EKONOMİ POLİTİK
Prof. Dr. KEREM ALKİN

İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi

SONBAHARIN GÜNDEMİ AB VE IMF


Ekonomi çevrelerinin ilgi alanı açısından hayli Ôekonomi-politik' bir sonbahara giriyoruz. Ekonomi dünyasının aktörleri açısından iki önemli gündem maddesi olan AB Komisyon Raporu ve IMF ile yeni bir 3 yıllık dönem için gerçekleştirilecek olan görüşmeler hayli önem arz ediyor. AB tarafından gelen mesajlar, 6 Ekim'de açıklanması beklenen Türkiye'ye yönelik komisyon raporunun müzakerelerin başlaması yönünde tavsiye kararı içereceğini gösteriyor. Bu noktada, 10 ÔAkil' adamdan oluşan ve Finlandiya eski Cumhurbaşkanı Marti ATISAARI'nin başkanlık ettiği Bağımsız Türkiye Komisyonu'nun, raporunda Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye üyelik konusunda verdiği sözü mutlaka yerine getirmesi gerektiğinden söz etmesi, piyasalarda heyecan yaratmış gözüküyor. Rapor, Türkiye'ye müzakere tarihi verilmemesi halinde, AB'nin bir kredibilite sorunu yaşayacağını da vurgulamakta.

Nitekim, AB basınında, AB Komisyon Raporu'nun 6 Ekim'de, müzakerelere başlanması yönünde bir tavsiye kararını içerecek şekilde yayınlanması halinde, başkentlerde kapalı kapılar ardında hayli hararetli takvim hesaplamaları yapılacağından söz ediliyor. VERHEUGEN'ın temasları sürerken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden bir heyette, cezaevlerinde açlık grevinde olan mahkumların iddiaları incelemek üzere Türkiye'de bulunuyor. Reformları yerinde görmek için Diyarbakır'a geçen VERHEUGEN ise, 5 yıl önce kente gelmeyi düşünmeyebileceğini; ancak, bugün yapılanlardan etkilendiğini ifade etti. VERHEUGEN'in, sürpriz bir gelişme ile, Leyla ZANA ile görüşmesi de ilgi çekti. Görünen o ki, 6 Ekim tarihi yaklaştıkça, AB süreci konusunda büyük bir çabayı ortaya koymuş olan Türkiye'deki yetkili kişiler ve sivil toplum örgütlerinde, müzakerelerin başlaması yönündeki umutlar artıyor. Bununla birlikte, Türk Ceza Kanunu'nda yapılacak değişiklikler ve özellikle büyük tartışma yaratan Ôzina' konusunun AB başkentlerinde rahatsızlık yarattığı ve diplomatik haberleşmeye neden olduğu görülüyor.



Görünen o ki, Ekim ayındaki AB Komisyon Raporu'nu sadece Türkiye değil, IMF de bekliyor. Çünkü, eğer rapordan müzakerelerin bir an önce başlaması noktasında bir tavsiye kararı çıkar ise, bu durumda müzakerelerin başlaması, AB fonlarından Türkiye'ye kaynak aktarılmasını da beraberinde getirecek. Bu da, IMF ile gerçekleştirilecek yeni 3 yıllık program çerçevesinde, oluşturulacak finansal paketin büyüklüğünü etkileyecek. Yani, IMF de AB Komisyon Raporu'ndan olumlu bir karar çıkmasının yeni 3 yıllık programın çatısının kurulmasını kolaylaştıracağını öngörüyor. Bu nedenle, IMF ile yeni 3 yıllık program için yapılacak müzakereler, AB Komisyon Raporu ve 17 Aralık'taki AB Zirvesi'nde Türkiye için alınacak karara kadar en az 2 ay sürecek gibi gözüküyor. Bu nedenle, AB ve IMF konuları 2 ay eş zamanlı ekonominin gündeminde olacak.

