AB GÜNDEMİ
Dr. BAHADIR KALEAĞASI

TÜSİAD (Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği) Daimi Temsilcisi, Brüksel

TÜRKİYE VE AB KURUMLARI:
TÜRKİYE TRUVA ATI MI?



'Truva' ve 'Türkiye' sözcükleri Fransa başta olmak üzere bir çok AB ülkesinde birlikte anılıyor. Tabii yalnızca bazı çevrelerde ve zaman zaman. Bu mitolojik atıf, Hollywood'un en gösterişli 2004 ürünlerinden olan İlyada esintili Truva filmi nedeniyle değil.

Benzetme yapılan, Türkçe'de olduğu gibi Batı Avrupa dillerinde de deyimleşmiş olan 'Truva atı'. Ortada bir 'Türkiye bir Truva atıdır' savı var. Daha açık olarak, 'Türkiye gizli bir silah' deniyor. 'Göründüğü gibi değil'. 'Tek parça olarak gelecek içinden çıkanlar istila edecek'. 'Ardından da daha fazlası gelecek'.

Bu gizli silahın hedefi olan Truva kenti ise, bugünkü benzetmede Avrupa Birliği. Dış dünyaya karşı korunan, surlarla çevrili bir kale. Türkiye karşısında gafil avlanmaması gerekiyor. Tüm düzeni ve geleceği tehlike altında. 'Türkiye içeri girmemeli'.

Yalnızca bazı çevrelerin benimsediği bu benzetme bazen daha da ileri gidiyor. 'Türkiye'yi AB'ye doğru itenlere de dikkat!'. 'Bu bir anglo-sakson komplosu'. 'Ankara Washington'un maşası'. 'İngiltere, Türkiye sayesinde Avrupa'da siyasal birlik projesini sulandırmak istiyor'.

Kim kimin Truva atı?

AB içinde her ülkede, herkesin böyle abartılmış dramatik bir yaklaşımı olmasa da, sonuçta herkes Türkiye'nin üyeliğinin birlik içinde dengeleri kuvvetle etkileyeceğinin bilincinde. Bu etkinin dalgalar halinde Avrupa bütünleşme sürecinin her boyutuna yayılacağına şüphe yok. Makro-ekonomik ortalamalar, bütçenin yapısı, ortak politikaların kapsamı, dış politika yönelimleri ve kurumsal dengeler değişecek.

Truva atı benzetmesinin hareket noktası Türkiye'nin daha Atlantist bir ülke olduğu varsayımına dayanıyor. Ankara'nın, Washington ve Londra destekli şebekeye dahil olarak, merkez Avrupa'nın Paris-Berlin eksenini zayıflatacağı korkusu körükleniyor. Her yüzeysel analizin saplandığı sığlığın doğal sonucu olarak, bir çok etkeni göz ardı eden bir yaklaşım bu.

Her şeyden önce, Türkiye'nin müzakere sürecinde AB içi dengelerin nasıl gelişeceği bilinmiyor. Üstelik, Türkiye'nin Fransa ve Almanya ile sıkı ekonomik ilişkilerinin hangi siyasal izdüşümlere neden olacağı evrim içindeki bir konu. Ayrıca son Irak krizi de gösterdi ki, AB kendi içinde bölünürken, Türkiye sonuçta Atlantis taraftan ziyade merkez grubun yörüngesinde bir siyasal tutum içinde kaldı. Kaldı ki, 'ABD'nin Truva atı' rolünü bizzat İtalya, İspanya ve Portekiz gibi artık eski sayılacak üyelerle, Polonya gibi taze üyeler oynadı.

Her şey bir yana, otuz yıllık üye ülke İngiltere'ye şüpheli yaklaşmak ve bir çok Avrupa ülkesinin ABD ile ilişkilere önem veren dış politika yaklaşımını yadsımak, yirmibeş üyeli bir siyasal birlikteliğin varoluş doğasına aykırı. AB içi gerçekler dünya sahnesinde rol almaya hazır bir aktör için provaların henüz yeterli bir noktaya gelmediğine işaret ediyor. Hal böyleyken, Türkiye'yi oyun bozan olarak tanımlamak abes.

