ÖMER İSVAN
Genç Yönetici ve İşadamları Derneği Başkanı

İŞSİZLİK VE GİRİŞİMCİLİK


Türkiye'nin tek parti hükümetiyle yakaladığı ekonomik istikrarı takdir ediyor ve sürdürülen ekonomik programı da içtenlikle destekliyoruz. Şu ana kadar elde edilen sonuçlar da hükümetin izlediği ekonomik programın başarısını ortaya koyuyor. Yıllık bazda enflasyon oranlarının tek haneli rakamlara inmesi ve Türk Ekonomisine yönelik, yurtdışındaki derecelendirme kurumlarından gelen olumlu değerlendirmeler buna örnek olarak gösterilebilir.

Ancak GYİAD olarak en büyük kaygımız elde edilen bu olumlu sonuçların, yaklaşmakta olan tehlikeleri görmekten bizleri alıkoymasıdır. Bizce bu tehlikeler içinde en büyüğü işsizliktir. İşssizlik sorununa karşı gerektiği biçimde hareket edilemezse bırakın ekonomik istikrarın bozulmasını ülkenin iç huzurunu bile zedeleyecek gelişmeler baş gösterebilir.

Sorunun ne derece ciddi olduğunu bizzat Devlet İstatistik Enstitüsü'nün açıkladığı rakamlardan çıkartabiliriz. DİE'nin araştırmasına göre 2003'ün tamamında işsizlik oranı yüzde 10.5 olarak gerçekleşti. Bu rakam bir önceki senenin tamamında yüzde 10.3'dü. 2003 yılında eklenen 0.2 puan 30 bin kişiye denk gelmektedir. Tarımda çalışanlar hariç tutulduğunda işsizlik oranı yüzde 15'e yükselmektedir.

Toplam istihdam yani çalışanların sayısı 2002 yılına göre 200 bin kişi azaldı. İstihdam edilenlerin sayısı 21.3 milyondan 21.1. milyona indi. Coğrafi bölgelerde işsizliğin en yoğun olarak yaşandığı bölgelerin başında ise yüzde 21.6 ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi geliyor. Bu bölgedeki işsizlik oranı Türkiye ortalamasını 11 puan geçiyor. Bu bölgeyi yüzde 11.8 ile Marmara Bölgesi takip ediyor. Bütün bu rakamlar göz önüne alındığında acilen alınması gereken önlemler olduğu rahatlıkla görülebilmektedir.

Türkiye'nin bugün karşı karşıya olduğu işsizliğin geçtiğimiz dönemlerde yaşadıklarından ö-nemli bir farkı var.

Bu fark işsizlerin niteliği ile ilgili. Eski dönemlerde işsiz denildiği zaman yeterli eğitime sahip olmayan, zaten yapabileceği iş, esas olarak kol gücüne dayalı işler olan insanlar anlaşılırdı. Oysa bugün karşımıza çıkan işsiz profili bundan bir hayli farklı. Bugünün işsizleri yüksek öğrenim görmüş, kişisel olarak kendini geliştirmiş, donanımlı işsizler.

Devletin resmi rakamları da bunu onaylıyor. DİE'nin açıklamasına göre 2003 yılının tümünde eğitimli genç işsiz oranı yüzde 27.8 olarak gerçekleşti Eğitimli genç işsiz oranının en yüksek olduğu bölge Güneydoğu Anadolu. Burada eğitimli genç nüfusun yaklaşık yarısı işsiz işgücüne katılma oranı Türkiye genelinde yüzde 48.3, istihdam oranı ise sadece yüzde 43.2 olarak gerçekleşti. Yani eğitimli her dört insanımızdan birisi resmi kayıtlara göre işsiz.

Bu durumun bizi götüreceği nokta ne yazık ki olumlu bir nokta olmayacak. Türkiye zaten uzunca bir süredir, eğitimli insanlarına yeterli iş imkanı sunamadığından dolayı beyin göçünü en güçlü haliyle yaşıyor. Ancak Türkiye'nin entellektüel zenginliğini kaybetmesi, işsizliğin ve yatırım azlığının belki de en hafif sonucu olacak.

Bugün Türkiye'de gündemi oluşturan konulara baktığımız zaman ne yazık ki işsizlik sorununa gerektiği önemin verilmediğine tanık oluyoruz. Bizce Türkiye'nin de bu sorununu görmezden gelme lüksü olamaz. Olayı sadece işsizliği yaşayan kişilerin sorunu olarak görürsek büyük bir hataya düşmüş oluruz. Bu bakış açısı, bir orman yangınını sadece yanan ağaçların sorunuymuş gibi görmeye benziyor. Oysa yangın söndürülmezse ormanın tamamı yanacak. İşte bu nedenle sorun, doğusundan batısına bütün ülkenin sorunudur.

Geçtiğimiz aylarda Dünya Bankası, Hazine Müsteşarlığının koordinatörlüğünde 'İş Piyasası Çalışması Ön Raporu', adı verilen bir araştırma yayınladı.

