AB GÜNDEMİ
Dr. BAHADIR KALEAĞASI

TÜSİAD (Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği) Daimi Temsilcisi, Brüksel

KIBRIS'TA BİTMEYEN TANGO


Türkiye, AB ile ilişkilerde ve demokrasisinde işlediği hataların bedelini Kıbrıs'ta ödedi. AB ise hem aldatıldı, hem aldandı, hem de kendi kendini aldattı.

Yorgos VASSILIOU, eski Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı, Kıbrıs'ın AB üyeliği sürecinde Başmüzakereci: 'Biz AB'ye yıllar boyu Kıbrıs sorununun çözümünü önkoşul yaparsanız, adanın Türkiye yüzünden bölünmüş olmasından dolayı bizi cezalandırmış olursunuz dedik. Şimdi ise, Türkler aynı konuma geldi. Adanın bölünmüş kalması Rum tarafının referandumda hayır demesi yüzünden, cezasını biz çekiyoruz demeleri haklı.' Tasos PAPADOPULOS, Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı, AB Konsey üyesi: 'Hayır dedik diye ne kaybedeceğiz ki? Bizi dışlayacaklar mı? AB zirvelerine katıldığımda, yemekte garson bana servis mi yapmayacak?'

Mehmet Ali TALAT, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Başbakanı: 'Avrupa Parlamentosu'nun değerli üyeleri, bugün size Rum dostlar gibi ben de kendi anadilimde Türkçe hitap ediyor olabilmeyi isterdim. Fakat, çözümsüzlük yüzünden bunu yapamıyorum.' Günther VERHEUGEN, Genişlemeden Sorumlu AB Komisyonu Üyesi: 'Rumlar bizi aldattı.'
VAB Komisyonu hem aldatıldı, hem aldandı, hem de kendini aldattı. Sorunun kökeninde, daha on yıl öncesinden itibaren, o zamanki sorumlu Komiser Hans VAN DEN BROEK tarafından savunulan hatalı yaklaşım var. Bir taraftan Kıbrıslı Rumlar'a AB'ye tam üyelik güvencesi verilirken, diğer bir taraftan Türkler'e 'AB üyeliği ya da dışlanma' yönünde işaret verildi. 'Havuç ve sopa politikası' diğer bir deyişle.

