URAL MANÇO
Brüksel Saint-Louis Üniversitesi Sosyoloji Dalı Öğretim Görevlisi
Member of Faculty In The Dept. of Sociology, Saint-Louis University, Brussels


İslam'dan Korkmak Avrupa'nın İşine mi Geliyor?


Batı dünyasında bitmez tükenmez ateşli tartışmalara konu olan İslam aslında Avrupa için yeni bir olgu değil. Bugün bir sürü çevrelerce göz ardı edilen bir konu var: İslam, tarih sahnesine çıktıktan sonra, Avrupa kıtasında hemen her zaman yaşamış bir dindir. Peygamberin ölümünden 80 yıl kadar kısa bir süre içinde İspanya'ya gelen müslüman Araplar bu bölgede, El-Endülüs'te, 1000 yıla yakın bir süre yaşadılar. O zaman kurdukları hoşgörülü uygarlığın yüceliğini bugün herkes kabul ediyor. Ayrıca Araplar, Güney Fransa ve Sicilya'da uzun süreler bulundular. Avrupa'yı Avrupa yapan, ekonomik ve kültürel kalkınmasını sağlayan Rönesans devrinin başlamasında müslümanların oynadığı büyük bir rol var.

Avrupa'nın doğusunda ise, Araplar yeni dinlerini Kafkasya'ya daha 650'lerde taşımışlar. Daha sonra, Selçuklularla İslam Anadolu'ya giriyor. Osmanlılar'ın Avrupa'da yazdıkları tarih de biliniyor. Doğu Avrupa'daki yüzyıllar süren Osmanlı egemenliği sonucunda İslam Balkanlar'ın değişmez bir unsuru oluyor.

Bunun dışında 19. yüzyılda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde yaşamış ve ticaretle uğraşmış müslümanlar var. 1870-1880'lerde İngiltere'nin ve Belçika'nın liman şehirlerinde müslüman kolonilerinin yaşadığına dair belgeler var.

Sanayi devrimi sonrasında, 20. yüzyılın başında bugün bildiğimiz toplum yapısına ulaşıldıktan sonra, kapitalizmin beslenmesi için ucuz insan gücü ihtiyacı ortaya çıkıyor. İşte o zaman Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika'dan göç başlıyor. 20. yüzyılın başlarında Avrupa'da müslümanlar çalışmaya başlıyorlar. Resmen ilk defa İslam'ı tanıma ya da devlet eliyle İslam'ı örgütleme Fransa'da 1916'da gerçekleşiyor. Paris polis müdürlüğünde bir "yerli işleri masası" (Bureau des Affaires indigènes) kuruluyor. Avrupa, o gün müslümanları "yerli" (!) diye tanımlarken bugün hala aynı kimlik problemi ile uğraşıyor.

Bize daha yakın zamanlarda, müslümanların Avrupa'da bugünkü profilini oluşturan göç, ucuz işçi ihtiyacı ile 1960'lı yıllarda büyük bir patlama halinde ortaya çıkıyor. İtalyanlar'ın, İspanyollar'ın, Polonyalılar'ın iş gücü olarak kökünün kurumasının ardından Avrupa devletleri diğer ülkelere yöneldiler. Fransa, İngiltere ve Hollanda eski müslüman sömürgelerine seslenirken, sömürgeleri olmayan ülkeler de, Almanya, Avusturya, İsviçre, İsveç gibi, Türkiye'ye dönüyor. Almanya ve Türkiye arasındaki işçi göcü için yapılan 1961 yılındaki anlaşmanın Berlin duvarının inşaasının yaklaşık 15 gün sonrasına denk gelmesi simgesel önem taşıyor. Çünkü duvarla beraber, komünizden kaçıp Doğu'dan gelen sığınmacı göçmenlerin sayısı hemen hemen sıfırlanıyor.

AB ülkelerine İsviçre ve Norveç'i de eklersek, bugün Batı Avrupa'da 13-14 milyon civarında müslüman yaşıyor dememiz mümkün. Elimizde resmi bir rakam yok çünkü hiçbir Avrupa ülkesinde -İngiltere hariç- dine mensupluk bazında bir kayıt yok. Hatta bu verinin toplanması bazı ülkelerde kanun tarafından yasaklanmış. Biz bu bilgiyi göçmen gönderen ülkelerden gelen insan sayısına bakarak elde ediyoruz. Bazı kaynaklar tarafından ileri sürülen kaçak göçmen tahminlerini (Güney Avrupa ülkelerini ilgilendiren veriler hariç) hesabımızın dışında tutuyoruz. Avrupa'ya göçmen veren müslüman nüfuslu ülkeler ise şunlar: Türkiye, Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Senegal, Mali, vs. Arap ülkelerinden, Pakistan'dan, Bangladeş'ten ve Türkiye'den gelenlerin ezici çoğunluğunun müslüman oldukları biliniyor fakat göçveren başka ülkelerde nüfusun çoğunluğu müslüman değil.

