Prof. Dr. YAŞAR NURİ ÖZTÜRK
İstanbul Milletvekili, İlahiyatçı, Hukukçu

SOSYAL DEMORASİ VE TÜRKİYE GERÇEĞİ


Günümüzün evrensel-ortak insanlık değerlerinden biri olan sosyal demokrasi kavramı, Türkiye'de, üç tasallutun (veya saplantının) gölgesi altında bulunuyor. Bu üçlü tasallut, sosyal demokrasinin, kitlelerin mutluluğuna kaynaklık edecek bir insanlık gerçeği olarak hayata girmesini ve küresel sömürünün önünde bir engel halinde durmasını önlemek için sürekli karmaşa yaratıyor, sürekli zihin bulandırıyor.

Bu tasallutlar üç ana başlık altında verilebilir:

1. İdeolojik saplantı (solculuk),

2. Dinci saplantı (siyaset dinciliği),

3. Sömürgeci saplantı (küresel sömürü).

Bugün, bizim gibi ülkelerde sosyal demokrasiyi çağ veya din dışı gösteren tezgâh, uluslararası bir tezgâhtır. Bu tezgâh, Batı kapitalizminin, küreselleşme (globalisation) adı altında yürütülen sömürü sisteminin kurmaylarınca kotarılıyor. Çünkü sosyal demokrasinin en büyük zararı bu tezgâhın kodamanlarınadır. Tabii ki en büyük yararı da bu tezgâhın sömürü çarkında öğütülüp perişan edilen az gelişmiş kitleleredir. Sosyal demokrasiye musallat saplantıların başında, bu kavramı 'solculuk' ile eşitlemekten asla vazgeçmeyen kronik sol saplantı gelmektedir.

Küresel sömürü çarkına çomak sokan, yani ülkenin nimet ve imkânlarından öncelikle ülkenin sahiplerinin yararlanmasını esas alan bir kavram, duygusal kitlelerin zihinlerinde, devri bitmiş, kullanım tarihi geçmiş 'sol' ve 'solculuk' ile eşitlenerek halkların mutluluk ve refahına yol açacak bir anlayış bizzat halkların elleriyle katledilmektedir. 1990'larda %40 küsurla iktidar olma şansını yakalayan CHP, sosyal demokrasi söylemi yerine 'sol' diye tutturup ekonomik büyümeyi sağlayamayınca hem kendini tüketti hem de dinci talan iktidarlarının yolunu açtı. Sol anlayışı ekonomide fren gibi gören sağcı-dinci iktidarlar, sola sataşma adı altında sosyal demokrasiyi hırpalayarak ülkenin tüm sosyal dengelerini bozdular. Gelinen nokta, açlıkla yoksulluk sınırları arasında gidip gelen 40 küsur milyon insanın dramı...

Emperyalist Batı zulmünün her devirde tavrı ve tarzı bu olmuştur. Kitlelere kötülüğü, bizzat o kitlelerin elleriyle ve harcamalarıyla gerçekleştirmek...Tarihin bu amansız zulüm sistemi Batı'ya, özellikle ABD'ye özgü bir sistemdir.

Bu sistemin ağına düşmüş, sözde aydın bir yığın zavallının sosyal demokrasi dendiği anda otomatik olarak ÒHa, solcu, solculuk!' diye koro halinde yaygara koparması ne büyük bir talihsizliktir!

Halkımız şunu ne yazık ki bilmiyor: Sosyal demokrasi bugün artık bir ideolojik kavram değildir. Bir zamanlar onu sol ideolojinin pankart yapmış olması, sosyal demokrasi ile ilgili bugünkü gerçeği değiştirmez.

Bugünkü gerçek şudur:

Çağdaş, müreffeh Batı ülkelerinin en Òsosyalist' sayılanları ne kadar sosyal demokrat iseler, en kapitalist sayılanları da aynı derecede sosyal demokrattır. Finlandiya, Norveç; İsveç nasıl sosyal demokratsa, Fransa, Almanya, İngiltere, İsviçre de aynı şekilde ve aynı oranda sosyal demokrattır.

Bu ülkelerde kimsenin soldan, solculuktan falan söz ettiği yok. Sol veya solculuk artık kimsenin umurunda değil. Çağdaş devletin, olması gerekenleri tespit edilmiş, durması gereken yeri belirlenmiştir. Ve o belirlenen, sosyal demokrasidir. Bu çağdaş değerin bir zamanlar sol ideoloji zarfıyla pazarlanmış olması bugünkü gerçeği değiştirmez.

