SİBEL COŞKUNER
Private Banking Coşkuner Yönetim Danışmanlık Sahibi & Sanatçı

BÜYÜK BİR REKABET VAR VE HERKES BİRBİRİNİN MÜŞTERİSİNİN PEŞİNDE...


Ankarada doğan ve Ankara Kolejini bitirdikten sonra ODTÜ Endüstri Mühendisliğinde okuyan, daha sonra da Boğaziçi Üniversitesinde Endüstri Mühendisliği masterını başarıyla tamamlayan Sibel COŞKUNER ile 'Private Banking ve 'Sanat üzerine söyleştik.

Sibel COŞKUNER kimdir?

İlk işim olan Citibankte çeşitli görevlerde 13 sene çalıştım, üst düzey yöneticilik yaptım. En son 'Private Bankingi kurdum. 4 sene yurtdışına bağlı olarak bu işi yaptıktan sonra Deutsche Banka geçtim. Orada da İsviçreye bağlı olarak 3 sene çalıştım. Deutsche Bankta çalıştığım senelerde resim hayatıma girdi ve hobi olarak giderken daha sonra ağır basmaya başladı.

Bir dönem böyle bir tempo ile geçti. Farklı bir düzene geçmeye karar verdim. Hem resim hayatım da olsun ama işlerimi de tamamen bırakmayayım dedim. Onun üzerine kendi danışmanlık şirketimi kurdum. Coşkuner Yönetim Danışmanlıkta yine 'Private Banking yapıyorum. Yurtdışındaki iki bankayla kontratım var. Müşterilerime, varlıklarının bütününe bakarak, nasıl değerlendirecekleri konusunda tavsiyelerde bulunuyorum. Yani hangi yatırım ne kadar yapılmalı? Ne kadar tutmalı? Ne zaman değiştirmeli? Birde bütün bunların üzerine çeşitli planlamalar; veraset planlaması, vs... Bu sisteme yurtdışında 'Aile Ofis Danışmanlığı deniyor. Büyük 'Private Banklerin 'family office bölümleri var. Müşteriler güvendikleri 'family officee gidip bütün mal varlıklarını açıyorlar. Hatta sadece o bankada olan değil, başka bankada olan yatırımlarını da gösteriyorlar. 'Family office danışmanı varlığın bütününe bakarak tavsiyelerde bulunuyor.

Müşterinin profilini çıkarıyor, nasıl bir risk anlayışı var ve yatırımları buna uyuyor mu? Yani hem zaman dilimi, hem yatırımların riski, hem de aile fertleriyle olan ilişkiler açısından bir bütün olarak ele alınıyor, daha sonra bütün verilere göre plan çıkarılıyor. Aslında benim yaptığım da bu.

Sanatla uğraşınız nasıl başladı?

Benim içimde hep bu dürtü vardı. İlkokul ve ortaokul yıllarında resimlerim hep beğenilirdi ama üstünde durmadım. Mühendislik okuyup hep matematikle uğraştım. Sonra da para yönetimi geldi. Bende bu dürtü devam ederken eksiklik hissi artmaya başladı. İçinde bulunduğum sektörde ilerledikçe işin sertliği de artıyor, çok farklı faktörler devreye giriyor. Belki de bir kaçış arayışıydı benimki. Önce resim olarak ortaya çıkmadı. Ben operaya çok tutkunum. Şan dersi almaya başlasam, bu saatten sonra opera sanatçısı olamam ama eşime dostuma hobi olarak söylesem dedim. 6 ay kadar ders aldım ama anlaşıldı ki benim bu konuda hiç kabiliyetim yok. Ben de vazgeçtim. Bir arkadaşım tahta boyama dersleri almıştı, benim o derslere katılacak vaktim yoktu ama o bana bir iki şey gösterdi, bende tahta objeler boyamaya başladım.

Tepsiler, yazlıktaki eşyaları boyadım. Tepsilerin üstündeki figürleri boyarken onlar resme dönüşmeye başladı. Kendime özgün şeyler yapmaya başladım. Tam o sırada bir arkadaşımın düğününde yanıma Amerikada yaşayan bir ressam oturdu. Bende bir tepsiye Picassonun bir resmini kopyalamıştım, ondan bahsettim, ilgisini çekti. Ben de 'siz bana bir afişinizi yollayın, ben onu tepsiye kopyalayıp size geri göndereyim' dedim. Çok şaşırdı ve 'Niye resim yapmıyorsunuz, gidin yarın bir tuval alın, fırça ve boyalarınız zaten var, kendinize göre bir şeyler yapın dedi. Ben de öylece başladım. Bir sabah kalktım, tuval ve boya aldım ve boyamaya başladım. Birkaç defa bana Amerikadan telefon edip resim yapıp yapmadığımı sordu.

