EKONOMİ POLİTİK
DOÇ DR. KEREM ALKİN

İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi
Member of Faculty at the İstanbul Ticaret University


Haziran Sonuna Kadar "Nefes Nefese"


Türkiye’nin enflasyonla mücadele ve dış politik gelişmeler ağırlıklı gündemi, iş dünyasının ‘talepte toparlanma ve işlerin daha da açılması’ yönündeki beklentilerini geri planda bırakan bir etkiye sahip. Açıklanan Şubat ayı imalat sanayi eğilim anketi sonuçları, sanayi kesiminin iç pazarda talep yetersizliği şikayetinin yüzde 70’lere dayandığını ve bu yılın sonuna kadar devam edecek olan enflasyonla mücadele programının özüne bağlı olarak, talepte hatırı sayılır bir toparlamanın pek de arzu edilmediğini gösteriyor. Nitekim, gerek IMF Türkiye Masası Şefi Rıza MOGADAM, gerekse de Merkez Bankası Başkanı SERDENGEÇTİ, bankaların tüketici kredisi işlem hacmindeki genişleme başta olmak üzere, maliyet enflasyonu ile mücadele edilen bir ekonomide, aynen 2000 yılında olduğu gibi, ekonominin talepteki canlanmaya bağlı olarak, bir anda talep enflasyonuna sürüklenen bir ekonomi olmasını arzu etmiyorlar. Bu nedenle, tüketici kredisi işlem hacmindeki hızlı artışın enflasyonla mücadeleyi zorlaştıran etkiler yaratıp yaratmayacağı yakından izlenir iken, Merkez Bankası da, beklenenin aksine, enflasyondaki düşüş trendine rağmen, kısa vadeli faiz kotasyonunu düşürmekte isteksiz davranacak.

Ocak 2003’den bu yana devam eden 9 faiz indirimi sonrası, kısa vadeli faiz seviyesini yüzde 22’ye getirmiş olan Merkez Bankası’nın, Mayıs ayı sonuna kadar bir faiz indirimi gerçekleştirmesi söz konusu olur ise, son bir 2 puanlık faiz indirimi gerçekleştirebileceği, ancak Haziran ayından itibaren enflasyondaki düşüş trendine bağlı olarak gerçekleştireceği faiz indirimlerinde artık 1 puan ve hatta 0.5 puanlık faiz indirimlerinin dahi gündeme gelebileceği belirtilmekte. Merkez Bankası, bu noktada, içinde bulunduğumuz Nisan ayından itibaren, enflasyon ile mücadelede çok kritik bir döneme giriyor. Nisan ve Mayıs aylarında enflasyonda tek haneli rakamlar görülmesi ihtimali kuvvetli gözükse de, Haziran ayından itibaren enflasyondaki düşüş trendi yerini yükselmeye bırakabilir ve iki haneli enflasyon değerleri tekrar gündeme gelebilir. Yani, enflasyondaki trendin kalıcı olmayacağı beklentisini ağır basıyor. Özellikle, matematiksel olarak geçen yılın enflasyon oranlarının düşük olmasına bağlı olarak, Nisan-Haziran döneminde enflasyonun tekrar yükselebileceği beklentisi ağır basmakta. Bu gelişmenin yanı sıra, Merkez Bankası’nın 10. faiz kotasyon indiriminin, IMF İcra Diröktörleri Kurulu’nun 7. gözden geçirme çalışmalarını onaylaması ve Kıbrıs’ta referandumların ardından gerçekleşebileceğinden söz ediliyor.