Sonuçta AB aldatıldı, çünkü Rumlar kendilerinin önceliğinin AB'ye birleşik bir ülke olarak girmek olduğunu savunmaktaydılar. Aldandı, çünkü Kıbrıs'ta çözüm için gerekli iç ve dış etkenlerin analizini yanlış yaptı. Kendi kendini aldattı, çünkü bu politikasının zayıflığını görmezden gelmeyi tercih etti.O zamandan beri uyarılarımız AB yetkililerini ikinci kere düşünmeye sevk etti ise de, bir dizi nedenden dolayı AB'nin Kıbrıs politikası Türkiye açısından olumsuz gelişti.
Çünkü:
1.Yunanistan içeride En temel neden, Yunanistan'ın AB'nin içinde yer alması. AB olarak tanımlanan öznenin bir parçası olarak alınan kararlara yön verebilmesi. AB'nin siyasal sistemi, kurulduğundan beri Lüksemburg gibi küçücük bir ülkenin bile çıkarlarını savunabilmesi esasına göre tasarlanmıştır. Yunanistan 1981'de üye olduktan sonra bu konumunu çok iyi kullandı. İstediği zaman bir çok dosyada veto yetkisini kullanabilir. Dolayısıyla Atina AB içinde hukuksal zırh ve siyasal meşruiyete sahip bir şantaj aracına sahip. Yunanistan'ın AB üyeliğine doğru ilerlediği dönemlerde Ankara'nın gafletleri malum. Türkiye yirmi-otuz yıl önceki dönemdeki hükümetlerin, tarihe ulusal çıkar katliamı olarak geçmesi gereken vahim hatalarının cezasını çekmekten henüz kurtulmadı.
2.Türkiye dışarıda Türkiye'nin hatası yalnızca Yunanistan'ın AB'ye doğru ilerlediği yıllarda, Brüksel'e mesafe almasında değil. İlişkileri dondurmalar, Brüksel'den gelen davetleri reddetmeler, AB'ye başvuru hazırlığı yapan dışişleri bakanının gensoru ile düşürülmesine gözyummalar... Sonra askıya alınan demokrasi, çığırından çıkmış insan hakları ihlalleri, Kürt sorununun kötü yönetimi... AB üyesi demokratik Yunanistan karşısında, görüntüsü bozuk bir Türkiye, haklı olduğu davayı iyi savunamadı. Zaman aleyhimize işlerken, bir çok yetkili yanlış söylemler ve politikalarla Kıbrıs sorununu çıkmaza sürükledi.
3.AB etkisiz Bu dönemde AB zaman zaman Rum tarafının kısır döngülerini kırmak için Türkiye'ye fırsat pencerelerini açtı. Türk tarafı reddetti. Böylece Kıbrıs'ın AB'ye üyelik anlaşması öncesinde Türkiye kendi kendine zarar verdi. Aynı şekilde başka bir fırsat da, 24 Nisan'da referandumlar ve 1 Mayıs'ta Kıbrıs'ın AB üyeliğinin gerçekleşmesi öncesinde kaçtı. Atina'dan da gelen bir ılımlı işaret sonrası, AB Türkiye ile müzakereler için 'gidişatın olumlu ve gündemdeki anayasa reformunun umut verici olduğu' yönünde bir karar alabilirdi. Nasıl bir tesadüf ise DEP davası ve Leyla ZANA meselesi bir anda çıktı ortaya. Türkiye kendine ateş edince, diğer ülkelere de geriye çekilmek kaldı.
Bundan sonrası Kısa vadede Türkiye kazançlı. Referandum öncesine göre Türk tarafının saygınlığı arttı, Rum tarafı Avrupa'da eleştirilerin hedefi oldu. Hem çok geç, hem de çok güç olsa da, Türkiye artık uluslar arası camiada ve AB ile ilişkilerde yapıcı ve uzlaşmacı rol oynayan bir konuma kavuştu. Orta vadede ise siyasal güç ibresi Güney Kıbrıs hükümetinden yana. Artık AB'nin Kıbrıs politikası konusunda her zaman bilincinde olmak gerekecek iki önemli etken var: Yunanistan ve Kıbrıs AB'nin siyasal kararlarında veto yetkisine sahipler. AB ülkeleri parlamentolarında onaylanan Kıbrıs'ın 'Katılım Anlaşması' adanın bütününü AB toprağı yapıyor. Bu durumda;
-Türkiye AB toprağı üzerinde asker bulundurmaya başlıyor. Bu Birleşmiş Milletler hukuku uyarınca çözüm gerektiren bir sorun. Fakat bu çözüme katkıda bulunmuş bir Türk tarafı ve reddetmiş bir AB üyesi Kıbrıs hükümetinin mevcudiyetleri, sorunu karmaşıklaştırmakta. Bir süre daha bu sorunun askıda kalmasına tahammül edilebilir. Türkiye'nin AB ile müzakerelere başlaması durumunda, 27. başlık olan 'Ortak Dışişleri ve Savunma Politikası' çerçevesinde bu konu aşamalı bir çözüm yoluna girebilir. Fakat Kıbrıs'ın Türkiye tarafından tanınması, müzakereler öncesinde çözülmesi gereken bir sorundur.
-AB müktesebatının Kuzey'de uygulanamayacak olması önemli bir hukuksal sorun. Fakat bu noktada 'de minimi' kuralı işleyebilir. Çünkü söz konusu durum, tek pazarın ve genelde AB'nin işleyişini olumsuz etkileyemeyecek kadar küçük bir boyuttadır. AB tarafından onaylanan Kıbrıs tüzüğü bu konuda bir takım geçici düzenlemelerle kişilerin ve malların serbest dolaşımını kısmen olası kılıyor.
-Türk tarafı ve Kıbrıs dışındaki AB ülkeleri Annan Planı çerçevesinde bir çözümü desteklediklerine göre, KKTC vatandaşları için toprağa bağlı olmayacak bir şekilde AB vatandaşlığı haklarının geçerliliği savunulabilir. PAPADOPULOS hükümeti bu hakları güvence altına almaz ise, bunun hukuksal ve siyasal bedellerine maruz kalmalıdır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir husus, KKTC vatandaşlarının bu haklarından Güney'in Kıbrıs'ın tek hükümeti olmasını güçlendirecek bir şekilde yararlanmamaları. Bunun için Annan Planı referans ve hareket noktası olmayı bir süre daha sürdürebilir.
-AB ülkelerinde yerleşik Türkiye kökenli vatandaşları, 1 Mayıs 2004 tarihinden itibaren, birer Alman, Fransız, Hollandalı vs. olarak Güney Kıbrıs'a yerleşebilirler. Artık, Türkçe'nin resmi dil olduğu ve Türk ortamına yakın bir ülkede, emeklilik veya işsizlik paralarıyla geçinme, iş kurma, yerel seçimlerde seçme ve seçilme haklarına sahipler. Bu konuda, 'barışçıl' bir söylemle yürütülecek bir cesaretlendirme kampanyası, düşük etki yaratması hipotezinde bile, Güney Kıbrıs'ta siyasi dengeleri Türkiye lehine sarsabilir.
-Yıl içinde, Annan Planı'na bazı düzenlemeler eklenerek ve uluslararası güvenceler verilerek, Rum kesiminde ikinci bir referandum denemesi gündeme gelebilir. Bu durumda Türk kesiminde yalnızca bir hükümet veya meclis kararıyla onay yeterli olabilir. Bu konuda, Annan Planı için Kuzey'de ikinci bir referandumu zorunlu kılacak değişikliklere karşı açık bir tavır alınmalıdır.

