Org. YAŞAR BÜYÜKANIT
Kara Kuvvetleri Komutanı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ, SAHİP OLDUĞU DEĞERLER VE ONUN BAĞRINDAN ÇIKAN SİLAHLI KUVVETLERİ İLE YAŞADIĞI BÖLGENİN EN GÜÇLÜ ÜLKESİDİR


Malumunuz olduğu üzere; Türk Silahlı Kuvvetleri ve onun ayrılmaz bir parçası olan Kara Kuvvetlerinin yadsınamaz gücü, sahip olduğu sistem yapısından beslenmektedir.

Genel yapısını, günlük mülâhazalar ve kısa vadeli çıkar hesaplarına odaklamayan tüm kurumlarda olduğu gibi; Türk Silâhlı Kuvvetleri de sahip olduğu ve sonsuza dek koruyacağı Atatürkçü düşünce sistemi'nin sonsuz aydınlığında, değişim ve gelişimini, dinamik, rasyonel ve bilimsel bir yönetim sistemine oturtmuş bulunmaktadır.

Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin her kademedeki mensupları, verilen bütün görevlerde hizmet bayrağını onurla ve gururla teslim alırlar ve bu bayrağı hizmet süreleri boyunca daha yükseklere taşıma gayreti içinde olurlar. Müteakiben bu bayrağı, daha yükseklerde kendilerinden sonra gelenlere teslim ederler.

Bu temel düşünceden hareketle, ben de Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini; 2 yıl önce teslim almış ve çok daha yükseklere taşımış olan Sayın Komutanım Orgeneral Aytaç YALMAN'dan teslim aldım.

Genç bir Harbiye öğrencisi olarak tanıdığım Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Sayın Aytaç YALMAN'ı 43 yıldır bir subay olarak izleme imkânına sahip oldum.

Sayın Komutanımın 6'ncı Kolordu Komutanlığı, 2'nci Ordu Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın ilk yılında, 6 yıl boyunca çok yakın bir iş birliği içinde görev yaptım. Kuvvet Komutanlığı'nın ikinci yılında ise, emrinde 1.nci Ordu Komutanlığı görevini yürüttüm.

Özellikle, geçtiğimiz yıl, Ordu Komutanlığı görevimde; Sayın Komutanı'mın askerî ve insanî niteliklerini çok daha yakından takip etme şansını buldum. Komutanlıklar, atamayla verilen makamlardır. Ancak liderlik, atanan Komutanın kendi kazandığı bir sıfattır.

Bu meyanda; Sayın Kara Kuvvetleri Komutanımız'ın, atamayla verilen bir makamı, uygulamaları ile liderliğe dönüştürmüş bir Komutan olduğunu gururla izlediğimi ifade etmekten de mutluluk duyuyorum.Yarattığı çağdaş yönetim iklimi, engin birikimi ve bunları kıtalara yansıtması ile, değişim ve gelişim konusundaki itici gücünün emrinde çalışan bir asker olarak vurgulanması gerektiğine inanıyorum. Bu nedenlerle ve Kara Kuvvetleri'ne yapmış olduğu değerli katkılarından dolayı yüksek müsaadeleriyle, kendilerine şahsım ve tüm Kara Kuvvetleri mensupları adına şükranlarımı sunuyorum.

Yaşadığımız coğrafya ile, mevcut ve potansiyel kriz alanları, Türkiye'nin caydırıcı özellikte bir silâhlı kuvvetlere sahip olmasını gerekli kılmaktadır. Unutulmaması gereken diğer bir husus da, caydırıcı özellikte bir silâhlı kuvvetin aynı zamanda barışın da teminatı olduğudur.

Yakın tarihimiz bu gerçeği gözardı eden ülkelerin karşılaştıkları vahim sonuçların örnekleriyle doludur. Bu noktalardan hareketle; Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin ayrılmaz bir unsuru olan Türk Kara Kuvvetleri'nin yaşadığımız süreçte caydırıcı özellikte bir güce sahip olması kaçınılmazdır.

Caydırıcı bir güce sahip olmak, hiçbir zaman komşu ülkelere bir tehdit olarak algılanmamalıdır. Caydırıcı güce sahip olmak, sadece komşularımızın ve bölge ülkelerinin yanlış hesap yapmalarını önler ve barışa katkı sağlar. Gelişen teknolojiyle beraber yaşadığımız günlerde, nitelikler sayılara üstünlük sağlamıştır. Bu nedenle Silâhlı Kuvvetler'in niteliklerinin geliştirilmesi hayatî önemi haiz bir gerçek olarak ortaya çıkmıştır.

