CENGİZ AKTAR - AB PANORAMA
Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi


AB'nin Sorguları, Şablonları ve İletişimin İçeriği


Almanya Dışişleri Bakanı Joschka FISCHER Türkiye'nin, yapısal ve tarihî nedenlerden ötürü, ortak değerler zemininde biçimlenen politikaları benimseyebilecek gerçek bir AB üyesi olamayacağını sık sık dile getirir. 1945 sonrasında oluşmaya başlayan ve AB'nin yapı taşları olan bu değerler kalıcı barışı tesis etmek için sorunlara silah dışında çare aranması ilkesi temelinde oluşmuşlardır. Irak savaşında özellikle Polonya'nın savaş ve ABD yanlısı tutumu AB'nin çekirdek ülkelerini son derece rahatsız etti. Bugün Irak'a asker yollama konusunda çelişkili mesajlar veren ve neredeyse tüm dış politika pozisyonları askerî zihniyetle şekillenen, diğer taraftan iç sorunlarını askerî yöntemlerle çözmeyi adet edinmiş Türkiye'nin en temel handikapı muhtemelen budur.

Nitekim AB'li yöneticiler Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi'nde, Türkiye'nin üyeliği konusunda Helsinki'de aldıkları kararın arkasında, bir çok nedene ek olarak, bu yüzden duramadılar. Tıpkı diğer adayların gerçekleştirmekte oldukları gibi, müzakerelere başlamış bir Türkiye'nin de eksiklerini bu süreç içerisinde tamamlayabileceğinden ve giderek siyasî hayatını sivilleştirebileceğinden şüphe duydular. Üstelik AB'nin Kopenhag'da Türkiye'yi kendisine perçinleyecek olan müzakerelere başlama kararını alamaması, aynı zamanda onun Türkiye'nin tam üyeliği perspektifinden kurtulma yolunda attığı bir geri adım anlamı taşıyordu. Bundan böyle iki yıllık sürenin sonunda beklenilen, ucu açık ve çok çetin siyasî uyum listesini kusursuz olarak yerine getiremeyecek olan Türkiye ile tam üyeliğin altında kalan yeni bir statüde anlaşmaktı."Türkiye her siyasî eksiğini kendi başına tamamlayıp gelsin" derken kimileri aslında "Bu iş ne kadar uzarsa kopması o kadar kolay olur" hesabı yaptı.

Bugün, yedinci uyum paketinden sonra dahi AB'li siyasîlerin bu tavrı, sanılanın aksine, köklü bir değişim geçirmedi. Ayrıca Aralık 2004 kararını verecek olanlar, bir iki istisna hariç, Aralık 2002 kararını vermiş olan siyasîler.

Birkaç zamandır, AB ülkelerinde genişleme üzerine düşünenler arasında genişlemenin bir yerde durması gerektiği konusunda hemfikir olanların ortak sorgusu artık sürecin nerede, hangi ülkelerin sınırında duracağı. Önceki Fransız hükümetinin Dışişleri Bakanı Hubert VEDRINE'in "AB'nin, onları istikrar ve demokrasiye taşıyarak üzerlerinde yararlı bir etkisi olması istenen bütün devletlere sunacağı tek konum üyelik olacaksa bunun sonu yoktur" (Le Monde 6 Aralık 2002) diyerek dile getirdiği ikilem siyasîleri başka çarelere yöneltiyor. İçinde bulunduğumuz yılın ilk aylarında daha önce içi boş bir kavram olan "üyelik dışı ortaklıklar" bir kaç zamandır AB'nin cidden üzerinde çalıştığı bir konu haline geldi. "Geniş Avrupa" (Wider Europe) adı altında, yeni üyelerin getireceği yeni komşularla, onların gelişmişlik düzeylerine ve AB ile olan ilişkilerinin derinliğine göre farklı ortaklıklar kurulması yavaş yavaş bir sisteme oturuyor. Türkiye için zaman zaman önerilen "özel statü" de, eğer müzakere süreci başlamazsa bu ortaklıklardan biri olabilir. Ebedîyen aday kalmak, Genişleme Genel Müdürlüğü'nün dahi giderek lağvedileceği bir ortamda mümkün görünmüyor.

AB'nin Türkiye'nin kronik sorunlarıyla ilgili bir dizi gözlem ve fikri sabiti mevcut. Askerin siyasetteki yerinden, eğer üye olunursa Avrupa'ya doluşacak işsizlere ve Müslüman bir ülkenin sureti katiyede Avrupa değerleriyle uyuşamayacağına kadar giden bu uzun listeyle başetmek ve genelde menfî imajı bir yıl içersinde müspete çevirmek elbette mümkün değil. Buna rağmen Türkiye hakkındaki bilgi ve birikimi kesinlikle büyütülmemesi gereken Avrupalı politikacıya onun korku, sanı ve kuşkularına cevap verebilecek pozitif, pratik, dürüst, bilgili ve akıllı bir iletişim yapmak gerekiyor.

