ELEGANS GÖRÜŞ

AB KOMİSYONU-TÜRKİYE 2004 İLERLEME RAPORU DEĞERLENDİRMESİ




I. Giriş : 'Avrupa Üyelik Türküsü: ''Uzun ince bir yol'' dan  'Je t'aime, moi non-plus ''ye '

AB Komisyonu kazanında ağır ateşte hazırlanılan ve kaynatılan, 'Türkiye İlerleme Raporu' 6 Ekim 2004'de dünya kamuoyuna açıklandı. Yeni aile üyeleriyle genişlemiş Avrupa Birliği'nin kazanı, herkesin göreceği ortada bir yerde bulunmaktadır. Kopenhag siyasi kriterlerinin tamamlanmasının devamını sağlamak amacıyla, AB-TR işbirliğinin artırılması hedefleniyor. Müzakere tarihi alınsa dahi, müzakere kapsamlı ve ucu açık olacak. AB daha evvelki üye adayı ülkelerle yaptığı ve halihazırda Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan ile sürdürdüğünden daha farklı bir mutabakata varılmasını öngörmektedir. Bu müzakere süresi 13-15 yıl sürebilecektir.

II. 2004 Türkiye İlerleme Raporu'nun değerlendirilmesi

AB ile müzakere tarihi alınması ve müzakere süreci Ankara açısıdan maalesef çok önemli. Giderek karmaşıklaşan yeni dünya düzeninde, AB'ye katılım hedefi ülkenin geleceğini zorluyor.  Oysa ki, siyasal istikrar, ekonomik büyüme, kurumsal öngörülebilirlik, toplumsal kalkınma ve demokratik saygınlık gibi değişik boyutlarda ülkenin kendi gayret ve çabalarıyla güçlenmesinin daha önemli olması gerekmez mi? Genişlemeden sorumlu AB Komisyonu üyesi Günter VERHEUGEN'un, 6 Eylül'de Ankara'da belirttiği üzere; 'Türkiye, Kopenhag siyasal kriterlerine uyum yönünde artık belirleyici olacak eşiğe ulaştı'. AB Komisyonu açısından; önceki Türk hükümetleri büyük bir hamleyle demokratik reform sürecini başlattı, daha sonra çekincesiz bir siyasal irade ile desteklenerek, yeni bir döneme geçildi. Nihayet, ERDOĞAN hükümetinin yılmadan başarıyla, çoktan yapılmış olması gereken reformları ve uygulamaya yönelik siyasal özeni uygulamaya geçirdiğini görüyoruz. Bu arada hatırlatmak gerekirse, hiçbir aday ülke müzakerelere başladığında Kopenhag siyasal ve Maastricht ekonomik kriterlerine tamamen uyumlu değildi.

Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen Bağımsız Komisyon'un başkanı ve eski Finlandiya Cumhurbaşkanı AHTISAARI'nin de hatırlattığı gibi, bugün AB ülkelerinin hiçbiri, demokratik toplum olma yönünde mükemmel seviyeye ulaşabilmiş değillerdir. 'Kusursuz dost arayan dostsuz kalır'.

Bu nedenle, 'her ne kadar Türkiye demokratik reform gündeminin büyük bölümünü tamamlamış olsa da, eksik kaldığı alanlarda ilerlemeye büyük önem vermelidir' demeyi sürdürmektedir ve sürdürecektir.

III. 'Reform' veya 'Deform' süreci:

Dejenerans Türbülansı 

AB Komisyonu Türkiye taslak raporunda ; bir önceki raporlarında yer alan siyasal sorunlardan çözülmüş olanları belirttikten sonra, geriye kalan hususları belirtmektedir. AB'nin başkenti Brüksel'de şekillenen raporun Eylül başındaki taslağına göre, aşağıdaki önemli hususlar üzerine değerlendirmelerimiz şöyledir:

1. Yargı Reformu: Türkiye, bugünkü anlamıyla anayasa ve ilgili diğer mevzuatlara dair çalışmalarını henüz tamamlamış değildir. Zaten, gelişen ve hergün değişen hayat şartları, örf ve adetler, alışkanlıklar, teknoloji eksenlerinde; hangi memleket kendini bundan muaf tutabilir ki!.  Hukuk olgusu, bütün bu değişen dünyaya uymak ve kendisine uydurmak amacıyla, dinamik olmak zorundadır. Dolayısıyla, AB konusu Türkiye'nin ilk yargı reform sebebi değildir, Türkiye buna alışıktır. Geçmişinde 16 devleti bulunan bir millet, gayet tabii şekilde bunun hukuk mirasından da nasibini almıştır.