Bu gerçeği dikkate almayan ülkeler sadece sayısal azaltmalarla cılızlaşırlar ve güçlerini kaybederler. Niteliklerin artırılması ise ancak modernizasyon ile mümkündür. Sayısal azalma, kulağa hoş gelen bir söylemdir. Ancak, modernizasyon projelerini gözardı etmek en büyük güvenlik açığını ortaya çıkarır. Bu nedenle; sayısal azaltmaların modernizasyonla eşgüdümlü olarak yürütülmesi önemli bir zorunluluktur.

Yarım asra yakın bir süredir mensubu olmaktan gurur duyduğum Türk Kara Kuvvetleri'nin çağın ihtiyaçlarına ve ekonominin genel yapısına uygun bir modernizasyon ihtiyacı olduğunu ifade etmenin profesyonel bir asker olarak gerekliliğine inanıyorum. Bu faaliyetin, başta anayasa olmak üzere yasalarca, hangi unsurlara veya kurumlara bir sorumluluk olarak yüklendiğinin yasalar çerçevesinde hatırlanmasını arzu ediyorum.

Küreselleşme sürecinde olan yaşadığımız dünyada, güvenlik düşüncelerinin sürekli sorgulandığının bilinci içerisindeyiz. Küreselleşme sürecine iyi veya kötü demek mümkün değildir. Önemli olan bu süreci nasıl yönettiğimizdir. Küreselleşmenin güvenlik boyutunda, bu süreci kötü yöneten ülkelerin karanlık bir gelecekle karşı karşıya olduklarını görmeleri ve sonuçlarına katlanmaları kaçınılmazdır.

Güvenlik açısından bakıldığında, yakıştırılan sıfatlar her ne olursa olsun, yapılmaya çalışılan şey, yaşadığımız dünya düzensizliğinin egemen güçlerin arzu ettiği "yeni dünya düzeni" formatına getirilmesidir.

Yaşadığımız günlerde ve güvenlik kavramında; ülkemiz, ya kendisine biçilen rolün basit bir oyuncusu veya bölgesel bir belirleyicisi olacaktır. Türkiye, belirleyici politikalarla bu iki seçenekten birini ya seçecek veya Türkiye'ye seçtirilecektir. Yaşadığımız coğrafyanın özelliği, global ve bölgesel belirsizlikler istesek de, istemesek de güvenlik mülâhazalarının ön plânda tutulmasını gerekli kılacaktır. Belirtilen bu yol ayrımında belirleyici unsur şüphesiz ülkenin ve onu yönetenlerin tehdit algılamaları olacaktır. Soğuk savaş döneminde ve ortak bir güvenlik organizasyonu yapılanmasında bu husus son derece sade ve anlaşılırdı. Ancak Varşova Bloku'nun dağılması ve özellikle 11 Eylül olayının ortaya çıkmasından sonra, tehdit algılaması tümüyle mahiyet ve anlam değiştirmiştir. Başka bir ifade ile daha az güçlü ülkelere daha güçlü ülkeler tarafından tehdit algılaması ihracı ön plâna çıkmıştır.

Güvenlik bağlamında; Türkiye'nin kendi öz tehdit algılamasını kendisinin belirlemesi zorunluluk hâline gelmiştir. Ekonomik gelişimin olumsuz yönde manipülâsyonu, etnik bölücü hareketlerin teşviki ve mikro milliyetçilik akımlarının ülke bütünlüğü aleyhine olabilecek modellere dönüştürülme gayretleri, Atatürkçü düşünce sisteminin ve en önemlisi üniter yapının amaçlı bir şekilde sorgulanması ve yıpratılmaya çalışılması ve bu bağlamda, yurt içinde görülen terörist faaliyetler ve İstanbul'da meydana gelen bombalama olayları Türkiye Cumhuriyeti tarafından yeni tehdit algılamaları olarak ve çok ciddî bir şekilde algılanmalı ve değerlendirilmelidir. Unutulmamalıdır ki, var olan tehdidi yok kabul etmek, bu tehdidi oluşturan mihrakları cesaretlendirir.

Türk Silâhlı Kuvvetleri, şüphesiz, Cumhuriyet'in kurulmasından yerleşmesine ve gelişmesine kadar her aşamada öncü rol oynamıştır. Art niyetli mihraklar dışında, bu düşünceye karşı çıkan kimse yoktur. Tarihî gelişim içinde, Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin bu güçlü rolü inkar edilemez bir gerçektir. Bu olgunun diğer bir gerçeği ise, Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni oluşturan kadroların; hiçbir siyasî beklentilerinin olmadığıdır.

Türk Silâhlı Kuvvetleri ve onun ayrılmaz bir parçası olan Kara Kuvvetleri'nin değerli mensuplarının tek amacı, ulu önder Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği çağdaş, lâik, demokratik ve sosyal Türkiye idealidir. Ve bu ideallerden de asla vazgeçilemez. 