Türkiye’nin Haziran ayı sonuna kadar ki, ekonomi-politik gündemi de hayli yoğun geçecek. Kıbrıs ile ilgili gelişmeleri tahmin etmek hayli zor. Türk tarafında, ekonomi dünyası Rum tarafından ‘evet’ çıkma ihtimalinin artık çok zayıflamış olmasına pozisyon almış durumda. Bu noktada, Türkiye’de finansal piyasaların Rum tarafından ‘hayır’, Türk tarafından ise ‘evet’ çıkacak bir referandum sonucuna pozisyon aldıklarını söylemek yanlış olmayacak. Bu noktada, Türk iş dünyası açısından, 28 Haziran’da İstanbul’da gerçekleştirilecek ve NATO’nun ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’nde nasıl konumlanacağını ve Türkiye-ABD ilişiklerinin hangi güzergahta seyredeceğinin belirleneceği bir dış politika süreci gündeme gelir iken, iç politikada da AK Parti Hükümeti’nin AB’ye uyum açısından yeni Anayasa değişikliği paketlerini gündeme getirmesi ve bu uyum paketleri çerçevesinde iktidar ile muhalefet partileri arasındaki tartışmalar gündeme gelebilir. Tabi, Kıbrıs meselesindeki gelişmeler ve AB’nin Türkiye’nin tüm çabalarına rağmen takınacağı tavır da etkili olacak. Özellikle, 11-13 Haziran tarihleri arasında, yeni katılmış 10 ülke ile birlikte, 25 AB ülkesinde gerçekleştirilecek olan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin, sağ ve sol partiler arasında ‘Türkiye’ polemiği yaratacağı şimdiden anlaşılıyor.

Nitekim, Avrupa Parlamentosu seçimleri yaklaştıkça, Türkiye’nin tüm iyi niyetine rağmen, ‘Türkiye’ başlığı iç siyasi malzeme olmayı, üstelik artan bir tempoda, sürdürmekte. Türkiye’ye tam üyelik için müzakere tarihi verilmesi için yapılacak görüşme ve zirvelerde en potansiyel risk Yunanistan gibi gözükse de, daha konu Yunanistan’a gelmeden iki ülkenin, Fransa ve Polonya’nın itirazı olarak gözüküyor. Polonya, Türkiye ile AB’nın sınırlı olanak ve kaynaklarını paylaşmak istemediği için, Türkiye’nin tam üyelik sürecine taş koyabileceği gibi, Fransa da Türkiye’nin ABD ile yakınlığından hoşnut olmaması dolayısı ile –çünkü Irak meselesi nedeniyle Washington ile Paris arasındaki kırgınlık sürüyor- ve iç siyasi dengeler ve Haziran ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimleri için, Türkiye aleyhtarlığına oynamakta. Nitekim, 26 Mart’ta Brüksel’deki son AB Zirvesi’nde, Başbakan ERDOĞAN Fransa Cumhurbaşkanı CHIRAC ile bir araya gelmiş olmasına rağmen, CHIRAC’ın partisi Türkiye’ye yönelik olumsuz açıklamalarını sürdürmekte.

Nitekim, Fransa Dışişleri Bakanı Michel BARNIER, ülkesinin mevcut koşullar altında Türkiye’nin AB üyeliğine muhalefet edeceğini açıkladı. BARNIER, Türkiye AB uyum koşulları için hazırlık yapsa da, bu koşullara uymamasını muhalefetine gerekçe olarak göstermekte. Bu düşüncelerini, Fransız parlamentosundaki konuşmasında dile getiren BARNIER, önemli olanın AB Komisyonu’nun raporunun, yıl sonunda sunulacak raporun, AB tarafına Türkiye ile müzakereye başlayıp başlamayacağını veya ne zaman başlatılacağını söylemesi olduğunu vurguladı. Dominique de VILLEPIN’in yerine Dışişleri Bakanlığı görevine getirilen BARNIER, daha önce AB Komisyonu’nda Fransa’yı temsil etmekteydi. Fransız basında son bir hafta çıkan haberlerde, iktidarı elinde tutan Halkçı Hareket Birliği Partisi (UMP) içinde Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanların sayısının giderek arttığı yönündeki yorumların ağır bastığı vurgulanıyor. Cumhurbaşkanı Jacques CIHRAC’ın partisi olan Halkçı Hareket Birliği Partisi’nin (UMP) Başkanı Alain JUPPE de, AB’nin yıl sonunda Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlamasına karşı olduklarını ifade etmekte ve partinin, öngörüldüğünün aksine, yıl sonunda Türkiye ile müzakerelere başlanmasını istemediğinin altını çizmesinin yanı sıra, Türkiye, Mağrib ülkeleri ve eski Sovyet Bloku ülkelerine özel ortaklık önerilmesi gerektiğini de hatırlatmakta.