2. Kadın Hakları: Kadın haklarını en üst düzeyde tutmuş bir kültürden gelen bir milletiz. Orhun kitabelerinde, kadının konumu ve yeri açık olarak yazıyor. Evlilik monogam, kadın yönetici, şamanlar kadın, vb...  AB'nin kadın hakları konusunda bize öğretecekleri pek birşey olmamakla birlikte, öğrenmeleri gereken çok şey var. Medeni Kanun'un kapsamına girmeyen, yine de kutsal sayılan nikahlarla kendimizi bir heves, hukuk, örf ve adet ile dejenerans türbülansına sokmuş olmamız. Burada tek düzeltmemiz gereken şey budur. Atatürk'ün aramızdan ayrılışından bu yana, bu kadar gerileyen bir ülkede, elbetteki bu bir reform sayılır. Ama, bunun adını koymak gerekirse, bu bir 'Türk reformu'dur, Avrupa reformu değil. 

3. Zina: Afrika'daki pigme kabileleri dahi, böyle bir konuyu ceza'ya tabii olarak görmüyorlar. Hukuki açıdan zina, bir asli hukuk sorunu olup, din ve ahlak tanımlarıyla ilintisi bulunmamaktadır.

4. Köye Dönüş: 'Birleşmiş Milletler ile işbirliği içinde, bu sorunun belli bir takvim dahilinde çözüm yoluna girdiğinin en kuvvetli siyasal beyanlarla teyit edilmesi'. Türkiye'nin en kolay başarabileceği şeylerden birisi bu konu. Köy-kasaba-ilçe gibi yerel potansiyeli yüksek olan alanları ; ekonomik, sosyal ve ticari açılardan kalkındırma projesi.  Öğretimini tamamlamış bir kişi, İstanbul ve Ankara'da iş arayacağına ve geçimini zorluklarla sağlayacağına, asıl potansiyeli bulunan yerlerimiz dinamize edilmelidir. Denizli, Gaziantep örneklerinde görüleceği üzere... 

5. İşkence: İşkence sistematik bir şekilde yapılmamakla birlikte, her ülkede olduğu gibi münferit can sıkıcı olaylar cerayan etmektedir. Türk Hükümetleri bu konuya çok hassas yaklaşıyorlar. Bu nedenle alınan yasal ve idari tüm tedbirlere rağmen, münferit olayları ülkelerin genel karateri olarak göstermek yanlış olur ve hiç bir ülke de bundan muaf olamaz. Örneğin, Belçika Emniyet birimlerinin Semiramus Adamu isimli bir Afrikalı kadını, Brüksel Uluslararası Havalimanından sınır-dışı etmek için, uçağa bindirirken yastıkla boğularak öldürülmesini bütün Belçikalılar için genelleştirmek yanlış olur. Ayrıca, işkencenin maddi (fizik) ve manevi olanı olduğu gibi, bazı AB ülkerinde benzerlerinin hayasızca uygulandığını üzülerek gözlemliyoruz. 

6. İnanç özgürlüğü: 'Vakıflara yönelik çağdaş, özgüvenli ve paranoyak olmayan bir yasal düzenleme yapılması. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün Türkiye'nin Avrupa politikası çerçevesinde görevlerini yerine getirmesi. Cemaat vakıflarının taşınmazlarına ilişkin dökümün yapılması'. AB başkenti Brüksel'de bile, kilise ve sinagogların vergi mükellefiyeti olmamalarına rağmen, camiler hala vergi ödemek zorundalar. Bu kesinlikle, bir ihmal veya unutkanlık da değildir. Diyanet resmi temsilciliği dahil, bütün cami kuruluşları, bu konuyu defalarca, en küçükten en büyük makamlara kadar iletmiş olmalarına rağmen, 10 yıldır bir çözüm bulunamadığı bilgimiz dahilindedir.

