ZİRVE
ALİ NASUH MAHRUKİ

AKUT Başkanı
The President of AKUT


Bilgi Çağında Bilgiyi Kullanamamak...


21. yüzyılın bilgi çağı olduğu ve bilgiyi elinde bulunduranın diğerlerine karşı önemli bir üstünlük kazanacağı, bugün artık herkesin kabul ettiği bir gerçek. Devletler, kurumlar ve insanlar arasındaki mücadele, çağımızda dünyayı defalarca kez yoketmeye yetecek güçteki mevcut silahlarla değil, bilgi kaynakları ve bu bilgi kaynaklarının çok çeşitli yöntemlerle ve yine çok çeşitli amaçlarla yönlendirilmesiyle yapılmaktadır.

Günümüzde küresel alanda hegemonya veya bölgesel olarak üstünlük kurma amaçlı çalışmalar, yalnızca siyasal yada askeri baskıyla değil, ideolojik araç ve eylemlerle de yapılabilmektedir.

Günümüzün en güçlü ve hızlı bilgi paylaşım kaynağı olan yazılı, görsel, işitsel medya ve tabii ki internet bu tür yönlendirmeler için son derece uygun ve düşük maliyetli fırsatlar yaratmaktadır. Bugün için teknolojinin ve bilimin bu tür iletişim imkanlarını iyi kullanan devletler, diğerleri karşısında her tür mücadeleye iki adım önde başlamaktadır.

Bilgi çağında bilgi yönetimi karşımıza çok önemli bir unsur olarak çıkıyor. İşlenmemiş ham verilerin yorumlanarak, kararlara ve uygulamalara zemin hazırlayacak işlenmiş bilgilere, yeni yorumlara dönüşümü ve uygulama ile bilginin işte fark yaratacak şekilde kullanımı olarak ifade edebileceğimiz bilgi yönetimi dayandığı temeller itibarı ile, kullanıcısına büyük avantaj sağlayacak güçtedir. Stratejide, karar mekanizmalarında ve fark yaratmada risk almak, "bilgi yönetimi" temeline dayalı hesaplardan güç alıyorsa, o artık "risk" olmaktan çıkmış, stratejik bir alternatif halini almış demektir. Bilgi yönetimi, salt teknoloji veya mantık da değildir. Bilgi Yönetimi, sezgi ve duyguları da içerir. Bu yüzden Atatürk’ün dediği gibi artık yalnız ufku değil, ufkun ötesini de görebilecek liderlere her seviyede acil olarak ihtiyacımız var.

Bilgi, "bilmek" sürecinde değil "olmak" sürecinde gerçek anlamını bulur ve değerine kavuşur.

Bilgi yaşama yansıdığı takdirde bir anlam ifade eder. Kayıtlı kaynaklarda bulundukları halde yaşamımızda hiçbir değişim – dönüşüm yaratmayan bilginin varlığı ile yokluğu arasındaki fark bize göre rahatlıkla gözardı edilebilir. Gelişimi sürekli kılan şey, öğrendiklerimizin uygulamalarımıza, davranışlarımıza yansımasıdır. Bilginin daha sonra kullanılabileceği konusunda da önemli endişelerim olduğunu vurgulamak isterim. Sadece 20. yüzyılda insanlık, yerkürede varolduğu günden bugüne ürettiğinden daha fazla bilgi üretmiştir. 21. yüzyılın sonlarında ulaşacağımız hızı ve işleme kapasitesine erişeceğimiz bilginin boyutlarını bugünden hayal etmek bile çok zor. İnsanlık emin adımlarla, ancak doğal vahşiliğinden ve hükmetme arzusundan hiçbir şey kaybetmeden, sadece onun şeklini ve örtüsünü değiştirerek ilerlemektedir. Önümüzdeki süreç bugüne dek yaşananların yanında ölçülemez hızda ve boyutta olacaktır, sonuçları da öyle...

Anadolu gibi jeopolitik ve jeostratejik açılardan son derece kritik ve belirleyici bir coğrafyada yaşayan milletler ne olursa olsun güçlü olmak zorundadır. Anadolu, tarih boyunca üzerinde hiçbir zaman zayıf ve güçsüz bir milleti barındırmamıştır. İhtiyaç duyduğumuz bu gücün temel kaynağı da, çağımızda bilgi ve/veya bilgiye dayalı unsurlardır. Bir devletin gücünü, o devletin oluşturduğu milli birlik ve beraberlik içerisindeki milleti oluşturur. Milleti doğru bilgiyle donatmak ve milletin potansiyelini ülke için en doğru şekilde değerlendirmek için bilgi çağında bilgiyi yakalamak zorunda olduğumuzu bir an bile aklımızdan çıkarmamalıyız. Bugün için Türkiye, bilginin herşeyden daha değerli olduğu ve gelecek için en önemli belirleyici olduğu bu çağda, bilginin elde edilmesi, işlenmesi ve yorumlanarak yaşama yansıtılması anlamında büyük bir zaafiyet içerisindedir.

