ERASLAN ÖZKAYA
Yargıtay Başkanı
The Head of the Supreme Court


LAİKLİĞİN; DEMOKRASİNİN TEMELİ, DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN EN BÜYÜK GÜVENCESİ OLDUĞU HİÇ UNUTULMAMALIDIR


Demokratik, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletinin; sağlam, sarsılmaz temelleri, Atatürk'ün ilke ve devrimleri üzerine oturtulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne dayalı, demokratik hukuk devletleri arasındaki saygın yerini Atatürk'ün ilke ve devrimlerine borçlu olduğu, yadsınamaz gerçeklerdendir.

Ancak, Türkiye Cumhuriyetinin, ülkesi ve ulusu ile bölünmez bütünlüğünü, aydınlanma ve çağdaşlaşma yönünde ilerlemesini; kendi emellerine uygun bulmayan gerici, bölücü, çıkarcı çevreler değişik görünüm ve söylemlerle Atatürk ve Atatürkçülük karşısında açıktan veya gizli yıpratma ve yaralama faaliyetlerine devam edegelmişlerdir.

Bütün bunlara karşın, Türkiye Cumhuriyeti, hukukun üstünlüğü, demokratik hukuk devleti, insan hak ve özgürlükleri yönünde çok önemli atılımlar gerçekleştirmiştir. Bu süreç son zamanlarda hızlanarak devam etmektedir. Atatürk ilke ve devrimlerini halen anlayamayan veya içlerine sindiremeyen, çağdaşlaşma girişimlerini geriye döndürmek isteyen kimi çevreler, bu kez Atatürkçülüğü demokratikleşmeye, Avrupa Birliği kriterlerine ulaşmaya, temel hak ve özgürlüklerin gelişmesine engel olan bir ideoloji, resmi bir doktrin gibi göstermek suretiyle yıpratma eylemlerine hız vermişlerdir. Ayrıca bu malum kimseler, dış ülkelerdeki bir kısım kuruluş ve kişileri de etkileyip, gerçeklere uymayan kendi görüş ve düşüncelerini onlara tekrar ettirme yolunu seçmektedirler. Öyle ki, kimileri hak ve özgürlükleri koruma adına Atatürk isminin anayasadan çıkarılmasını önerecek kadar ileri gitmektedirler.

Hemen belirtmek gerekir ki, onun ölümünden sonra kimilerince Kemalizm olarak isimlendirilmiş olsa da Atatürkçülük ne bir ideoloji, ne bir teori, ne de bir katı dogmadır.

Atatürkçülük fert, toplum ve devlet yaşamını akla ve bilime göre düzenlemektir.

Sürekli ilerlemeye, gelişmeye, çağdaşlaşmaya, temel hak ve özgürlüklere tamamen açık bir devrimin adıdır. Bir ileri uygarlık projesidir. Atatürkçülük, geçmişin dar zaman kalıpları içerisine sığacak bir ideoloji değil, gelecek zamanların evrensel değerleri ile bütünleşecek ilkeler topluluğudur. Atatürk'ü evrensel kılan, onun çağdaşlaşma, aydınlanma ve demokratik hukuk devletini kurma yönünde başlattığı ve yaşama geçirdiği bu temel ilkelerdir.

Atatürk, "Ben, hiçbir değişmez düstur, öğreti bırakmıyorum. Bilim değişiyor, bilimi izleyenler beni izlemiş olur" sözleriyle aydınlanma ve çağdaşlaşma felsefesini açıklamış, tüm icraatlarıyla toplumun ilerleme ve gelişme yönündeki geleceğini hazırlamıştır.

Ne yazık ki, Atatürk ilke ve devrimleri 1950'lerden sonra bir yandan popülist politikacılar ile devrim ve yenilenme karşıtlarının; öte yandan, Atatürk ilke ve devrimlerinin önemini, içeriğini ve amacını, tam olarak kavrayamayan, onlara biçimsel ve yüzeysel yaklaşan, ilerici, atılımcı felsefesini yanlış yorumlayan, sözde Atatürkçüler'in el ve işbirliği ile aşındırılmaya, yıpratılmaya, slogan haline getirilmeye başlatılmış; Türkiye'nin üretici bilgi dinamiği zayıflatılmış, yasal ve yapısal yenilenme, çağdaş, demokratik toplum olma, evrensel ilkelerle buluşma yönündeki hızı yavaşlatılmıştır. Atatürk'ün, yıllar sonrasını okuyan dehası ile yaptığı "Demokrasi, geleceğini akıl ve bilimden alır", "Yaşam, kuramları değil, kuramların yaşamı izlemesi gerekir" şeklindeki ikazları yeteri kadar dikkate alınmamış; onun gösterdiği yoldan, düşünce ve amaçlarından, sapma baş göstermiştir.

