DR. ŞEREF OĞUZ


İŞLER AYNI... DEĞİŞEN SADECE İŞ YAPMA TARZI


Bedenlerimizi geride bırakarak girdiğimiz bir dünya. İyi mi kötü mü? Aslında bu ayarım noktası yanlış. Ne iyi ne de kötü... Sadece farklı. Öyle ki; sevdiğinizi öpemiyorsunuz. Ama düşmanınızdan yumruk yeme tehlikeniz de yok.

Evet... Sanal dünyadan bahsediyoruz. Siberya, web ya da adı her neyse... İnternet'ten yani. Burada varolmak farklı bir ilişki sistemini de beraberinde getiriyor.

Yeni bir yaşam tarzı bu ve giderek tüm insanların yaşamını kapsıyor. İster ilgilenin, ister ilgilenmeyin... Bu onun umurunda değil. Bir yaşam tarzıysa eğer, sizi de az veya çok etkiliyor.

Sanal toplum, sanal cemaatler ve sanal toplum örgütleri... Bunlar şimdiden bir kurallar manzumesi oluşturmaya başladı. Bu yazının konusu ise daha dar anlamda, iş yapma tarzıyla ilgili olacak.

Sanal dünyada çalışan olmak... konumuz bu. Öncelikle bir tespit: Herkesin herkese, her şeye, her zaman, her yerde ve her şeyle ulaşabildiği bir ortam. Böylesi bir yapıda iş yapmak, gerçek dünyadaki alışkanlıklardan yola çıkarak oluşsa bile, bir süre sonra farklılaşıyor, kendi iç dinamiklerini var ediyor. Gerçek dünyada var olup, sanal alemde değişen dinamikleri açıklamak için, sanayi toplumunun bize dayattığı yaşam tarzına göz atmakta fayda var.

Sanayi çağı, üç temel birlikteliği sağladı bize: Mekan birliği, zaman birliği ve ürün birliği. Çok değil 100 yıl önce ortalama 41 yıl yaşayan insan, ölene kadar doğduğu yerden en fazla 20 kilometre uzaklaşabiliyordu. Ama sanayi çağında bu değişti. Üretim merkezine yakın olmak için, kente inmeliydi, sanayi sitelerinde apartmanda oturmalıydı. Geniş aileyi dönüştürdü bu. Ana baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile kuruldu.

Zamanları da akort etmeliydik. Herkesin kolundaki saat farklı zamanı gösteremezdi. Fabrika düdüğü artık saat ayarıydı. Dünyayı dilimledik, üzerinden güneşi geçirdik ve ulus ekonomileri yarattık.

Ürünler de standart olmalıydı. Montaj hattında prosesleri parçaladık, her çalışanı sistemin bir dişlisi yaptık. Ve bu noktada emek piyasası oluştu, kar, artık değer kavramlarıyla bunların üzerinden çatışma yaratan kültür çıktı ortaya.

Sendikalar, kanla yazılan çalışma hayatı düzenlemeleri, vahşi kapitalizmden, sosyalist enternasyonale dek yığınca kurum ürettik. Bu sistemi yönetecek çerçeveleri de çizmeyi unutmadık, Birleşmiş Milletler dedik, NATO, Dünya Bankası, IMF ve diğerleri... Aslında işleri tam yoluna koyduk derken... üstelik bunu yaparken sadece geçen yüzyılda 100 milyon insanı doğal olmayan sebeplerle ölüme göndermişken...

Bir şeyler oldu. Bir şeylerin değişmeye başladığını farkettik. Örneğin küreselleşme çöküverdi omuzlarımıza. Ardından ekonominin üzerinde güneş batmayıverdi. Mekan birliği gidiverdi. Çalışanı bir yerde, patronu, tedarikçisi, müşterisi başka bir yerde. Zaman birliği kayboluverdi. (Esnek çalışma saatlerindeki gibi önceleri). Bir sapmaydı bizim için. Ama yanıldığımızı anladık. Artık her zaman her yerde olmaya başlamış bir emek ortaya çıkmıştı.

Ürün birliği ise tuzla buz oldu. Sanayi çağında 8 milyon farklı mal ve hizmete göre oluşturduğumuz ISO standartları, meslek kodekslerini aniden çöpte buluverdik.

Neler oldu?
Anlatalım; kendimden bir örnek vereceğim. 5 yıl önce San Francisco'dayım. Kanada'da oturan bir arkadaşım için internet dükkanlarından birinden kitap satın aldım. Ve Almanya'daki bir banka aracılığıyla parasını ödedim.

Buraya kadar anormal bir şey yok. Zira hepimiz Amazon kitapçısının şöhreti yüzünden bu durumu kanıksadık.

