CEMAL ÇAVDARLI
Belçika Parlamentosu Milletvekili
Parliamentarian, Belgian Parliament


Belçika'daki Toplumumuz Yaşadığı Ülkenin Siyasi Mekanizmasının Çalışmasından Haberdar Değil


Belçika Parlamentosu üyesi Cemal ÇAVDARLI, bugünkü başarısını nasıl elde ettiğini, politik hayatını ve ileriye dönük planlarını bizlerle paylaştı.

Belçika Federal Parlamentosu’na milletvekili olarak seçilişinizi kısaca anlatır mısınız? Özellikle adaylığınızı, partinizde yaşadıklarınızı, sizi buraya taşıyan etkenler ile, Türk toplumunun ve Belçikalılar’ın bu konuya bakışlarını bize özetler misiniz?

C.Ç. -5 çocuklu bir işçi ailesinin ferdi olarak 30 yıldır Belçika’da yaşıyorum. İlkokulu Belçika’da, orta ve lise ögrenimimi Eskişehir’de okuduktan sonra, Üniversite öğrenimimi de Belçika’da tamamladım.

15 yıl boyunca, Belçika Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir personeli olarak, Kraliyet liselerinde Türk Din ve Kültür Tarihi derslerine girdim. 15 yılda çeşitli sivil toplum örgütleri bazında kurumlarda yönetici olarak bulundum, başkanlık yaptım. Bu görev sorumluluklarım çerçevesinde çeşitli defalar valisiyle, belediye başkanıyla, hatta il sınırları dışında çeşitli faaliyetlerde bulundum. Bu süreçte benim görüşlerimi bilen yetkili şahıslar seçimlere 5-6 ay kala bana siyasete katılmamı önerdiler. Ben de, bunu düşündüm. 2002 yılının Kasım ayında Anvers’de bir grubun sergilediği tavır beni aktif siyasete yönlendirdi. Belçika’da yaşayan beş yüz bin Müslüman azınlık böyle bir grup tarafından temsil edilemezdi. Bu benim için itici güç oldu. İlk görüşmemi 6 Aralık 2003 tarihinde Gent Belediye Başkanı ile yaptım. Çok memnun kaldılar, tercihimi siyasette onlardan yana kullanmamla gurur duydular. İl ve Belediye Başkanı ile yaptığım görüşmeye müteakip bana öneride bulunup siyasette önüme imkanlar silsilesi açtılar. "Artık biz seni tanıyor, görüşlerini biliyor ve gurur duyuyoruz. Şunun altını da çiziyoruz; seni kazanabileceğin bir yere koyacağız, bu konuda müsterih ol." dediler. Sözlerinin arkasında da durdular. 8 Şubat 2004’te İl Kongresi’nde liste onaylandı. Ben 3. yedekteydim. Seçim kampanyası esnasında Türk kökenli Belçika vatandaşı insanımıza durumu anlatmakta çok zorlandım. Çünkü bu insanlar, bu ülkenin seçim sistemini; asıl liste, yedek liste arasındaki farkı ve hatta ülkedeki federal yapıyı bilmiyorlar. Bütün bunları üst üste koyduğumuz zaman bir bilinmeyenler yumağı ile karşılaştık. Bunun yanında seçmen kitlesi olarak yöneldiğimiz tabaka; 1. 2. ve 3. kuşaktı. 1. kuşağın eğitim seviyesi, ülkeyi tanıması çok düşük oranda. 2. kuşak iki arada bir derede, durumu kurtarmış ama yine de aktif siyasete ve aktif hayatın bu kesimine uzak durumda. 3. kuşak burada doğup büyümüş ama onlar da aktif siyasete uzaklar. Ben, öncelikle insanımıza sistemi anlatmaya çalıştım. Gerek aldığım eğitim, gerekse gördüğüm terbiye kuralları gereği kesinlikle aynı veya başka partide çalışanları kendime rakip görmedim, onları küçümsemedim, şahıslarına yönelik hakaretlerde bulunmadım.