Değişim ve gelişim, akıntıya karşı yüzmek gibidir. Ya akıntının gücünü yenip, ileriye gideceğiz veya o akıntıya mağlup olup geriye doğru sürükleneceğiz. Akıntıya karşı yerimizde durma şansı yoktur. Ancak, ileriye gitmenin rasyonel şartları olmalıdır. Unutulmaması gereken bir husus; her değişimin, bir gelişim olmadığıdır. Değişim; rasyonel anlamda çağdaşlaşmaya, ileriye gitmeye hizmet etmiyorsa, geriye sürüklenişin emareleridir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin bekasını sağlayan güvenlik güçleri; Türk Silâhlı Kuvvetleri, Jandarma ve Polisiyle bir bütündür. Hepsi, birbirini tamamlayan unsurun parçalarıdır. Bu bütünü parçaladığınızda, her birini dogmatik ve ideolojik düşüncelerle yıprattığınızda, en fazla ülke zarar görür. Bu şekildeki davranışlar, ülkenin geleceği bakımından tehlikelidir.

Türk Silâhlı Kuvvetleri ülke güvenliği ve ulusun esenliği için vardır. Bu husus tüm ülkeler için geçerlidir. Ancak, yaşadığımız coğrafya ve yakın çevremizdeki gelişmeleri iyi okuyabildiğimizde, bu gerçeğin daha büyük bir önem kazandığını görmekteyiz. Güvenlik açısından bakıldığında, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin daha önce de ifade ettiğim gibi güçlü ve caydırıcı bir Silâhlı Kuvvetler'e sahip olmasının bir zorunluluk olduğunu görmekteyiz. Ancak bu ifadelerim, bugün Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ve onun değerli bir unsuru olan Kara Kuvvetleri'nin güçsüz olduğu anlamına gelmez.

Bugün, Türkiye Cumhuriyeti; sahip olduğu değerler ve onun bağrından çıkan Silâhlı Kuvvetleri ile yaşadığı bölgenin en güçlü ülkesidir.

Silâhlı Kuvvetler'in gücü, sadece sahip olduğu asker ve silâh sistemleri ile değerlendirilemez. Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni güçlü kılan temel unsurları ben dört grupta topluyorum;

Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin güç kaynakları:

1. Bilgi, bilinç ve sarsılmaz bir inançla kavranmış ve benimsenmiş Atatürkçü düşünce sistemi,

2. Mutlak itaate dayalı geleneksel disiplin anlayışı,

3. Silâh arkadaşlığı kavramında ifadesini bulan, sarsılmayan ve sarsılmayacak birlik ve beraberliğimiz,

4. Ve tabiî ki en önemlisi yüce ulusumuzun bize duyduğu engin güven duygusudur.

Silâhlı Kuvvetler'in sahip olduğu imkân ve kabiliyetler, belirtmeye çalıştığım bu dört temel unsura dayandığı sürece bir anlam ve güç ifade eder. Bu hususları vurgulamaya çalışmamın bir temel sebebi var; Türkiye için farklı modeller arayışı içinde bulunan, içte ve dışta bazı çevreler, önlerinde önemli bir engel olduğuna inandıkları Türk Silâhlı Kuvvetlerini yıpratmayı temel bir hedef olarak seçmişlerdir.

Şüphesiz tankı, topu, uçağı, gemiyi bu şekilde yıpratmak mümkün değildir. Ancak, Silâhlı Kuvvetler'in güç kaynaklarını oluşturan temel değerler aşındırılırsa, Türk Silâhlı Kuvvetleri bazı emeller besleyenlerin önünde engel olma özelliğini kaybeder. Bu şekilde bir yaklaşım ve davranışın sonucunda ise, ihtiyaç duyulduğunda, beklenen Silâhlı Kuvvetler bulunmayabilir. Bu sözlerimi, hiçbir kimseyi, hiçbir grubu hedefleyerek söylemiyorum. Ancak bir gerçeği de ifade etmek istiyorum.

Çeşitli internet sitelerinden, bazı marjinal basın organlarına kadar hemen her gün, Silâhlı Kuvvetler'in şerefli mensuplarına etik ve gerçek dışı saldırıların olduğunu görüyorum. Bunlardan büyük üzüntü duyuyorum. Bu odaklarla, yasal düzenlemelerden hiçbir şekilde sapmadan ve üst komutanlık direktifleri çerçevesinde yılmadan mücadele etmenin zorunluluğuna inanıyorum.

Ayrıca yurtiçi ve yurtdışındaki bazı mihrakların "Türkiye'de askerin rolü" genel tanımlamalardan hareketle, Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni; ulusal güvenliğin yanında rejimin koruyucusu olma konumu dışına itme çabalarını da yakından izlemekteyiz.

