MAVİ YOL
Dr. CAN FUAT GÜRLESEL

Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Başkanı



TÜRKİYE ORTADOĞU'YA NEDEN KAYITSIZ KALMAMALI


Geniş Ortadoğu coğrafyası sahip olduğu enerji kaynakları ile dünyanın en hassas bölgelerinin başında gelmektedir. Ortadoğu bölgesi aynı zamanda güvenlik ve istikrar açısından oluşturduğu sorunlar ve ekonomik ve sosyal açıdan küreselleşme sürecinin dışında kalması nedeniyle de dünya için giderek daha önemli hale gelmektedir. Buna paralel olarak bölgeye yönelik reform istekleri artmaktadır.

Bu çerçevede Türkiye'nin de bölgeye ilgisi ve etkisi tartışılmaktadır. Bölgede önümüzdeki yirmi Ğ otuz yıl boyunca meydana gelecek gelişmeler öncelikle ve en kuvvetli şekilde Türkiye'yi etkileyecektir.

Bu nedenle bölgedeki mevcut durum ve gelecek öngörüleri Türkiye için önemlidir. Bölgede Türkiye'nin kayıtsız kalmasını engelleyecek nitelikte ekonomik ve sosyal trendler oluşmaktadır. Bölgeyi dünya Orta Doğu ve Kuzey Afrika olarak birlikte değerlendirmektedir. Bu nedenle bizde bölge için MENA (Middle East and North Africa) terimini kullanacağız.

MENA bölgesi ülkelerinde öncelikle ekonomik reformlara ihtiyaç duyulmaktadır. Petrol gelirleri ile petrol zengini olarak algılanan bölge ekonomik açıdan global alanda sağlanan büyüme ve gelişmeden hiç pay alamamıştır. Siyasi yapı, istikrarsızlık ve güvenlik sorunları bunun başlıca nedenidir. Ekonomi petrol gelirlerine aşırı bağımlıdır. Ekonomide farklılaşma yoktur. Ekonomileri enerji sektörü ve kamu sektörü ağırlıklıdır. Özel sektör ve imalat sanayi sınırlıdır. Buna bağlı olarak ekonominin verimlilik ve rekabet gücü düşüktür. 1960-1990 yılları arasında MENA ekonomik verimliliği gerileyen tek bölge olmuştur. 1990-2000 arasında ise verimlilik yıllık ortalama yüzde 0.3 büyümüştür.

2001 yılı itibarı ile 18 ülkenin toplam nüfusu 316.2 milyon, milli geliri 820.7 milyar dolar ve kişi başına gelir 2.595 dolardır. MENA bölgesinde ekonomik yapı ve reform ihtiyaçları açısından dört grup ülke bulunmaktadır. İsrail bölgenin tek gelişmiş ülke statüsündeki ülkesidir. İkinci grup kaynak fakiri ülkelerdir; Mısır, Ürdün, Lübnan, Fas, Tunus. Üçüncü grup ülkeler iş gücü fazlası olan kaynak zengini ülkelerdir; Cezayir, İran, Yemen, Suriye ve Irak. Dördüncü grup ülkeler iş gücü açığı olan kaynak zengini ülkelerdir; S.Arabistan, Katar, Umman, B.A.E, Kuveyt, Bahreyn, Libya. MENA bölgesi küreselleşme ile başlayan hızlı büyüme sürecinin dışında kalmıştır. 1981-1990 arası yıllık ortalama yüzde 0.7 ve 1991-2000 arasında yüzde 3.4 büyümüş, ekonomik büyüklük açısından Doğu Asya, Pasifik, L.Amerika gibi bölgelerin çok gerisinde kalmıştır. MENA bölgesinin 2015 yılına kadar yıllık ortalama yüzde 4.3 büyümesi öngörülmektir. Bunun için ekonominin enerji gelirlerine bağımlılığının azaltılması, bölgede siyasi ve güvenlik açısından istikrarın sağlanması, ekonomik ve sosyal reformların hayata geçirilmesi büyümenin kamu yerine özel sektör odaklı hale getirilmesi gerekmektedir.