İşte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mevcut sorunları yapılan bu yanlışlıklardan ve sapmalardan kaynaklanmaktadır. Dinin devlet ve siyaset işine karışması ise, bir yandan dinin istismarına, tartışma konusu yapılıp yıpratılmasına yol açmış; öte yandan, toplumların demokratikleşmesine, ilerlemesine, insan hak ve özgürlüklerinin gelişmesine engel olmuştur.

İşte laiklikte; dinin kutsal yerinde kalması sağlanmış; devlet işleri ise aklın ve ilmin özgür ortamına terk edilmiştir. Laiklikte din ve devlet kendileri için belirlenen sınırlar içerisinde kalarak topluma barış, huzur ve güven getirmişlerdir.

Laik devlette, akıl, ilmin ve fennin özgür ortamında toplumu daha ileri medeniyet seviyesine taşırken, her fert dinini seçmekte ibadetini yapmakta inançlarını açığa vurmakta hür ve serbest kalmıştır.

Laiklikte, akıl ve din, toplum ve yönetim, arasında çatışma değil barış, huzur ve dostluk mevcuttur. Çünkü laiklikte, akıl, inancın baskısından kurtulmuş ve özgür duruma gelmiştir. Laiklik, inanç ve ibadet özgürlüğünün temeli ve en büyük güvencesi olmuştur. Yüce Islamiyet dini, akla büyük önem vermiştir. Ne var ki, değişmez, tartışılamaz, kutsal din kuralları kamu hukuku alanına hakim olduğu sürece aklın ve ilimin ışığında gelişme ve ilerleme azalmıştır. Laiklikte, hiçbir zaman din dışlanmamakta, aksine din bulunması gereken kutsal yerinde korunarak, din ve vicdan özgürlüğü en geniş anlamıyla yaşama geçirilmektedir.

Devlet düzeninde ve bürokrasideki yapısal bozukluğun doğurduğu olumsuz sonuçlardan laiklik ilkesi sorumlu tutulamaz.

Laikliğin demokrasinin temeli, din ve vicdan özgürlüğünün en büyük güvencesi olduğu hiç unutulmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, hem coğrafi konumu, Avrupa ile bütünleşen tarihi, hem de kabul edip yaşama geçirdiği Avrupa kültürü müktesebatı sayılan, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı gibi evrensel değerler itibariyle Avrupalıdır.

Türk toplumu asırlardır Avrupai değerlerle tanışmakta, onlarla iç içe yaşamaktadır.

Demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti, halkı tarafından benimsenip özümsenen evrensel değerler üzerine kurulmuş, Avrupa Birliği'nin oluşmasından çok daha önce, demokratik hukuk devletinin sağlam temellerini atmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, insan haklarına saygı ilkesini, değişmez Anayasa hükmü haline getirmiştir.

Çağdaş uygarlık yolunu seçen ve bu yolda hızla ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Konseyi'ne kurulduğu tarihte üye olmuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni ilk önce imzalayan devletler arasında yer almış, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni hukukunun ayrılmaz bir parçası saymış, daha sonrada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bağlayıcı yetkisini kabul etmiştir.

Tarihin seyri içerisinde kimi iç ve dış nedenlerle demokratik sosyal ve ekonomik yapılanma, insan hak ve özgürlükleri alanındaki ilerleme yavaşlamış, Türk hukuku ile gelişip bütünleşen Avrupa hukukunun temel değerleri arasında uyum farkı doğmuş ise de, özellikle son dönemlerde, çağdaş norm ve standartlara ulaşmada büyük atılımlar gerçekleştirilmiş, Batı Avrupa devletleri ile meydana gelen uyum farkı, büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır.

Türkiye, Avrupa Birliği devletlerini dahi şaşırtan bir süratle, Avrupa Birliği üyelik görüşmelerini başlatmaya, 16 Nisan 2003 tarihinde resmi üyelikleri onaylanmış on ülkeden çok daha hazır hale gelmiştir. Türkiye'nin Gümrük Birliği'nden kaynaklanan birikimi, geçmişten gelen demokrasi deneyimi; ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan da pek çok üstünlükleri bulunmaktadır.

Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi evrensel değerlerde fevkalade bilinçli ve duyarlı Türk ulusu, Avrupa Birliği üyeliğine büyük destek vermektedir. Esasen, son zamanlarda, evrensel değerler yönünde yapılan atılımlar ve bunların hayata geçirilmesi Türk ulusunun istekleri doğrultusunda yapılmaktadır.