Bir iki ressama ben ne yapabilirim diye sordum. Bana 'National Geographice bak, orada hoşuna giden manzaraları kendine göre çalış dediler. Ben böylece iki sene kendi kendime çalıştım. Önceleri yapacağım şeyi kendi kendime hayal edemiyordum. O zaman kolaj çalış, kes, biç, ondan sonra üstüne resmi yap dediler. Bir dönem böyle bir geçiş oldu. Onun sonunda hayal edebilir oldum. Yaşadığımız büyük Marmara depremi ile beraber ilk olarak kendi hayalimdeki bir resmi yaptım. Bir müddet kendi skeçlerimle fakat ders almadan devam ettim.

Daha sonra Şiva MOVASAGHI isimli, İranlı bir ressamla tanıştım. O zaman ders vermiyordu. Bir arkadaşım: 'Ders alacaksan mutlaka Şivadan ders almalısın dedi. Daha sonra Şiva ders vermeye başlayınca öğrencisi oldum ve atölyesinde çalışmaya başladım. Cumartesileri sabaha kadar çalışan tek öğrenci bendim. Şiva 2 akademi bitirmiş, işin tekniğini çok iyi bilen birisi. Genelde öğrenciler ustalarına çok yakın eserler çıkarırlar. Bizim ise Şiva ile tarzlarımız çok farklı. Çok özgür bırakıyor, ne yapmak istiyorsan onu yapıyorsun, ama teknik olarak çok kuvvetli, çok iyi bir öğretmen ve çok destek veriyor.

İlk yaptıklarımla son yaptıklarım arasındaki farkı görebiliyorum. Ben bir yandan da tasavvuf ile ilgileniyordum. Bu ikisi biraz paralel gitti. Baktım ki benim aslında söyleyeceklerim de var, resim yapmaya da bayılıyorum, resim de iyi bir enstrüman, söyleyeceklerimi resim yoluyla söyleyeyim dedim. İlk olarak Mevlanadan bir Rubai seçtim. Şiva bana 'ne yapmak istiyorsun diye sordu. Ben de 'bunu resmetmek istiyorum dedim. Eğer bana 'Saçmalama bunun resmi yapılır mı? deseydi ben bugün burada olmayacaktım. Tam tersine 'Harika, çok iyi, hemen başla dedi.

Ondan sonra bir Rubai, bir şiir derken hızlı bir tempoyla gelişti ve ilk sergim İMKBde ( İstanbul Menkul Kıymetler Borsası ) açıldı. Bence çok doğru bir yer oldu ve bana çok destek oldular. İlk sergi çok zor oldu, çünkü herkes kapılarını henüz size açmıyor, sanat ile ilgili bir geçmişim yok. İMKBnin sanat danışmanı Nurhayat Hanım ve başkanı Osman BİRSEN bana çok destek oldular. Sergi çok keyifli geçti, paylaşımın tadını aldım. Hiç tanımadığım insanlardan bana mail ve mektuplar geldi. Şimdi ikinci sergiye hazırlanıyorum. Tema kendiliğinden oluşuyor. 'Private Banking'in yurtdışındaki konumuyla Türkiyedeki konumu arasında ne gibi farklılıklar var? Türkiyede ne derece doğru yapılıyor?

Türkiyedeki bankaların gündemde olan 'Private Bankingi biraz daha farklı. Aslında değişik kategorileri var. Bireysel bankacılık, mevduat bankacılığı dediğimiz zaman hakikaten köşe başında bir şube ve sizin bireysel hesabınızın olduğu bankacılık şekli düşünülür, onun üzerindeki kategori 'Personal Banking ve onun da üzerindeki 'Private Bankingdir. Dünyada 'private bankingin genel tanımı, 1 milyon dolar üstü, ortalama 5 milyon dolarlık hesaplarla yapılır. Türkiyedeki bankalarda enstrüman eksikliği var. Çoğu zaman Türk enstrümanları ağırlıklı olabiliyor.

Çoğu yurtdışı kurumlarla anlaşmalar yapıp, oradan ürünler seçip yelpazelerine katmaya çalışıyorlar. Birtakım yabancı bankalar da yurtdışındaki ürünlerini burada satmaya uğraşıyorlar. Böyle karışık bir ortam var.

Bence eksik olan, müşteriye ihtiyacı olan doğru ürünü verebilmek. Onun için de müşteriyi çok iyi tanımak lazım. Tabi ciddi bir eğitim gerekiyor, müşteri profillerini de çok iyi bilmek lazım. Müşteri nasıl bir risk istiyor? Çoğu zaman yatırıma yeni başlayan müşteriler de kendilerini iyi tanımıyorlar. Bu aslında çok tehlikeli bir piyasa. Bu işe kalkışan bankaların profesyonel danışmanlardan yararlanması, ekiplerini çok iyi eğitmeleri, bu işe ciddi bir yatırım yapmaları lazım. Ancak bu riskleri göze aldıktan sonra bu işe soyunmak lazım. Yanlış birkaç işle bankanın adı da negatif anılmaya başlanıyor.

