Dr. TUNAY AKOĞLU
AB Proje Müdürü, Beyrut
EU Project Manager, Beirut


AVRUPA İSLAMI VEYA AVRUPALI İSLAM



2003 yılı sonbaharında yayınlanan bir rapor, Avrupa - Akdeniz ilişkilerinin geleceğine yeni bir görüntü getirdi ve yeni bir yön vermeye başladı. ''Avrupa - Akdeniz bölgesinde halklar ve kültürler arasi diyalog'' başliğini taşiyan bu rapor, Avrupa Birliği Başkani Romano PRODİ'nin kurduğu ve bünyesinde yirmi kadar tanınmış ''Akdeniz'li'' düşünürü, yazar ve bilim adamını toplayan özel bir danışmanlar-uzmanlar kurulu tarafından hazırlanmıştı. Raporun ağırlık noktalarından birisi de ''Euro-İslam'' kavramını getiriyordu. ''Avrupa - Akdeniz diyaloğu'', geçmiş yıllarda Birleşmiş Milletlerce üstünde çok durulan, şimdi artık hızını yitiren ''Kuzey - Güney Diyaloğu'' ile gene geçmiş yıllarda -özellikle Soğuk Savaşın hakim olduğu dönemlerde- moda olan ''Batı-Doğu Diyaloğu'' nu andırmaktadır.

Raporun ayrıntılarına girmeden sadece ''Avrupa İslami'' üzerinde bazı noktalara işaret etmek mümkün gözükmektedir. Her şeyden önce, bugün Avrupa'da yaşayan yaklaşık 13-14 milyon müslümanı konu alan bu kavram, belirli bir coğrafi, politik ve sosyo-ekonomik, hatta teknolojik ve ideolojik alanda yaşayan müslümanları sanki genel İslam dünyasından ayrı olarak ele alma eğilimindedir. Sanki, Güney Amerika Katoliklerini Vatikan'dan ayrı olarak tanımlamaya ve araştırmaya çalışmak gibi.

Oysaki, bilinmektedir ki, Vatikan ne kadar israrla ve ne büyük ölçüde Katolik dünyasının -hatta hiristiyanlık aleminin yani; Roman Katolik, Diğer Katolikler, Ortodoks, Protestan, Metodist, vs. vs. bölünmez bir bütün olduğunun altını devamlı olarak çizmektedir. Belki aynı kriteri İslam dünyasına da uygulamak daha uygun olabilir. Nitekim İslam dini bütün müslümanlar açısından geçerli tek bir tümü temsil etmektedir. Acaba, İslam'da Allah ile kul arasında aracı olmadığı için ve bir çok tarihi nedenle merkezi bir otorite bulunmadığından, Euro-İslam kanalı ile mi reform ve yenilik getirilecektir İslama Avrupalılar tarafından?

İBN KHALDUN ve FERNAND BRAUDEL

Raporun diğer bir ağırlık noktası ise, yukarıdaki iki ''tarihçi filozofun '' düşünce ve yaklaşımlarını örnek alarak Avrupa - Akdeniz diyaloğunu kurmak, yönlendirmek ve geliştirmek hedefi olarak gözükmektedir. Tam adı ile Abu Zayd 'Abd ar Rahman ibn Khaldun 1332-1406 tarihleri arasında yaşamış bir Arap tarihçisi idi. En önemli eserleri ''Muqaddimah : Tarihe giriş'' ve ''Kitab al-İbar: Kuzey Afrika İslam Tarihi' olan İbn Khaldun , 1860'dan sonra uluslararası üne kavuştu; önce 18. yüzyılda Türkçeye çevrilen Muqaddimah kitabı, 1860 yılında Fransızcaya çevrilmişti.

F. Braudel (1902 - 1985) ise tarihe; coğrafya, ekonomi, sosyal, teknik ve çevresel açılardan bakışı ile yepyeni bir tarih felsefesi kurmuştur. (Bakınız; - Les ambitions de l'histoire, - Autour de la Meditérranée, -Civilisation matérielle, économie, capitalisme). - ''II. Philippe devrinde Akdeniz'' adlı kitabı, Akdeniz tarihini tüm kapsamı ile araştıran bir klasik olarak tanınır. Avrupa-Akdeniz diyaloğunun işleyebilmesi için, söz konusu ettiğimiz raporda, devamlı bir Avrupa-Akdeniz Araştırma merkezinin kurulması da önerilmektedir. Bu merkezin ve geliştereceği ilişkiler ağının adının da ''Braudel - İbn-Khaldoun'' olması teklif edilmektedir. Acaba bu Merkez, ABD deki Fernand Braudel Center, State University of New York at Binghamton merkezi veya Kahire'deki ''İbn Khaldoun Center for Development Studies -İCDS'' gibi mi çalışacaktır ? Ayrıca, bilinmesinde belki yarar vardır ; Braudel, Pompidou döneminde, yani 1968'lerde -haklı veya haksız olarak- önemini oldukça kaybetmişti. İbn Khaldoun ise bugün bile münakaşa konusu olmaktadır.

Örneğin, 1988'de kurulan Kahire İbn Khaldoun Kalkınma Etüdleri Merkezi (ICDS) yöneticileri, -haklı veya haksız bir kararla-, 2002 Temmuz'unda Mısır mahkemelerince hapis cezası almışlardır. Lacoste, Perrot ve Wallestein gibi tarihçiler İbn Khaldoun hakkında bir çok yeni yaklaşımlar ortaya atmışlardır. PRODI'nin kurduğu uzmanlar grubu, Avrupa - Akdeniz diyaloğunun pratik anlamda etken olabilmesi için yirmi kadar temel tedbir ve önlemi sıralamaktadır. Hepsi çok anlamlı ve önemli olan bu tekliflerin ne ölçüde gerçekleşebileceklerini ancak zaman gösterecektir.

Diğer taraftan, Avrupa (ve genelde Batı dünyası) kamu oyunun tutucu ve aşırı İslam karşısında gittikçe sertleşen tutumu göz önüne alınırsa bu diyaloğun nasıl ve ne ölçüde geçerli olabileceği oldukça düşündürücüdür. Bu satırlarin yazarı bir kaç yıldır artan bir biçimde, Avrupa'nın başkenti Brüksel'in merkezindeki ''rue Neuve''de, Beyrut'un ana caddesi ''Hamra''dakinden daha çok başı örtülü, çarşaflı ve Orta Doğu kılıklı insanlar görmektedir. Gittikçe Orta Doğu'ya dönüşen Batı ve Orta Avrupa, batılılaşma mücadelesi veren Akdeniz - Orta Doğu ile gelecekte nasıl ve ne tür bir diyalog arayıp bulacaktır acaba ?






# # # # # # # #