SPECTRUM

Av. HAKAN HANLI
Ankara ve Brüksel Baroları Üyesi Uluslararası ve
Avrupa Ticaret Hukuku Uzmanı
Attorney at the Ankara & Brussels Bars International & European Business Law


YENİ DÜNYA DÜZENİ AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ: "GÜMRÜK BİRLİĞİ"


ANGARYA, İŞGÜZARLIK ve VAZiFE Üzerine Düşünceler: Burnumun Haysiyeti

I. Giriş: 'Ankara ve İstanbul Hukuk' Ben, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olarak, diğer İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olan meslekdaşlarımı tamamıyle söyleyeceklerimden tenzih ederek, sadece şahsım adıma konuşarak, algıladığım bir önemli olay var ;

II. Osmanlı Tarihi: Babıali, Kubbe Altı, DivanÉ

Osmanlı tarihi ve hukuku konularında, biz Babıali'yi kitaplardan okuduk, en fazla yine kitaplardan resimlerini gördük. İstanbul'lu meslekdaşlarımız daha talebeyken, özellikle Sirkeci Ğ Beyazıt arasını yaya geçenler, bu atmosferde yaşadılar. 'Kubbe altı' nedir gördüler, biz okuduk.

'Divan neresi' gördüler ve bildiler, biz öğrendik. Tanzimat Fermanı ve içerdiği ikili antlaşmalar devrindeki 'Pay-ı taht' olan İstanbul'u yerleriyle, makamlarıyla içerisinde yaşayarak yaptılar hukuk tahsilleriniÉ

III. Osmanlı Hukuku: 'İkili Ticaret Antlaşmaları'; Gümrük  Birliği

Geçenlerde Habertürk'te Sayın Attilla İLHANın kendine has hicivli ve tüm insanlık tarihini özümleyip, son 'Osmanlı sorunları ve Cumhuriyetin Atatürk sonrası' döneminin uluslararası ikili ve çok taraflı antlaşmalarını ele aldığı programı izlerken farkına vardım.

Bu Ankara ve İstanbul Hukuk ögrenciliği arasındaki; 'Osmanlı Tarihi ve Hukuku' konusundaki algılama gecikmemin belki de büyük ölçüde, bu olayların geçtiği mekan içerisinde birebir yaşamamış olmamdan kaynaklanabilirdi.

Bu konuda bir özeleştiri yapmam gerekiyor mu? Bilmiyorum. Ama, bu gecikmişliği mümkün olan en kısa zamanda kapatma iradesiyle ve Attilla İLHAN'dan da esinlenerek; Tanzimat devrinde 1861'de Fransa, İngiltere ve İtalya ile, 1862'de Rusya, Birleşik Amerika, Peyiba (Hollanda), İsveç, Norveç, Danimarka, İspanya, Prusya ve Avusturya ile imzalanan ikili ticaret antlaşmalarını (muahedelerini) gözden geçirdim.

Ve son dönemlerin en büyük siyasi gafı olarak nitelediğim; Türkiye Cumhuriyeti Dönemin Başbakanının bütün milleti nasılda yanıltarak, büyük bir coşkuyla 1995'te Avrupa ülkeleri ile imzaladığı 'Gümrük Birliği' antlaşmasıyla karşılaştırdım.

29 Nisan 1861'de Fransa ile imzalanılan ikili ticaret antlaşmasına göre;

1. madde : 'İç ticarette tam bir serbestlik. Fransızlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun her tarafında her türlü ziraat ürünlerini ve mamul eşyayı, Osmanlı tebaasından en ziyade mazharı müsade olan tüccarların vermekte oldukları resimleri vermek şartıyla, alıp satabileceklerdir. Yalnız barut, top ve mühimmat maddelerinin satışı memnudur'.

2. madde : 'Dış ticarette tam bir serbestlik. Yukarıdaki maddede sözü geçen ticaret maddeleri İmparatorluğun dışına serbestçe çıkarılabilecektir'

Kapitülasyonlar, yabancılara, Osmanlı İmparatorluğu'nda yerleşmek, dolaşmak ve ticaret yapmak haklarını tanıyordu. Fakat, ticaret hakkı sınırlandırılmıştı. Yabancılar, Osmanlı İmparatorluğu'nda iç ticaret hususunda tam bir serbetliğe sahip bulunmuyorlardı. Kapitülasyonların her yenilenmesinde, İmparatorluktan satın alarak yabancı memleketlere götürecekleri ticaret eşyası tadat edilmişti.

