DR. EROL MÜTERCİMLER
STAM Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Koordinatörü
TGAV Türk Gelecek Araştırma Vakfı Genel Koordinatörü
General Coordinator of STAM and TGAV


BARIŞIN STRATEJİSİ YA DA BARIŞ STRATEJİSİ


Strateji kavramı binlerce yıllık bir kavramdır; aslında barış da onunla yaşıttır. Ancak barış dendiğinde benim aklıma gelen Tolstoy’un ölümsüz eseri “Savaş ve Barış” romanıdır.

Esrarengiz bir Çinli savaşçı-filozof Sun-Tzu tarafından günümüzden iki bin yıl önce yazılmış olan “Savaş Sanatı” kitabı, sanıyorum dünyanın en etkili ve saygı duyulan strateji kitabıdır. Bu kitabı kendisine rehber edinmeyen politikacı, işadamı, asker hemen hemen yok gibidir. Neden? Çünkü savaşmayı öğretir! Öngördüğü amaç yenilmezlik, savaşmadan zafer kazanmak, çatışmanın fiziği, siyaseti ve psikolojisini kavrayarak asla saldırılamayacak bir güce kavuşmaktır. Onüç bölümlük bu başyapıt da bir kez bile olsun barışın adını okuyamazsınız. Size bir başka temel yapıttan söz edeceğim; Nicolo Machiavelli’nin “Savaş Sanatı”ndan...Birinci kitaptan okumaya başlayıp yedinci kitabı bitirdiğinizde yine barış sözcüğüne ve barışın yaratılmasına ait tek bir cümleye rastlayamayacaksınız...Clausewitz ve Antoine Henri Jomini gibi kişilikleri birbirine zıt iki dehanın yapıtlarını okuduğunuzda da “barış” ya da barışın stratejisi gibi kavramlara rastlamamanın şaşkınlığını yaşamaktayız. Carl von Clausewitz geçmişte haklı olarak “savaşın sisinden” bahsetmişti, fakat barış ya da, yarattığı gönül rahatlığı ve altında yatan gizli tehlikeleri ile yanılsamalarla dolu kendi sisini oluşturmakta üstelik bugün şimdiye dek hiç olmadığı kadar yoğun bir şekilde. Son umut bahriyeli olması nedeniyle aşkın ve alkolün adamı amiral Mahan’ın kitabında barışı buluruz diyerek satırları yutmaya devam ettiğimizde de ne yazık ki barış kavramıyla karşılaşamıyoruz. Ancak yine de umutlarımızı yitirmemeliyiz!

Napoléon imdadıma yetişiyor ve kendimi biraz olsun kurtarmamı sağlayan şu sözleri ediyor: “Savaş savaşı doğurur” ve “Barış demekle dünyada barış olmaz”. Ya nasıl olabilir! “Atom bombası, barışı sağlamak için ortaya çıktı, ama barışın devamlılığını sağlayamazdı. Barışın sağlanması için insanların çaba göstermesi şarttır” bu sözler bana ait değil, Winston Churchill’e ait ve barışın ütopik bir kavram olduğunu vurguluyor.

Baştan beri sunduklarım barışın ütopik ve edebi bir kavram olduğunu, bu sözcüğün şairler ve romancıların eserlerinde kullanıldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Diyeceksiniz ki; politikacılardan sık sık duyduğumuz barış sözcüğü hangi anlamda kullanılıyor? Bu da mı aldatmaca? Evet efendim politikacıların kullandığı barış kavramı “sanal” bir kavramdır. Onların vurgusu hep savaş tehdidi çağrışımı yaptığı için barış sözcüğünü kullanmaktan ibarettir. Aslında barışın ne olduğunu iki kesim bilir, savaş meydanlarındaki askerler ve tepelerine bomba yağan halk!

George Gordon Byron diyor ki; “ Halk ancak barışta savaşın ağır yükünü anlar”... Politikacı için masada zafer kazanma argümanıdır savaş ve bir tehdit unsurudur barış! Ralph Emerson’un sözlerini biraz değiştirerek sizlere sunmaya çalışayım:

“Savaşlara halkın menfaati ve refahı için girilir. Ama neticede -barış imzalanıp ortalık sakinleşince- siyasi sosyal buhranlar ortaya çıkar.” Bu buhranları yok etmek için yeniden savaş ilan edilir ve ardından bir kez daha barış masasına oturulur. Ve yeniden buhranlar ortaya çıkar...