Bu da kaç göçmen müslüman, kaçı değil sayımını zorlaştırıyor. Ayrıca, Batı Avrupa tabiyetlerine geçen müslümanların eski tabiyetleri genellikle Avrupa kaynaklı sayısal verilerde belirtilmiyor. Günümüzde bir çok Avrupa ülkesinde, yabancı ana-babadan doğmuş çocuklar otomatik olarak veya, en azından, kolayca vatandaşlığa geçebiliyorlar. Fransa, İngiltere, Belçika ve Hollanda gibi önemli göçalan ülkelerde müslüman nüfusun yarısına yakını artık o ülkelerin vatandaşı olmuş durumda. Birkaç yıl içinde Almanya'da bu orana erişecek. Bu oran bütün ülkelerde artmaya devam edecek ve yüzde 100'e merdiven dayayacak. Yani müslümanlık artık Avrupa'da yabancı bir olgu olmaktan çıkmakta. Avrupa ülkeleri gün geçtikçe daha fazla müslüman yurttaşa sahip olmaktalar.

Bunun yanısıra "müslüman" tanımı konusu sanıldığı gibi kolay veya doğal değil. Kimin müslüman olduğunu yaptığı ibadete göre mi tespit edecegiz? Kadınsa başını örtmesiyle mi? Yoksa sadece bu kültüre göre yaşamasıyla mı anlaşılacak? Yani kendi köken ülkesinde geçerli İslam kültürüne göre yaşayan bir göçmen, örnek olarak Türkler'in yaptığı gibi, eve girerken ayakkabılarını çıkaran, soydaşı büyüklerini selamlamak için ellerini öpen, ama ibadetlerini yerine getirmeyen, ancak kalben bu dine bağlı oldugunu söyleyen biri de müslüman sayılabilir mi? Dinden ibadetten bir hayli uzaklaşmış, derinlemesine dünyevileşmiş Batı Avrupa toplumları için olağan bir soru bu.

Bu yüzden bu konuya eğilen araştırmacılar insanların kendi öztanımlamalarına saygı gösteren bir yol seçmeliler. Avrupa'da (Dünya'nın diğer bölgelerinde de olabileceği gibi) her kim "ben müslümanım" diyorsa onu müslüman kabul etmek gerekli. Bu uygulamayı yöntem kuralı olarak bellemeli. İbadeti ne olursa olsun; dini görüşü, ahlâk anlayışı, dünya görüşü ne olursa olsun; tabiyeti ne olursa olsun, kendini müslüman gören herkes müslüman sayılmalı.

Sayım yöntemi sorunlarını aştıktan sonra, Avrupa'da yaşayan yaklaşık 13-14 milyon müslüman nüfusun coğrafi dağılımına geçebiliriz: 4.5-5 milyon müslüman Fransa'da yaşamakta; 3.2-3.4 milyon Almanya'da; 1.5-1.6 milyon İngiltere'de; 700-800 bin Hollanda'da; 400'er bin ise Avusturya'da ve Belçika'da bulunmakta.

Bunun yanısıra yeni müslüman azınlık sahibi olmuş ülkeler var. İtalya'daki müslümanların kesin sayısı bilinmemekle birlikte 800 bin ilâ 1 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor. Yarısına yakınının kaçak işçilerden oluştuğunu hemen belirtelim. İspanya'da ise 400-500 bin civarında, gene çoğu kaçak tarım işçisi, müslüman var. Bilindiği kadarıla, yeni göç alan Güney Avrupa ülkelerinde bulunan kaçak göçmenlerin ezici çoğunluğu müslüman ülkelerden geliyor. Avrupa'da müslüman nüfusun en önemli ulusal kategorisini Türkler oluşturuyor. Bu 13-14 milyonluk müslüman nüfusun içerisinde 3.4-3.5 milyon kadar Türkiye'den gelen insan var. Araplar da 4 milyon gibi daha yüksek bir sayıya sahip ancak bu rakam, büyüklük sırasına göre, Fas, Cezayir, Tunus, Mısır gibi değişik ülkelere dağılmış durumda.

