AV. TALAT METE



YEREL YÖNETİM - TOPLUM İLİŞKİSİ


Ocak ayının sonlarına doğru, bağıra bağıra geliyorum diyen fırtına ve kar sonrası, evde zorunlu ikamete mecbur kaldığımız 3-4 gün, sizleri yaklaşan yerel yönetim seçimleri için düşüncelere daldırmıştır mutlaka. Kiminiz içinden sana sorarım demiştir. Kiminiz içinden bunun bir başka yolu olmalı demiştir...Belki de bir çoğunuz, bana ne ben mi kurtaracağım bu dünyayı demiştir kim bilir...

Ben de, evde zorunlu ikamette kaldığım bu süreçte, ne kadar yazılı kitle iletişim aracı (basın) varsa karıştırdım ve aynı zamanda görüntülü kitle iletişim araçları arasında (televizyon) dolandım durdum.

Herkesin haklı haksız yerel yönetimlere, dev-lete veryansın ettiğini izledim. Tabii ki, o zor şartlarda yollarda, kırda bayırda, aciz kalan yurttaşların geçirdikleri sosyal travmada, önüne gelene zılgıtı çekmesi doğal karşılanabilir. Zor durumdadır ve yardım beklemektedir.

Sorumluluk konusunda, durum acaba kitle iletişim araçlarının ve sözcülerinin biraz da abartarak yansıttığı ve eleştirdiği gibi midir? Sizi bilmem ama ben hiç de öyle olduğunu düşünmüyorum. Bilimi bu kadar reddeden, aymaz ve aldırmaz tutum içerisinde davranan, neredeyse herşeyin kendisine lütuf olarak, anında sunulmasını isteyen ve bu davranışını yaşam alışkanlığı haline getirmiş bir insanlar topluluğu, yaşadıklarından sorumlu değil midir acaba? Hiç kendinizi sorguluyor musunuz bu konularda?

Zamanlamaya dikkat etmeyen, zorunlu ve çok acil durumlar olmadan özel araçları ile trafiğe çıkan, hadi aldırmadı çıktı diyelim, zincir kullanmayan, bunun dışında hiçbir uyarı dinlemeyen ve dinleme disiplini olmayan bir toplumun çektiklerinde de kendine ait payları aramalıdır bir parça.

Yaşadığımız kent, kışı sürekli bu tarzda yaşayan bir iklimde değil. Aslında kış mevsiminin uzun sürdüğü kentlerimizde doğal ve alışılmış olan bu durum, İstanbul için afet olmakta. İşte burada, kent yönetimi ve bu kentte yaşayan insanlar ilişkisi ortaya çıkmaktadır.

Yerel yönetim yerinden yönetimdir. Yani siz devamlı yaşadığınız yörenin yönetimine sahip çıkacaksınız. Yerel yönetim de sizi yönetime sahip çıkmaya davet edecek hatta katacaktır. Bu ikili ilişki çağdaş ve demokratik bir biçimde ilerleyip gelişemedikçe, demokrasiden de söz konusu edilemez.

Aksi halde, yerel yönetim – toplum ikilisi böyle sorunlar yaşadığında birbirini eleştirmekten öteye geçen davranışlar sergileyemez. Bir an düşündüm eleştirenler acaba yönetimde olsalardı ne yaparlardı? Bunu söyleyen yok, sadece vur abalıya sonra unut. Çok ucuz kahramanlık...

Bu durumun önemli nedeni yönetimlerin, toplumsal sorumluluğu gerektiren alanlarda duyarlılık duygularını geliştirerek, toplumu bu sorumluluğu taşıyacak taraflardan biri yapamaması ve bu konuda hala hiçbir çaba harcanmaması. Bilimi reddeden, bilgiyi paylaşmayan, kapalı toplum olmamızın en önemli göstergesi.

28 Mart’04 yerel yönetim seçimleri bu fırsatı yakalayabileceğimiz önemli dönemeç.

Toplumumuz sivil refleks ile toplumsal sorumluluk taşıması gerektiği duygusunu öne çıkarmalı ve yönetimlerde bu ilişkinin kurulmasını başlatabilecek yönetici adaylarını işaret etmelidir. Yapılan bir kısım kamu oyu yoklamalarında; parti mi? aday mı? sorusuna, büyük çoğunlukla “aday” cevabı yerel yönetim-toplum ilişkisine bir başka boyutun gelmekte olduğunu göstermektedir. Hadi hayırlısı....

Demokrasinin Kendini Koruma Refleksi Bizde Oluşabilir mi?