Barış nedir? Geniş anlamıyla barış, savaş halinde olmayan bir ülkenin durumunu ifade eder. Başka bir deyimle barış, dostluk ilişkilerinin kurulması ve devam etmesi halidir. Barış nasıl geçekleşir? Öncelikli ve tek koşul; barış içinde birlikte yaşama isteğiyle gerçekleşir.

Barış, bir antlaşmanın yapılmasıyla gerçekleşir. Barış, ateşkes ve mütarekeden kesin olarak ayrılır. Barışa karar vermeye yetkili organ, genellikle savaş ilanına yetkili organdır. Barışın temel esaslarını ortaya koyan bir hazırlıkla başlayan barış antlaşması, çoğu kez ekonomik koşulları, toprak düzeniyle ilgili hükümleri de içine alır. Öte yandan barış, kendinden önceki savaş sırasında uygulanmasına ara verilen uluslararası antlaşmaları da yeniden yürürlüğe koyar. Yani barış içinde birlikte yaşama ortamı sağlar. Tabiî kullanılabilirse!

Barış içinde birlikte yaşamanın ilkeleri:

1.Devletler arasındaki sorunların çözümünde savaşların bir araç olarak kullanılmasından vazgeçmek (sorunlar görüşme ve anlaşmayla çözülebilir.)

2. Eşit haklara sahip olmak (karşılıklı çıkarlara saygı)- (kuvvete başvurmaya son)

3. İçişlerine karışmama (savaşa karar veren siyaset aynı şekilde onu engellemek için de kullanılabilir)

4. Ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi.

5. Karşılıklı çıkarlar ve eşitlik temeli üzerinde ekonomik ve kültürel işbirliğini geliştirmek-işbirliğinin geliştirilmesi

6. Gelişme halindeki ülkelerle sürdürülen işbirliğinin sağlamlaştırılması ve geliştirilmesi için tutarlı yol izleme – izlenmesi.

7. Küresel eşitsizliğin azaltılması. Ekonomik refahın ve siyasi özgürlüğün daha yaygın bir biçimde gerçekleştirilmesi

Barış kavramı ancak Mahatma Gandi gibi romantik devrimcilerde farklı bir anlam kazanır biraz da fanteziye dönüşür, “ülkelerin işbirliği için barış şarttır ve uluslar arası ilişkilerde barışın rolü çok büyüktür”. Gandi’nin bu cümlesinden yola çıkarak, barışın nasıl kurulabileceğini, bunu sürdürmenin stratejisini nasıl tayin edebileceğimizi anlatmaya çalışacağım.

Stratejinin kullanılabilir tanımlarından birisi şudur; “koşullarla olanakların örtüştürülmesi”... strateji basit, anlaşılabilir ve uygulanabilir olmalıdır. Bu açıklamam ışığında barışın stratejisi için öncelikle şu argümanları öne sürebilirim:

Birinci Senaryo; Dünyada barışın sağlanması için devletler değil, milletler birbirine yakınlaşmalıdır:

Bu Ernest Ipsen’in önerisidir. Ben ödünç alarak bunu geliştirmeye çalışacağım. Burada tartışılması gereken milletler mi birbirine yakınlaşmalıdır yoksa halklar mı? Sanıyorum doğru yanıt halklar olacak. Savaşların kararını politikacılar veriyor, savaşı askerler yapıyor ve barışın kararını da politikacılar veriyor, imzayı onlar atıyor. Çok açıktır ki stratejiyi belirleyecek olanlar politikacılardır.

Ancak ülkelerin karar alıcıları ya da politika yapıcıları, yüksek devlet stratejisinde “barış” yoksa, barış sürecini ya tehditle uzatır ya da tehdit algılamasına başvurarak psikolojik savaşın tüm unsurlarını kendi halklarına uygularlar. Örneğin günümüzde, İsrail’in ve ABD’nin yüksek devlet stratejisinde barış yoktur. “Soğuk Savaş döneminden ABD üç büyük savaşı kazanarak çıktı. Birinci ve İkinci Dünya savaşları ile kansız bir zafer olan Sovyetler’in çöküşü... Oysa, Amerikalıların çoğunluğu, barışın insanlığın normal koşulu olduğuna inanır; savaşın ya da ayaklanma, devrim, suikast, başkaldırı benzerleri gibi daha sınırlı şiddet olaylarının patlak vermesine hep şaşırır. Bu en kanlı ve çalkantılı yüzyılın, bize barışın normal olmadığını ve en az zararla kazanmaktan emin olmak için gelecek savaşa hazır olmanın en iyisi olduğunu öğreteceğini düşünmüş olmalısınız. Maalesef!” (Ledeen, 23). Tarihe yüzümüzü döndüğümüzde Roma ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yayılma dönemlerinde de “barış” sözcüğünün karar alıcıların sözlüğünde olmadığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Politik ve askeri stratejide barış güçsüzlerin yüksek devlet stratejisinde yer alır. Ancak...