7. Kürt sorunu: 'Anadilde yayın ve yöresel dillerin öğretilmesine yönelik reformların daha kapsamlı uygulanması. Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da ülke bütünlüğü, sosyal huzur ve vatandaşlık bağları açısından daha güçlü bir ülke olmaya yönelik ulusal uzlaşma ve siyasal kararlılığın sürekli bir şekilde dışavurumuna özen gösterilmesi. Bu bölgelerin mevcut güvenlik sorunları karşısında, demokratik çerçeve içinde kalarak da en etkili önlemlerin alınabileceği yeteneğinin ispatlanması'. Hangi AB ülkesinde böyle bir uygulama mevcut (?) merak ediyoruz... AB Komisyonu örnek versin, etüd edelim ve gereğini yapalım. Fransa'da bir Alsace-Loren bölgesi almanca konuşuyor, fakat eğitim fransızca yapılıyor.  İspanya'da  Bask'ların durumu, vs...

8. Sivil demokrasi: 'Bu konuda yasal düzenlemeler tamamlandı. Uygulamada da Türk devlet geleneklerinin demokratik olgunluk içinde köklü bir evrimi başarmakta olduğunun ispatlanması. Hükümet ve bürokrasinin sivil ve askeri kanatları arasında anayasal düzen ile çelişkili karşıtlıklar oluşmasının önlenmesi'. Bu tarihi bir gerçektir. Monarşik bir yapıdan, milletin uluşça vermiş olduğu ve inanılması güç bir Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, direkt olarak demokratik ve laik Cumhuriyete geçtik. Her sosyal olgu gibi bu geçişinde gereksinim duyduğu bir zaman boyutu var. Türkiye, bunu en kısa zamanda en iyi şekilde tamamlamaya çalışmaktadır.

9. Kıbrıs sorunu: Tek taraflı bir AB direktifi çerçevesinde, GKRY,nin Kıbrıs'ın tamamını temsil edebilecek bir nitelikle AB'ne üye yapılma sürecinde, AB uluslararası hukuk kural ve anlaşmalarını ihlal etmesine rağmen, yapılan referandumun üzerinden yaklaşık 5 ay geçmiş ve hala verilen sözlerin tutulmadığını görüyoruz. BM Genel Sekreteri'nin son raporu Güvenlik Konseyi'nce onaylanmadı. Ticari uçaklar, Rum tarafının muhalefetinden dolayı Ercan havalimanına  inip-kalkamıyor.

IV. Müzakere Tarihinde Hassas Dönem: 'Destabilizasyon süreci'

Türkiye'nin AB'ne üyelik sürecince, yolu giderek kısalıyor gibi görünsede, aslında bu yol bıçak sırtı gibi keskinleşiyor. AB önümüzdeki süreçte, Ankara Hükümeti'nin şu andaki tutarlılığını, özellikle müzakere tarihinden sonra yeni bir çalkantıya sürükleyecek!.  AB bu aşamadan sonra ise, 'siyasi izleme' gerekçesiyle, yukarıdaki deform konularını ısrarla müzakere masasında tutacak ve Ankara üzerinde çok daha rahat baskı kuracaktır.

Türkiye her ne kadar AB aday üye olmuş olsa da, kendi standardları birçok Avrupa ülkesinden üstün bile olsa, şu anda Türkiye'nin mutlaka AB içerisinde yeralması gerekir kanısında değiliz. Bununla birlikte,  AB'nin asıl korkusu paldır küldür gelen Çin ve gittikçe artarak birbirini destekleyen Rusya - Türkiye ilişkileri. Ayrıca, Kafkas ve Orta Doğu düğümlerini çözmek için önemli bir misyon ve Türkiye'nin hakemliği önemli. Özellikle Hazar-Kafkasya, Doğu Akdeniz, ve Orta-doğu bölgesindeki ekonomik çıkar (enerji kaynakları ve dinamik ve geniş pazar vd..) dengelerinden dolayı endişe duymaktadır, bunda da kendisi açısından haklıdır. Renault, Ford vb firmalara Türkiye'de neden yatırım yaptıklarını bir sormak lazım. Ekonomik çıkar birliği olmazsa, siyasi birlik oluşturulamaz. AB siyasi birlik olmadan önce, Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak başlamıştı. BOP projesi bünyesinde ise ABD ve AB, Türkiye'yi de dahil etmeden bölgedeki stratejik konumunu kullanıp, Türkiye'nin elini zayıflatmak suretiyle, bölgedeki pazar ve enerji kaynaklarını elde etme mücadelesini sürdürmektedir. Bu noktada, AB ile ABD menfaatleri de çatışabiliyor!.