Her gittiğim yerde seçim gününe kadar; "bir elin nesi var, iki elin sesi var" diyerek, eyalet ve federal mecliste, senatoda her türlü demokrasinin takdim edildiği karar mekanizmalarında yer alalım düşüncesiyle, sayımızın çok olmasını istedim. Aday olan arkadaşlara iyi şanslar diledim. Senato’ya aday olan bir kişi, bulunduğu bölge itibariyle, mesela Flaman Bölgesi’nden adaysa, 6 bölgenin yani 6.000 kişinin oylarına tabidir. Senato adayı ayrı bir listede, Federal Meclis’e aday olan kişi ayrı bir listede yer alır. Dolayısıyla bu listeler birbirine rakip değil birbirini tamamlayıcı unsurlardır. Senato listesine ve federal meclis listesine farklı kişilere oy kullanılabilir. Bu iki farkı anlatıncaya kadar akla karayı seçtim. Toplumumuz, hala seçim arifesinde, Avrupa Parlamentosu ve Eyalet Meclisi için oy kullanacağı şu günlerde, aradan 42 yıl geçmesine rağmen yaşadığı ülkenin temel düzeyde siyasi mekanizmasının çalışmasından haberdar değil. Ben buna üzülüyorum. Belçika kökenliler detayını bilmez ama en azından 6 yıldan 6 yıla yerel seçimler yapılır, Belediye ve İl Meclis Üyeleri, Belediye ve İl Başkanı seçilir, 5 yıldan 5 yıla eyalet meclisleriyle Avrupa Parlamentosu’nun seçimleri yapılır, 4 yıldan 4 yıla hükümeti ve devleti oluşturan federal hükümet dolayısıyla seçim yapılır. Bu 3 kalem basitçe ezberlenebilir ama ne yazık ki bu realiteyi bilmeyen, bu işlerin uzağında olan, ama feodal bir kafa yapısında olan kişiler seçimlere sanki kılıç kalkan oynar gibi gidiyorlar. Belçika’da bulunan Türk kökenli nüfusumuz gözönünde bulundurulursa, Parlamento ve Senato’da sizce kaç temsilcimiz bulunmalı?

- Şunun altını çizmek lazım. Biz yabancı kökenliyiz, ayrıcalıklı olmamız lazım. Hayır efendim. Bu ülkenin anayasal düzeni, demokratik yapısı size bir imkan hazırlamış, sizin için değil, bu ülkede yaşayan bütün insanlar için. Benim kurallarıma saygılı olman, demokrasinin gereği. Eğer bu toplumda yaşayıp vergi veriyorsan, gel kardeşim aynı kriterleri dikkate alarak seçim yarışında kendini koy ortaya denmiş. Seçildiğim ve yemin merasimine katıldığım gün meclis başkanımız öğle tatili için oturuma ara verdi ve bizi tebrik etti. "Demokrasimiz adına sizi aramızda görmek çok güzel, hoşgeldiniz, siyasi yaşamınızda size başarılar dilerim. Herhangi bir sorun veya kafanıza takılan bir şey varsa bana başvurabilirsiniz" dedi. 1830’dan bu yana federal meclise giren Türk kökenli ilk kişi olduğum için medya da ayrıca ilgi gösterdi. Ben, bu ülkede yaşayan bütün insanların temsilcisi olduğumu ve bunun sorumluluğunu taşıdığımı ve yaşadığım bu ülkeye canı gönülden bağlı olduğumu itiraf ettim. Ayrım yapmıyorum, federal hükümette görevliyim, ama herkeste biliyor ki ben etnik kökenliyim. Kendi tarihimi, geçmişimi, kültürümü burada medeni bir çerçevede aktarmak, negatif imajı düzeltmek görevim var. Bu da siyasetin ya da federal mecliste bulunmanın ötesinde bir durum olacak. Belçika Federal Meclisi’ndeki üstlenmiş olduğunuz misyonunuzu ve Türkiye ile etkileşimini anlatırmısınız? Ben 4 komisyonda görevliyim. Daimi görevli olduğum Dışişleri Komisyonu ve Avrupa Genişlemeden Sorumlu Danışma Gurubu üyesiyim. Her iki komisyonda da aksatmadan bugüne kadar görev aldım ve bu süreçte ben Türkiye’yi çeşitli defalar gündeme getirdim. Ana muhalefet yoğun bir şekilde propaganda yaptı. Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’nı topa tuttular. Biz 80 yıllık Cumhuriyet tarihinde çok çeşitli hükümetler gördük, koalisyon, v.s...Bugün "Avrupa Birliği Kriterleri" denilen kriterleri tutarlı, cesur bir şekilde değiştirebilen bir hükümet görmedik. Bunu bugün hasber kader AKP yapmıştır. Artık önümüzde bir süreç var. Yani 2004 sonu, bekle-gör sürecindeyiz. Dikkate alalım, Türkiye sadece göz mü boyuyor, yoksa tutarlı bir şekilde kriterleri yerine mi getiriyor? Hep birlikte göreceğiz... Türkiye’nin şu andaki performansı, enflasyonla mücadeledeki başarısı, içteki istikrarı, uluslararası alandaki sergilemiş olduğu performansı, jeo-stratejik konumunu dikkate alarak, islami kesime gider pozisyonda olduğu ve cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, istikametini Avrupa yönünde tercih ettiği için ilerleyen adımlarla Türkiye’yi buraya taşıdığını itiraf ettiler. Türkiye’nin gerek islam dünyasına gerekse batıya, islamın demokrasi ile nasıl barışık bir şekilde yaşadığının en bariz örneğini verdiğini belirterek, AB üyeliğini Belçika hükümeti destekliyor vaziyette. Kesinlikle Türkiye aleyhine bir durum ben bugüne kadar görmedim. Türkiye’nin AB’ne katılmasından yanalar. Suçluların iadesi hakkındaki Avrupa Sözleşmesi bünyesinde yapılan mevzuat değişikliğine rağmen, Fehriye ERDAL iade edilmedi ve halihazırda Belçika’da. İadesi konusundaki gelişmeleri değerlendirir misiniz? Bu olayın basına yansıması sürecinde Türkiye’deydim. Ulusal Kalkınma Forumu’na Ankara ev sahipliği yapıyordu ve bende Belçika’yı temsilen Türkiye’deydim. Dolayısıyla Belçika’da siyasi partilerin takındığı tavrı gözlemleyemedim. Ülkelerin terörizm konusunda yaptığı beyanatlar dikkate alınacak olursa, sergilemeleri gereken tavırlarda ona paralel olmalıdır. Eğer ülkeler terörizm belasına ortak bir tavır takınacaklarsa bu sözlerinin arkasında durmak zorundadırlar. Bazı ülkeler, bunu sırf küçük hesapları için şantaj malzemesi olarak görüyorlarsa, bu eninde sonunda o çifte standardı yapan ülkenin başına bela olur. Ayrıca uluslararası platformda, bu türden tavrı benimseyen ülkelerin itibarlarına büyük leke sürülür. Yani demokrasinin, insan haklarının avukatlığını kimseye bırakmayan, aynı zamanda da kayıtlarla bilgilerle yapmış olduğu faaliyetler, takındığı tavırlar, akıttığı kan, canına kıydığı insanlar o kadar ayan-beyan ortadayken, siz kalkın insan hakları ve demokrasi adına sahip çıkın. Bunun bir tarifi yoktur. Yani Belçika’da, gerçekten basına ve Türk medyasına yansıdığı gibi, bu kişi salıverilip, elini kolunu sallayarak ortalarda dolaşıyorsa; o zaman Belçika’nın oturup bunu düşünmesi lazım!..