Sonuca yaklaşırken, gerilimler artabilir

AB ülkeleri içerisinde, Türkiye'nin olası üyeliğine en az tepki İngiltere'de gözüküyor. Bunun dışında kalan ülkeler, hele yeni 10 üye ülkenin 17 Aralık'ta, AB Komisyonu'nun destekleyici raporuna rağmen, müzakereler konusunda nasıl bir karar alacağını kestirebilmek zor. Bu noktada, olası risk taşıyan ülkeler arasında Polonya'yı dahi görebilme ihtimalimiz söz konusu. Bu nedenle, her ülkenin nabzını iyi tutmanın yanı sıra, Başbakan ERDOĞAN'ın ve Dışişleri Bakanı GÜL'ün 1 Mayıs'ta üyeliğe kabul edilmiş yeni 10 üye nezdinde de temasları yararlı olabilir. Bizde ise, 6 Ekim ve 17 Aralık yaklaştıkça, Türk toplumu nezdinde de, AB'nin bir Ôdürüstlük ve güvenirlilik' testinden geçeceği anlaşılıyor. AB, güvenirlilik konusunda tökezledikçe, AB üyeliğine yönelik bakış açısının da dalgalandığı gözlemleniyor. VERHEUGEN, umarız bu değerlendirmeyi de Brüksel'e beraberinde götürür.

Dış ticaret açığı 31 milyar doları aştı

27 Ağustos cuma akşamı açıklanan DİE Temmuz ayı dış ticaret verileri, ihracatta bugüne kadar ki en yüksek değer olan 5.4 milyar doların yakalandığını, ithalatta ise 8.6 milyar dolarla en yüksek değere ulaşıldığını gösteriyor. Aylık dış ticaret açığı ise 29 milyon dolar azalarak, Haziran ayındaki seviyesi olan 3 milyar 199 milyon dolardan, 3 milyar 170 milyon dolara gerilemiş durumda. Bununla birlikte, dış ticaret açığı 12 aylık bazda 31.3 milyar dolar ile yeni bir rekora ulaştı.

Bakan BABACAN'ın açıklamaları da ekonomi yönetiminin 30 milyar dolarlık bir dış ticaret açığı beklediğini gösteriyor. Dış ticaret açığındaki büyüme, beraberinde cari işlemler açığına yönelik tartışmaları da birlikte getiriyor. Nitekim, son 10 gündür Standart&Poors'un not artırımı ve raporuyla başlayan, Moody's ile devam eden, Fitch ve Japon Derecelendirme Şirketi JCR'ın yorumu ile süren bir cari işlemler açığı tartışması yaşıyoruz. Tanınmış köşe yazarları ise, bu tartışmaya Ôcari açık' konusunun Türkiye için büyük risk oluşturmasından, gereğinden fazla büyütüldüğüne kadar veya çözümün ancak döviz kurlarının artmasıyla mümkün olduğundan, sonbaharda dolar kurunun yeniden 1 milyon 450 bin lira seviyelerine kadar gevşeyeceğine kadar birbirine zıt görüşler ile katkıda bulundular. Bankaların üst düzey yöneticileri arasındaki geniş bir grup ise, döviz kurlarındaki bir miktar düzeltmenin yararlı olacağını vurguluyor. Yani, döviz kurlarının yeniden 1 milyon 450 bin lira seviyelerine gevşeyeceği yönündeki değerlendirmeler şimdilik azınlıkta kalıyor.

Uluslararası yatırım kuruluşu JP Morgan'ın piyasalara yansıyan raporu ve Bakan BABACAN'ın açıklamaları ise, önümüzdeki aylarda iç talepteki yavaşlamaya bağlı olarak, dış ticaret açığı ve dolayısı ile cari işlemler açığındaki büyümenin yavaşlamasının beklendiğini gösteriyor. Lahey, Frankfurt ve Londra'daki toplantılarda bir araya geleceği yatırımcıları Türkiye'ye yatırıma davet etmek üzere Eylül ayı başında bir Avrupa turu gerçekleştirmiş olan Bakan BABACAN da, cari işlemler açığının gündemde bu ölçüde tutulacak kadar hassas bir konu olmadığını hatırlattı.