Böylece, yabancı devletlere Osmanlı İmparatorluğu'nu sömürmek için kapitülasyonlara ek imtiyazları verilmiş oldu. Artık, yabancı tüccarlar Osmanlı memleketlerine yayılıp, Osmanlı tüccarları gibi iç ticarette iş yapıyorlar. Hem hammaddeyi kolaylıkla Avrupa'ya ihraç ediyorlar, mamul hale getirip satıyorlardı. Kendi memleketlerinde bundan daha karlı ve imtiyazlı ticaret yapmalarına imkan yoktu. Bu durum karşısında; bilgisiz, teşkilatsız ve himayesiz Osmanlı tüccarlarının ve esnafının ezilmesi mukadderdi.  Nitekim de öyle oldu.  Ve Namık KEMAL'in dediği gibi; 'esnafımız ve tüccarlarımız uşaklığa ve kolculuğa düştü' (Osmanlı Tarihi, Ord. Prof. E. Z.Karal, Cilt 7, sahife 53 vd.., 259, vdÉ)

IV. Osmanlı'nın İkili Antlaşmaları ve Türkiye'nin Gümrük Birliği: 'Ticari Manda'

Gerçekten, bu 1861-62 ve 1995 tarihli antlaşmalar neredeyse kelimesi kelimesine birbirinin aynı. Nasıl olmuşta, kendisi de bir 'Ekonomi Profesörü' olan ve Türkiye'nin saygın üniversitelerinden birinde kendisine bu gibi konuları ögretme gayesiyle kürsü verilmiş olan, ayrıca imza sahibi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanımız, ne tarihten ne de Tanzimat Dönemi Osmanlı-Avrupa Ülkeleri arasındaki ikili ticaret antlaşmaları gibi mevcut olan antlaşmaların, bizim ekonomimizi ne kadar başdöndürücü hızla batırdığını görememiş ve tarihten ders alamamış olsun.

Daha da önemlisi, bizi elimizdeki bütün avantajları terk ederek, Avrupa Ülkeleri'nin bir 'Ticari Mandası' haline getirmeğe yönelik maddeleri içeren, bu 'kötü niyetler dizelgesi''ni, kendisinin hizmet etmeğe yemin etmiş olduğu milletinden, Türkiye Cumhuriyeti'nin yüksek menfaatlerini gözardı ederek, artık kazara olduğuna inanamadığım bir ısrar ile halkından saklamış olsun.

Şimdi, bu ve bunun gibi Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri'nin bazıları, birinci ağızdan olan ; 'çarpık, eksik, iç menfaatler yerine daha ziyade dış menfaatlere hizmet eden, adı belirlenmeyen, kökü belli olmayan bu tür zaafiyetlerÉ', Türkiye sözkonusu olduğunda, Avrupalılar'ın gözlerinin içinin parlamasına sebep olan ender marifetlerimizdendir. Görünen şudur ki; Sarah BERNARD'ın da dediği gibi; 'aşkı oburluk öldürür', sözünde gerçek payı çoktur. 40 yıldan beri, açılabilmesi için; önünde şapkalarımızı, ayakkabılarımızı ve de haysiyete hamiz neyimiz varsa, çıkarıp dökündüğümüz, uğruna veremeyeceğimiz birşey kalmayan 'Avrupa Cemiyeti'nin kapısı açılmak için, hala bizden birşeyler koparmanın yolunu aramaktadır. Nazında ötesinde binbir kapris yaparak, Fransa sınırında bekletilen eski Başbakanlarımızdan birinin eşini, ayağına kadar düşürdüğümüz milli haysiyetimizle gerekmese dahi, 'sırf spor olsun olsun diye', zevkle oynamaktadır.

V. 'Fazla Naz Aşık Usandırır' mışÉ : 'Batı'ya rağmen Çağdaşlaşma'

Allahtan yavaş yavaş artan bir sağduyu ile bunun farkına varan milletimiz, Atatürk'ün 'Batı'ya rağmen çağdaşlaşma' özdeyişinin içeriğini hissetmeğe başlamıştır.