Ekonominin enerji bağımlılığı sanılanın aksine bölgeyi olumsuz etkilemektedir. Enerji zengini ülkelerin ihracatlarının ortalama yüzde 90'ı milli gelirlerinin yüzde 40-65'i enerji gelirlerine bağımlıdır. Petrol talebi, fiyatları ve gelirlerindeki dalgalanmalar ekonomilerde sürekli ve aşırı dalgalanmalara yol açmaktadır.

Bölgede her dönem enerji zengini olmayan ülkeler, enerji zengini ülkelerden daha hızlı büyüme sağlamaktadır. Bu nedenle bölge için önemli bir hedef ekonomilerin enerji gelirlerine bağımlılığın azaltılması ve ekonomide farklılaşmanın sağlanmasıdır. MENA bölgesi bununla birlikte dünyanın enerji rezervleri ve üretimi açısından en önemli bölgesi olmayı sürdürecektir.

MENA bölgesi 2002 yılı itibarı ile dünya petrol rezervlerinin yüzde 69.5'ne ve üretimin yüzde 25.6'sına sahiptir. 2030 yılına kadar dünya petrol tüketiminin günlük 76.9 milyon varilden 118.8 milyon varile çıkacağı öngörülmektedir. MENA bölgesinin üretiminin de günlük 20.6 milyon varilden 40.5 milyon varile çıkacağı öngörülmektedir. MENA bölgesi artan talebi önemli ölçüde karşılayacak bölgedir. MENA bölgesinden petrol talebi (ihracatı) artan bölgeler Çin,Asya,Pasifik ve gelişen ülkeler olacaktır. ABD ve AB'nin talebi ve bağımlılığı azalacaktır. MENA bölgesinden işlenmiş petrol ürünleri ihracatı da genişleyecektir. Gelişmiş ülkeler çevre nedeni ile petrol rafine kapasitelerini arttırmak istememektedir.

MENA bölgesinin zengin doğalgaz kaynakları da (Mısır, Suriye, Irak, Katar, S.Arabistan) önemli ölçüde AB ve Asya ülkelerine ihraç edilecektir. MENA bölgesi 1980 sonrası başlayan küreselleşme ve ticaretteki genişlemeden hiç pay alamamıştır. 1980 yılında 207.2 milyar dolar olan ihracat 2000 yılında 217 milyar dolar olabilmiştir. Bunun en önemli sebebi tek ana ihraç ürününün enerji kaynakları olmasıdır. Bölge dış ticarete en kapalı bölgedir. Kamu kontrolü ve müdahaleleri yoğundur. 2002 yılında ihracat 244.3 milyar dolar, ithalat ise 168 milyar dolar olmuştur. Bölge dış ticarette her zaman fazla vermektedir. (enerji fakiri ülkeler açık veriyor.)

2002 yılı itibarı ile 244.3 milyar dolar olan ihracatın 174.7 milyar dolar enerji, 58.1 milyar doları imalat sanayi ve 8.6 milyar doları tarım ürünüdür. Ticarette üç ana ortağı vardır; Asya bölgesine ihracat 116 milyar dolar, ithalat 48 milyar dolar. Avrupa'ya ihracat 40 milyar dolar, ithalat 68 milyar dolar, K.Amerika'ya ihracat 78 milyar dolar, ithalat 20 milyar dolardır. MENA bölgesi petrol ihraç ettiği ülkelere bağımlı dış ticaret yapmaktadır.

Bölge içi ticaret ise 17 milyar dolar ile çok sınırlıdır. ihraç ürünü benzerliği (petrol) buna yol açmaktadır. MENA bölgesinde DTÖ'ne üye 10 ülke vardır ve bunlar dış ticaret rejimlerini giderek daha serbest hale getirmektedir.