Sözün özü, Türkiye Kıbrıs konusunda üzerine düşeni tümüyle gerçekleştirse de, ne Yunanistan’ın bu konunun hemen ardından ‘kıta sahanlığı’ sorununu acele ile masaya getirmeyeceği garantisi ortada; ne de Türkiye’nin AB’den üyelik için müzakere tarihi alması. Bu nedenle, Ak Parti Hükümeti’nin Türkiye’nin önünü açmak pahasına, önemli bir siyasi riski de üstleniyor, gözüküyor. Nitekim, Fransa’nın açıklamaları bir anda döviz kurlarında 30 bin liralık sıçrama yaptırdı. Görünen o ki, piyasalar, AB kanadında Türkiye’ye yönelik açıklamalar tatsızlaştıkça, döviz ve faiz seviyesine yukarı yönde tepki verecekler. Bunun enflasyonla mücadele üzerindeki olumsuz etkilerini ise zaman gösterecek.

‘Yüksek’ TEFE’nin Suçlusu IMF

3 Nisan Cumartesi günü açıklanan Mart ayı enflasyon verileri öncesi, piyasa uzmanları arasında konuşulan tahminler Toptan Eşya Fiyatları Endeksi’nde (TEFE) yüzde 1.12-1.13, Tüketici Fiyatları Endeksi’nde de (TÜFE) yüzde 0.8 ile yüzde 1 aralığındaydı. Gerçekleşmeler TÜFE boyutunda beklendiği gibi şekillenirken, TEFE boyutunda ise neredeyse 1 puanlık bir sapma yaşandı. Bu sapmanın nereden kaynaklandığına bakıldığında iki temel nokta öne çıkıyor. Öncelikle, çekirdek enflasyonun ne ölçüde katkısı olduğu sorgulanmalı. Bu noktaya bakıldığında, özel sektör imalat sanayi TEFE artışı olarak tanımladığımız çekirdek enflasyonda, beklentiler şubat ayındaki yüzde 0.1’lik rekor seviye sonrası, yüzde 0.5 seviyelerinde bir mart gerçekleşmesi yönündeydi. Bu noktada, çekirdek enflasyonun yüzde 0.7 çıkması, öngörülene göre 0.2 puanlık bir sapmayı tanımlıyor. Ancak, bu noktada, çekirdek enflasyonun genel TEFE artış oranı üzerindeki etkisinin yüzde 54.4 seviyesinde olduğu dikkate alındığında, genel TEFE artış oranının yüzde 2.1 çıkmasını çekirdek enflasyon ile açıklamak mümkün değil. Esas olarak, TEFE içerisinde imalat sanayinin ağırlığına baktığınızda, yüzde 71.12’lik ağırlığı olan imalat sanayindeki KİT ve özel sektör ortalama enflasyonunun etkisine dikkat etmek daha doğru sonuçlar verecektir. Nitekim, çekirdek enflasyon yüzde 0.7 seviyesindeyken, imalat sanayinin tümünün yarattığı enflasyonun yüzde 1.8 olması bu durumu doğruluyor. Yüzde 2.1’lik genel TEFE artış oranının, ağırlığı ile çarpıldığında, yüzde 1.3’lük kısmının imalat sanayinden geldiği anlaşılıyor. Ve, bu nedenle imalat sanayinin yüzde 1.8 enflasyon üretmesine, özel sektörden çok KİT’lerin ve özellikle tütün ürünleri imalatı sektörünün neden olduğu anlaşılmakta. Bir önceki yılın Mart ayında 0 enflasyon üreten sektörün, geçen ay yüzde 11.3 gibi hayli yüksek bir enflasyon yaratmasında, IMF’in 7. Gözden Geçirme çalışmaları çerçevesinde talep ettiği 7 katrilyon liralık ek paketin 2.6 katrilyon liralık kısmını oluşturan ek bütçe geliri için, sigara ürünlerinde yapılan ÖTV ayarlamasının etkili olduğu anlaşılıyor. Yani, maliyet enflasyonu ile mücadele eden Türk ekonomisinde, maliyet baskısını arttıracak düzenlemeler talep eden IMF’in, KİT ürünlerinin fiyatlarına ve enerji ürünlerine zam teklif etmesinin, özünde enflasyonla mücadeleye ters etkiler yaratabileceğini, açıklanan TEFE değerli kanıtlamış oldu. Yani, Mart ayında beklentilere göre 1 puan yüksek çıkan TEFE’de, ek vergi düzenlemesi isteyen IMF’in önemli bir payı olduğu unutulmamalı.