Günümüz Avrupa sosyal demokrasisi, o arada, örneğin, Alman sosyal demokrasisi kendini artık 'Marksist' olarak tanımlamıyor. Kökeni öyle olsa da öyle tanımlamıyor. Çünkü o kabuktan kurtuldu, kabuğun içindeki özü aldı.

Çağdaş dünyada kalkınma ve refahı sağlayan ortak bir doğum vücut buldu. Bu ortak doğumun ürünü, sosyal demokrasi oldu ve herkes bu üründe birleşti. Bırakın Avrupa'yı, ABD ve Japonya'da bile sosyal demokratların talepleri, projeleri, yöntemleri etkili oldu, hayata yön verdi.

Başka bir deyişle, kapitalist-sağ model sosyal devlete, sosyalist-sol model ise serbest piyasaya kapı araladı ve bir ortak kalkınma modeli doğdu: Sosyal demokrasi. Anılan kaynaşmanın yarattığı yeni-ortak-evrensel modelin yarattığı tabloda ilginç görünümler var: Günümüzün OECD üyesi kapitalist ülkelerinde, 20.yüzyılın başlarında devletin sosyal harcamalarının ulusal gelire oranı %10 civarında idi. Yani sosyal devleti belirginleştiren harcamaların ulusal gelire oranı bu idi. Sosyal demokrat modeli hayata geçiren aynı OECD ülkelerinde bugün, anılan oran % 50-55 düzeyindedir.

Yine 20. yüzyılın başlarında, kapitalist-sağ modellerde mevcut olmayan, günümüzde ise hukuk ve refah devletinin temel kurumları ve temel nitelikleri arasında yer alan şu değerler ve kurumlar da sosyal demokrasinin ürünleri olarak insan hayatına girdi: İşsizlik sigortası, herkesi kapsayan emeklilik hakkı, yaşlılara destek, parasız-zorunlu temel eğitim, herkese açık üniversite, genel sağlık hizmeti, çocukların çalıştırılmasını engelleyen yasalar, makro ekonomik istihdam politikaları...

Çağdaş refah devletinin nitelikleri arasında mutlaka aranan ve bulunan bu ve benzeri kavram ve kurumlar başlangıçta sadece sosyalist modellerde vardı. Ama bugün artık en sağcı modellerde bile temel kavram ve kurumlar arasına girdi. Daha doğrusu, bu kavram ve kurumlar bugün öncelikle sağcı-kapitalist modellerde dikkat çekiyor. Sağcı-kapitalist piyasa modeli, anılan değerleri, sosyal demokrasi sayesinde tanıyıp sevdi.

Durumu şöyle de özetleyebiliriz:

Hukuk ve refah devletinin olmazsa olmazı sayılan sosyal demokrasi, iyi niyetli kapitalizm ile iyi niyetli sosyalizmin evliliğinden doğdu. Berlin Duvarı'nı yıkan da işte bu evliliktir. Anılan evlilikte, sağın toplumculuk eksiğini sol, solun özgürlük eksiğini sağ tamamladı. Bu, bir anlamda, demokratik sosyalizmin, piyasa ekonomisine yer vermeye başlaması idi.

Bugünkü dünyada da, küreselleşmenin yürüttüğü sömürüyle mücadelede öncülük sosyal demokratlarındır. Günümüz sosyal demokrasisi ve sosyal demokratları, insanlığa ufuk açacak olan yeni bir kavramı hayata sokmak için gayret göstermekte, Birleşmiş Milletler'i bu yeni kavramı kurumsallaştırmak üzere faaliyete zorlamaktadırlar. Bu yeni değer-kavram, 'Küresel Kamu Malları Kavramı'dır.

Artık şunu görmek zorundayız: Merkeziyetçi-solcu modellerin çöküşü yanında kapitalizmin 'vahşi' tipi de çöktü. İnsanlık, bir ortak-evrensel refah modeline ulaştı.

Evet, bir zamanlar sosyal demokrasinin zarfı, kılıfı, kabuğu sol idi. Ama insanlık Berlin Duvarı'nın yıkılışı ile birlikte o zarfı, o kabuğu kaldırıp attı; içindeki değerli maddeyi alıp korudu, kullanıp hayatına soktu ve yararlarını gördükçe de yüceltti.