Ne pahasına olursa olsun barışı elde etmeye çalışanlar ve gelecek saldırıya karşı kendilerini savunmak için gerekli adımları atmayanlar, Machiavelli’ye göre savaşmaktan daha korkunç bir tehlikeye girerler: Yenilgiye uğramak ve düşmanın egemenliği altına girmek. Eğer savaşmazsanız, kazananların egemenliği altına girersiniz.

Kazananın siz olması daha iyidir;çünkü o durumda siz egemenlik kuracaksınız ve en azından kısa bir süre için bir düşmanınız eksilmiş olacaktır. Askeri yorumcu Flavius Vegetius Renatus dördüncü yüzyılda her şeyi çözümledi: “Barış isteyen istesin, siz savaşa hazırlanın”. (Ledeen,25)

İkinci Senaryo önermeyi yine Ernest Ipsen’den ödünç alıyorum; “dünyada barışın sağlanması için tek bir siyasi rejimin uygulanması gerekir”.

Eğer hiçbir dış düşman olmasaydı bu döngü sonsuza dek sürebilirdi; ama uygulamada, kamu düzenini yeniden kuracak kadar uzun yaşayan devletler pek azdır. Yozlaşma, zayıflık ya da kaos dönemlerinden birinde güçlü bir komşu devlet onu ele geçirir ya da silip süpürür. “Tek rejim uygulanması”, bu bir siyasal peri masalı. İnsanlık tarihine göre, hükümdarların devrilmesi, bir ülkenin bir başkası tarafından ele geçirilmesi, ya da kitle ayaklanmalarının ortaya çıkması bizi hiç şaşırtmıyor. Strateji, matematik mantığın kullanıldığı bir alandır. Aritmetik mantıkla strateji kurduğunuzda ABD’nin Vietnam’da düştüğü duruma düşersiniz. Biliyorsunuz Vietnam savaşının iki mimarından birisi Mac Namara’dır ve kendisi dünya literatüründe “aritmetik manyağı” adıyla bilinir. Evet ebedi barışın sağlanması için ideal koşul dünyanın tek bir rejime sahip olmasıdır ama bunun gerçekleşeceğine ancak 68’liler inanabilir! Zaten inanmışlardı da... Çünkü onlar hep özendiğim romantik devrimcilerdi ve hayat felsefeleri “savaşma seviş”... Bu gerçekten bir stratejidir! (üstelik de manevra alanını genişletmeyi girişimcinin yetenekleriyle sınırlamıyor...)

Barış stratejisi için üçüncü senaryo, “silahların azaltılması ya da sınırlandırılmasıdır”...

Ama soğuk savaş döneminde silahlı kuvvetlerde hem azaltmaya gidildi hem de her defasında özellikle nükleer silahlarda azaltma ve sınırlama gerçekleştirildi, bunun sonucu olarak halklar dış politikaya ilgilerini yitirdiler ama gelecek her zaman savaşla başladı!

Nükler Silahsızlanma Antlaşması’nın başarısızlığını göz önünde bulundurduğumuzda, biyolojik ve kimyasal silahlara karşı yapılacak benzer anlaşmaların da başarısızlıkla sonuçlanacağını bekleyebiliriz. Nano teknolojinin yeni tür kitle imha silahları üretmesini de bekleyebiliriz. Ama henüz bu yeni tür silahlardan endişe etmek için bir on yıl kadar erken. (Gray, XI)

Dördüncü senaryo, sorunların barış içinde çözümü için insanların “eğitimi”dir.