Tasarruf sahipleri dövize olan ilgisinden vazgeçemiyor

Bu arada, dış ticaret ve cari işlemler açığına yönelik tartışmaların hararetlendiği bir dönemde, dolar kuru önemli bir artış göstererek, 1 milyon 520 bin lira seviyesini de gördü ve ardından 1 milyon 500-510 bin lira aralığına oturdu. Bu noktada, dolar kurundaki artışta sadece yabancıların etkisinden söz etmek yanlış olur.

Geçen yıl sonu 33.1 milyar dolarlık dolar cinsinden tasarrufu olan vatandaş, 21 Mayıs'a kadar 3.6 milyar dolar bozdurmuş gözükse de, 6 Ağustos'a kadar 1,5 milyar dolara yakın yeniden DTH açtırmış gözüküyor. AB üyeliği beklentisine bağlı olarak, euro cinsinden DTH toplamının 16.2 milyar euroya ulaştığı gözleniyor. Yani, vatandaşın döviz tutkusunun zayıflamadığı da görülmeli. Önümüzdeki günlerde, belirsizliklerin netleşmesi, yatırımcıların pozisyonu da belirleyecek.

İhracat dopingli büyüme ve tüketim patlaması

DİE tarafından açıklanan ve piyasaların merakla beklediği, yılın 2. çeyreğine ait GSMH ve GSYİH verileri dış ticaret ve cari işlemler açığına yönelik tartışmaların henüz sıcaklığı sürerken, makro verilerdeki gelişmeleri teyit edecek pek çok detay taşıyor. Öncelikle, çeşitli uluslararası finans kurumlarının Türk ekonomisinin aşırı hızlı büyüdüğü yönündeki değerlendirmelerini teyit edecek ve adeta dünyada en hızlı büyüyen ekonomi olma yarışında Çin'le başa güreştiğimizi hatırlatan bir yüzde 14.4'lük GSMH artışı, beklentilerin de üstünde gerçekleşmiş sayılabilir. Ama, bir yandan da enflasyonla mücadele eden bir ekonominin aşırı ısındığı yönündeki değerlendirmeleri teyit edecek bir veri ile de karşı karşıyız.

Nitekim, Reuters'e görüş bildiren ABD'li yatırım risk analiz firması Condor Advisers, Türkiye'de hükümetin büyümeyi acilen frenlememesi halinde yeni bir ekonomik krizin kapıda olduğu uyarısında bulunmuş.

Condor Advisers Başkanı Jeph GUNDZIK, kurumun yayınladığı Türkiye ekonomisine yönelik analiz raporunda, 2001 krizini de önceden tahmin ettiklerini vurgulayarak, , Türkiye'yi daha önce de krizlere sürükleyen çeşitli ekonomik dengesizliklerin yeniden ortaya çıktığını ileri sürmekte.

Türk ekonomisindeki büyümenin sürdürülemeyecek kadar güçlü hale geldiğine dikkat çeken GUNDZIK, hükümetin ekonomiyi acilen yavaşlatmaması halinde, gelecek yıl Türkiye'nin kendisini lirada devalüasyon ve ciddi bir ekonomik krizin ortasında bulabileceğini vurgulamış. Türkiye, geçmişin acı tecrübelerine bağlı olarak, kriz senaryosunun kolayca ortaya konabildiği bir ekonomi özelliği gösteriyor olmak ile birlikte, 1994 ve 2001 krizlerinin ortaya çıkmasına neden olan süreçlerin bu defa geçerli olmadığı, aynı dinamik ve değişkenlerin söz konusu olmadığı da görülmeli. Bununla birlikte, ÔAnkara'nın büyüme takıntısının enflasyonla mücadeleyi zorlaştırdığı da göz ardı edilmemeli.