Gelişmiş çağdaş demokrasilerde, toplumun genelinin geleceğini ilgilendiren konularda olumsuzluk sezilince, siyasal mensubiyete bakmaksızın ortak çıkarları bulunanların sanki sözleşmişcesine aynı tavrı sergilemeleri olağan bir davranış biçimidir. Bunun çok somut örnekleri yakın zamanlarda da görülmüştür. Geçen yıl yapılan, Fransız Başkanlık seçimlerinde olduğu gibi.

Genel seçim olmamasına karşın, 28 Mart yerel yönetim seçimlerinin sanki bir referandum ortamı yaratacağı şimdiden belirmeye başlamıştır. 03 Kasım’02 seçimleri sonucu oluşan, tek başına AKP iktidarı ve milletvekillerinin, ulusumuzun kurtuluş ve Cumhuriyetimizin kuruluş şartlarını unutmuş görünüp, toplumumuzu çağın gerilerine götürme isteklerini sık sık izliyoruz. Bunun teker teker örneklerine girmeyeceğim. Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve belleğimizde bu davranışları taşıyoruz. Toplumsal tepki karşısında da nasıl geri adımlar atıldığını görüyoruz.

İşte en tehlikeli davranış biçimi de bu zaten. Bir adım at, tepki olunca geri adım at..Sonra tekrar bir adım. Sonra tekrar geri adım... En güzel uyutma taktiği.

Bu oyunlara kesin son vermenin yolu, 28 Mart seçimlerinde toplumun elindeki en önemli koz olan “oy”dur. Parçalanmaksızın, geleneksel ve gerici yapıya karşı, gelişmeci yapı, yöresinde AKP adayı dışındaki seçilebilecek en düzgün adayın etrafında partisine bakmaksızın toplandığında, çağdaş demokrasinin olumsuz gelişmelerde kendini koruyabileceğini gösterebilmesi, geleceğimize ilişkin olumsuz emelleri olanlara, asla bunun olamayacağını hatırlatma ve uyarma bakımından en çağdaş tavırdır.

Demokrasimizi geliştirme, Cumhuriyetimizi koruyabilme adına bu toplumsal refleksi gösterebildiğimiz ölçüde geleceğimiz için umutlu olabiliriz.

Yoksa kendini demokrat ve cumhuriyetin sahibi sayanların birbirine kırgınlık veya kızgınlıklarıyla sergileyecekleri parçalı tavırlar sonucu, yine zararı bu şekilde davrananlar görecektir. Önümüzdeki yerel yönetim seçimlerinde ulusumuzun geleceği, kendini aydın ve demokrat sayanların her türlü iç çekişmesinin üstünde olmalıdır.

Aksi halde doğacak olumsuzluklarda “vahlanmak” hiçbir işe yaramayacak ama diğer tarafta “atı alan Üsküdar’ı geçecektir.” Bizden hatırlatması...


THE RELATIONSHIP BETWEEN LOCAL AUTHORITIES
AND THE CIVIL SOCIETY


During the days following the storm, when all of us were imprisoned in our homes, I followed all that was covered by the media about the developments. I saw that, rightly or not, everyone was lambasting the local authorities and the government. But is it really the case that the responsibility falls only on their shoulders? I do not think so at all. A group of people, who neglect science, who act in complete indifference and oblivion, who want everything to be accorded to them in a golden plate are equally responsible for what befell them. A society which does not pay heed to any warning should put the blame also on itself. The recent storm, which is natural and habitual in some parts of our country, turned out to be a disaster for Istanbul. In such incidents, the relationship between the local administration and the dwellers of the city becomes more important. You, as dwellers should always assume your responsibility in the administration of your city. The local authority should instigate you to take your part in this process. Unless this dual relationship flourishes in a modern and democratic fashion, it will not be possible to talk about democracy at all. In developed democracies, when an unpleasant event imperils the future of the society at large, it is natural for those who share a common interest, to act unanimously regardless of political affiliation. We often witness that the AKP government and its deputies seem to have forgotten the precepts of our National independence and the foundation of our Republic and they have regressionist intentions. We see how they retreat on the face of every reaction. This is the best deception tactic. The most important card in the hands of the public to give a halt to such tactics is “the votes” they will cast in the local elections on the 28th of March. Against this regressionism and traditionalism, without fragmenting, modern democracy should prove that it can protect itself against those who threaten its future. We can be hopeful about our future only as long as we show this reflex, protect our Republic and improve our democracy. Otherwise, it will be of no avail to mourn over unpleasant deve-lopments that might transcribe. For Your Information...



# # # # # # # #