Yeni ülke, yeni dengeler

Gerek dış politika, gerekse diğer AB politikalarında Türkiye'nin üyeliğinin etkisi tartışmasının çekirdeğinde kurumsal boyut var. AB üyesi bir Türkiye'nin kurumlar ve karar alma sistemindeki ağırlığı belirleyici bir etken. Türkiye'nin AB içi dengeleri kendileri aleyhine bozacağından korkan Paris gibi başkentlerin kaygılarının kaynağında Türkiye'nin büyük ülke konumu var.

AB içindeki geçerli kurumsal mantık bu konuda kuşkuya yer bırakmıyor. Ülkelerin nüfusu, AB içindeki kurumsal ağırlığını belirliyor. Siyasal ve ekonomik ağırlık ne kadar önemli olursa olsun, bir noktada kurumsal güç baskın çıkıyor. Örneğin Yunanistan en fakir ve küçük bir ülke iken bile, veto yetkisinin geçerli olduğu alanlarda AB içinde siyasal ve ekonomik baskılara direnebildi. Türkiye dahil bir çok dosyada etkili olabildi.

AB içinde Türkiye'nin olası üyeliğinin kurumsal etkileri artık gözde bir analiz konusu. AB Komisyonu'nun 2004 Türkiye raporu paralelinde ayrı bir rapor da bu konu ele alınıyor. Komisyon dışında da, bir çok bağımsız çalışma sürmekte. Bunlar içinde London School of Economics araştırmacısı Kirsty Huges'ün raporu özellikle dikkat çekti (www.friendsofeurope.org"). Türkiye'nin de dahil olduğu bir AB içinde sandalye ve oy dağılımı öngörüleri içeren raporun temel bulgusu gerçekçi: Türkiye'nin bir AB üyesi olması karar alma sistemini önemli ölçüde etkileyecek; fakat siyasal dengelerin sarsılması, Türkiye'nin belirleyici bir role ulaşması ve küçük veya büyük ülkeler aleyhine radikal değişiklikler beklenmemeli.

Bu konuda öngörülerde bulunmakta çok kolay değil aslında. Bir çok değişken etken var: Türkiye girdiği zaman kaç üyeli bir AB olacak? Türkiye Almanya'yı geçeceği 85 milyonluk nüfus seviyesine ne zaman ulaşacak? Tam üye olacak olan Türkiye hangi siyasal ve ekonomik ağırlık sahibi bir ülke olarak, hangi diğer AB başkentleri ile eşsesli bir dış politika yaklaşımı geliştirecek? AB içi kuralların evrimi hangi aşamada olacak? Mevcut Nice Antlaşması mı, onay süreci başlayan Anayasa mı, yoksa başka bir hukuksal zemin mi?

Türkiye gelince ne olacak?

Anayasa antlaşmasının onaylanması ve AB üyelerinin sayısının Türkiye dahil yirmidokuz ile sınırlı kalması durumunda bazı değerlendirmelerde bulunmak olası. Bu durumda en yalın düzenleme AB Komisyonu için geçerli. Her ülkeye bir Komiser öngören kural 2014'ten sonra toplam üye ülke sayısının üçte ikisi ile sınırlanıyor ve dönüşümlü bir sistem geliyor.

Avrupa Parlamentosu ise, Türkiye'nin en belirgin etkisinin kendini göstereceği kurum. Maksimum üye sayısı 750 ile sınırlanıyor. Bu bile eski Sovyetler Birliği meclislerini hatırlatan bir kalabalık. Bu çerçevede üye ülke başına en fazla 96, en az 6 sandalye kuralı geçerli olacak. Ülkelerin nüfusuna oranlandığında küçük ülke seçmenlerini daha ağırlıklı kılan bir hesap ortaya çıkıyor. Bu durumda Malta ve Lüksemburg en az ve Türkiye ve Almanya en fazla koltuğa sahip ülkeler olunca, Fransa, İngiltere ve İtalya gibi diğer büyüklerin sandalye sayısı ve toplama göre oranı biraz düşüyor. Diğer taraftan Türkiye dahil büyük ülkeler grubu parlamentoda çoğunluğu ele geçiriyor.