Bunun yanı sıra, Mart ayında iş dünyasının temsilcileri ile gerçekleştirdiğimiz özel sohbetlerde bize aktarılan ilginç bir değerlendirmenin, TEFE’de tarım, TÜFE’de ise gıda fiyat artışlarına gerekçe olabileceğini gördük. Bu değerlendirmelere göre, Irak’ı son 1 yıldır, giderek artan bir tempoda, biz besliyoruz.

Ve, Türkiye’den tırlar dolusu sevk edilen gıda maddelerinin, yurt içinde gıda fiyatları üzerinde yukarı yönde bir baskı oluşturduğundan söz ediliyor. Mart ayında, hava koşullarının tarım sektörü için pekde olumsuz geçmediği ve geçen yılın tarım fiyatlarının yüzde 7.8 arttığı dikkate alındığında, bu yıl ki artışın bir kısmının, Irak’a yapılan tarım ürünleri ve gıda sevkiyatından kaynaklanabileceği unutulmamalı. Bu noktada, beklenenin üstünde çıkan TEFE’nin, piyasalardaki Merkez Bankası’nın yeni bir faiz indirimine yönelik beklentileri ilerideki günlere öteleyeceği de ifade edilebilir. Ve kamu maliyesi konusunda gösterilecek bir zafiyetin, ek önlemlere bağlı olarak, ekonomiye ek enflasyon etkisi getirdiğini de hükümetin artık görmesinde yarar var.

2003’te yüzde 5,9 büyüdük

Kıbrıs konusunda ekonomi dünyasındaki hassasiyetin bir boyutu, 40 yıldır çözüm bulunamamış bir soruna kalıcı çözüm bulunmasına yönelik beklenti iken, bir başka boyut Kıbrıs sorununun –Türkiye’nin menfaatleri gözetilerek- çözüme ulaştırılması halinde, AB’den Aralık ayında tam üyelik müzakere tarihi alınması ihtimalinden kaynaklanıyor. Bu nedenle, Kıbrıs gibi önemli bir konuya yönelik beklentilerin, 26 Mart’ta açıklanan Ocak ayı dış ticaret verileri ile, 31 Mart’ta açıklanan 2003 yılı GSMH ve büyüme hızı verilerini gölgede bıraktığını kabul etmek gerekiyor.