Kısaca, bugün AB ülkelerinde yaşayan, Birlik dışı ülkelerden gelmiş yabancı ve yabancı kökenlilerin çoğunluğu müslümanların oluşturduğu bir gerçek.

Avrupa kıtasının batısında yaşayan müslüman göçmenler kırsal alan kökenliler. Buraya ilk gelenlerin çoğunun okuma yazmaları ya az ya yok. Zaten vasıfsız işçi statüsünde çalıştırılmak üzere getirildiler. Aileleri sonradan yanlarına geldi. Avrupa'da çocukları doğdu ve böylece 1950-1960'lardan itibaren "Avrupa'lı müslümanlar" kategorisi oluşmaya başladı. Pek sorunlu bir insan grubu bu "Avrupa'lı müslümanlar"_ Bugün Avrupa'da yaşayan müslümanların çoğu işçi sınıfına mensup. Yani Avrupa proleteryasının azımsanamayacak bir bölümü bugün müslüman. Bu konum müslümanları net bir şekilde dezavantajlı kılıyor. İşsizlik, fakirlik, gençlerin eğitimde başarısızlığı ve bunların getirdiği bir çok sosyal ve psikolojik sorunlar: kimlik sorunu, aşağılık kompleksi, yaşanan toplumsal dışlanmaya tepki olarak kendi içine kapanma ve Avrupa toplumuna düşmanlık besleme, radikal siyasi ve islami söylemlere ilgi duyma, şiddete başvurma, uyuşturucu kullanımı, gençlerde suçluluk gibi. Ayrıca, aşağıda açıklanacağı gibi, müslümanlarda, tarih boyunca Avrupa'nın içinde veya çok yakınında var olan "ötekiler" olmanın verdiği bir şansızlık da var diyebiliriz.

Sürekli gözlem altında tutuluyorlar. Mesela Fransa'da 1.5 milyon Cezayirli'nin yanı sıra 1.5 milyon Portekizli var. Fakat çoğu medya "müslümanlar hep sorun yaratıyor" sabit fikri ile sürekli müslüman azınlığı mercek altında tutuyor. Bazen benzer sosyal ve ekonomik dertleri yaşayan ("Avrupa'lı") Portekiz'liler onların malzemesi olmuyor.

Avrupa'daki Türkler'in yüzde 73'ü Almanya, Avustruya ve İsviçre'nin Almanca konuşulan bölgesi gibi bir germen kültürü ülkesinde yaşarken, Araplar'ın yaklaşık yüzde 80'i İtalya, İspanya, Fransa gibi latin ülkelerinde yaşıyor. Uyum felsefesi açısından bu ülkeler geleneksel olarak çok farklı politikalar güdüyor. Germen ülkeler yabancılara kendi kimliklerini koruma yolunda göreceli destek sağlarken, diğer ülkeler (özellikle Fransa) yabancılardan etnik, dini veya kültürel kimliklerini vestiyerde bırakmalarını talep ediyor.

Örneğin, başörtüsü konusunda Avrupa'nın değişik ülkelerinde, kendi uyum felsefelerine göre, değişik uygulamalar var. Almanya'da okumayan bir müslüman kız seçtiği dini kimlikle, başını örterek, okula girebiliyor. Ancak bu, başörtüsü ile ders vermek isteyebilecek bir öğretmen için her zaman geçerli değil. Hıristiyan demokrat hükümetlerin yönetiği bazı Alman eyaletleri buna karşı geliyorlar. Fransa ise kültürel ve dini kimlikleri kesinlikle kamu alanında görmek istemiyor. Fakat bunu rahatça özel alanda, evinizde ya da kurduğunuz derneklerde yaşayabilirsiniz. İngiltere ise dini başkalık konusunda kendi geleneklerine uygun pragmatik bir hoşgörü gösteriyor. Örnek olarak müslüman bir kız koleje giderken giymesi gereken kasketin altına başörtüsünü takarak okula rahatça girebiliyor.

Ancak son birkaç yılda Avrupa'nın genelinde başörtüye karşı bir tavır başladı veya güçlendi diyebiliriz. Son güncel uygulamalarla, başta Hollanda, Danimarka ve Belçika olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkeleri başörtüsünü okul dışı bırakmak istiyorlar. ABD'ye 11 Eylül 2001'de yapılan terörist saldırıların ardından, Avrupa'da İslam daha belirgin bir şekilde "öteki" olmaya başladı diyebiliriz. Doğal olarak, her Avrupalı İslam düşmanı kesildi demek anlamsız. Ama birçok toplum grubu ve ideolojik çevrenin ruh hallerini göz önünde bulundurarak, Avrupa'ya derinden bir bakış yöneltirsek, İslam'ın bir çok Avrupalıyı endişelendirdiğini görürüz. Bu duygunun perde arkasını kavrayabilmek için "neden korkuyorlar?" yerine "bu korku ne işe yarıyor?" diye sormalıyız.