Avrupa Birliği'nin, üyelik müzakerelerini başlatmak için koşullar listesini daha fazla uzatarak, çifte standart gafletine düşmemesi, Türkiye'yi gücendirmemesi gerekir. İleri kültür ve uygarlık düzeyine ulaşmış demokratik devletler topluluğu olan Avrupa Birliği, tarihi geçmiş, kültür ve inanç saplantılarına takılmadığını, ayrıcalıkları ret ettiğini göstermek zorundadır.

Türkiye, Avrupa Birliğine girmekle Avrupa'nın uygarlık profili daha büyük boyut, daha sağlam bir anlam kazanacak, farklı kültürlerin uyum içerisinde buluşması Avrupa'nın manevi dokusunu çok daha zenginleştirecek, Avrupa'nın siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını güçlendirecek, böylece daha büyük bir güç olarak Dünya barış ve istikrarına hizmet etme yolu açılacaktır. Türkiye, istikrarsızlık, belirsizlik ve risklerle dolu bir bölgede bulunmaktadır. Türkiye kadar çok ve sorunlu komşuları olan başka bir ülke de yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti, aynı zamanda büyük bir imparatorluğun mirasçısı olmanın sorunlarını ve sıkıntılarını yüklenmiş durumdadır. Soğuk savaşın sona ermesi, küreselleşme, yanı başında gördüğü yeni komşular, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerine yeni jeopolitik ve jeostratejik bir boyut kazandırmıştır.

Türkiye Mustafa Kemal Atatürk'ün "yurtta sulh cihanda sulh" ilkesini uluslararası ilişkilerde, kendisine hukuki dayanak yapıp, tüm komşularıyla dostluk ve işbirliğini geliştirmek istemesine karşın, bölgede kargaşa ve sıcak çatışmalar eksik olmamaktadır. Tüm bunlar ülkemizi iç ve dış güvenlik sorunları ile karşı karşıya bırakmakta, kimileri yakın tehlike teşkil etmektedir.

Ermenilerin soykırım iddiasında ve Kıbrıs sorununda, uluslararası sözleşmeler başta olmak üzere, tarihi, sosyal ve hukuki gerçekler göz ardı edilmekte, uluslararası siyasete malzeme yapılmaktadır. Türkiye'nin içerisinde bulunduğu Orta Doğu Bölgesi, dünyada çatışma ve savaşların en çok yaşandığı coğrafyanın başında yer almaktadır. Irak'taki vahim durum Orta Doğu'da yeni bir dönem başlatmıştır. Kuzey Irak'taki etnik kökenli yapılanma, Türkiye Cumhuriyetinin birlik ve bütünlüğü, ekonomik geleceği yönünden gittikçe artan bir önem arz etmektedir. Irak, Ortadoğu'nun geleceğinde ve yapılanmasında "hem belirlenen, hem de belirleyici" bir konum kazanmıştır.

Ne yazık ki, devletler arası ilişkilerde, halen "kuvvet haktır" düşüncesi sonucu belirlemekte, "Bütün hak ve özgürlükler benim ulusumundur" şeklindeki bencil ve çağ dışı zihniyet uluslararası hukuku ve uluslararası örgütleri zaman zaman etkisiz duruma düşürmekte; kimi devletler, kendi uluslarının yararı için öteki ulusların insanlık değerlerini yok sayabilmektedir.

Oysa, temel hak ve özgürlüklere saygı ilkesi, sadece belirli ülke insanlarının değil, tüm insanların hak ve özgürlüklerine saygıyı içerir. Uluslararası ilişki, uluslararası hukuka dayalı meşruiyet zeminine oturtulmadığı, karşılıklı hak ve çıkar dengesi gözetilmediği ve kaba kuvvet kullanıldığı sürece barış ve huzurun sağlanması asla mümkün olmayacaktır.

Demokrasi, hak ve özgürlükler rejimidir. Demokrasi adına hak ve özgürlükleri yok etmenin izahı olanaksızdır.

Türkiye, uluslararası ilişkilerde hukukun, mutlaka kuvvete hakim olması gereğine inanmaktadır. Türkiye, güvenilir bir müttefik, sağlam bir dost olması yanında, tüm ülkelerin bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini, uluslararası hukuka uyulmasını, değişmez bir ilke olarak kabul etmektedir.