Maliyet enflasyonu ile mücadele, hızlı büyüme ile birlikte olmuyor

Türkiye, Cumhuriyet tarihinden bu yana, görmeye hiç alışık olmadığı ve neredeyse 5 yılını tamamlayacak olan bir Ômaliyet enflasyonu' süreci yaşıyor.

Bu süreçte, ekonomide maliyet yaratan kalemler olarak, faiz ve döviz kurlarının seyrini kontrol altında tutup, her iki değişkeni ekonominin ithalat ve finansman maliyetini aşağı çekebilmek için baskı altına alıyorsunuz. Nitekim, dalgalı kur rejimi söz konusu olsa da, ben de Mahfi EĞİLMEZ gibi Ôörtülü bir kontrollu kur politikası' eğiliminin söz konusu olduğunu ifade etmek isterim. Bu noktada, faiz ve kurun seyrinin talep enflasyonu yaratacak bir talep canlanmasına yol açmaması için, ekonomik büyümenin yüzde 3 seviyesinde tutulması gerekmekte. 2000 yılında yüzde 6.3 büyüterek, ekonomide yarattığımız kriz tehlikesinin, yine aşırı hızlı büyüme nedeniyle gerçekleşebilme endişesinin dile getirilmesini bu nedenle doğal karşılamak gerekiyor.

Büyüme, beraberinde ithalatı da tetikliyor

Bu hızlı büyümenin bir sonucu olarak, halkın özel tüketim harcamalarındaki artış, yılın ikinci çeyreğinde yüzde 16.4'e, ilk 6 ay için yüzde 13.5'e ulaşmış durumda.

Banka tüketici kredilerinin doğal etkisiyle de, dayanaklı tüketim malları dediğimiz, beyaz eşya, elektronik eşya, mobilya ve otomotiv ürünlerindeki tüketim artışı, yılın ikinci çeyreğinde yüzde 61.7 ve ilk 6 ayda yüzde 55.3 ile rekora ulaşmış durumda. Aynı dönemde, kamu kesiminin tüketim harcamalarının ilk çeyrekte yüzde 2.4 artarken, ikinci çeyrekte yüzde 7.9 daraldığı görülüyor. Kamu yatırım harcamaları da ilk 6 ayda yüzde 9,6 daralmış. Yani, söz konusu veriler, bütçe harcamaları ve bütçe açığındaki küçülme ve bütçe faiz dışı fazla gerçekleşmesindeki başarılı performans ile örtüşüyor.

Özel sektördeki yatırım harcamaları ile, ikinci çeyrekte yüzde 68.7 artmış. Makine ve teçhizat yatırımlarındaki artışın yüzde 97.6'ya ulaşması, yatırım malı ithalatındaki sıçrama ile örtüşüyor. Çünkü, bu kur seviyesinde ithal yatırım malı almak daha cazip gözüküyor. Sözün özü, yüzde 14.9'luk bir sanayi üretim artışını sağlayan ihracat dopingi ve bu verilerle örtüşen bir ithalat sıçraması dış ticaret ve cari işlemler açığındaki sıçramayı teyit eden tabloyu önümüze koydu. Ekonomi yönetiminin ikinci 6 aylık dönem için ekonomiyi bir miktar soğutmayı düşünüp düşünmeyeceğini yakında göreceğiz.

IMF'i beklerken, 2005 bütçesi ve zorluklar

Türkiye'nin AB eksenli gündeminde, ekonomi dünyası VERHEUGEN'in görevden ayrılmazdan önceki son Türkiye veda ziyaretini ve bu ziyaretin yankıları ile Ôzina' konusunun yarattığı tartışmayı değerlendirir iken, 6 Ekim'e kadar yakından izlenecek AB konusundaki açıklama ve temasların yanı sıra, IMF Heyeti'nin önümüzdeki hafta başlaması beklenen ziyaretinin ayrıntılarını da yakından izlemek zorunda. Ekonomi yönetimi açısından, 2005 yılının hem Ôyeni' TL'ye geçiş, hem de mali disiplinin ödünsüz uygulanmasına devam açısından, önemli bir sınav olacağı gözleniyor. Bu noktada, anayasal hizmet üreten kamu kurumlarının ödeneklerinin toplamından oluşan konsolide bütçenin 2005 Mali Yılı'nda nasıl uygulanacağı, 2005 Mali Yılı Bütçe Tasarısı'nın nasıl şekilleneceği de merak konusu.