Bölgeye yönelik yabancı sermaye yatırımları da çok sınırlıdır. MENA bölgesi son yirmi yılda hızla genişleyen yabancı yatırımlardan da yeterince pay alamamıştır. 2002 sonu itibarı ile dünya DYSY stoku içindeki payı 124 milyar dolar ile yüzde 1.7'dir. Bunun 71 milyar doları S.Arabistan, Mısır ve İsrail'e aittir.

MENA bölgesi hızlı bir nüfus artışına ve çok genç bir nüfusa sahiptir. 2003 yılında 334.4 milyon olan nüfus 2015 yılında 420.2 milyon, 2025 yılında 431.2 milyon ve 2050 yılında 636.2 milyon olacaktır. 25-64 yaş çalışabilir nüfus ise 116.7 milyondan 2050 yılında 326.5 milyona çıkacaktır. MENA bölgesi ciddi demografik tehditler ile karşı karşıyadır. Genç nüfusa sosyal hizmetler sağlamak ve her yıl yaklaşık 4 milyon yeni istihdam yaratılmak zorunluluğu olacaktır. 2050 yılında Mısır 127.4 milyon, İran 105.5 milyon ile en geniş nüfusa sahip ülkeler olacaktır. MENA bölgesinde kişi başına refah da gerilemektedir. Kişi başına gelir 1980 yılında Kuzey Afrika ülkelerinde 2.836 dolar, Ortadoğu ülkelerinde 5.163 dolar iken, 2001 yılında sırası ile 1.630 dolar ve 3.550 dolara gerilemiştir. Ekonomik büyüme nüfus artış hızı karşısında yetersiz kalmaktadır.

Önümüzdeki dönemde öngörülen nüfus artışı karşısında MENA bölgesinin refah artışı için her yıl ortalama en az yüzde 5 büyümesi zorunludur. MENA bölgesinde ekonomik refahın sınırlanmasına yol açan önemli nedenlerden biri de bölgede son 40 yıldır yaşanan savaşlar, iç savaşlar, çatışmalar ve terör olaylarıdır. 1992 yılına kadar tüm ülkelerin savunma harcamaları çok önemli büyüklüklere ulaşmıştır. Ancak 1992 yılından sonra bölgede savunma harcamaları mutlak ve pay alarak azalmakta, silah ithalatları azalmakta ve asker sayılarında indirime gidilmektedir. Enerji gelirleri ve diğer kaynaklar ekonomik ve sosyal gelişme için daha çok kullanılmalıdır.

Nitekim MENA bölgesi insani ve sosyal gelişmişlik alanında da Birleşmiş Milletlerin yaptığı çalışmalarda orta ve alt sıralarda yer almaktadır. Bölgede insani gelişmişlik açısından sadece İsrail ve petrol zengini Bahreyn, Katar, Kuveyt ve Libya gelişmiş ülke statüsündedir. Libya, S.Arabistan, Umman, Lübnan, Ürdün, Tunus orta gelişmiş, başta İran olmak üzere diğer ülkeler ise az gelişmiş ülke statüsündedir.

İnsani gelişmişliği etkileyen; eğitim-sağlık göstergeleri, teknoloji yaratma ve kullanma yaygınlığı ve özellikle kadının statüsü konusunda bölge oldukça yetersizdir. (istisnai ülkeler hariç) MENA bölgesindeki mevcut trendler değişmedikçe önümüzdeki dönemde istikrarın sağlanması daha da zorlaşacak ve bu da dünya siyasetini olumsuz etkilemeyi sürdürecektir. Daha da önemlisi bu istikrarsızlıktan en çok Türkiye etkilenecektir. Türkiye bu nedenle bölgeye kayıtsız kalmamalı ve bölgedeki siyasi, ekonomik ve sosyal reformları zorlamalı ve reform sürecine katkıda bulunmalıdır.






# # # # # # # #