Bugün, bir tek ilerlemiş ülke gösterilemez ki sosyal demokrasiyi dışlamış olsun. Sosyal demokrat bir siyaset ve yönetim, ideolojik açıdan solcu olabileceği gibi sağcı da olabilir. Ve modern Batı ülkelerine, o arada ABD'ye baktığınızda görünen o ki, günümüzde sosyal demokrasiyi hayata geçiren ülkelerin büyük çoğunluğu ideolojik eksen bakımından sağcıdır. Hatta ileri derecede sağcıdır.

Olaya Türkiye açısından baktığımızda görünen şu: Türkiye'de sosyal demokrasiye karşı çıkanlar, son tahlilde, Türkiye'de âdil paylaşıma, insan haklarına, küresel sömürünün durdurulmasına karşı çıkanlar durumuna düşüyorlar. Niyetleri bu olmasa da durdukları yer bu oluyor.

Meseleye, öncelikle Türk Anayasası bağlamında baktığımızda gerçekte var olan ama üstü dikkatlice örtülen bir gerçekle karşılaşıyoruz:

Bizim için sosyal demokrasi, bir ideolojik yaklaşım değildir; tam aksine, anayasal bir talebin öne çıkarılmasıdır. Türkiye Anayasası'nın ikinci maddesi aynen şöyle demektedir: ÒTürkiye Cumhuriyeti...demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir.'

Demek olur ki, Türk devletini yönetmeye talip siyaset ve zihniyetler şu üç gerçeği dikkate alacaklardır:

1. Demokrasi,

2. Laiklik,

3. Sosyal devlet anlayışı.



Bu ölçütleri, siyaset diliyle evrensel zeminde ilkeleştirdiğimizde 'sosyal demokrasi' demeyecek de ne diyeceğiz?

Demek oluyor ki, sosyal demokrasi, bizim için, ithal-ideolojik bir kavram değil, temel millî mutabakat metnimiz olan anayasamızın talebidir. Bu talebi siyasal bildirgelere aktarmayı, siyasal bildirgelerde bu talebe tercüman olmayı solculukla ilgilendirmek ya bir saptırmadır yahut da bir basîretsizliktir.

Bu saptırma veya basîretsizliğin yukarıda sıraladığımız tasallut odaklarınca sömürülmesi ise doğaldır.

Sosyal demokrasinin hayata geçmesine engel tasallutlardan ikincisi, dinci tasalluttur.

Ülkemizde sosyal demokrasiyi 'solculuk' veya 'din dışılık' ile eşitleyen oyunun arkasında Batı'nın, özellikle ABD'nin sömürü odakları, yani uluslararası kapitalist sömürünün şirketleri ve elemanları var. Bir zamanlar, Türkiye'yi, Yeşil Kuşak İslamı denen Amerikan marka bir Òİslam' ile kullanan ABD, bugün aynı oyunu Ilımlı İslam ve BOP söylemiyle yürütüyor. Bu son oyunun önemli sloganlarından biri de ÒSosyal demokrasi bir sol söylemdir' iddiası olmaktadır.

Ne garip kaderdir ki, paylaşımın, fedakârlığın, sevginin tarih içindeki en büyük disiplinlerinden biri olan tasavvufun temel bilinç altını oluşturduğu, İbn Arabîleri, Hacı Bektaşları, Mevlanaları, Yunusları yetiştirdiği Anadolu coğrafyasında sosyal demokrasinin güdük kalmasında en büyük aldatma aracı olarak İslam dini kullanılmıştır. Sebep, sömürgeci-emperyalist emellerin hesabıdır.

Bu hesap, ABD istilacı dehasının ürettiği sahte-tüp bebek İslamlarla düz getirilmektedir. Soğuk savaş döneminde bu tüp bebek İslam'ın adı Yeşil Kuşak İslamı idi. Günümüzde ise Ilımlı İslam adıyla ve bu kez BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) olarak devreye sokulmuştur.

Yeşil Kuşak İslamı, bizi, komünist-gayri müslim kitlelere karşı kullanmanın aracıydı; Ilımlı İslam denen melanet ise doğrudan doğruya Müslüman kitlelere karşı kullanılmamızın yolunu açıyor.

Yeşil Kuşak İslamı'nın işe yaraması için 'komünizm' umacısı devreye sokulmuştu. Binlerce yurt sever gencimiz bu umacı ve karşı umacısı faşizm adına yaratılan yapay kavgalarda can verdi. Ülkenin en has, en sevdalı, en gözü pek çocukları, Okyanus ötesi zulüm iblislerinin oyunlarına âlet olarak birbirlerini vatan düşmanı ilan edip öldürdüler.