Temmuz ayı sonuna kadar ilgili kurumlardan gelen 2005 yılı bütçe ödenek tekliflerinin bir araya getirilmesi ile oluşturulan konsolide bütçeye Eylül ayı içerisinde Yüksek Planlama Kurulu'nda, Başbakan ERDOĞAN başkanlığında yapılacak toplantılar ile son şekli verilecek. Hükümetin, IMF ile yapılacak müzakereler sonrası, 2005 Mali Yılı Bütçe Tasarısı'nı en geç 17 Ekim akşamına kadar Meclis Başkanlığı'na teslim etmesi gerekiyor.

2005 Bütçesi 153,6 milyar YTL

2004 yılı bütçesi için belirlenmiş olan 161 katrilyon liralık ödenek, 2003 yılı aralık ayında AK Parti Hükümeti'nin asgari ücrete ve emeklilere yaptığı zam nedeniyle 2004 bütçesine gelen ek yükler nedeniyle, IMF'i 15 katrilyon liralık ek bir paketin açılmasını teklif etmek noktasına getirmiş; ekonomi yönetimi 161 katrilyon liralık bütçe harcamaları toplamını 149,9 katrilyon liraya çeker iken, mart ayında ek bütçe geliri yaratabilmek için sigara ve alkollü içeceklerdeki vergi oranı arttırılmıştı. Bu nedenle, 2004 yılı bütçesinde harcamalar hedefinin 150 katrilyon lira civarına çekildiği dikkate alınır ise, paradan altı sıfır atılması sonrası, 2004 bütçesi için harcamalar 150 milyar lirada kalmış olacak ve 2005 yılı bütçesi için de sadece yüzde 2.4'lük bir harcama artışı öngörüldüğü anlaşılıyor. Temmuz ayı sonunda basına yansıyan 2005 yılı bütçesi için 153.6 milyar liralık harcama teklifine sadık kalınıp kalınmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Üç yıllık ekonomik programın ilk yılı olan 2005'in bütçe büyüklüğü 153 milyar 591 milyon 15 bin YTL olacak. Hazine Müsteşarlığı'nın bütçesi 65.7 milyar, faiz harcamaları ise 60.4 milyar lira olarak öngörülmekte.

Bu yılın bütçesinde Hazine'nin başlangıç ödeneği 74 katrilyon, faiz harcamaları ise 66 katrilyon liraydı. Medyaya sızan 2005 yılı bütçesi ile ilgili ilk öngörülere göre, önümüzdeki yılın faiz harcamaları bu yıla göre 6 milyar YTL (6 katrilyon TL) daha az gerçekleştirilecek. 2004 Bütçesi'nde mükemmel bir performans yakalandığı ve faiz harcamalarının 2003 yılına göre yüzde 12.2 daha düşük seviyede kaldığı, faiz harcamalarının yüzde 7.3 daraldığı dikkate alındığında, ekonomi yönetiminin 2004 bütçesinde gösterdiği disiplini aynen devam ettirmesi büyük bir önem arz ediyor.