V. Müzakere Tarihi ve Eğilimler

AB, en iyimser bir şekilde çok kapsamlı, geniş programlı ve uzun yıllar sürecek bir müzakere süreci Aralık 2004'te açılabilir.  Ama, bu müzakerelerin açılışı çok uzun tartışmalara ve acılı yıllara da yol açabilir.  Müzakare süresi İngiltere, Danimarka ve İrlanda'da olduğu gibi yaklaşık 12 yıl, Avusturya, İsveç ve Finlandiya'da 2 yıl, İspanya ve Portekiz 7 yıl, GKRK, Macaristan, Polonya Estonya , Çek Cumhuriyeti 6 yıl içeri- sinde tamamlanıldı.

AB görünümü itibariyle, 'çok yüklü ve hızla giden, ama önünü göremeyen fakat dikiz aynasından arkaya bakarak (tarihine) ilerlemeye çalışan bir Avrupa'dır. Türkiye, AB sürecinde Avrupa'daki yerleşmiş etkin çevreler edinmiş, saygınlığını oluşturmuş aydın insan kaynaklarını kullanmayı beceremezse, meydanı bu işi beceremeyenlere bırakmak zorundadır. Görünen odur ki, aklımızı başımıza almazsak, herkesin elini öpmeğe hazırlanmamız da gerekebilir.

VI. 'Avrupa  Ailesi ve Yeni Bebekler'

Avrupa'nın oyalama ve köşeye sıkıştırma taktiği o kadar belirgin ki, 'olgunlaşamayan armutlar' gibi.  Allah'tan yavaş yavaş artan bir sağduyu ile bunun farkına varan milletimizin, Atatürk'ün; 'Batı'ya rağmen Çağdaşlaşma' özdeyişinin içeriğini hissetmeye başladığını gözlemliyoruz. Tarlasındaki armut ağacının altında çapasını yapan köylümüz bile, Aralık 2004'de müzakere tarihi verilse de, AB'nin kendisini üye yapmayacağının farkındadır. Eğer Avrupa Ailesi'nin üyesi olursak, ki bunu zaman gösterecektir.  Bu durumda, 70 milyon kişi yaklaşık 500 milyon kişiyle; her türlü değer, örf ve adetlerin paylaşıldığı ve yarıştığı bir ortamda, ama giderek AB kalıplarına daha fazla uymayı beraberinde getirecek bir sürece girilecektir.

VII. Sonuç: Maastricht Kriterleri: 'Ekonomik Rekabet Kuralları'

Türkiye'nin içerisinde bulunduğumuz konjonktürde aşmak zorunda olduğu stratejik eşit AB'ne tam üyelik için hedef değerler niteliğinde olan esas husus ise; Maastricht ekonomik kriterleri'dir.

AB üyesi ülkelerin ekonomilerinin üyelik öncesi sağlıklı bir yapıya kavuşarak, birlik içinde diğer üye ekonomilerinin olumsuz etkilenmemesi için öngörülen Maastricht kriterleri, üyelerde faiz-enflasyon oranları, bütçe açıkları ve kamu borçlarının milli hasılaya oranı gibi makro ekonomik kriterlere dayanmaktadır. 

Bu da ülke bazında, yıllık en fazla % 3 enflasyon ve % 5-6 gibi düşük faiz oranlarına tekabül etmektedir. Dolayısıyla bu noktadan sonra, artık Türkiye olarak "AB bizi tam üyeliğe alacak" veya "AB bizi tam üyeliğe almayacak" tarzında kuşku ve tereddütle depresyona düşmek son derece yersiz ve anlamsızdır.

Çünkü asıl sorun; Türkiye'nin bir gün AB'ne tam üye olup olmayacağı, sorunundan ziyade; zaman yitirmeksizin çağın en ileri medeni değerlerini özümseyerek ne olacağı sorunudur. Bu anlamda Avrupalılık, ülkenin AB'ne üye olmasının ötesinde, kişinin bir yaşam ve hatta bir düşünce tarzı olmalıdır. Onun içindir ki Atatürk hedef olarak; Avrupalılığı ve hatta Batılılığı değil, "çağdaş yaşam düzeyinin üstünü" göstermiştir. Türkiye; terörlü yılların travmasını maziye gömmüş ve 12 Eylül hukukundan kendini kurtarmış olup, artık kendine ve halkına güvenerek, büyük düşünerek, zamanın kıymetini bilerek hareket etmek suretiyle; geleceğini güvence altına almak zorundadır.






# # # # # # # #