AV. TALAT METE - SİVRİ SİNEK SAZ


Ben Olsaydım


Yazı kurulu başkanımız sevgili Elif Özyürek'in, e-mail adresime "yazınızı gönderir misiniz?"uyarısını ulaştırması üzerine, yaklaşan yerel yönetim çalışmalarının yoğunluğu ve ülkemizin yaşadığı "terör" lanetinin gerginliği arasında bu sayıdaki yazımı kaleme alma düşüncesi ile çalışma masama oturup, olaydan olaya kendimi ışınlayıp gezinirken bilgisayarımın başında dalıp kalmışım. Yazılarımda gördüğünüz karikatürleri çizerek bana desteğini esirgemeyen şaka sever kızım Işıl'ın yürek hoplatan yeni bir şakasıyla ayrıldım gezgin hayallerimden. Hayal kurmak gençlik günlerimden kalma, giderek dozunu yükselttiğim, asla vazgeçemediğim gündüz-gece hele daha çok yatıp uykuya giderken kullandığım bir alışkanlığım. Her hayale dalışımda bazan, ünlü bir sporcu olurum, bazan deniz kazasına uğrayıp yolumu kaybeder ama salimen ıssız bir adaya çıkarım, bazan bir aşık, bazan ülkeyi yöneten politikacı olurum hayal dünyamda. Daha neler neler, hayal ederim bilseniz... İşte yine böyle bir durumda, dalıp bir hayal turu atmaktaydım bilgisayarımın başında, yazıma başlamadan önce. Son birkaç aydan bu yana, hatta biraz daha eskilerden yaşadıklarımız karşısında "ben olsaydım ne yapardım...." diye keyifli keyifli narsist duygularımı okşuyordum. Sonundan başlayarak aklımdan geçenlerin bir kısmını sıralayıp, sizlerle paylaşmak istedim.

Ben başbakan olsaydım; lanet terör saldırılarından sonra, en geç ertesi gün, tüm siyası parti liderlerine, tüm sendika başkanlarına, tüm meslek kuruluşu başkanlarına, tüm sivil toplum örgütleri başkanlarına, yazılı ve görüntülü kitle iletişim kuruluşlarının yetkililerine, ülkemizdeki tüm dini liderlere ve halkımıza çağrı yaparak, bayrağımla İstanbul'da Taksim alanında olacağımı açıklar ve tüm ulusu, terörü lanetlemeye davet ederdim.

Ben cumhurbaşkanı olsaydım; terör saldırılarının hemen bir saat sonrasında, ulusa seslenir ve bu vahşi saldırıların bizleri yıkamayacağını, Mustafa Kemal'in gösterdiği "muasır medeniyet" yolundaki ilerleyişten asla alakoyamayacağını, bu ulusun en zor ve zayıf döneminde dahi tüm Dünya'nın saldırgan ve emperyalist güçlerine direndiğini ve sonuçta zaferle bağımsızlık mücadelesinden çıktığını açıklardım. Ertesi gün de, ayırımsız tüm devlet başknlarını, belli bir günde "terör zirvesi" için Türkiye'ye davet eder, Dünya'yı teröre karşı topyekün savaşa çağırırdım.

Ben hükümet sözcüsü, adalet bakanı olsaydım; sadece terörü lanetleyip, teröre doğrudan ya da dolaylı destek veren bu konuda iki yüzlü davranan batı dünyasını sadece üstü kapalı "timsah gözyaşı dökmekle" suçlamaz, açıkca, terör suçlularını ülkemize iade etmeyen veya terör örgütlerinin bize ilişkin olanlarını terör örgütü listesine almayan ülkeleri ismen açıklar o konularda gereklerin hemen yapılmasını isterdim. Böylece, UEFA'nın da teröre destek veren, iki yüzlü davranışını başından kesmiş olurdum.

Ben hükümet üyesi herhangi bir bakan olsaydım; lanet teröre en çok can verdiğimiz Anadolu'nun, Bingöl ve Diyarbakır kırsallarında, çevre illerden dahi görülebilecek görkemli anıtlar dikilmesini önerir, bu anıtlara terörde kaybettiğimiz insanlarımızın (Türk-Kürt ayırımı yapılmaksızın) isimlerini kazır ve kardeşliğimizin tüm dünyaya haykırırcasına ilan edilmesini sağlardım.

Ben milli eğitim bakanı olsaydım; YÖK tasarısıyla toplumu germe yerine, ünüversitelerin bilim yuvaları haline getirilmesini sağlayacak yeni tasarıyı, bizzat üniversitelere hazırlatır, buna öğrenci ve diğer ilgili kuruluşların katgılarını sağlardım.

Ayrıca, yeni imam kadroları oluşturma yerine, işsiz dolaşan tüm üniversite mezunlarını kurstan geçirip, öğretmen açığını onlarla kapatır ve yaş grubuna bakmaksızın tüm ülkede eğitim seferberliği başlatırdım.

Ayrıca, bir bilimsel kurul oluşturarak, Mustafa Kemal Atatürk'ün slogandan öteye, daha iyi anlaşılması bakımından gelişim için (devrimcilik-sürekli devrim ilkesi) önerilerini ve gösterdiği yolu topluma öğretmeye çalışır, böylece onun tüm toplumun kurtarıcısı ve önderi olduğunu ve tüm toplumun ulu öndere sahip çıkması gerektiği bilincinin yayılmasını sağlamaya çalışırdım.

