný deðil, onur ve þereflerini de kaybederler" derken, "hakkýn kutsallýðýný" belirtiyor. Modern çaðda bu tür eðilimlerin babalýðýný Tolstoy yapmýþtýr. Ýnsanýn insaný hiç bir sebeple öldürmemesi gereðini, hem dinsel (on emir) ve hem de rasyonel nedenlere dayatmýþtýr.

Büyük Ýskender ise kazandýðý galibiyetin gururu ile, savaþýn gerçekleþtiði yerin en tepe noktasýnda Aristo'ya ne düþünüyorsun dediðinde; "ya zafer ya da hiç" cevabýný almýþtýr. M.K. ATATÜRK'te "savaþ, zaruret olmadýkça, bir cinayet'tir" demiþ ve eklemiþtir; "Yurtta sulh, Cihanda sulh.

Yeni Global Düzenin Özellikleri: "Kaba Kuvvet ve Ahlak Dengesi"

Global sistemin, bugün de egemen unsuru olan "kuvvet" kullanýmýnýn, ahlaki düþüncelerden etkilenip etkilenmediðinin tesbiti, hiçte kolay deðildir. Bir devletin davranýþlarýný, uluslararasý sisteme tepkilerini etkileyen töresel düþünceler; zaman, yer ve duruma göre þaþýlacak deðiþiklikler göstermektedirler.

Bir galip ile maðlubun, uluslararasý veya bölgesel statükoyu korumak isteyenle, kendi lehine bozmak isteyenin, töresel bakýþlarý birbirinden farklýdýr.

Japonya, 1930'larda güçlenmeye ve geniþlemeye baþladýðýnda, derhal "kötü niyetliler" kategorisine sokulmuþtu. Oysa ki, Japonya, kendisini kötüleyenlerin daha önce yaptýklarýndan farklý birþey yapmýyordu.

Özetle, ortaklaþa hareket ettikleri zaman insanlarýn ve devletlerin davranýþlarýnýn ölçülebileceði evrensel, sürdürülebilir ve mutlak bir ahlaki standard mevcut deðildir. Bireyler ve uluslar, kendi davranýþlarýna ahlaki ölçütler koyabilirler, ama tarih koyamaz. Son yüzyýllarýn savaþlarýna bakýlýrsa, önemli olan "ahlak" deðil, "kazanmak" olmuþtur. Uluslararasý hukuk sisteminde, barýþý zorlayacak olan "uluslarüstü bir güç" hala bir "ideal" olma özelliðini korumaktadýr.

Global Soðuk Barýþ Dönemi: "Türkiye'nin Ulusal Menfaatleri"

Asya, Avrupa ve Amerika için Türkiye'nin kanunu aynýdýr: "Tam baðýmsýzlýðýný korumak!.." Ama, herþeyi de, Türkiye cephesinden deðerlendirmek !.. Bu, gerçekçi olan görüþtür. Türk Milleti'nin kurduðu "yeni Cumhuriyet'in mukadderatýna, muamelatýna, istiklaline, ünvaný ne olursa olsun, hiç kimseyi müdahale ettirmemek" gerekiyor. Türkiye'nin baþýna gelen insanlar, güçlü devletler karþýsýnda susmaya mahkummuþlar gibi, Türkiye'yi edilgen ve çekingen bir halde tutmamalýdýrlar. Korkak ve mütereddit davranmamalýlar. Çünkü, "korku üzerine egemenlik kurulamaz".

Türkiye'nin bazý fikir adamlarý da adeta kendilerine hakaret eder gibi "biz adam deðiliz ve olmayýz, kendi kendimize adam olmamýza ihtimal yok" gibi beliren bir takým zihniyetleri de bir kenara býrakmalýdýrlar !.. Çünkü "hangi istiklal vardýr ki, yabancýlarýn nasihatlarýyla yükselebilsin!".. Tarih'te zaten böyle bir olayý kaydetmemiþtir!... (6 Mart 1922, M.K.ATATÜRK, TBMM).

Elbetteki Türkiye ittifaklar kuracaktýr. Ancak, bundan kasýt bir zayýf ile bir kuvvetlinin birleþmesi de deðildir. Zira birleþmenin böylesi zayýfýn kuvvetliye esir olmasý anlamýna gelir. Millet ve memleket menfaatleri icab ettirirse, milletlerden herbiriyle medeniyet gereði olan dostluk ve siyaset münasebetleri hassasiyetle takdir edilmelidir. Hakkýmýza ve haysiyetimize saygý gösterildikçe, mukabil saygýda da asla kusur etmemeliyiz.

