TUĞRUL ERKİN
DEİK (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) / Türk Avrasya İş Konseyleri Başkanı
Chairman of Foreign Economic Relations Board
Turkish - Eurasian Business Council


ARTAN REKABETTE BAŞARILI OLMAK İÇİN TÜRK YATIRIMCILARI SAHİP OLDUKLARI AVANTAJLARI KULLANMALIDIR


Kar amacı gütmeyen ve temel gelir kaynağı üye aidatları olan bir sivil toplum kuruluşu statüsünde çalışan DEİK 1986 yılında kuruluşundan bu yana çalışmalarını başarıyla sürdürüyor.

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun yapısı ve çalışmaları hakkında bize bilgi verebilir misiniz?

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, ya da kısa adıyla DEİK, 1986 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği başta olmak üzere Türk özel sektörünün 9 kuruluşu tarafından oluşturulmuş bir organizasyondur. DEİK'in kuruluş amacı Türk iş aleminin dış dünya ile ilişkilerini geliştirmek ve Türk ekonomisinin dünya ekonomisine entegrasyonuna katkıda bulunmaktır.

Bu amaç doğrultusundaki çalışmalarımızı, İş Konseyleri çerçevesinde yürütüyoruz. Şu anda 67 ülke ile karşılıklı olarak İş Konseyleri faal durumdadır. İş Konseylerinin görevi, ilgili ülke ile ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmektir. Bu bağlamda DEİK, her ülkede iş dünyasını temsil niteliğine haiz bir muhatap kuruluş ile işbirliği yapmaktadır. DEİK üyesi firmalar doğrudan doğruya ilgi alanlarına giren İş Konseyleri'ne üye olmaktadır. Tabii ki bir firmanın birden fazla İş Konseyi’ne üye olması da mümkündür. Nitekim şu anda DEİK’e üye 500 civarında firma olup, bu firmaların 1000’den fazla üyelikleri söz konusudur.

Kısaca İş Konseyleri’nin ne yaptığını anlatmak istiyorum. İş dünyasında kişisel temasların ve tanıtımın rolü ve önemi nedeniyle konsey faaliyetlerinin önemli bir bölümünü ortak toplantılar ve heyet değişimleri oluşturmaktadır. Ortak toplantılar senede en az bir kez, değişimli olarak Türkiye'de ve karşı ülkede yapılmaktadır. Türkiye için önemli potansiyel arzeden ülkelere düzenli olarak iş adamlarından oluşan heyetlerle ziyaretler yapılmakta ve yurtdışından ülkemize gelen heyetlerle de toplantılar düzenlenmektedir. Bu tür etkinliklerde iş adamlarımız yabancı ülkelerin hem iş çevreleri hem de devlet yetkilileri ile bir araya gelme fırsatını bulmaktadır. Bu sayede iş adamlarımız ihtiyaç duydukları temasları kurabilmekte, iş yapabileceği yabancı firmalarla masaya oturabilmekte ve kendileri için hayati öneme sahip bilgileri yetkili kişilerden alabilmektedirler.

İş Konseyleri'nin diğer önemli bir faaliyeti de karşı ülkedeki ekonomik gelişmeler, ticari ve sınai işbirliği olanakları konusunda araştırma yapmak, yurtiçinde ve yurtdışındaki hükümet kuruluşları, temsilcilikler, akademik kuruluşlar, uluslararası organizasyonlar ve araştırma kuruluşları ile işbirliği sonucunda sağlanan bilgileri üyelere iletmektir. Yayınladığımız Türkçe ve İngilizce bültenler ile üyelerimize, Türk ve yabancı iş çevrelerine bilgi sağlamayı amaçlıyoruz.

DEİK kar amacı gütmeyen ve temel gelir kaynağı üye aidatları olan bir sivil toplum kuruluşu statüsünde çalışmalarını sürdürmektedir.

Sizi, DEİK bünyesinde faaliyet gösteren Türk-Avrasya İş Konseyi’nin Başkanı olarak tanıyoruz. Bu konseyin işlevi nedir?