Bunu Türk kökenli birisi olduğum için söylemiyorum. Başka partiden, başka kökenli birisi de olsa aynı tespitte bulunur. Yani bir ülkenin terörizm hakkında net bir tavır sergilemesi için illa canının yanması mı gerekir? Fehriye ERDAL, Belçika yerine İspanya’da kalıyor olsaydı ve bugün de İspanya böyle bir facia ile başbaşa kaldığı için "canım yandı, alın bunu başımda götürün, ne hali varsa görsün" demesini mi beklemek lazım? Terörün dini, ırkı, milleti olmaz... Türkiye’de yaklaşık yarım milyon insan, bu terör yüzünden mağdur durumda. Ama birileri insan hakları, azınlıkların baskıdan kurtulması adına kol kanat geriyor. Ben bir milletvekili olarak böyle çifte standardın sergilenmesini istemem. Hangi ülke olursa olsun görüşünü, şeffaf ve net bir şekilde belli etmeli. 11 Eylül 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’nde (New York ve Washington), 22 Kasım 2003’te malum terör olayını İstanbul’da tekrar yaşadık. 15 Mart 2004’te İspanya’da benzer acı olaylar tekrar tekrar yaşandı. Terörizm konusunda, Türkiye söz konusu olunca, uluslararası kamuoyunun tavırlarında farklılık oluyor mu sizce? İspanya’daki terör olayında katlolanlar için bir saygı duruşu yapıldı. Ben şunu soruyorum. Dünyanın başka yerlerinde olan bu tür terör kurbanları içinde saygı duruşu oldu mu? Aynı ilgi, alaka, duyarlılık gösterildi mi? Ortadoğu’da insan haklarıymış, evrensel beyannameymiş, BM’miş kimse kılını kıpırdatmıyor. Hatta, Avrupa’dan giden tankların önüne, durdurmak için atılan İskoçyalı 20 yaşındaki bir genç tankın paletleri altında kalıyor. Hedef, Yaser Arafat’ın kaldığı binaya kadar dayanıyor. Astığı astık, kestiği kestik bir İsrail var. Yapılan katliam sonucunda yüzlerce insan katlediliyor. Her iki taraf içinde bu katliam olduğunda acaba aynı duyarlılık gösteriliyor mu? Yoksa, alıştık artık bu görüntülere mi? deniliyor... Ben bunu görüyorum. Birilerinin bir yerde menfaati varsa, başkalarının kanı akıyor ve bu kan akarken yürekleri sızlamıyor!...