Erken seçim olasılığı ve FDF tartışması

Ekonomi bürokrasisinden sızan bilgiler, 2005 yılı bütçesi için, IMF ile mutabakata varılan ve gelecek yıl da aynı oranda devam edeceği tahmin edilen, Bütçe Faiz Dışı Fazla (FDF)/GSMH oranında yüzde 5'i tutturmakta teknokratların zorlandığını gösteriyor. Geçen hafta sonu Abant'ta gerçekleştiğini öğrendiğimiz üst düzey ekonomi bürokrasisi ve iş dünyasının katıldığı vergi konseyi beyin fırtınası toplantısında, 2005 yılı bütçe FDF hedefini tutturabilmek için artık vergi gelirlerini biraz daha arttırmanın mümkün olmadığı görülmüş. Bu nedenle, bütçe harcama ödeneklerinde daha ciddi ölçülerde kısıntıya gidilmesi gerekiyor. Bu durumda, 6 Ekim ve 17 Aralık'ta AB Türkiye için müzakere kararı alır ise, AK Parti'nin ilkbaharda erken seçime gidebileceğinden konuşuluyor. 2005 Bütçesi'ndeki sıkı disiplin ise, AK Parti üst yönetiminin hoşuna gitmeyebilir. Bu nedenle, IMF ile gerçekleştirilecek müzakerelerden çıkacak detayları yakından izlememizde yarar var.

IMF'le çetin pazarlık

Eylül ayının ilk hafta sonu, Vergi Konseyi'nin organizasyonu ile Maliye, Hazine ve DPT üst düzey yetkililerinin de katıldığı bir 2 günlük Ôbeyin fırtınası' toplantısında, en çarpıcı değerlendirme bütçe dengelerini tutturabilmek veya IMF'in bütçe için öngördüğü Faiz Dışı Fazla hedefini tutturabilmek için vergi gelirlerinde gelinebilecek son noktada olunduğu ve aksine ekonominin canlandırılması amacıyla, başta kurumlar vergisi oranlarının düşürülmesi olmak üzere, gelir vergisi uygulamasında da dilimli uygulama yerine, tek bir gelir vergisi stopaj oranının uygulanmasının etkinliği arttıracağı yönündeydi.

Bu çerçevede, TOBB'un hafta içerisinde ortaya attığı bir yeni fikir ise, istihdam artışına yapılacak katkı karşılığında kurumlar vergisi konusunda kolaylık gösterilmesi ve kurumlar vergisi geliri içerisinde zaten marjinal yeri olan illerdeki mükelleflerin tümüyle kurumlar vergisi muafiyeti içerisine alınmasıydı. Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Umut ORAN ise, işsizlikle mücadele açısından işgücü başına düşen vergi ve sosyal güvenlik kesintileri yükünün hafifletilmesinin şart olduğunu hatırlattı.

Sözün özü, iş dünyası, AK Parti'nin de kurucuları ve yönetiminde iş dünyasından gelen pek çok ismin yer alması nedeniyle, ekonomik faaliyetlerin ve yatırımların önünün açılabilmesi için vergi ve sosyal güvenlik kesintileri konusunda destek bekliyor. Ancak, 2005 yılı bütçe yasa tasarısı çalışmalarının hızla devam ettiği bir dönemde, IMF'in 15 Eylül'de başlaması beklenen Ankara ziyareti öncesi, ekonomi bürokrasisi 2005 yılı bütçesini bağlamakta zorlanıyor. Yeni TL'ye geçilmesi nedeniyle, önümüzdeki yıl için telaffuz edilen bütçe büyüklüğü 164 milyar YTL. Bugünkü değer ile 164 katrilyon lira anlamına geliyor. Nitekim, 2004 yılı bütçesi de 161 katrilyon lira olarak belirlenmiş; ancak, faiz dışı fazla hedefinin tutturulabilmesi için, asgari ücret ve emekli maaş zamları sonrası, hükümet harcama ödeneğini, yani 2004 yılı bütçe büyüklüğünü 149,6 katrilyon katrilyon liraya da daraltmak zorunda kalmıştı. Bu nedenle, AK Parti Hükümeti IMF tarafından yüzde 5 olarak talep edilen bütçe faiz dışı fazla/GSMH oranını tutturabilmek için devletin sosyal amaçlı harcamalarını çok fazla kısmak zorunda kaldığını dile getirmeye başlamıştı.

Bu nedenle, geçtiğimiz Nisan ve Mayıs aylarında faiz dışı fazla oranının düşürülmesi yönünde yoğun bir tartışmayı okuyucularımız hatırlayacaktır.

FDF'nin önemi, kamu borcunun finansmanından geliyor.