Türkiye, bugün ve gelecekte jeo-stratejik konumu gereði, bölgesel ekonomik menfaatlerini, güvenli ve barýþçýl çözümlerle saðlamalýdýr. Ulusal menfaatlerinin gerektirdiði, stratejik yaklaþým ile; Balkanlar, Orta-Doðu, Kafkaslar (Hazar havzasý), Kuzey Afrika ve Akdeniz coðrafyasýnýn merkezinde olan bir ülke olarak, tarihsel, kültürel ve ekonomik (ticaret, petrol, su, madenler, vb..) baðlarýný, içerisinde bulunduðu konjonktürle uyumlu ve aktif bir iç ve dýþ siyaset ile yürütebilmelidir.

Sonuç

Ýnsanlýðýn asýl sorunu, "kimin yönetip kimin yönetileceði", "kimin global statükoyu koruyup, kimin bozacaði" hususu, yani "iktidar" dýr.

Global düzende, bu amaca ulaþmak için liderler, siyasi ajandalarýnda özellikle global dýþ politikaya öncelik vererek, yeni misyon tanýmlamalarýný da buna paralel olarak uyarlamaktadýrlar. Þöyle ki; "Demokrasi-politik, Ýnsan Haklarý ve Hürriyet-politik, Ekonomi-politik Din-politik, Petro-politik, Hidro-politik, Silah-politik ve Terör-politik..."

Duygu ve heyecanla karþýlaþtýrýldýðýnda, uluslararasý politika psikolojinde akýl ve mantýk yeni olmamakla birlikte; kaba güç, strateji ve menfaat hala uluslararasý iliþkilerin dilini oluþturuyor. Uluslararasý iliþkilerin çoðunluðu, güç olarak tanýmlanan "ulusal menfaatlerin" izlenmesiyle yakýndan ilgilidir.

Bununla birlikte, dünya sorunlarýnýn sonucunu belirleyen "kapitalizmin can çekiþmesi" ve "emperyalizm" olmayýp, asýl belirleyici olan; "çatýþan menfaatler ile sürekli deðiþen kuvvet düzeyleri" olduðu sarihtir. Savaþ, ya ortada savaþýlacak birþey kalmayýnca ya da evrenin her köþesinde genel kabul gören, ortak bir töresel bilinç seviyesine ulaþýlýnca sona erecektir. Ama, bu bir ütopyadýr. Thomas HOBBES'da "homo homini lupus; insan insanýn kurdu'"dur diyor ve ekliyor; "bellum omnium cantra omnes; yatkýndýr savaþa herkes birbiriyle". Öyleyse, insan doðasý gereði savaþçý mýdýr? Ýnsaný kurttan ayýran özellik nedir? Barýþa, sevgiye ve iyiye kim karþý olabilir ki?

Elbetteki iyi insan olmak tek baþýna yeterli deðil, þöyle ki; "iyi insan olduðunuz için dünyanýn size adil davranmasýný beklemek, vejeteryan olduðunuz için bir boðanýn size saldýrmamasýný beklemek gibidir". TOLSTOY "Tanrý'ya akýlla ulaþýlmaz, hayatla ulaþýlýr" diyor. Hakikatler inci gibidir, sýð yerlerde deðil, derinliklerde bulunur. Öyleyse, bu sorularýn cevabýný insanýn kendi iç derinliklerinde aramasý gerekiyor.

TAGORE; "Doðan her gün, Tanrý'nýn insanlardan ümit kesmediðinin iþaretidir".

"Yurtta barýþ ve uyum, evrende barýþ ve uyum".





OLD AND NEW WORLD ORDERS GLOBAL WAR AND PEACE: "BALANCE BETWEEN HUMAN AND POWER-REASON-MORALITY"


The world is at a critical juncture today. Centers of power are shifting as they have always done throughout history. However, what remains as the center of affairs is the struggle for power. However, in the game of acquiring power, physical force, strategy and interest are still the main driving forces of human actions. These forces co-exist with reason and logic in the international arena. Yet, it is obvious that what shapes our lives on a global scale is the constantly changing power levels coupled with conflicting interests. At the individual level, it is not enough to have reason and logic in trying to fight one's aggressors. In fact, believing that a bull would not attack you just because you are a vegetarian would be more than plain naivetŽ. Thus, it is not enough to be good only. This holds true for international relations as well. For example, those who rule our country today should not adopt a timid and reserved attitude vis-ˆ-vis the strong states of the world. Rather, we should be able to follow a harmonious and active domestic and foreign policy making use of our historical, cultural and economic ties with the Balkans, the Middle East, the Caucasus, North Africa and the Mediterranean.





# # # # # # # #