Bildiğiniz gibi eğitim-öğretim her alanda başlı başına stratejidir. İnsanların barış istemeleri ya da bunu destekleyecek davranışları geliştirmeleri için eğitim programları üretmek hiç kuşkusuz önemli bir adımdır ama tarih boyunca görülmüştür ki, barış isteyenlerin çabası soylu bir davranış olarak nitelenmiş ancak kendileri çoğu kez hapishanelerde süründürülmüştür. “Savaşın Kökenleri ve Barışın Korunması Üzerine” adlı çalışmasında Donald Kagan çok net biçimde belirtmektedir: “Barışı korumak isteyen bu devletlerin ileri sürdüğü iyi niyetin, tek yanlı silahsızlanmanın, ittifaklardan kaçınmanın, savaşın zararlarının öğretmenin ve öğütlemenin hiçbir yararı yoktur.” (Kagan, 570)

Günümüzde genel olarak benimsenen tanımı ile savaş, “hak ve çıkarların elde edilmesi için bir milletin ya da milletler grubu ile milli güçlerinin bütününü ortaya koyarak giriştikleri mücadeledir”.

Atatürk bugünün gereksinimini de karşılayacak bir tanım yapmıştır: “Savaş yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün mevcudiyetleri ile, bütün imkanları ile, bütün maddiyat ve maneviyatları ile karşı karşıya gelmesi ve birbiriyle vuruşmasıdır”.

Günümüzde ve yakın gelecekte fiili çatışmalar şeklinde kendini gösteren savaşların tamamen ortadan kalkacağını ümit etmek safdillik olur.

Milletlerarası ortamda meydana gelen çıkar çatışmaları ve anlaşmazlıklara etkili ve sürekli bir çözüm tarzı bulunmadığı sürece savaş, bir çözüm aracı olarak kullanılmaya devam edecektir. Halihazır koşullarda savaşı ortadan kaldırmak olası görülmemektedir.

Barış için beşinci senaryo; YENİ AKTÖRLER ARAMAK. Savaşı önlemek çok önemli ve artık generallerle politikacılara bırakılmamalıdır.

Geçmiş savaşlara baktığımızda savaşların kaynağının “emperyalizm” olduğunu görebiliriz. Son 1500 yıl içinde 14.000 savaş olmuş ve bu savaşlarda, bugünkü dünya nüfusunun yarısı kadar yani üç milyar insan ölmüştür. (Korionov, 22) Tüylerinizi diken diken edecek bir başka sayı vereyim; yazılı tarihin son 3500 yılında sadece 270 yıl savaş görülmedi. (Güvenç, 25) Tüm ülkelerin sivil toplum örgütleri birleşerek global bir güç oluşturabilir. Ortak güvenlik sistemi kurulmalıdır. Yeni aktörler “sivil toplum örgütleri” olmalı.

Altıncı senaryo; ABD’nin İmparatorluk kurma hevesinden vazgeçip “demokratik cumhuriyetçilerin” iktidara gelmeleri.

Silah ve petrol tüccarlarının siyasetteki güçlerinin kırılması gerekmektedir. ABD strateji merkezlerinin değerlendirmesine göre petrol ve doğal gazın toplam ömrü eğer ABD kontrolunda olan bir dünyada olursa yüzelli yıl, İran ve Ortadoğu ülkelerine bırakılırsa otuz yıldır. Yani dünya tehdit altındadır.

Bush gibi silah ve petrol tüccarlarının temsilcisi olan siyasilerin egemenliği dünya barışı açısından büyük tehlikedir. ABD’nin yüksek devlet stratejisinin değiştirilmesi gerekmektedir.

Yedinci senaryo ise; savaş suçlarının çok ağırlaştırılmasıdır.

Uluslararası hukukun büyük kısmının, tam da modern ve postmodern çatışmaların kökeninde yer alan ulus-devletlerce formüle edildiğini unutmamamız gerekir.

Ve ayrıca uluslararası kuralların, bu devletlerce kendi işlerine geldiği gibi görmezlikten gelindiğini de akıldan çıkarmamalıyız. Bundan dolayı uluslararası hukukun gözden düşmesi yeni değildir. (Gray, XVIII) Barış koruyucu olmayı kabullenmeyen bir çok asker sonunda barış koruyucuları tarafından suçlu olarak yakalanıyorlar. Savaş suçlarına karşı genişleyen uluslararası hareket – ki bu hareket Hollanda’daki daimi mahkemenin kurulmasını sağlamıştır- geçmişe göre değerlendirildiğinde postmodern savaş çağının en büyük başarılarından biri olabilir. Aleyhine dava açılanlar arasında sadece katliamları sürdürenler yok. Bir Hırvat komutan, General Tihomir Blaskic, Mart 2000’de komutasındaki askerlerinin işlediği suçlardan dolayı 45 yıl hapis cezasına çarptırıldı. (Gray, XVI)(Yeterli mi? Hayır!)

