CELAL BEYSEL-ÇUVALDIZ
TÜGİAD Üyesi ve BUSİAD Başkanı


Teşhis ve Tedavi


"Tavan süslenerek uygarlık yolunda ilerlenemez" Cevdet Paşa

Doğru teşhis, hastalığın tedavisi için en önemli adımdır, derler... Ama tedavi için gerekli bilgi birikiminiz yoksa, doğru tedaviyi seçmemişseniz, ya da ayak direyen "istemezük"çüler doğru tedaviyi seçtirmiyor veya uygulatmıyorlarsa doğru teşhis de bir işe yaramaz...

17. yüzyılın sonunda 3 kıtaya hükmeden Osmanlı 1699 Karlofça ve 1717 Pasarofça anlaşmalarıyla toprak kaybetmeye başlayınca birşeylerin iyi gitmediği ortaya çıkmış. Doğru teşhis de gelmekte gecikmemiş. Zamanın düşünürleri hastalığın "geleneksel organların bozularak işlevlerini yerine getirememesinden kaynaklandığı" teşhisinde birleşmişler.

Sistemde temel değişiklikler yapmak, toplumun "geleneklerine aykırı ve yabancı bir yönde yürütülmesi" anlamına geldiğinden uygulaması her devirde ve her toplumda çok güç ve sancılı bir yaklaşımdır. Avrupa'da İsa'dan 14 yüzyıl yıl sonra - orada da büyük sancılar, acılar ve çabalardan sonra - aydınlanma çağı ile başlayan bilimsel, rasyonel ve serbest düşünme becerisi, 17. yüzyılda Osmanlı halkının geleneklerine ters düşüyordu. Değişim sonucunda güçlerini kaybedebilecek grupların eğitimsiz, fakir, korkutulmuş ve sindirilmiş halk kitlelerini dinle ilgisi olmayan konularda bile "din elden gidiyor" nameleriyle kandırıp değişime karşı durmalarını sağlamaları zor olmamıştı.

O dönemde pek de dindar olmadıkları bilinen yeniçerilerin "dine aykırı (?)" yaygarasıyla Nizam-ı Cedid'e girmeyi reddetmeleri... III. Selim'in kötü gidişatı durdurma çabasıyla kurduğu bu yeni orduyu -dini kurtarmak (?) uğruna isyan ederek- ortadan kaldırmaları... İşi, tahttan kendi isteğiyle feragat eden III. Selim'i bir süre sonra "ya tekrar tahta çıkarsa" korkusuyla öldürmeye kadar götürmeleri... Yüzlerce örnekten biri olan bu süreçte değişimi kendi rahatları bozulmasın diye engellemek isteyen gözü dönmüşler, geleneklerinden başka koruyacak, sahiplenecek birşeyi olmayan fakir halkın çaresizlik içerisinde sığındığı tek liman olan dini duygularıyla oynayarak emellerine ulaşıyorlar...

Eğitimsiz halkın Osmanlı'da görülen bilinçsiz, sağır, renksiz davranış tarzı, hastalığımızı tedaviye çalışan cumhuriyet dönemi lider ve kadrolarının yönetim biçimlerini de şekillendirmiştir. Bu şekillenmede, "demokrasi" (!) dönemimizde bir Başbakanın bugün herkesin "hadi canım sende" dediği birtakım "suçları" (?) nedeniyle halktan hemen hiçbir tepki gelmeden asılabilmiş olmasının da rolü vardır. Hem seçilenler hem de atananlar ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar belki de tarihimizden kaynaklanan, "bir anda yanlız, desteksiz bırakılma" korkularını yenemediklerinden - teşhiste birleşseler de - doğru tedaviyi uygulayamamaktadırlar. "Halka dayalı bir iktidar olma" çabası yerine merkeziyetçi, iplerin tamamını ellerinde tutan, bürokrasiye, güce ve baskıya dayanan bir iktidar olma çabası, Jakoben ve elitist tedavi usulleri, son tahlilde hem seçilmişlerin, hem de atananların, ama özellikle sol (?) aydınların seçtiği yol olmuştur... Bu yanlış rota, "derin devlet" denilen çıkmaza girmemize de neden olmuştur. Bugün de yerel yönetimlere, dolayısıyla halka yetki devri anlamına gelen "yerel yönetimler kanun reformu"na karşı çıkanların tezleri, halka güvenmeme felsefesine dayanıyor.

Özet olarak 18 ve 19. yüzyıl Osmanlı statükocuları kendi rahatları bozulmasın diye değişimi ve batılılaşmayı dinimizin elden gitmesiyle eşdeğer tutar, eğitimsiz toplumu bu öcüyle korkutup durumlarını korumaya çalışırlardı.

İyi niyetli yenilikçilerse halkı eğitmeden batılılaşmanın mümkün olabileceğini düşünür, tedaviyi yanlış yollardan yapmaya çalışırken -istemeden de olsa- statükocuların ekmeğine yağ sürerlerdi. Cumhuriyet döneminde de Osmanlı'nın hatasını sürdürdük, halkı yeterince bilinçlendiremedik, eğitemedik, eğitimsiz halka da - bazen haklı olarak algılanabilecek, hatta savunulabilecek, akıl karıştırıcı nedenlerle- güvenemedik. "Tavan süsüyle" meşgul olduk. Geri kalmışlığın panzehirini eğitimden ziyade emretme, sindirme ve korkutma taktiklerinde aradık. Değişim, batılılaşma ve çağdaşlaşma yönünde yanlış tedavi uyguladık.

Bizim Jakobenler o kadar "üst (!)" düzeyde düşünüyorlar ki, ilacın ters etki yaptığının göstergelerini hala doğru değerlendiremiyorlar. İlacı değiştireceklerine dozajı arttırmayı savunuyorlar.

Hasta giderek kötüleşiyor ama onların inadı inat.






# # # # # # # #