2004 yılı içerisinde konsolide bütçe borç stoku çerçevesinde 180 katrilyon liralık bir Ğki bunun 165 katrilyon lirası iç borç stoku geri ödemesi- borç servisi yapacak olan ekonomi yönetimi, Abant'ta gerçekleştirilen toplantıda, vadesi gelen iç ve dış borç geri ödemelerinin büyük ölçüde yeni iç ve dış borçlanmayla finansmanından büyük sıkıntı duyduklarını dile getirmişler.

Bu nedenle, AK Parti yüzde 5'lik FDF oranından ne kadar rahatsızlık duysa da, ekonomi bürokrasisi vadesi gelen iç ve dış borç ödemelerinin finansmanı için ağırlıklı olarak yine yeni iç ve dış borçlanmanın kullanılmasının Türkiye'yi bir süre sonra içinden çıkılamaz bir borç sarmalına sürüklemesinden endişe ediyorlar. Bu nedenle, gerek FDF, gerekse de önemli özelleştirme gelirleri ve IMF ile Dünya Bankası'ndan alınacak mali destek ile iç ve dış borç servisinin finansmanından ödün verilemeyeceği biliniyor. Sonuç olarak, 2005 yılında gerçekleştirilecek iç ve dış borç geri ödemesi dikkate alındığında, AK Parti'nin IMF ile FDF oranını aşağı çekmek için önemli bir pazarlık alanı olmadığı görülüyor. Yani, ekonomi bürokrasisinin konunun hassasiyetini açık bir dil ile AK Parti üst yönetimine anlatması gerekecek.

Nitekim, Hazine'nin 2005 yılına dönük projeksiyonları, Türkiye'nin gelecek yıl ilk yarıda 147.6 katrilyon liralık iç borç ödemesi gerçekleştirileceğini gösteriyor. Bu rakam, tüm 2005 yılı için 2004 yılının tahmini iç borç servisi olan 165 katrilyon liradan daha fazla bir ödeme yapılacağı anlamına geliyor ve bir bakıma bu yılın bütçe ödeneğinin 149,6 katrilyon lira olduğu dikkate alındığında, iç borç geri ödemesi bütçe büyüklükleri ile yarışmaya başlamış gözüküyor.

Bu nedenle, gerek IMF ile varılacak mutabakat çerçevesinde, 2005 yılının bütçe FDF hedefini tutturmak, gerekse de iç ve dış borç servisinin finansmanı için ekonomi bürokrasisi ne sadece yeni iç ve dış borçlanmaya yüklenmesinin mümkün olduğunu, ne de bütçe harcamalarında önemli bir kısıntıya gidilmemesinin mümkün olduğunu görmekte.

Medyaya yansıyan veriler ise, 2005 bütçesi için FDF oranında şu ana kadar ancak yüzde 2.5-3 seviyesine kadar ancak gelindiğini, yüzde 5'lik oranı yakalamak için ya faiz hariç bütçe harcamalarının önemli ölçüde kısılması, ya da bütçe gelirlerinin daha da arttırılmasının şart olduğunu gösteriyor.

Ancak, iş dünyası ile ekonomi bürokrasisinin Abant'ta toplantısından çıkan sonuç, vergi gelirlerini artık arttırmanın mümkün olmadığını gösteriyor. O halde, FDF hedefini tutturmak için elde bir tek bütçe harcamalarını kısma formülünün kaldığı anlaşılıyor. Nitekim, içinde personel harcamalarının da kısılmasını öngören bir paketten söz ediliyor. Bu noktada, 15 Eylül'de başlayacak olan IMF ziyareti esnasında, 2005 yılı bütçe hedeflerine önemli bir şekil verileceği ve AK Parti üst yönetiminin beklentileri doğrultusunda, FDF oranının aşağı çekilmesi boyutunda IMF ile çetin pazarlıkların yapılayacağı anlaşılıyor.

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Kamu Borç Yönetimi Raporu






# # # # # # # #