Sekizinci senaryo; barış kültürü yaratmak.

Savaş, öğrenilmiş ya da kültürel bir davranışsa, soru daima “Bir barış kültürü mümkün müdür?” olmalıdır. Barış ve savaş seçenekleri her zaman bir felsefi ya da ahlaki etik sorunu olmuştur: yani, “Başka insanlara nasıl davranmalı?” Sırf karşılıklılık ilkesi yüzünden barış kesinlikle imkansız değildir. Gerçekten barış istiyorsanız, barışçı olun yeter. Ötekiler karşılık verecek ve aynısını yapacaktır. Bütün büyük dinlerin en evrensel ilkesi aşağıdaki düsturda dile getirilir:

“Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma.”

İşte mükemmel bir barış formülü. Ama yazık ki işe yaramıyor. İlk olarak, başkalarını başkaları olarak görmeyi sürdürüyor, ama kendimizin de başkaları olduğunun farkına varmıyoruz. “Ben ötekiyim” diyen şair ne anlaşılıyor, ne de ciddiye alınıyor. B.Güvenç, 27)Son yıllarda Unesco, BM, AB gibi kurumlarda farklı boyutlarda barış kültürü oluştu. Ama yeterli değil. Barış hep savaşlarda arandı. Barış dendikçe savaş yapıldı. Üstün güce sahip devletlerin, milletlerarası kurumlarda oynadıkları oyunlar ve milletlerarası yasalara karşı takındıkları tavırlar endişe yaratmaya devam etmektedir. Hatta bu hakim güçlere kendini yakın hisseden devletler bile, aynı çelişkili yollara başvurmaya çekinmemektedirler. Bu çatışmalarda taraflara, yasalarına imza koydukları BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarını zorlayacak etkili yaptırımlar mevcut değildir. Savaşları önleyecek uluslar arası bir kurum olmadığı sürece çatışmaların sona ermeyeceğini rahatlıkla söyleye-biliriz.

Dokuzuncu senaryo: Çokkültürlülük stratejisi uygulanmalıdır.

Nedir çokkültürlülük stratejisi? Farklılıkların kabulü ve yönetimidir. Öncelikle her ülke çokkültürlülüğü kabul edecek, ardından çokkültürlülük vakıfları kuracak ve vakıflar da global bir vakfa dönüştürülecek. Gerçek stratejik çözüm bu olabilir.

Çokkültürlülük stratejisi “barış içinde birlikte yaşama politikasının” 21.yüzyıldaki ifadesidir.


THE STRATEGY OF PEACE STRATEGY


In the general sense of the word, peace is the condition of a country that is not in war. In other words, it is the condition of establishing and maintaining relationships of peace and friendship. The first and only condition of establishing peace is the will to live together in peace.

The conditions of living in peace are (1) not using war as a means of settling disputes among states, (2) having equal rights, (3) not interfering in internal affairs, (4) respecting other countries’ territorial integrity, (5) improving economic and cultural cooperation based on the foundation of mutual interests and equality, (6) developing consistent cooperation with developing countries, and (7) decreasing global inequality. There are also some main arguments about the strategy of peace, starting with Ernest Ipsen’s proposal that nations -and not states- need to grow closer to ensure peace around the world. In fact, peoples need to grow closer to each other. Ipsen also states that a single political regime needs to prevail around the world in order to ensure peace. Another scenario for a peace strategy is disarmament. People also need to be educated to settle disputes peacefully. One of the most important steps is to establish educational programs to ensure that people want peace or develop attitudes that support peace. It is vital to find new actors in that preventing wars is an issue that is too important to be left in the hands of generals and politicians. Making the penalties for war crimes very harsh and creating a culture of peace are also vital measures to ensure peace. According to another peace scenario, the USA needs to give up on its ambition to form an empire and “democratic republicans” should come to power.




# # # # # # # #