Ben din işlerinden sorumlu bakan olsaydım; Atatürk'ün dine bakışını ve dinden hurafeleri nasıl ayıklamak istediğini sürekli açıklar, aydın din adamı yetiştirme gayretlerini kaldığı yerden devam ettirir ve öğretmen ile imamı barıştırıp kol kola, omuz omuza birlikte, bu ülkenin gelişmesi mücadelesine katardım.

Ben ulaştırma bakanı olsaydım; ülkeyi demir ağlarla örme idealini kaldığı yerden devam ettirir ve dışa bağımlılığın asgariye inmesini sağlardım.

Ben olsaydım; AB istiyor diye değil, Türk insanı layıktır ve hakkıdır düşüncesiyle tüm çağdaş değişimleri toplumsal birliktelik ile teker teker hayata geçirip, batı uygarlığının önüne geçer ve kapı kapı dolaşacağıma, davet için kapısı sürekli çalınan olurdum. Ayrıca, çok hoşlandığım şu güzel ata sözümüzü, bir çok konuda batıya öğrettiğimiz gibi, bu kez kafalarına iyice kazıtırdım."Korkunun ecele faydası yoktur."

Neresine bakarsanız siyaseten tel tel döküldüğümüzü bir kez daha anlayınca, yönetime ilişkin "narsist" düşünceden uzaklaşmak için işi uzatmayı kesmemin doğru olacağını anladım.

Bu kez, bir sosyal saçmalığımıza geçerek biraz olsun eğlenmeyi eğlenirken de, ne düzeylere doğru yelken açtığımızı göz önüne sermek isteği uyandı içimde.

Bir çoğumuzun, belkide hepimizin izlediğini düşünmeye başladığım bir program, evlerimizde gündemde uzun zamandır. TV kanallarımızın birinde, çok hoş ve eğlendirici (!) bir programmış gibi sunulan "ben evleniyorum" isimli bir saçmalığa gözüm takıldı geçenlerde. Sordum, gerçekten uzun zamandan bu yana gösterimdeymiş. Bir süre izledikten sonra, içimden en ağır kalayı basarak başka bir kanala atladım. Sahteciliği, yalanı, samimiyetsizliği erdemmiş gibi gösteren ve yığınları önüne çeken bu abukluğu RÜTÜK de izliyordur şüphesiz. Toplumumuzda zaten hastalıklı ve sakat bir durumda seyreden evlilik kurma alışkanlığımıza, bu tip önermeler yeni sakatlıklar ve hastalıklar eklemekten başka ne işe yarar acaba? Büyük bir açlık ve iştah ile seyredilen ilişkilerdeki sahtecilik, yalan, samimiyetsiz davranış gösterileri, zaten içimizde var olan bu yanlışlıkları "nasılsa böyle bu işler" dedirtir biçimde, pekiştirmez mi ? Kutsal evlilik (!!) dediğimiz toplum çekirdeğini oluşturan birliğe zaten var olan ihaneti, biraz daha arttırmaz mı bu program? Annelerin kızlarını evlendirme konusundaki istek ve arzularını biliyorum. Ama bunu bu noktalara kadar taşıyacağına, baba ile birlikte, evlilik konusunda çocuklarını eğitmeye çalışsa ve nasıl eş edineceğini " kısmet" denilen tanrısal güçlere bırakacağına, bilimsel gerçeklerden yola çıksa daha doğru değil mi? Tabii burada, toplumumuzda genel olarak "anneler ve babalar ne biliyor ki öğretsin" gerçeği karşımıza çıkmakta. O zaman iş eğitim kurumlarına kalmakta. Daha henüz buna da çok uzak bir mesafedeyiz. Para uğruna neler yapabileceğimizi görmemiz, hatta para ile neler yaptırılabileceğini bize göstermesi bakımından belki de bu TV kanalını kutlamak gerekir. Bu kadar mı ayaklar altına alınır, sözde değer verdiğimiz (!) manevi kıymetler? Yazıklar olsun... Bu kadar mı batı taklitçiliği yapacağız? Evet batının gelişmiş medeniyetine ulaşma hatta geçme temel hedefimiz ama, batının, kutsal kurumları için için kemiren yozlaşmalarını taklit edip, daha da yozlaştırma hedefimiz mi olmalı? Neden biz onları bu yozlaşmışlıktan kurtarmayalım?

Ben RÜTÜK başkanı olsam; yoz, abuk ve saçma yanlışlıklarla dolu, bu programı yayından derhal kaldırtır, gerçek evliliğin ne olup, ne olmadığını, sevgi ve saygı dolu bir birlikteliğin mutlu bir biçimde nasıl devam ettirilebileceğini anlatan programları ceza olarak aynı saatte yayınlattırırdım...Doğruyu öğretecek programlar yoksa, elimdeki bunca değerli sosyolog ve psikologlara ve eğitimcilere program yaptırır TV kanallarından halka ulaştırırdım... Şüphesiz ki bu böyle gitmeyecek. Yakında bir gün (!) bu toplum yeniden uyanacak, doğru zannettiği veya doğrudur diye kendisine ezberletilen yozluklardan, çürümüşlüklerden, yanlışlardan sıyrılıp gerçek doğrulara ulaşacaktır...



# # # # # # # #