Şimdilerde ise, komünizm-faşizm umacısı yok. O, Berlin Duvarı'nın altında can verdi. Ilımlı İslam iblisliğiyle varılacak hedeflerin düşürülmesi için faşizm karşı umacısının yerine başka şeylerin konması gerekiyor. Bu 'başka şeylerden biri' de sosyal demokrasidir. Bugün, okyanus ötesi zulmün hizmetinde yol alan dinci aldatılmışlar, Türkiye aleyhine sergiledikleri takkeli-sarıklı (bazı durumlarda kravatlı) hıyaneti ÒSosyal demokrasi solculuktur' sloganıyla pazarlamaktadırlar. Arkalarındaki şeytanî güç, Yeşil Kuşak'ın arkasındaki şeytanî gücün ta kendisidir. Ne yazık ki, o şeytanî güce karşı olduğunda kuşku bulunmayan sol ekipler de farkında olmadan sosyal demokrasiyi solculukla eşitleyerek hem kendilerine hem de ülkeye zarar veriyorlar. Dinci (veya sağcı) inat ve tutku, tasavvufun bereketli toprağı olan Anadolu'da, sosyal demokrasiyi solculuk olarak mahkûm etmeye uğraşırken, kendi çocuklarının kursağına gidecek nimetlere göz diken küresel kapitalizmin bu topraklarda rahatça at koşturmasına hizmet etmekten başka ne işe yaradığını asla düşünmemektedir.

Türkiye'de sosyal demokrasinin hayata geçmesine engel olan tasallutlardan üçüncüsü, 'küreselci tasallut'tur. Batı'nın bu topraklardaki emellerinin sadık takipçisi olan kozmopolit-liberal kesimin izlediği ve biricik kurtuluş reçetesi gibi öne çıkardığı küresellik, Hıristiyan Batı sömürgeciliğinin modern görünümü olarak sahnededir. Bu modern sömürü düzeninin en büyük rahatsızlığı ise sömürü hedefi seçilen ülkelerdeki merkezî otorite (güçlü devlet) ve ulusal bilinçtir.

Buradaki 'ulusal'ın veya ulusalcılığın şovenizmle, kavmiyetçilikle hiçbir ilgisi yoktur. Buradaki ulusalcılık, ülke içindeki nimetlerin ülkenin sahiplerince kullanımını esas alan bir anlayışın adıdır. Kan, ırk, kafatası, inanç gibi öğeler belirleyici değildir. Buradaki ulusalcılığın anlamı, sömürü ve emperyalizme karşı oluştan başkası değildir.

Atatürk ulusalcılığı da işte budur.

Küreselleşme, sosyal devleti hayata geçirmek isteyen sosyal demokrasiye çok yönlü zararlar vermektedir. Küresel sömürü güçlerinin siyasal oyunları da eklenince, ülkelerin sahip bulundukları nimetlerin dışarıdan talan edilmesine izin vermemeyi esas alan sosyal demokrasinin işi iyiden iyiye zorlaşmaktadır.

Kürselleşmenin tahrik ettiği kapitalist tüketim iştahları, sosyal demokrasinin bir başka sıkıntısıdır. Modern dünyada, kamu harcamalarının artması (sosyal devleti finanse etmenin pahalılaşması), özellikle nitelikli sosyal hizmet ihtiyacının büyümesi sosyal demokrasinin yürütülmesini ciddi biçimde zorlaştırmaktadır. Bu zorluğun çözümü, bize göre, 'ahlakî bireyin inşası' (veya bireyin ahlaksal yapılanması) ile kolaylaşır. Bu reçete, modern ekonomik sistemlerin telaffuz etmediği, birçoğunun belki de tanımadığı bir değerler sisteminin insanlığın önüne konmasını gerekli kılabilecektir.

Şunu asla unutamayız: İnsanlığın büyük ıstırapları matematik hesaplamalar ve finansal grafiklerle çözülemez. Şöyle de diyebiliriz: İnsanlığın, matematik hesaplamalarla ve finansal grafiklerle çözülemeyecek ıstırapları da vardır. Ve galiba, en büyük ıstıraplar da bunlardır.

