HADİ NEŞET TÜRKMEN


SÜRGÜNDEN DÖNÜŞ


Sizlere hello mu, hi mı, merhaba mı, selam mı, cambo mu, selamın aleyküm mü ya da başka bir şey diyerek mi başlayacağımı henüz bilemiyorum. Çünkü padişahın sürgüne gönderdiği Mithat Paşa gibi ben de uzun zamandır sürgündeyim. Hikayeyi umarım biliyorsunuz. Benim değil canım, paşanın hikayesini!...

Millet için düşünmüş, üretmiş ve hizmet etmiş... Ama padişahın taktirine mazhar olamadığından sürgüne uğramış Malta'ya, adalara. Gönderilmeden iki gün önce de Dolmabahçe açıklarında gideceği gemide bekletilmiş. Hünkara nedenini sorabilen yakınlarına padişahın açıklaması açık ve netmiş: "Uğruna ömrünü verdiği milletin Mithat Paşa'yı ne kadar sahipleneceğini görmek istedim. Halkın hiçbir tepkisi olmayınca da gemiye onu götürmeleri talimatını verdim" demiş.

Bizim de tutsaklığımız tam benzer olmasa da sürgün yerimiz de farklıydı paşayla. Biz de yaş haddinden, on yıldır kamaraları pas ve küf kokan, küçücük davlumbazından biraz güneş ışığı giren, İstanbul'u azıcık ta olsa gören köhne bir gemide, sürgünlüğümüzü Sarayburnu açıklarında geçiriyoruz. Hiç olmazsa beynimiz hür, yalnız bedenimiz tutsak... Ne gözlerden tam ırak, ne de gurbetteyiz. Asla memleket hasretimiz de yok, ama... Sarayburnu açıklarında köhne bir gemideyiz. Güneşin doğuşu, gecenin karanlığı, yüksek volümlü çılgınlığın narası, ezanın sedasına karışan içinden deniz geçen İstanbul'dayız. Hem de tam ortasında...Taşı, toprağı altın olsa da!... Denizde tutsak kalmaktan hiçbir varlığına sahip olamadığım ey güzel İstanbul... Sirenlerin, kornalarla karıştığı, cıvıl cıvıl gençlerin oynaştığı, gecenin gündüze dalaştığı, kapkaççıların aça ve işsize bile bulaştığı ey güzel İstanbul... Sarayburnu açıklarında köhne bir gemide yarım açılan davlumbazımı bile açmak istemediğim, halicin bile kokusunu arayıp özlesem de, şehirden gelen pis kokulardan nefret ettiğim, kamaramın pas ve küf kokusunu parfüm gibi içime çektiğim mis kokulu tutsaklığım... Senin iki etli dudağının arasında tutsağın olduğum ey güzel İstanbul...

Kılının rengi değişen, saçının tüyü dökülen dünün genci, bugünün henüz yaşlı bile olamamışı, sınıfı olmayan, eskimiş sıfatlı, sürgündeki yoldaşlar, dostlar... Allah'tan birkaçınız bizim köhne gemide...Voltalarda bazen görüşüyoruz da. Diğerleri, sizler nerelerde sürgündesiniz hiç mi hiç bilemiyorum. İletişim çağında sizlerden haber bile alamıyoruz. Bir ses duyuyorum... Bir vefa mı yoksa bir selâ mı tam anlayamıyorum. Güneşin doğuşunda, daha tan ağarmadan küçücük bir sandal yaklaşıyor köhne gemimize. Çok dalga olmasa da içimi ürperten bir çırpıntı var denizde. Korkuyorum. Beynim hür, bedenim de hür olacak mı diye korkuyorum. Kurtarılacak mıyım, kaçacak mıyım? Sürgünden dönebilecek miyim, hangi sahiline ulaşacağımı bilemiyorum ey güzel İstanbul. Ürküyorum. Bu küçük sandal beni bu çırpıntıda sağ salim kıyıya taşıyabilir mi diye kalbim gümbür gümbür, beynim tik tak düşünüyorum. Artık zor seçen gözlerim küçücük sandalın ismini zahmetli de olsa görebiliyor. Küçük sandalın ismi kocaman bir kelime: "Elegans Tayfun". Sanki bana haykırıyor korkma diye... Cesaretimi toplamaya çalışıyorum, düşünüyorum. Beni bu küçücük Tayfun'cuk taşır mı acaba kıyıya? O, benden bu konularda daha tecrübeli... Sanki bana: "Meraklanma, senden başkalarını götürdü bu Tayfun." Dercesine gülümsüyor yumak yumak... Mithat Paşa gibi sürgüne giderken arkama bile bakmamıştım. Ama şimdi çıkacağım kıyıda ne olacağını ben, herkesten çok merak ediyorum.

Taşı, toprağı altın olsa da!...Denizde tutsak kalmaktan hiçbir varlığına sahip olamadığım ey güzel İstanbul... Sana gelmeye cidden korkuyorum. Eski, yeni dostları acaba bulabilecek miyim? Tereddütteyim. Beynim hür, yalnız bedenim tutsak küçücük pas ve küf kokan sürgündeki kamaramdan acaba yalnız bedenim hür, beynim tutsak bir sürgüne mi gidiyorum? İşte bundan korkuyorum. Cezam bitti mi? Yada şimdi mi başlıyor? Merak ediyorum, o kıyıda sizleri, TÜGİAD'lıları görebilecek miyim? Sizlere güvenip "Bedenim de, beynim de hür" diyebilecek miyim? Herhangi bir öğlen saatinde verilecek selâ vaktime kadar özgür yaşayabilecek miyim? Merak ediyorum. Belki verilecek küçücük bir ilanda, bahçesinde gölgelik bir yer aranan son yolculukta bile, ekonomi, siyaset, spor konuşulan camide, en küçük değerden bağışlanmış yapay koca harflerle yazılı çelenkler arasında ... O, üstündeki yazısını hiç kimsenin anlamadığı ve Türkçe'sini okumak için de diyaneti hiç zorlamadığımız koyu yeşil çuhanın altındaki bir dünyada... Ben artık külçe halindeki bedenimi merak bile etmiyorum. Ama özgür ve hür ruhumla benden evvel gidenlerin de, bana gelenlerin de farkındayım. Çünkü ben herşeye rağmen kuruluştan beri karamsar değil realist bir TÜGİAD'lıyım.

Kimseyi itip kakmadan bu tertemiz sayfada , usulca aranıza sıkışıyorum. Bedenim de hür, ruhum da hür. Nüfus kaydımdan dolayı sürgüne yollanmadan artık buradayım. Kimse yaşımı sormadan ey güzel dostlar, ey güzel İstanbul.



# # # # # # # #