1991 yılında SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan ve pazar ekonomisine giriş sürecini başlatan ülkelere Türk iş çevreleri büyük ilgi göstermiş ve bu ülkelerle iş konseyleri kurulmuştur. Bu iş konseyleri, söz konusu ülkelerin ekonomilerinde ve yeniden yapılanmalarında Türk girişimcilerinin de önemli rol oynamasını sağlamıştır. Şu anda Türk-Avrasya İş Konseyleri bünyesinde 16 ülke ile karşılıklı iş Konseyi bulunmaktadır.

Bunlar kuruluş sırasına göre Ukrayna, Azerbaycan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Gürcistan, Belarus, Özbekistan, Moldova, Tacikistan, Litvanya, Letonya, Moğolistan, Afganistan ve Estonya’dır. Bildiğiniz gibi bu yılın Mayıs ayında Baltık ülkeleri AB üyesi olacaklar. Tabii DEİK’in organizasyon yapısında da bu duruma uygun olarak bir düzenleme söz konusu olacaktır.

Tüm iş konseylerinin Avrasya çatısı altında toplanması ile bir sinerji yaratılmış olup, ortak faaliyetler sayesinde önemli bir güçbirliği oluşturulmaktadır. Avrasya ülkeleri ile ikili ilişkileri geliştirmenin yanısıra DEİK, bu ülkeler ve üçüncü ülkelerdeki iş çevreleri arasındaki işbirliğini artırmayı amaçlayan programlar geliştirmektedir.

Türk-Avrasya İş Konseyleri, son on yıl içerisinde 300'den fazla etkinlik gerçekleştirmiş ve çok sayıda projenin hayata geçirilmesine katkıda bulunmuştur. DEİK’in faaliyetlerinden bahsetmiştim. Bu nedenle Türk-Avrasya İş Konseyleri’nin neler yaptığı konusunda detaya girmek istemiyorum. Ancak şunu söylemeliyim: Avrasya, Türkiye için çok önemli bir coğrafyadır. Biz, sadece bu bölgedeki ülkeler ile daha fazla iş yapılsın diye çalışmıyoruz. Bunun ötesinde ülkemizde Avrasya bilincinin gelişmesini istiyoruz ve bu doğrultuda faaliyetlerde de bulunuyoruz. Örneğin geçtiğimiz Ekim ayında “Avrasya Nereye Gidiyor?” adı altında bir panel düzenledik. Bu panelde Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız

Süleyman DEMİREL ile birlikte Rusya Federasyonu eski Başbakanı Yevgeni PRİMAKOV, Almanya eski Dışişleri Bakanı Hans Dietrich GENSCHER ve dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz AYTMATOV, muhteşem bir beyin fırtınası gerçekleştirdiler. Şimdi bu panelde konuşulanları kitap haline de getirdik. Bu tip etkinliklere gelecekte de devam edeceğiz.

Sn. ERKİN, Avrasya’nın önemi konusunda haklısınız. Ancak bu bölgenin tanımı hakkında tam bir mutabakat yok. Siz Avrasya’yı nasıl tanımlıyorsunuz?

Coğrafi anlamda Avrasya çok değişik şekillerde tanımlanabiliyor. DEİK’in tanımı ise İş Konseyleri’nin dağılımında görülebilir. Türk-Avrasya İş Konseyleri bünyesinde eski SSCB ülkeleri ile Afganistan ve Moğolistan bulunmaktadır. Tabii ki bu pratik bir yapılanmalıdır. Kanımca Avrasya’nın sınırlarını coğrafi olarak değil de kültürel olarak çizmek daha yerinde olacaktır. Benim için Avrasya, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan ve ortak değerlere sahip olan insanların oluşturduğu bir topluluktur. Burada kastettiğim sadece Türki cumhuriyetler değil. Slavları da katabiliriz. Ruslarla yüzyıllara dayanan ortak bir geçmişimiz var.