Belçika Federal Meclis üyesi olarak, AGİT nezdinde size özel bir görev verildi. Bu çerçevede yapmış olduğunuz çalışmaları bize kısaca anlatır mısınız?

İlki 30 Ekim olmak üzere 28 Mart tarihine kadar 4 sefer Gürcistan’a giderek seçimlere gözlemci olarak katıldım. Bu AGİT çerçevesinde bir organizasyondu. AGİT üyesi olduğu için Belçika’da bu konuya ilgi gösteriyor. Ben de Dışişleri Komisyonu’nun daimi bir üyesi olarak seve seve gittim. Oraya bir misyon olarak gitmemin ötesinde bir takım uluslararası platformda olaylara da şahit olma fırsatı yakaladım. Meclis basıldığında ben de meclisteydim. Türkiye, AB’ne üyelik sürecinde uyum yasalarını mecliste kabul etti ve uygulamaya geçiriyor. Belçika’da, Türk "sürücü ehliyetnamesi"nin denkliği hususu tartışılıyor. Acaba Türk ehliyetleri Belçika’da ne şekilde kabul görecek? Bu konu Türkiye-Belçika ilişkilerini ve burada yaşayan Türk kökenli insanları nasıl etkiliyor? Ben bu konuyu Ulaştırma Bakanı’na ilettim. Bana yazılı bir cevap geldi ve beni şaşırtan bir durum oldu. Türkiye Avrupa ile trafik kuralları uyumu konusunda en son 11 Ekim 1970 tarihinde sözleşme imzalamış. Yani trafiğe ait her türlü konu, ne yazık ki Ankara açısından 34 yıllık bir gecikme ile takip ediliyor. Ama günü birlik trafiğe baktığımızda, Türkiye’nin vermiş olduğu ehliyetler bir derece altı ile değiştiriliyor. Bu da insanımızın mağdur olması demektir. Bir takım Belçika nezdinde yapılması gereken yasal değişikliklerin, Kraliyet Kararnamesi dikkate alınarak hızla düzeltileceğini öğrendim. Bu köklü değişiklik için Türkiye Büyükelçisi’ne buradaki bakan tarafından yazı gönderilmiş bulunmaktadır. Bugün Avrupa’da yürürlükte bulunan kriterler dikkate alınarak, Ankara ile Belçika arasında bir sözleşme imzalanacak. Avrupa’nın ve özellikle Belçika’nın İslam dinine bakışı açısından, AKP Ankara Hükümeti’nin de kendini "Müslüman Demokrat" olarak adlandırmasıyla, Anayasamızda belirtilen "demokratik, laik ve sosyal-hukuk devleti" tanımlamasıyla, bu gelişmelerini nasıl değerlendiriyor sunuz? İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Kendi özel araştırmalarımla, ilahiyat konusunda bilgilerimi ilerlettim. Ben inanıyorum ki, kişi Müslüman da olsa Hıristiyan da olsa, eğer o temel bilgilere sahipse, dünya ile uyumlu olmalıdır. Dünyanın gidişatından haberdar olmak zorundadır. Ben üzülüyorum. Bugün İlahiyat Fakültesini bitirmiş, yetkili konumda görev yapmış, yurtdışına tayin edilmiş bazı arkadaşlar bu uyumu oluşturamamışlar. Dede ile torun arasında bir uçurum var. Dedenin kriterleri, beklentileri çok farklı, 60’lı yıllarda kalmış... Torun bu topraklarda doğmuş, büyümüş, kaygan buzda paten yapar gibi. Ama paten yapmanın kriterlerini bilmiyorsanız her an tepetaklak olabilirsiniz. Bugün böyle bir kaos ortamı var. Kendimi avantajlı hissettiğim yerler var. İlahiyat ve din konularında kendi çapımda bilgim olduğu kanısındayım. Hem ülkemden tarih, kültür ve din anlamındaki tecrübemi hem de buranın günü birlik yaşantısındaki iniş çıkışları dikkate alarak her iki farklı ülkenin farklı analizlerinden, bir senteze varma durumundayım. 10-20-30 sene sonra bugün belki küçümseyip, kaale bile almadığımız ananeleri, biz 60’larda kalmış nesilde görüyoruz. Ama 3. ve 4. kuşak hip-hop-pop dinleyip fast-food yiyor. 