Avrupa her zaman kendisini bir başkasına göre tanımlayabilmiştir. "Biz şuyuz" demek yerine "biz bu değiliz" demiştir. Yakın zamana kadar, karşılarında kendilerini tanımlamalarına imkân veren, komünizm, ekonomik olarak güçlü bir Japonya ve liberal bir Amerika vardı. Şimdi ise kendilerine yakın düşman olarak müslümanlar var. Müslümanlar Avrupa'nın en yakın "öteki"sini oluşturuyor. Yüzyıllar boyunca zaten öyle olmuştu. Komünizmin yıkılmasıyla ve özellikle 11 Eylül'den sonra Avrupa bunu bir kez daha hatırladı.

Tarihi çalışmalar müslümanların her zaman bir tehdit olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Unuttukları bir konu var ki onlar da Haçlı seferleriyle müslümanları tehdit etti. Resmi tarihlerin yazılmasında 19. yüzyıldaki emperyalist dönemin çok büyük etkisi var. Bugün bile emperyalist dönemi aşamadığımız, post-emperyalist bir döneme geçemediğiz bir gerçek. Halbuki resmiyetten arındırılmış tarihe baktığımızda, İslam-Avrupa ilişkilerinde şöyle bir oran görürüz: dinler arası savaşlardan iki katı fazla felsefi ya da ilmi çalışma alışverişi vardır, ya da üç katı fazla ticari mübadele olmuştur. Ama belleklerde kalan savaşlar oluyor. Avrupa kendini tanımlayabilmek için bir düşmana, bir öcüye daha doğrusu bir "ötekine" ihtiyaç duyuyor. Avrupa'da bir sürü insan kendisine en daimi düşman olarak müslümanları buldu.

Bunun yanında Avrupa'nın bir başka sorunu daha var. Bir çoklarında bilinçaltında olsa bile, Avrupalı kendini diğer uygarlıklardan üstün hissediyor. Daha önce tarihte örnekleri görülmüş dışa kapalı büyük medeniyetlere ait bir tutum bu. Avrupa artık dünyanın merkezi olmadığının daha farkında değil. Ama bu kafa yapısında oldukları için Avrupalılar'ın azımsanamıyacak bir bölümü müslümanları her zaman yabancı, düşman ve kendilerinden aşağıda görüyorlar.

Avrupa'da bazılarının kafasında müslümanlar, her biri bir diğerine benzeyen, bağnaz, ussal davranıştan aciz bir insan yığını olarak belirebiliyorlar. Bu düşüncedeki bir çok Avrupalı İslam'ı belirlenimci (determinist), totaliter ve şiddet taraftarı bir ideoloji olarak bellemiş. Bazen İslam, reformu imkânsız bir nevi "üçüncü dünya faşizmi" olarak algılanabiliyor.

Herkes tarafından paylaşılmadığı kesin olmakla beraber, bu zihniyet Avrupa kamu oyunda, bazen üstü kapalı olsa bile, kendisini hissettiriyor. Tabii ki bu görüşler gökten zembille inmiyor. Bunların arkasında tarihi ivmeler, Avrupa'nın zenginliği, Avrupalı'nın eğitim düzeyinin yüksek olması gibi unsurlar var. Karşı tarafta ise, müslüman toplumlar coğunlukla fakir ve tarım ekonomisine dayalı.

Bu ülkeler demokratik olmayan rejimler tarafından yönetiliyor. Müslümanların büyük bir kesimi (özellikle kadınlar) hala okuma yazmasız. Buna bağlı olarak Batı kültürü baskın olduğu müddetçe diğerinin varlığını tanımayacak ve eşitliği kabul etmeyecek. Ekonomik ve siyasi düzeyde olduğu gibi, kültür konusunda da bu son derece derin eşitsizlik olduğu sürece, örneğin müslüman eylemcilerin gerçekleştirdikleri terörist saldırılar devam edecek. Çünkü modern tank ve savaş uçaklarına karşı taş ve sopayla dövüşenin kaybedecek hiç birşeyi yok. Kendini hayata bağlayan bir ümidi bile.