Bölgenin Türkiye için önemi de buradan kaynaklanıyor. Bizim bu bölgeyle tarihten kaynaklanan bağlarımız var. Ortak bir geçmişi, ortak kültürel değerleri paylaşıyoruz. Ancak şunu belirtmeliyim ki, bu bölge kimsenin arka bahçesi değildir. Ne Türkiye’nin, ne de Rusya’nın. Bu yanlışlığa zaman zaman düşüldüğünü görüyorum. Böyle bir yaklaşım ilişkilere faydadan çok zarar getirecektir. Biz bölge ülkelerine “abilik” taslamamalı, onlara “kardeşlik” elimizi uzatmalıyız.

Ekonomik açıdan değerlendirdiğinizde Avrasya’nın önemi nedir?

Avrasya bölgesi, 25 milyon km2 alanı, 300 milyonu aşkın nüfusu, 450 milyar dolara yakın toplam geliri ve 300 milyar doları aşan ticaret hacmi ile büyük bir pazardır ve önemli ölçüde bir potansiyel barındırmaktadır. Bu ciddi bir potansiyeldir. Ayrıca bölgenin sahip olduğu zengin doğal kaynaklar da unutulmamalıdır. Bu bölge Türkiye için ekonomik açıdan da “olmazsa olmaz” bir bölgedir. Bölge ülkeleri yıllarca SSCB bayrağı altında ve Demir Perde’nin gerisinde yaşadıkları için ekonomik ilişkilerimiz uzun yıllar boyunca gelişememiştir. 1991’den sonra ise devletin desteğiyle Türk girişimcileri bölgeye büyük ilgi göstermişlerdir. Türkiye’nin halihazırda Avrasya’da yadsınamaz bir ekonomik varlığı söz konusudur. Bu bölgede yatırımlarımız 6 milyar doları, aldığımız inşaat projeleri ise 25 milyar doları aşmış durumdadır. Tabii ki bununla yetinmemeli, bölgedeki ekonomik varlığımızı artırmalıyız. Bildiğiniz gibi bu bölgede bizim dışımızda Rusya, ABD, AB, Çin gibi büyük oyuncular var. Artan rekabette başarılı olmak için Türk yatırımcıları sahip oldukları avantajları kullanmalıdır. Bizler, 1991’den beri bu bölgede iş yapıyoruz. Bölgeye ilk biz gittik, en zor anlarda bile terketmedik. Avrasya ülkeleri ile tarihsel ve kültürel bağlarımız var. Enerji hariç bırakıldığında en büyük yatırımcı bizleriz. İlgimizi, çalışmalarımızı artırarak sürdüreceğiz.

Bölge ülkeleri, SSCB’nin yıkılmasından sonra bir dönüşüm sürecine girdiler. Sovyet tarzı planlı ekonomiden, pazar ekonomisine geçiş süreci başladı. Bu ülkeler bu sürecin neresindeler? Ne yapmalılar?

Bu sorunuzu yine ekonomik bir bakış açısıyla yanıtlamak istiyorum. Bahsettiğiniz süreç bölgedeki her ülke için söz konusu olmakla beraber, bu ülkeler içinde bulundukları şartlara göre daha az veya daha çok yol katetmiş durumdadırlar. Bugün bir Baltık ülkelerinin geldiği noktayla, Tacikistan’ı veya Türkmenistan’ı bir tutmamız mümkün değildir.

Bu geçiş süreci hızlandırılmalı, yatırım ve ticaret ortamı iyileştirilmelidir. Pazar ekonomisinin temel direği olan özel sektöre daha çok ağırlık verilmeli, devletin rolü mümkün olduğunca azaltılmalıdır. Özel sektörün içinde KOBİ’ler ekonomik büyümenin motoru haline gelmelidirler.

Avrasya ülkeleri arasında işbirliği şu anda asgari düzeydedir. BDT kavramı, beklendiği gibi bu ülkeler arasında bir “tutkal” işlevi görememiştir. Şu anda bu ülkeler arasında zayıf bölgesel anlaşmaların dışında ekonomik anlamda da bir entegrasyon yoktur. Bu durum bölgenin ekonomik gelişmesi karşısında bir engeldir.