Bilgi teknolojilerinde önde giden ülkeler, hızla üretimlerini ve verimliliklerini arttırmakta, buna bağlı olarak gittikçe güçlenmekte ve kendi ölçeklerinde egemenliklerini sağlamlaştırmaktadırlar. Bu sürecin dışındaki ülkeler ancak ağır koşullar altında ve bilgiyi üreten ülkelerin izin verdiği ölçüde takipçi konumda olabilmektedir. Bu süreçte üreten ülkeler ve başkaları tarafından üretilmiş teknolojiyi alıp kullanan ülkeler arasındaki uçurum gittikçe daha tehlikeli boyutlara doğru gitmektedir. Türkiye bir an önce sahip olduğu bütün milli güç unsurlarıyla birlikte, anlamsız çekişmeleri bir kenara bırakıp, bir bütün olarak hareket etmeli ve çağdaş medeniyetler içerisinde layık olduğu yere ulaşmak ve bilgi çağını ulusça yakalamak için her türlü önlemi almalıdır.

18. yüzyılda buhar makinası ile sanayi devrimine geçen batıyı izleyebilmek için Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyeti beklemek zorunda kalan milletimiz, internet’e de 24 yıl gecikmeli olarak ulaşmıştır. Matbaa ile kıyaslayacak olursak bu süreci kabul edilebilir olarak da değerlendirmek mümkün olabilir, ancak 21. yüzyıl, bu tür gecikmelerin faturasını geciken tarafa çok ağır ödetecek bir katlamalı gelişim sistemi içerisinde, her bir gelişmenin bir diğerinin öncüsü olacak şekilde yaşanmaktadır. Bu tür bir çağda Türkiye’nin hiçbir şekilde kaybedecek dakikası yoktur. Sanayileşme sürecine geç başlayan ülkemiz, bu süreci yakalamaya çalışırken, sanayileşmiş ülkeler de boş durmayarak hızlanmış ve bilgi toplumu dediğimiz bugünkü toplum yapılarını yaratmıştır.

Türkiye bir an önce kendisini bilgi toplumuna taşıyacak adımları atmalı ve toplumsal optimizasyona erişmelidir. Bilgi toplumuna geçiş için bilişim teknolojilerinin geliştirilmesi, ar-ge faaliyetlerine ağırlık verilmesi, verimlilik, kalite ve rekabetin arttırılması, bilim ve teknoloji planlaması yapılması gibi hedeflerden bahsetmemiz gerekir. Bu çalışmalarıu eşgüdümlü bir koordinasyonla yönetilmesi gerektiğini de vurgulamalıyız.

Sorunlarımıza yüzeysel ve geçici çözümler yerine köklü çözümler üretmek zorundayız. Yetişmekte olan genç nüfusumuzun bilgi teknolojileri çerçevesinde eğitilmesi ve bu insan gücümüze üretime dönük iş olanaklarının açılması Türkiye’nin kalkınmasında önemli bir avantaj yaratacaktır. Ulusça uygulayacağımız politika yaratıcılığa, üretkenliğe, katılımcılığa ve başarıya yönelik olmalıdır. Türkiye’nin gelecek kısa, orta ve uzun erimli ihtiyaçları doğru bir şekilde tespit edilmeli ve çağımızın bilgi teknolojileri temel alınarak buna dönük insan kaynakları yetiştirilmelidir.

Ülkemizin ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan gelişmesinin sağlanabilmesi için çözümü gereken sorunların en önde geleni kuşkusuz eğitimdir. Ülke ekonomisinin belirlenen hedeflere ulaşmasında, artan nüfusun gereksinimlerini karşılamak amacıyla, değişen ekonomik, sosyal ve teknolojik koşullara paralel olarak eğitimin de yenilenmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda ekonomik ve toplumsal kalkınma için gerekli itici güçlerden biri de toplumsal okuma alışkanlığının veya kitap kültürünün ülke çapında gelişmesidir.

Bugünkü popüler kültür yaratma ve medya yönlendirmesi sistemimizle bunun sağlanabilmesi, keskin bir dönüş yapmadığımız sürece neredeyse imkansızdır. Dünyanın bilgi çağını yaşadığı ve geleceğin muazzam rekabet ortamına kendisini hazırladığı 21. yüzyılın daha başında, toplum olarak bu yarışın çok dışında ve hedeflerinin çok uzağındayız. Bu süreci bir an evvel tersine çeviremezsek, torunlarımız için gelecek, bizim kuşağımız için olduğundan çok daha zor olacak.

Hala Mustafa Kemal ve arkadaşlarının mirasını yiyen bir toplum olarak, bizden sonraki kuşaklara yıkılmaya mahkum bir sistem bırakmış olmanın utancı hepimizin olacak.

Ekonomik güce ve stratejik öngörüye sahip olmayan bir devletin birbiriyle çelişkili yada birbirinin etkisini yok eden kararlar alacağını, krizler karşısında o günkü durumu kurtaracak ancak gelecekte aynı sorunun daha güçlü olarak yaşanmasını engellemekten çok uzak geçici bir takım önlemler almakla yetineceğini, hazırlıksız olmasından dolayı plansız bir şekilde kaynaklarını verimsiz kullanarak hazır olmadığı bir geleceğe doğru sürükleneceğini ve sonuçta diğer güçlerin ürettikleri stratejik öngörülerin edilgen bir unsuru olmaktan öteye gidemeyeceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu bağlamda bir an önce bilgi çağına ayak uydurabilmek ve bize çok değerli zamanımızı kaybettiren unsurlardan silkinerek geleceğe hazır olmak için, etkin bir planlama çerçevesinde insan kaynaklarımızı en doğru ve verimli şekilde geliştirmek ve geleceğimizi layık olduğumuz şekilde yaratmak için bilgiyi yaşamımıza yansıtarak davranışlarımızda ve uygulamalarımızda doğru değişimleri yaratmak zorundayız. Bu konuda ikinci bir şansımız olmayabilir...



# # # # # # # #