Fakat bir sorun var; temel bir sorun. Düşünelim şimdi. Parayı Türkiye'de kazandım. İşlemleri Kaliforniya'da yaptım. Kanada'daki bir tüketicinin alım yapmasını sağladım. Londra'daki üreticinin stoklarıyla oynadım. Almanya'daki bir bankaya komisyon ödedim. Acaba hangi ülkenin para arzı değişti? Vergi nerede oluştu? Bu işleri yaparken vergi kaçırdım mı? Eğer öyleyse biri beni durdursun... Ama önce izah etsin.

İnternet'in yarattığı kültürde varolmak, madem ki zaman, ürün ve mekan birliğini tuzla buz etti,... Artık asırlardır üzerinde titrediğimiz kurallar işe yaramıyor...

Neler olup bittiğini gerçekten irdelemeye değer. Öncelikle... Bu dünyada çalışma biçimi farklı... Örneğin Sanayi Çağı'nın mabedi sayılan Empire State Building binasında 250 kamera var. Çok değil 5 yıl önce (ki bu 20 internet yılı eder) bunların monitörleri, binanın zemin katındaydı. Olağandışı bir görüntü tespit edildiğinde düğmeye basılır ve güvenlikçiler müdahale ederdi. Ama şimdi kameralar bu binada fakat monitörler, 10 saatlik zaman dilimi ötede, Hindistan'da.

Mantık şu... Madem ki düğmeye basılması yetiyor ve uyarı bir elektronik sinyale dönüşüyor, bunun yandaki odada veya kürenin başka bir yerinde olması neyi değiştirir? Cevap, hiç bir şeyi değiştirmez. Zira saniyede 300 bin km süratle giden bitler, bize farklı mekanlarda iş yapma imkanı sağlar. Tek gerekçe bu değil kuşkusuz. ABD'deki monitör görevlileri ayda 4000 dolar kazanırken, Hindistan'dakiler bunu 400 dolara yapıyorlar.

Evet nihayet konunun püf noktasına gelebildik. Bu noktada hala benimleyseniz ve sabrınız taşmadıysa, hayati bir soru size:

Hindistan'daki bu görevliler, acaba hayatlarında görmedikleri, gitmedikleri bir Amerikan firmasının mı, yoksa Hindistan'daki bir şirketin çalışanları mı? Hangi ülkenin iş hukuku geçerli? Emekli hakları ne olacak? Asgari ücrette geçerli olan hangi yasalar? Sendikal haklarda hangi ülkeyi esas almalıyız. Sorular sorular...

Evvet... Evde çalışmaktan söz ediyoruz artık. Sanal dünyada iş ilişkilerindeki temel farklılık burada... Para dışarıda, iş evde...

Para dışarıda... Zira, yaptığınız üretim veya ticaret sanal olabilir ama sonuçları gerçek. Ve tüm ekonomi sistemi, adı, şekli ne olursa olsun, paraya dayanıyor. Sofokles, 2000 yıl önce, "İnsanoğlunun hiç bir icadı, para kadar fesat verici olmamıştı" diyordu. Üstelik onun bahsettiği para, ne konvertibl, ne banknot ne de plastikti. Şimdi, plastikten de öte, sıfır ve birlerden oluşan elektron paradan söz ediyoruz.

Ama ona ulaşma arzusunda bir değişim yok. Yalnızca iş yapış tarzımızı değiştirdik o kadar. İş evde... İstatistikler, 2005 yılı sonuna dek, ABD'deki işlerin yüzde 30'unun artık evlerde yapılacağını gösteriyor. Türkiye bunun çok gerisinde ama trendin yönü belli. ABD'de yılda 2,9 trilyon evrak üretiliyor (buna fatura ve iş belgeleri dahil) ve bunun yüzde 95'i sanal ortamda. Bu ülkede dijitalleşme oranı (her 100 kişiye düşen Internet) yüzde 47. Türkiye'de ise bu oran yüzde 3 civarında. Fakat son yıllarda inanılmaz bir tırmanış var. O halde bu akım, bizi de etkileyecek. Örneğin bu satırların yazarı, 5 yıldan beri, yönettiği ekonomi sayfaları ve yazıları, toplantılarıyla, işini evinden yapıyor. Gün geçmiyor ki ev-ofis dediğimiz ortamlarla ilgili çözümler, modeller duymayalım.

Evde çalışan olmak... Erkek egemen dünyada ikinci planda kalan kadına bir fırsat eşitliği yaratacak mı? Aile ilişkisi nasıl şekillenecek? Çocuk, kadının kariyerinde bir kesinti olmaktan çıkıyor mu? Teşebbüs hakkı şimdi her cinse aynı uzaklığa mı geliyor? Aslında bunların cevabı için erken. Erken ama... bazı trendleri koklayabiliriz.

Örneğin maaş ve gelir yapısı... Madem ki evinizdesiniz... Üretmek için başka bir mekan (işyeri) kullanmıyorsunuz. Yaratılan katma değer, kimin hakkı?