Kurtuluş Savaşı arifesinde ve Cumhuriyet'in kurulma sürecinde sözde dostlarımızın bütün tavsiyelerine rağbet edilseydi, bugün yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti'nin olmayacağı da tarihsel bir gerçektir.

Türk Kara Kuvvetleri; Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin, diğer kuvvetler gibi ayrılmaz bir parçası olarak, tam bir emir ve komuta içinde, geleneksel ve mutlak itaate dayalı disiplin anlayışından hiçbir zaman taviz vermeden, silâh arkadaşlığı kavramında ifadesini bulan birlik ve beraberliğimizi bozacak ve yüce ulusumuzun yüksek güven duygusunu zedeleyecek her türlü girişim, bugüne kadar olduğu gibi, gelecekte de hüsrana uğratılacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphe duymaması gerekir.

Kara Kuvvetleri'ne komutanlık yapan her komutan, kuvvetin etkinliğini artıracak önemli katkılarda bulunmuşlardır. Her birinin katkılarını ve emeklerini saygıyla ve şükranla, aramızdan ayrılanları rahmetle anıyorum. Bize teslim edilecek bu kutsal görevi; değerli silâh arkadaşlarımla birlikte Atatürkçü düşünce sisteminin çağdaş aydınlığında, yüksek bir disiplin anlayışı ve birlik ve beraberlik içinde, kutsal vatan vazifesini her türlü kişisel çıkarlarımızın önüne koyarak yerine getirmeye çalışacağız.

Bu vazifemizi yerine getirirken; Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin geleneksel emir ve komuta yapısına toz kondurmadan, hiçbir makam hayaline kapılmadan sadece ülkemize, ulusumuza ve Türk Silâhlı Kuvvetleri'ne ve ettiğimiz yemine sadık kalarak hizmet edeceğiz. Türkiye'nin karşı karşıya olduğu irticaî ve bölücü tehdit, temel algılamalarımız olacaktır.

Geçtiğimiz yıl, İstanbul'da meydana gelen bombalı saldırılar irticai tehdidin boyutlarını gösteren, ibret verici göstergelerdir. Bu tehdide paralel olarak etnik milliyetçiliğe dayalı bölücü terör, haklı ve yasal olarak mücadele ettiğimiz ve hemen her gün şehitler verdiğimiz önemli bir olgudur. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de Türk Kara Kuvvetleri olarak bu mücadeleye kararlılıkla devam edeceğiz.

Çağdaş toplumun yüksek değerlerini kendilerine siper ederek bölücülük yapanlar, insan hakları, özgürlükler, barış, kardeşlik gibi değerleri, işledikleri cinayetlerin maskesi olarak kullananların bu maskelerini düşürmek ve gerekeni yapmak temel görevimiz olacaktır. Terörle mücadelede en büyük rolü üstlenmiş olan Türk Kara Kuvvetleri'nin, daha önce olduğu gibi bundan sonra da kararlı mücadelesine etkili bir şekilde devam edeceğini ifade ediyorum.

Yaşadığımız dünyada en büyük tehdit olarak algılanan teröre bilerek veya bilmeyerek destek veren odakların, bir gün bu terörden nasiplerini alacak olmaları yadsınamaz bir gerçektir.

Unutulmamalıdır ki, uluslararası ilişkilerde dostluklar; sözlerle değil, eylemlerle gerçekleşir. Terörden en çok zarar gören Türkiye; terör konusunda, sözlere değil, teröre karşı yapılan eylemlere bakar ve bunları hafızasına kaydeder.

Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin ayrılmaz bir parçası olan Kara Kuvvetleri'nin, diğer kuvvetlerimizle birlikte; lâik, demokratik, sosyal nitelikli Türkiye Cumhuriyeti'nin temel değerlerine sahip çıkması, bazı kesimlerin amaçlı olarak kendilerine göre yorumladıkları lâiklik ilkesinin, Atatürkçü düşünce sisteminin çağdaş ve aydınlık rehberliğinde uygulanması kaçınılmaz bir görev ve sorumluluktur. 

Bu sorumluluğumuzu, her türlü kişisel çıkarlardan soyutlanmış olarak yerine getireceğimizden kimsenin şüphesi olmaması gerektiğini ifade etmek istiyorum ve hiç kimsenin, bu konudaki kararlılığımızı sınamamasını tavsiye ediyorum. Tüm Türkiye coğrafyasına yayılmış olarak fedakârca görev yapan Kara Kuvvetleri'ne bağlı tüm personel, bugüne kadar bu temel ilkelere bağlı olarak görev yapmışlardır ve bundan sonra da aynı ilkeler içinde görev yapacaklardır.






# # # # # # # #