20 sene sonra bu kuşak acaba dedelerinin taşıdığı kültür özelliklerini devam ettirebilir mi acaba?.. Belçika’da İslam dinini temsilen, değişik milli kökene ait göçmen insanlardan oluşturulan "Müslümanlar Yönetim Konseyi" bünyesinde, Ruhban sisteminde mevcut olan hiyerarşik üstlük-altlık yapısını, bu kuruma empoze etmeye ve kabul ettirmeye yönelik bir tavır var mı? Var ise bunu ve "Avrupa İslamı" tanımlamasını nasıl değerlendiriyor sunuz? Belçika Adalet Bakanı resmen itiraz etti. 18 temmuz 2003 tarihli Kraliyet Kararnamesi gereğince önümüzdeki 31 Mayıs’a kadar varlığını devam ettirmekte olan kuruma son veriyor. Bu kurum, mantığa hitap etmeyen, gerek yaşadığı ülkeye gerekse mensup olduğu müslüman topluluğa faydalı bir iş yapmamaktadır. Bütün bunların sebebi ise, kaliteli ve kalifiye elemanın bu kurumda yer almamasındandır. Malesef faturada müslümanlara ve islama kesilmiştir. AB, bir realitedir. Bir genişleme süreci var, istenilen gayet mantıklı. Avrupa’nın göbeğinde ne yaptığı belirsiz, başı-boş bir islam ve müslüman topluluğu istenmiyor. Biz sizden beş yüz bin müsümanı Belçika’da temsil edecek bir temsil organı istiyoruz. Bu temsil organı kurulu bizim için bir danışma kuruludur. 1)1974’ten bu yana Belçika Eğitim Bakanlığı’nın personeli olarak islam dersi öğretmenlerine maaş veriliyor. Bu derse girenler yeterli pedagojik bilgiye sahip mi? Hangi okulları bitirmişler? Devlet maaş verdiği insanın birtakım kriterlere sahip olmasını istiyor. 2)İmamların tedariği ve tayini konusu var. İmam denen nesne, işinin ehli olmak zorundadır. Kriterlere uymuyorsanız, kalkıp Belçika’da tüm müslümanları temsil ediyorum diyemezsiniz!... Belçika bir laboratuar’dır. Eğer bu İslam Konseyi deney- embriyo, sağlıklı sürecini doldurup güzel bir doğum gerçekleştirirse; Fransa, Hollanda ve Almanya’da sırada bekliyor. Aynı modeli uygulayacaklar. Onun için Belçika’da kendi temsilcilerini oluşturacak bu kurulun sağlam ve gelecekte sürdürülebilir, kalıcı bir model olması dikkate alınmalıdır. Ben Ekim ayından beri koalisyon ortağı bulunan, iktidar sahibi olan bir partinin milletvekiliyim. Bu konuda da çalışmalarım var ve alternatifli çözümleri ilgili bakana ve hükümete sunacağım. Beş yıllık süreçte, yoluna derme-çatma devam eden bu konsey göstermiştir ki, bu haliyle burada yaşayan müslümanlara baş olamaz. Türk kökenliler ve Belçikalılar için geleceğe yönelik projeleriniz nelerdir? Bir ilke imza atmış olmak demek bunun arkasını getirmek demektir. İnandığım değerleri hukuk çerçevesi içinde, diplomatik bir şekilde bir süreçte belli bir yere getirirsem burada aralarından çıkıp geldiğim Türk toplumuna da jest yapmak istiyorum. Bugün hükümetlere yön verenler lütfen tutarlı olsunlar. Kafalarını kumdan çıkarıp etraflarına baksınlar. Entegrasyonu önce tutarlı bir şekilde, önce biz kendi içimizde uygulayalım ondan sonra AB içerisinde başkalarına göğsümüzü gere gere satalım. İnanıyorum ki, Brüksel Avrupa’nın kalbi olarak bu konudaki toleransını, kültürel ve plüralist yapıyı tutarlı bir şekilde uygulamaya sokar ve bunu diğer ülkelere örnek olarak sunar.


# # # # # # # #