Çağdaş ülkelerin saygın ve çok onurlu bir üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dostlarından ve ortaklarından başta kendi onur ve ulusal değerleri olmak üzere tüm evrensel değerlere saygı gösterilmesini beklemekte, bunu ortaklığın ve dostluğun bir gereği, aynı zamanda hukuki ve ahlaki bir görev saymaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti, dış ilişkilerinde tarihten gelen büyük birikimi ve deneyimi ile laik, demokratik, üniter devlet yapısını, bölünmez bütünlüğünü, iç ve dış güvenliğini korumaya yönelik temel amaç ve görevleri ile evrensel değerlere uygun olarak insan hak ve özgürlüklerini daha ileriye götürme, onları sağlam güvenceye bağlama işlevini bağdaştırmak ve bir arada gerçekleştirmek becerisini göstermek zorundadır.

Etnik kökenli ve dış destekli terörizm kontrol altına alınmakla birlikte, henüz kökü kurutulamamıştır. Dünyanın en tehlikeli ve acımasız terör örgütleri arasında yer alan bu örgüt, ilk hedefi olan Türkiye üzerindeki karanlık emellerinden vazgeçmiş değildir.

Ulusal sınırları aşan boyutta olması tamamen yok edilmesi sürecini uzatmaktadır. Bu yönde kabul edilen yasalar ve alınan önlemler, devamlı takip edilmeli, günün koşullarına göre yeni uygulamalar yürürlüğe konulmalıdır.

Özellikle doğu ve güneydoğuda işsizlik ve yoksulluğun azaltılması, öteki bölgelerle arasındaki ekonomik dengesizliğin giderilmesi için daha etkin, sonuç alıcı yasal ve ekonomik önlemler yürürlüğe konulmalıdır. İrtica, demokratik, laik, çağdaş düzene karşı sürekli bir tehlike olma niteliğini korumaktadır. İrtica en ileri din olan yüce Islam dininin yozlaştırılmasıdır. İrticanın beslenme kaynağının cehalet ve bilgisizlik olduğunda kuşku yoktur.

İrtica, aydınlanmaya ve öğrenime gerekli önemin verilmesi, yasaların kararlılıkla uygulanması, zamanın koşullarına ve evrensel ilkelere göre gerektiğinde yeni yasaların yürürlüğe konulmasıyla önlenebilecektir.

Yargı reformu ile birlikte gerçekleştirilecek yönetsel ve ekonomik reformlar, Türkiye'yi en kısa zamanda sorunlarından arındırıp içeride daha sağlam, dışarıda bir dünya devleti olarak daha kuvvetli ve daha saygın kılacaktır.


IT SHOULD NEVER BE FORGOTTEN THAT SECULARISM IS THE BASIS OF DEMOCRACY AND THE MOST IMPORTANT GUARANTEE FOR THE FREEDOM OF RELIGION AND CONSCIENCE


Democratic, secular and modern Turkish Republic rests on the sound and unshakeable foundations of the state of law and Atatürk's principles and reforms. There has always been self-seeker opportunists, who do not benefit from Turkey's territorial and national integrity, and her strides towards enlightenment and modernization; and these people have always tried to vilify and batter Atatürk and his vision either overtly or covertly.

Some circles, who have not yet conceived Atatürk's reforms and principles and who want to reverse the modernization efforts, are intending to demonstrate Atatürk's vision as an ideology and formal doctrine, which is a hurdle before democratization, fulfillment of the EU criteria and development of fundamental rights and freedoms.

It should be noted that although it has been named as Kemalism shortly after his death, Atatürk's idealism is neither an ideology nor a strict dogma. It is an advanced civilization project; a corpus of principles which will integrate with the universal principles of the future. Turkish society has been familiar with European values for centuries. The Turkish Republic had laid the foundations of a democratic state of law long before the formation of the European Union.

Although Turkey's progress lost its momentum through time, opening a gap between Turkish law and European law, this gap has been largely bridged with the latest developments.

In an astonishing pace, Turkey has become even more ready to start accession negotiations than the ten countries whose membership was officially ratified on the 16th April 2003. Turkey is located in one of the hot spots of the world, which gives her a new geopolitical and geo-strategic dimension in her international relations.

Turkey believes that law should dominate force in international relations and that the independence and territorial integrity and all countries should be respected. Although ethnic terrorism, which is externally underpinned, has been reigned, it has not yet been fully eradicated.

Codes adopted and precautions taken in this respect should be continuously pursued. Likewise, reactionary movements can only be prevented if sufficient importance is attached to education and intellectual development, relevant laws implemented resolutely and new ones enacted in line with emerging conditions and universal principles.

Administrative and economic reforms, which will be materialized in tandem with judicial reform, will rid Turkey immediately of her problems, rendering her more powerful and respected as a World country.




# # # # # # # #