Yurtdışında da bazı sıkıntılar var. Artık dünyada yeni para yok. Varolan paralar da geçtiğimiz senelerde piyasanın çöküşüyle değer yitirdi. Herkes pastadan daha çok pay almanın derdinde. Büyük bir rekabet var ve herkes birbirinin müşterisinin peşinde. O yüzden de müşteri temsilcileri sıklıkla yer değiştiriyor. Siz bir müşteri olarak bir müşteri temsilcisi ile çalışmaya başlıyorsunuz, bir müddet sonra yok oluyor, yerine yeni birisi geliyor. Bu tarz sıkıntılar var.

Ayrıca maliyeti çok yüksek bir sektör, müşteri temsilcileri çalıştıkları ülkenin müşterilerini sık sık ziyaret ediyorlar. Aynı zamanda uzun soluklu bir iş: Bir yerden bir yere transferin hızı birtakım enstrümanlara bağlı. Bende bu nedenle iş düzenimi değiştirdim. Benim müşterilerimden de bana bu yönde talep geliyordu, o sırada bana birkaç bankadan da teklif gelmişti. Yurtdışından bizimle kontrat bazında çalışır mısın diye teklifler gelince ortaya yeni bir yapı çıktı. Bu yapının doğru olduğunu düşünüyorum, dünyada ve Türkiyede sektörün gidişatı onu gösteriyor.

Resimlerinizi yurtdışında sergilemeyi düşünüyor musunuz ?

Şu an çok uğraşamasam da aslında tabi düşünüyorum. Bir de bu sektöre yeni girdiğim için yeterli bağlantılarım yok. Aslında gezen bir sergi istiyorum. Yurtdışında bir iki merkezde ve öncesinde veya sonrasında Türkiyede olabilir. Ben söylemek istediklerimi çok önemsediğim için, o paylaşım ne kadar geniş çapta olursa benim için o kadar önemli.

Benim çalıştığım İsviçre bankalarının çok ciddi sanat koleksiyonları var. Onlarla görüştüm, çok da beğendiler resimlerimi ama daha ziyade İsviçreli ressamları destekliyorlar.

İsviçrede daha çok İsviçreli sanatçılarla çalışıyorlar, yurtdışındaki sanatçılarla çok ilgili değiller, hele Türk dediğiniz zaman size soru işaretiyle bakıyorlar. Ama bu İsviçrede böyle. Avrupanın başka yerleri veya Amerikada böyle değil.

Hem yatırım, hem sanat ile uğraşıyorsunuz. Sanata yatırım konusuna nasıl bakıyorsunuz?

Çok iyi bir yatırım aracı. Zaten yurtdışındaki bazı 'Private Banklerin sanat bölümleri mevcut. Gerçek sanat danışmanları çalışıyor. Bir sanat koleksiyonunuzu isminizi duyurmadan satmak istiyorsanız o kişi sizin için satıyor. Ya da almak istiyorsunuz, sizin adınızla ihaleye girip satın alıyorlar. Hatta sanat eserleri üzerinden kredi veriyorlar. Dolayısıyla doğru yapıldığı zaman gerçek bir yatırım aracı bence. Tabi eserin değeri çok önemli ama istediğiniz kadar değerli bir eser olsun, onu seyretmekten zevk de almanız lazım. Yani iki ögeyi birlikte düşünmek lazım. Çok değerlenmese bile eser hiç olmazsa değerini korumalı. İlk sergimi açtığımda resim sattığım zaman benim eserlerimi alanlara karşı kendimi sorumlu hissettim. Eserlerim en azından değerlerini korumalıydı. Bu da devamlı üretmek, sergiler açmak, en azından o fiyat ortalamasını korumakla gerçekleşebilirdi. Ben de arkadaşlarıma, dostlarıma bu sözü verdim. Zaten onun için böyle bir iş düzenine geçtim. Bu sözü vermeden ben sergi açmam demiştim ve işin yatırım bölümünü de bilen birisi olarak sorumluluğunu da taşıyorum diye düşünüyorum.

Projelerime gelince; yeni sergime şimdiden hazırlanıyorum. Konusu da ayna olmak, yansımak ve yansıtmak. Daha 6 ayı var çünkü heykel ögeleri de kullanmak istiyorum. Biraz daha 3 boyutluya geçiş olacak. Birinci sergimin kavramıyla da, temasıyla da çok hoş bir devamı olacak gibi geliyor bana.






# # # # # # # #