Kapitalist sistemin yıkıcı özelliklerinden biri de, bu ıstırapları sürekli tahrik etmesi ama hiçbir zaman çözümlerini bulamamasıdır. 21 Eylül 2004 günü toplanan ve 'Kürselleşmenin Sosyal Boyutu'nu tartışan BM Genel Kurulu, üzerinde olduğumuz konu açısından ürpertici açıklamaları insanlığın önüne koymuştur. Bu dikkat çekişte Fransa Devlet Başkanı Jacques CHIRAC'ın sözleri iyice anlamlıdır. Diyor ki:

ÒSosyal dengeleri ve çevreyi yok eden, yoksulları ezen, insan haklarını reddeden bir küreselleşmenin geleceği yoktur.'

Dünyanın şurasında-burasındaki başkaldırıların esas sebebini, küresel bencillik olarak gösteren Jacques CHIRAC, huzurlu bir dünya için yeni bir dengenin kurulması gerektiğine dikkat çekti.

Yaşadığımız dünya, şöyle bir dünya:

Mevcut nüfusunun %60'ı, hijyenik temizlik olanağından yoksun. Bu nüfusun temel gıda ve koruyucu sağlık harcamaları için yılda 13 milyar dolara ihtiyaç var. Bu böyle iken, Avrupa ve ABD'de evcil hayvan yemleri için yılda 17 milyar dolar harcanmaktadır. Yine Avrupa ve ABD'de, kadınların parfüme harcadıkları para, yoksul ülke kadınlarının doğum ve sağlık harcamaları için gerekli olan 12 milyar dolara eşdeğerdir. Bu tablonun ortaya koyduğu facianın çözümü matematik ve finansal rakam oyunları değildir. Çözüm, bir paylaşım ahlakının esas alınmasından başka bir yolla olamaz. Zorla hiç olamaz.

Şu örneğe bir bakalım: Mevcut ekonomik kaynaklarıyla fert başına millî gelirin otuz bin dolar civarında olması gereken Irak'ta bugün insanların yaşadığı açlık ve sefalet dramı eşi görülmemiş türdendir. Sebep, finansal veya ekonomik yetersizlik midir? Hayır! Sebep, insandaki bencillik, hırs, azmışlık ve hukuk tanımazlıktır.

BM'in, az önce andığımız açılışında Brezilya ve Fransa liderlerinin sunduğu 'açlık ve yoksullukla mücadele tasarısı'na destek vermeyeceğini açıklayan tek ülke ABD oldu. Bunun anlamı üzerinde elbette çok düşünmek gerekiyor. Irak'ı cehenneme çevirenlerin, orada sebep oldukları hak ihlallerini, acıları açıklamak için insanlığın önüne koyabildikleri ne olmuştur bu güne kadar? Hiçbir şey! Hiçbir gerekçesi olmayan bir kanlı zulüm o coğrafyada kitleleri cehennemî bir kahrın altında inletmektedir. BM Genel Sekreteri Kofi ANNAN, BM Genel Kurulu'nun 59. dönem toplantılarının açılışında yaptığı konuşmada bu durumu, 'uluslararası hukukun utanmazca göz ardı edilmesi' olarak değerlendirdi.

Bunun içindir ki, yine bize göre, özellikle bizim ülkemizde, sosyal demokrasiden vazgeçmek istemeyen yaklaşımların, ahlakî bireyin inşası teklifinin altını çizmeleri yaşamsal önemdedir.

Küresel sömürünün, sosyal demokrat siyasetleri çelmelemede kullandığı temel söylemlerden biri de klasik devlet yapısının hantal olduğu ve çağdaş gelişmeyi tökezlettiğidir. Küresel sömürü kurmayları, rahatça dolaşacakları ülkeler yaratmada özellikle bu söylemi kullanmakta, bunu bir 'demokratikleşme' veya 'demokratikleştirme' (!) hamlesi olarak tanıtmaktadırlar. Gerçekte ise bu bir 'sömürüyü kolaylaştırma operasyonu' dur.

Klasik devlet yapısının hantallığı doğrudur ama bu doğrunun gereğini yerine getirmenin yolu, merkezî otoriteyi tahrip ederek ülkeyi küresel sömürü dinozorlarının serbest dolaşım alanına çevirmek olmamalıdır. Küresel sömürü, güçlü devletin hantal devlet demek olduğu iddiasını sürekli gündemde tutarak, korkulu rüyası olan merkezî otoriteyi tahrip ediyor.

Türkiye'de son zamanlarda devreye alınan Kam Reformu Kanunu Tasarısı, işte böyle bir tahribin 'çağdaş maskeli' sunumlarından biridir.






# # # # # # # #