Görmüştür ki, elini sokabileceği kadar bir delik bulduğunda Avrupa; yumurtalarımızdan şekerimize kadar, pamuğumuzdan fındığımıza kadar, tütünümüzden afyonumuza kadar, bütün yeraltı ve yerüstü değerlerimizi, işte o delikten elini sokup, memleketimizin Gümrük Birliği ile daha da kolaylaştırılan bir yüzsüzlükle, çekip çekip almaktadır.

Herkes zamanında baş sallamayı seçmeyip, memleket meselelerine haysiyetli bir cesaretle, ve bunu vazife edinerek yönelmiş olsalardı, biz şimdi yazılarımızda, e-gruplarımızda, sohbetlerimizde; 'aşktan, sergilerden, muhtemel grup seyahatlerinden ve gönül rahatlığı istikbalimizden bahsediyorÉ' olabilirdik.

İşte o zaman, büyük bir yoğunlukla zihnimizi meşgul eden memleketimizle ilgili kayguların ve tuzakların endişesi içimizi kemirmezdi. İyi idare edilen bir ülkenin, mutlu gençliği olurduk. Bize bıraktıkları mirastan ve bizim çocuklarımıza bırakacağımız ülkenin süratle felaketlere sürüklenmesinden; şimdi ve şimdiye kadar sorumlu olanlar, eğer yine de 'bazı işlere burnumuzu soktuysak', bu işgüzarlığımızdan şikayetçi olmakta haklı olabilirlerdi. Ama ne yazık ki, bugünkü ahvalde; böyle bir şansları ve böyle bir hakları yok. Yapılması gerekeni, yapması gerekenler yapmazlarsa; bunu yapacak bir gençliğe emanet edilmiştir bu ülke. Bu çalışmalar bize, bazılarının zannettiği gibi 'angarya' değildir. 'Burnumuzu sokma' deyimiyle ifade edilen 'işgüzarlık' hiç değildir.

Sadece damarlarımızda ki kana borcumuz olan; 'vazife''dir.

VI. Meşru Müdafaa: 'Burnumun Haysiyeti'

Hiçbir şeye burnumuzu sokmadan yine yıllardır tükenmeyen iyimser bir umutla, uluslararası ilişkilerimizde bir düzelme bekleyebilirdik. Ancak, giderek daha sıkça katıldığım görüşmelerde, artık herkesçe bilinen bir komikliğimizin, böyle bir umut taşımamıza imkan bırakmadığını gördüm. Çünkü temsilcilerimizin bazıları gerçektende, bırakın Fransızca veya İngilizce'yi, kendi ana dilleri olması gereken güzel Türkçe'mizi katletmeden konuşmaktan ve dertlerini düzgünce anlatabilmekten ve daha da kötüsü gerektiği gibi anlamaktan da acizler!...

Burnumu sokmayayımda ne yapayımÉ Kılavuzu karga olanın, burnunun gezindiği yerlerde olmak istemiyoruz ve kendimi meslek icabı olarak değil, sadece meşru müdafaada burnumun haysiyeti kaygısıyla savunuyorum.

VII. Sonuç: 'Vatan Evladı  ve Vazife'

Şimdi ben, bütün bunları niye anlattım: Son zamanlarda, gerek yerli ve yabancı makamlardan, gerek gayriresmi oluşumlardan gelen tepkiler, kendilerine en samimi hislerimi aktarmağa çalıştığım gerçek ve sanal ortamdaki dost  ve grupdaşlarımızın; sadece bir klavye, biraz zaman, sağlıklı ve doğru bilgi, sağlam bir yürek ve temiz sütle mayalanmış memleket sevgisinin neler yapabileceğini gösterdik.

Ve bunun için tahsisat almadık, maaş almadık, zaten bunlara da gerek yoktu. Sadece bir 'vatan evladı' olarak, 'yapmamız gerektiğini düşündüğümüzü yaptık'. Yukarıda saydığım makamlardan gelen tepkilerde, güleceksiniz ama; 'niye bu konuya, niye şu konuya burnunu sokuyorsun, üzerine vazife mi?' şeklinde oldu. İşte bütün bu yukarıdaki okuduklarınızın özeti: 'EVET, ÜZERİME VAZİFE'.





# # # # # # # #