Türkiye, 2003 yılını yurtdışından geldiği bilinen 5 milyar dolarlık kayıt dışı döviz ve 47 milyar dolara dayanmış olan ihracat geliri ile kazasız atlatmış gözüküyor. Enflasyondaki başarının döviz kurlarının yerinde sayması, işsizlik ve halkın alım gücünün zayıflamasından kaynaklanan bir ortam içerisinde elde edildiğini de unutmamak gerekiyor. Bununla birlikte, imalat sanayinin ihracattan gelen ivme ile, iyi bir performans sergilediği geçen yıl, son çeyrekte inşaat sektöründeki toparlanmanın da umut verici olduğu göz ardı edilmemeli. Neredeyse, 1999 yılından bu yana, her çeyrek dönemde negatif büyüme gösteren inşaat sektörünün, 2003 yılının son çeyreğinde, yüzde 1.3 seviyesinde de olsa, pozitif büyüme göstermiş olması önemli.

Nitekim, inşaat sektöründeki sınırlı bir toparlanmanın dahi, sanayi ve ticaret sektörünün olumlu etkisi de dikkate alındığında, geçen yılın 4. çeyreğinde GSYİH artışını yüzde 6.1, GSMH artışını ise yüzde 7.2 seviyesine getirdiği gözlemleniyor.

Geçen yıl başında ekonominin 2003 yılı için öngörmüş olduğu yüzde 5 seviyesindeki büyüme hızı hedefi, her ne kadar sonbaharda yüzde 5.4-5.5 seviyesine doğru revize edilmiş olsa da, 2003 yılında büyümenin yüzde 5.9 olarak gerçekleşmesi, ihracatın ve dış konjonktürdeki olumlu gidişin iyi değerlendirildiğini gösteriyor. Kişi başına düşen GSMH’nın yüzde 30.2 artışla 3 bin 383 dolara çıktığı 2003 yılında, GSMH cari fiyatlar ile 356.7 katrilyon liraya ulaştı. Yılın son çeyreğinde, iç talebin göstergesi konumunda olan özel nihai tüketim harcamalarında görülen yüzde 10.3’lük artış, 2004 yılına ilişkin büyüme projeksiyonlarını destekler iken, son çeyrekte kamu sektörü yatırımlarının yüzde 5’lik, özel sektör yatırımlarının ise yüzde 30.1’lik gelişme göstermesi, 2004 yılına dönük umutları arttırdı ve 2004 yılı için öngörülmüş olan yüzde 5’lik büyüme hızının gerçekleşebileceğine dair umutları arttırdı.

Bununla birlikte, yıl başından bu yana artarak devam eden enflasyondaki düşüş trendi dikkate alındığında, özel kesimin nihai tüketim harcamalarındaki hareketlenmeye rağmen, iç pazarda talep yetersizliği sorununun imalat sanayi açısından artarak sürdüğü ve bu nedenle, 2004 yılında Türkiye’nin ihracat performansının, ekonomik büyüme üzerinde etkili olmayı sürdüreceği anlaşılıyor. Ocak ayında 4 milyar 700 milyon dolara, Şubat ayında ise 3 milyar 900 milyon dolar seviyesine gerileyen ihracatın, mart ayı itibariyle nasıl bir performans gösterdiği merak konusu. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin Nisan ayının ilk iki günü içerisinde açıklayacağı veri, kur seviyesinden ihracatın etkilenip etkilenmediği konusunda önemli ipucu teşkil edecek. Çünkü, ihracatın yavaşlamakta olduğu yönündeki göstergeler, imalat sanayi üretim performansının yavaşlayacağı, kapasite kullanımının düşeceği yönündeki endişeleri kuvvetlendirecektir. Oysa, bu yıl tersine bir gelişme, yani büyümenin son 2 yıldır işsizlik üzerinde yapamadığı etkiyi, bu yıl yapması beklenmekte. Yani, yatırımlardaki iyileşme ve kapasite artışına bağlı olarak, 2004 yılında işsizliğin azalması umut ediliyor. Dolayısı ile, ihracat verilerini yakından takip etmek, ekonomik büyüme ve işsizlik konusundaki beklentileri de yönlendirecek.



# # # # # # # #