Örneğin, Türkiye'nin yeni değil 1959 yılından bu yana AB ile ortaklık ilişkisinde olduğunu, 1996'dan bu yana da Gümrük Birliği içinde olduğunu hatırlatan basit ama çoğu politikacının bilmediği verilere; İspanya, Portekiz ve Yunanistan'ın üye olmalarından sonra İspanyol, Portekizli ve Yunanistanlı göçmen işçilerin, değil zengin üye ülkelere gitmek, oralarda çalışanların dahi işlerini bırakıp artık refaha doğru ilerleyen ılıman ülkelerine döndüklerini hatırlatacak "Türkiye gelsin ki Türk işçileri gelmesin" gibi çarpıcı sloganlara; ve en can alıcısı, 18. yüzyıl sonu Osmanlı reformlarından bu yana daima politikanın ve hayatın içinde olmuş, kâh değişimin kâh ceberrutluğun simgesi olmuş askerîyenin yerinin 2002 ilâ 2004 arasında değişemeyeceğini ve bilakis Türkiye'nin mukadder sivilleşmesinin tıpkı 1980'lerde Akdeniz'in üç diktatörlüğünde olduğu gibi AB süreciyle eşzamanlı olduğunu izah edecek bir iletişime ihtiyaç var. Bütün bunların üzerine Avrupalı politikacının hazmetmesi gereken olgu ise AB'li olacak bir Türkiye'nin son tahlilde herkesin hayrına olacağı.

Askeriyeye düşen tarihi sorumluluk Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranlar ortada Avrupa Birliği'nin lakırdısı yokken, bilakis Avrupa ölümcül bir savaşa doğru sürükleniyorken dahi Osmanlı veya Türk dünyalarında alternatif arayışlara girmediler, olmayacak hayaller peşinde koşmadılar. O günkü gerçekçilik bugün için de aynen geçerli olabilmeli. Cumhuriyet döneminin bir diğer temel kavramı olan "tam bağımsızlık" ise günümüzde ABD dahil hiçbir ülke için geçerli olmayan bir politika. Karşılıklı bağımlılık bir zûl olmadığı gibi artık tartışılması dahi abes, vazgeçilmez bir dünya gerçeği. Üçüncü kaygı olan "Cumhuriyetin ve değerlerinin bekçiliği" bugün en etkin ve kalıcı biçimde Avrupa Birliği kurumlarının esirgediği birey ve toplumların kendi gönüllü katılımlarıyla yapılıyor, top ve tüfekle değil. Devletin sınırlarına gelince, 21.yüzyılda bunları, burada hep temenni edildiği gibi değişmeyecek şekilde kayıt altına almanın en kolay ve kavgasız yolu AB üyeliği.

2004 sonundaki randevu Türkiye ve Avrupa Birliği için kaçırılmaması gereken bir fırsat. Türkiye'li bir AB evrensel güç olma ülküsüne daha yakınlaşacak, AB'li bir Türkiye ise 21. yüzyılda yurttaşına, yurduna ve bölgesine özgürlük ve esenlik taşıyabilme olanaklarını sağlamlaştıracaktır. "AB üyeliği olmasa da Türkiye batmaz" diyenlerin o Türkiye'nin, yıllardır olduğu gibi yerinde saymaya devam edeceğini, giderek de gerilere düşeceğini unutmamaları lâzım. Keza "Türkiye'nin AB'de işi yok" diyen Avrupalı politikacının, dışlanan bir Türkiye'nin dinamiğinden mahrum kalacağından, bu durumun yol açacağı dengesizliklerden ve düşünü kurduğu evrensel Avrupa'nın Türkiye olmaksızın var olamayacağından haberdar olması lâzım.

2004 randevusunun müspet sonuçlanması için AB'li siyasîlerin ve Türkiye'nin muktedirlerinin tarihî sorumlulukları söz konusu. Türkiye'de askeriyenin atacağı adımların ve elindeki iktidarlardan vereceği tavizlerin payı ülkenin, bölgenin ve Avrupa'nın istikbali için belirleyici olacak.


EU'S QUESTIONS, TEMPLATES AND THE CONTENTS OF COMMUNICATION


German Foreign Minister Joschka FISCHER often states that due to structural and historical reasons, Turkey cannot be a real EU member that can adopt the policies based on common values. These values are the building blocks of the European Union and are based on the principle of not using arms in finding solutions towards permanent peace. The main handicap Turkey is faced with today is that it gives conflicting messages about sending its troops to Iraq, shapes almost all of its foreign policies according to a military mentality and is in the habit of solving its domestic problems through military means. It is due to these reasons -besides many others- that during the 2002 Copenhagen Summit, the EU did not implement the decisions it took in Helsinki. It had doubts that once the negotiations were started, Turkey would not be able to complete the missing points and make its civil life more civil, as it was the case with other candidate countries. Some of those who think about the EU enlargement process have agreed that it needs to stop somewhere; they are now considering at which countries' borders it should stop. The system that is gradually forming is based on establishing different partnerships with the new members' neighbors, based on their level of development and the depth of their relations with the Union. The EU has a series of observations and fixed ideas about the chronic problems of Turkey. There is quite a long list in its mind including the role of the armed forces in politics, the unemployed who will flock to Europe, and the impossibility of harmonizing the values of a Muslim country with those of Europe. It is obviously impossible to turn an overall negative image to a positive one overnight. On the other hand, it is important to communicate with the European politicians of dubious knowledge about Turkey in a positive, practical, honest, well-informed and intelligent manner. What European politicians need to realize is that Turkey's accession to the Union will be to everyone's benefit. The appointment at the end of 2004 is an opportunity that Turkey and the Union should not miss. The EU will grow closer to the ideal of becoming a universal power with the accession of Turkey and through the EU, Turkey will strengthen the opportunity to offer freedom and welfare to its citizens and the region as a whole.



# # # # # # # #