Fakat, zaten parlamenterlerin ulusal değil, siyasal parti çizgisinde hareket ettikleri bir siyasal forumda, üye ülkeler arası bir kutuplaşma pek olası görülmemekte. Yine de Türkiye'nin katılımıyla Avrupa Parlamentosu'nun parlamenter coğrafyasının değişeceği kuşkusuz. Aynı zamanda da doğal bir gelişme bu. AB'nin sınırları, yurttaş sayısı ve yetkilerinin kapsama alanı genişleyecekse, tabii ki eklenen toprak ve insanların demokratik temsili de kurumsal yapıya yansıyacak.

Bugün AB içinde bazı çevreleri düşündüren asıl kurumsal etki alanı ise Bakanlar Konseyi. Burası üye ülkeler arası satrancın oynandığı yer. Yıllardır her kurumsal reform sonucunda, üye ülkelere veto hakkı anlamına gelen 'oybirliği' kuralının geçerli olduğu alanlar azalmakta (savunma, vergi, genişleme).

Artık esas kural 'nitelikli oyçokluğu'. Anayasa yürürlüğe girerse, karar alma çoğunluğunu yeni hesaplama yöntemi şöyle: en az onbeş üye ülke ve toplam üye sayısının en az yüzde ellibeşi, toplam AB nüfusunun yüzde altmışı. Bir de 'engelleme azınlığı' kavramı var. Mevcut sistemde en az dört ülkenin bir araya gelmesiyle olası.

Bakanlar Konseyi'nde zaten karışık olan iç dengeler Türkiye ile birlikte iyice yumaklaşacak. Türkiye'nin Almanya kadar oy gücüne sahip olması rahatsızlık yaratabilecek. Hem en fakir, hem de en fazla oy sahibi olması alışılmadık bir durum yaratacak. Bu konuda müzakereler sırasında pek çok sorun yaşanabilir. Fransa gibi bazı ülkelerde Türkiye'nin bu açıdan 'esnek' ve 'anlayışlı' bir tutum sergileyeceğini şimdiden açıklamasının olumlu etki yaratacağı ima ediliyor. Hukuksal olarak hiçbir bağlayıcılığı olmayan böyle bir söylemin, siyasal taktik olarak kullanılması, çok dikkatli olmak kaydıyla Avrupa içi siyaset oyununun doğasıyla çelişmez.

Geleceği tartışmak

Tüm bu siyasetin matematiksel hesaplarla belirlenen boyutu bir yana, asıl önemli olan temel bir belirsizliğin dikkate alınması gerekiyor. On yıl içinde Türkiye'nin üye olabileceği AB'nin hangi nitelikte bir siyasal birlik olacağı. 'Truva atı' benzetmesi açısında da çok önemli bir etken bu. Türkiye kaçınılmaz olarak kendini AB kurumlarının reformu ve Avrupa'nın geleceği tartışmasının içinde bulacak. Yalnızca içinde değil aynı zamanda da odağında.

AB tarafında ise birçok kişinin anlaması gerekecek ki, Truva bağlamında Türkiye tartışmasını yanlış atıflarla yapmaktalar. Asıl ilginç olabilecek sorular başka. Örneğin, Rönesans Avrupa'sının revaçta sorusu: 'Truvalılar Türk müydü?' Veya: 'Fatih Sultan Mehmet Truva'nın intikamını mı aldı?' 'Kurtuluş Savaşı ile Atatürk, Truva ile simgelenen Ege mücadelesinin uzantısında bir zafer mi kazandı?'. 'Truva'dan beri geçen yüzyılların tarihsel perspektifinde, Türkiye'nin AB üyeliği aynı zamanda gerçek kalıcı barışın da göstergesi olmayacak mı?'






# # # # # # # #