İki farklı bakış var. Birincisi, işe gitmek için kamu araçlarını veya trafiği temsil eden sistemi (otonuz dahil) kullanmıyorsunuz, mesai saatlerinde artış söz konusu. Gideceğiniz bir işyeri yoksa, bu, girişimci için tasarruf demektir. Sizin için bina yapmayacak, yakıt harcamayacak, elektrik, su parası ödemeyecek. Peki bu maliyet farkını nasıl paylaşacağız. Evde çalışan emeğe mi, bu işi eve taşıran işverene mi?

Sendikalar... Bunlar, çalışma hayatının bir parçası, hatta demokrasinin bir kurumu iseler, evlere dağılmış emeği nasıl örgütleyecekler? Işyeri ve işkolu odaklı sendikal kültürde bunun bir cevabı yok. Ayrıca seyyanete ücret veya zam kavramları da ortadan kalktı. Öyle ya, madem ki entelektüel sermayeden bahsediyoruz, o halde bunu nasıl muhasebeleştiririz. Eskiden işler ne de kolaydı. Emek, sermaye , hammadde gibi üretim faktörlerini... Doğru bileşenlerle denkleme koyuyorduk. Ve paylaşılmış pazarda, üretim, tüketim zinciri içinde refah yaratıyorduk.

Şimdi bunlar tarih oluyor. Ortaya yeni bir emek (beyin yoğun) çıkıyor. Bu yeni emek, farklı davranış kalıpları geliştiriyor. Bu da davranış biçimimizi kökten değiştiriyor. Bu noktada gerek işveren gerek çalışan olarak temel bir dönüşüm var; düşünce farklılaşması...

Düşündüğün gibi yaşarsın derler... İnternet ve onun temsil ettiği sanal dünya, bize farklı yaşam tarzı sunuyorsa, birinci adımda düşüncemizi değiştiriyor. Ve içselleştirdiğimiz bu düşünce, yeni yaşam tarzımızı belirliyor. Evet, bir eski, bir de yeni düşünce biçimi karşımızda. Ana tetikleyici, kazan-kazan prensibi. Sanal dünyada birileri kaybederken sürekli kazanamazsınız. Ancak ve ancak birlikte kazanarak varolabilirsiniz. Sebebi, iktisadın temelindeki dürtüye dayanıyor; Üretim araçları... Ve eğer Internet ile temsil edilen dünyanın temeli bilgiye dayanıyorsa, yeni kavramları da denkleme katma vakti geldi artı. Sonuçta tarım toplumunda sendika yoktu, zira ihtiyaç yoktu.

GSMB... Böyle bir kelime de şimdilik yok. Ben uydurdum. Ama olacak. Gayrı Safi Milli Hasıla (GSMH)'den benzetim bir akronim bu. Açılımı şu; Gayrı Safi Milli Bilgi. Fantezi mi, sanmıyorum. Zira gelişmeler, bilgiyi artık geleneksel ekonomide yan faktör olmaktan çıkarıyor, endojen olarak ekonominin içine, 4. üretim faktörü olarak sokuyor.

Stanford Üniversitesi'nden Paul ROMER'ın önerisi, ekonomideki klasik büyüme modellerinin, bilgi faktörünü de içerecek şekilde genişletilmesi... Dünya Bankası'nın yeni formatındaki raporlarında, bilginin, ROMER'in işaret ettiği doğrultuda, artık ülkelerin zenginliği olarak değerlendirilmesi boşuna değil.

Yeni dünyanın iş yapma, üretim, paylaşım dinamiklerinin altında, bizi umutlandıran bir gelişme yatıyor. O da ROMER'in yeni üretim faktörü olarak devreye soktuğu bilgi kavramı. Eski dünya, paylaşıldıkça azalan üç temel üretim faktörü üzerine kapitalizmi inşa etti.

Emek, sermaye ve hammadde. Kapitalizmin başucu kitabı olan Ulusların Zenginliği'nin yazarı Adam SMITH, 230 yıl önce şunu diyordu; "Bu üç faktörü bir araya getirme becerisindekiler, zenginlik yaratır." Dediğini yaptık ve "kazan-kaybet" esaslı bir dünya kurduk. Bu bizim iş yapış tarzımız kadar düşünce yapımızı da etkiledi. Düşünce tarzımız bir kez "kazan/kazan" üzerine odaklanınca, davranışlarımız, iş yapma tarzımız, ilişki süreçlerimiz ve tüm bunların toplamında anlayışımız değişmeye başladı.

Anlayışı değişmiş bireylerin oluşturduğu bu yeni dünyada, eskiler hala iktidar odaklarını ellerinde bulundursa da yeni ekonomik düzen giderek daha etkin hale gelecek.

Yeni iş yapma kültürü ve yeni ekonomik düzenin, teknoloji bağımsız bu kimyasını gelecek sayıda aktaracağım.



# # # # # # # #