Ayrıca, uluslararası ilişkiler ve uygarlıklararası ilişkiler dışında unutmayalım ki Avrupa'daki müslümanlar işçi sınıfına mensup. Belki de "bu korku ne işe yarıyor?" sorusunun olası bir cevabı burada yatıyor. Müslümanların hep işçi sınıfına bağlı kalmalarını sağlamak gerek. Yoksa Avrupa'da tuvaletleri kim temizleyecek? Camları kim silecek? Çöpleri kim kaldıracak? Batılılar'ın on yıllardan beri yapmak istemediği ırgatlığı kim yapacak? Bunun için Avrupa'daki müslümanların horlanması, dışlanması gerekli. Yani İslam'dan korkulması aynı zamanda ekonomik bir gereksinim. Kapitalist sistemin Avrupa'daki işleyişi bunu gerektiriyor. Müslümanların dini ve kültürel kimliklerine değer verilmemeli, bu öğelerin Avrupa kültür ve değerlerine uygun bir şekilde gelişmeleri engellenmeli, eğitimde başarısız kılınmalılar, vasıfsız olmalılar, işsizliğe maruz kalmalılar, sosyal haklarından haberdar olmamalılar_ Yoksa onlarda (1950-1960'larda İtalyan ve Polonyalılar'ın yaptığı gibi) kısa süre içerisinde pis işlerde ucuza çalışmayı red ederler. Amerika Birleşik Devletleri'nde zenci ve Güney Amerikalılar'ın oynadığı rol bugün Avrupa'da müslümanlara yüklenmiş. Müslümanların genlerinde bağnazlık veya şiddet taraftarlığı yazmadığı gibi, tabii ki Avrupalılar'ın genlerinde "İslam düşmanlığı" diye bir şey yok! Bunu ortam getiriyor. Daha önce belirtildiği gibi somut gerekçeleri, politik ve ekonomik nedenleri var. Tarihte ve coğrafyada Avrupa'ya yakınlık açısından müslümanların yerinde raslantı eseri Çinliler olsaydı bugün aynı şey onlar için de söz konusu olurdu. Fakat şu an Avrupa'da zayıf konumda olan müslümanlar. Bir akşam televizyon haberlerinde gördüğü "öcüleri" ertesi sabah sokağında gören Avrupa'lı ister istemez korkuyor. Burada medyanın müslümanları nasıl tanıttığının da önemi var pek tabii. 19. yüzyılın sonunda, "İslam ve modern dünya" üzerine yazılmış yazıları okurken, özellikle İsmail KARA'nın "Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi" adlı eserine bakarsanız, 100-120 yıldır hiçbirşeyin değişmediğini görürsünüz. Yenilik ise burada, Batı Avrupa'da, 14 milyon müslümanın bulunmasındadır. Bir coğrafyadan çıkan bir grup insan bambaşka bir coğrafyaya ve değişik bir uygarlığa tamamiyle barışçı bir biçimde yerleşmiş, ve de bu insanlar çalışmış, burada çocuk yetiştirmiş.

Hızla yaşlanan bir nüfusa sahip Avrupa'daki müslümanların üçte biri 18 yaşının altındadır. 1950'lerden beri, Avrupa Birliği'nin oluşma süreci ile eşzamanlı olan Avrupalı müslüman grubun ortaya çıkma süreci kimsenin gözünden kaçmasın. Tarihte eşine az rastlanan bu kader bağı herkes için bir şanstır. Bu faklı toplumların ve uygarlıkların kaynaşması açısından bir şanstır. Bu şansı iyi değerlendirmek hepimize görev olmalıdır.


DOES IT SERVE THE INTERESTS OF EUROPE TO BE AFRAID OF ISLAM


Today, approximately 13-14 million Muslims live in various European countries. Most of these Muslims are working class people and these "European Muslims" constitute a quite problematic group for Europeans. They are rather a socially disadvantaged group for they are working class and are thus economically disadvantaged, too.

An important fact is that Europe needs (in fact has needed for decades) to keep such a group at its disposal to have them work at undesirable jobs such as collecting the garbage or cleaning the toilets. And for that, this group must at all times be kept disadvantaged so that they cannot rebel against the situation like in the case of the Italian and Polish workers during the 1950s and 1960s. Add to this the fact hat Europe has historically defined itself over the existence of an "Other". Today, Muslims constitute the closest Other for Europe. This brings about a fear of Islam which is also an economic requirement since Muslims mainly belong to the proletariat class in Europe. However, the co-existence of Muslim and non-Muslim Europeans in Europe also creates a unique opportunity for the peoples of Europe to come closer and to have different civilizations to mingle and unite. We all share a responsibility to make this real.



# # # # # # # #