Bu araştırma ile ortaya konan gerçek, eğitimli işsizlerin sayısının ürkütücü derecede artmakta olduğu ve yeni çalışma alanları yaratmanın Türkiye'nin en önemli ekonomik önceliği olduğudur. Bu araştırmada, Türkiye'de istihdam çağındaki nüfusun sadece yüzde 46'sının çalıştığı vurgulanıyor ve bu rakamın AB'de ortalama yüzde 63 olduğu belirtiliyor. İspanya gibi AB içerisinde çok yüksek işsize sahip bir ülkede bile bu oran yüzde 55 dolayındadır. O zaman burada artık şunu görüyoruz. İşsizlik sorunu artık Türkiye'nin hem bugünü hem de yarınını tehdit eder bir hale gelmiştir.

Eğer sorunumuz işşizlik ise işsizliği çözümleyecek çare, yeni girişimlerin ve yatırımların önünün açılması ve desteklenmesidir. İstihdam sahaları açacak yeni yatırımlar yapmadan işsizlikle mücadele edemeyiz. Dolayısıyla girişimcilik ne ölçüde özendiriliyor ve girişimci olmak kolay mı ? Bunu incelemek gerekir.

Türkiye'deki yasal düzenlemeler ve genel olarak iş yaşamının işleyişi girişimde bulunmak isteyen insanlara çeşitli engeller çıkarmaktadır. Örneğin bankacılık sektörünün reel sektöre verdiği kredi desteğini ele alalım. Türkiye'de banka kredileri temelde iki kesime gidiyor. Birincisi zaten parası olan aslında kredi desteğine o kadar da ihtiyacı olmayan büyük şirketlere. İkincisi ise tüketici kredileri adı altında girişimci olmayan tüketicilere. Kredilerin verildiği bu yerlere baktığımız zaman şunu görüyoruz.

Türkiye'de bankacılık sektörü kredi verirken risk almak istemiyor. Bu nedenle, bankalar, ya zaten parası olan güçlü şirketlere kredi veriyor ya da aldığı kredi karşılığında araç ya da emlak gibi icra işlemi uygulanabilecek mallar satın alan tüketicilere kredi veriyor.

Ancak yeni kurulan bir işletme için herhangi bir kredi başvurusu yaptığınızda banka kendini korumak adına sağlam güvenceler talep ediyor. Yeni kurulan bir şirketin bu çeşit sağlam güvenceler verebilmesi de imkansız olduğundan krediye en çok ihtiyaç duyan kesim olmasına rağmen kredilerden en az faydalanan kesim, yeni kurulan işletmeler oluyor. Yeni kurulan işletmelerin kredi talep ettiği konularda, çok iyi proje analizi yapılmalı ve projenin yeterliliğine göre, kredi veren kuruluşlar risk alabilmelidir.

İşin yasal düzenlemeler kısmına baktığımızda, Türkiye'deki yasal düzenlemelerin fazlasıyla karmaşık ve bürokratik olduğunu görüyoruz. İnsanların bütün bu düzenlemeleri, ödenmesi gereken vergileri, bunların ne zaman nereye ödenmesi gerektiği gibi bütün detayları bilmesi mümkün değil.

Peki insanlar bunları nasıl öğrenecek? İki şekilde olabilir; ya birileri onlara bunu öğretecek ki mantıklı olan, olması gereken yol da budur, ya da insanlar yaşayarak deneme yanılma yönetmiyle bunu kendileri öğrenecekler.

Maalesef Türkiye'de yasal mevzuat insanlara acı ve tatlıyı yaşatarak öğretiyor. Bu deneme yanılma sürecinden dolayı da gerek maddi gerekse manevi pek çok kayba uğruyorlar. Yeni kurulan bir işletme için bu tarz kayıplar ve hatalar ölümcül boyutta olabilir.

İşsizliği azaltmanın yolu devletin daha çok kişiyi işe alması değildir. Böylesi bir karar makro ekonomik göstergeleri zedeleyeceğinden ve bütçenin üzerine yeni yükler koyacağından aslında uzun vadede faydalı değil zararlı bir adım olacaktır.

Bu sebeplerden dolayı kamunun artık, istihdam alanı olarak görülmemesi gerekir. Bizce istihdam yaratması gereken kesim özel sektördür.

Burada kastettiğimiz özel sektör ise istihdam kapasitesini doldurmuş mevcut özel sektör değil, yeni girişim yatırımlarla açılacak özel işletmelerdir.

Türkiye'nin işsizlik sorununa esas neşter vuracak olanlar şu anda piyasada yer almayan yeni girişimciler olacaktır. Yeni iş alanlarını açılması ile beraber piyasanın hacmi genişleyecek ve yeni kişilere iş olanakları yaratılacaktır. Dolayısıyla amacımız pastayı büyütmek veya yeni pastalar yaratmak olmalıdır.






# # # # # # # #