Statükoyu aşmak için Bu genel değerlendirmeler ışığında, Türkiye açısından kazanılmış uluslararası zemini kaybetmeden AB perspektifini güçlendirebilecek duyarlı bir politikanın bazı anahatları şu şeklide beliriyor:
1.Son derece yapıcı ve Avrupalı bir söylen: 'Barış, Avrupa'nın güvenliği, AB'nin küresel rolü, Doğu Akdeniz'de istikrar ve ekonomik kalkınma, hakların Avrupa'sı ülküsü, Türk-Yunan uzlaşması, AB projesinin saygınlığı, demokrasi ve insan haklarının evrenselliği bilgi toplumu çağında halklar arası bütünleşme...'
2.Kıbrıs'tan kaynaklanan sorunların çözümü için istişare süreçleri başlatıp, ilerlemelerini müzakere süreci ile eşzamanlı kılmak.
3.AB müktesebatının Kuzey'de olabildiğince uygulanmasını sağlayarak fiilen 'AB üyesi bir KKTC' durumu yaratmak.
4.Kıbrıs'ın AB üyeliği sonucunda, KKTC ve Türk kökenli AB vatandaşlarının Güney'de haklarını kullanmalarını teşvik etmek. Güney'in AB'ye girmesinin her sonucunu yaşamasına katkıda bulunmak. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Kuzey Kıbrıslılar için seçme ve seçilme hakkı talep etmek.
5.Kuzey'e AB kaynaklı mali yardımı ve açılacak olan ekonomik ilişkileri birer iletişim aracı olarak da değerlendirmek.
6.Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile ilişkilerde, AB içinde üye ülkeler arası dayanışma mekanizmalarını devreye sokacak gelişmelere izin vermeyecek derecede yapıcı ve ılımlı bir yaklaşım sergilemek.
7.ABD'nin bölgeye yönelik politikasına kısa vadede münhasıran hakim olan Irak sorununa dikkat etmek ve bu durumun Kıbrıs bağlamında olumsuz etkileri olmaması için AB ile ilişkilerde uyarıcı bir rol oynamak.
8.Demokratik reform sürecini ve uygulamanın saygınlığını daha hızlı başararak, Türkiye aleyhine tutumların hareket alanını ve Kıbrıs dosyası ile etkileşim olasılıklarını asgariye indirmek.

Kıbrıs hala bir muamma. Türkiye'nin AB yoluna açılan bir kapı mı, yolsa içeride ve dışarıda Türkiye'yi bu yolda istemeyenlerin son kalesi mi? Kıbrıs'ta siyaset dansı tango olmaktan çıktı. Herkesin piste fırladığı, ritmi giderek hızlanan bir kasaphavası çalıyor.






# # # # # # # #