Söyleşimizin başlarında size Ekim ayında gerçekleştirdiğimiz bir panelden bahsetmiştim. İşte bu panelde ortaya çıkan bir düşünce vardı. Bu görüşü ben de destekliyorum. Avrasya ülkeleri arasında kademeli olarak bir Ekonomik Birlik oluşturulmasının faydalı olacağını düşünüyorum. “Avrasya Ekonomik Birliği” bölge ülkeleri arasındaki işbirliğinin geliştirilmesinde faydalı olacağı gibi bu ülkelerin global ekonomi içerisinde sahip oldukları potansiyeli yansıtan bir konuma gelmelerine de yardımcı olacaktır.

Türkiye, Avrupa Birliği’ne aday bir ülke ve bu konudaki girişimlerini de yoğun bir şekilde sürdürüyor. Siz, AB’den vazgeçelim, yüzümüzü Avrasya’ya mı dönelim demek istiyorsunuz?

Kesinlikle hayır. Avrasya Ekonomik Birliği şu anda düşünce aşamasında ve bu düşünceyi gerek iş çevreleri ile gerekse devlet yöneticileri ile tartışıyoruz. Avrasya Ekonomik Birliği, Avrupa Birliği’ne alternatif değil, tam tersine AB üyeliği yolunda Türkiye’nin elini güçlendirecek bir unsur olmalıdır. Avrupa, öncelikli hedefimiz olarak kalmalıdır ama diğer yandan da Avrasya’daki potansiyeli de değerlendirmeliyiz.

Türkiye ile Rusya’nın ortak inisiyatifi olarak gerçekleştirilebilecek bu birliğin siyasi boyutu olmayacak ve tüm üyeler eşit haklara sahip olacaktır.

Rusya, Türkiye ile beraber böyle bir girişimde bulunmaya sıcak bakacak mı?

Artık Rusya, Türkiye’yi bir tehdit değil, öncelikli olarak değerli bir partner olarak algılamaktadır. 90’ların başlarında Moskova, Türkiye’yi bir tehdit olarak algılıyordu. Ancak bu durum son dönemlerde tamamen değişti. Biz, Avrasya Ekonomik Birliği projesini Rusya’daki muhataplarımızla da görüşüyoruz. Onlardan da olumlu görüşler aldık.

Benim tezim bu coğrafyada Türkiye ile Rusya’nın “rekabet” değil “ortaklık” içinde olmaları gerektiğidir. Bu şekilde hem onlar, hem biz, hem de tüm Avrasya kazanabilir. Dediğim gibi bu birliğin siyasi bir boyutu olmayacak. O yüzden projeyi tamamen ekonomi mantığı çerçevesinde düşünmeliyiz. Güçlü bir Türkiye, her eksende sağlam ve gerçekçi bir vizyonu olan ve çok yönlü bir dış ekonomi politikası sürdüren bir Türkiye’dir.

TURKISH INVESTORS SHOULD MAKE USE OF THEIR EXISTING ADVANTAGES IN ORDER TO SUCCEED IN THE EVER-INCREASING COMPETITION


The Turkish-Eurasian Business Councils that operate under the roof of DEİK (Foreign Economic Relations Board) are highly important for our country since Eurasia is a significant region in terms of Turkey’s long-term economic interests. We should spend every effort to improve our commercial activities in the region and while doing so, we should refrain from acting like an elder brother; Eurasia is nobody’s backyard. There are of course other players, too in the region; namely Russia, USA, EU, China, etc. Turkish investors should make good use of their existing advantages in this competitive environment: We were the first investors who got into this region in 1991 and since then, we have never left even during hard times. Yet, we have historical and cultural ties with the Eurasian countries, and Turkey happens to be the largest investor in the region except for energy. Another opportunity would be to work on establishing a “Eurasian Economic Union”. This should not be perceived as an alternative to the European Union as far as Turkey is concerned, but rather as something that would reinforce Turkey’s position on the way to accession to the EU. A multilateral policy would at any rate serve the interests of our country.



# # # # # # # #