AB BAŞKENTİNDEN
SUAT LEMİ ŞİŞİK

TÜGİAD Brüksel Temsilcisi



SONDAN BİR ÖNCEKİ DÖNEMEÇ


17 Aralık 2004 tarihinde toplanacak olan Avrupa Birliği (AB) Konseyi'nin gündemindeki en önemli konu Türkiye'nin AB'ne tam üyelik müzakerelerini başlatma kararı yeralıyor. Bu tarih Türkiye için son derece önemli ve kritik olarak değerlendiriliyor. Ancak ne Türkiye'nin sürdürdüğü reform sürecinin etkileri ne de Türk kamuoyunun hemen tüm kesimlerinin bu alandaki ciddi tutumu ve çabaları ile Türkiye'nin gelmiş olduğu nokta, AB'den gelecek olan kararla değişecektir.

Bu nokta Türk demokrasinin geçirmiş olduğu sıkıntılı ve sancılı dönemlerin ve deneyimlerin yarattığı toplumsal beklentiler sonucunda gelinmiş olan bir noktadır. Reformlar Türk toplumuna rağmen değil Türk halkının desteği ile yapılmıştır ve gelinen noktadan geriye dönüş yoktur.

AB tarafından müzakerelerle ilgili olarak alınacak olan kararının olumsuz olması durumunda bunun Türkiye AB ilişkilerinde ciddi sorunlar yaratacağı aşikardır. Ancak bu durumda kararın olumsuz çıkmasına yol açanlar, ki bunlar AB üyesi devletlerden bir veya birkaçı olabilir, sorumlu tutulacaktır.

Türk halkına karşı gelinerek alınmış olacak olan böylesine bir kararın sorumlusu olan ülkelerle Türkiye'nin ilişkilerinin ne derece gerileyeceği tahminlerin de ötesinde olacaktır.

Ancak Brüksel'de hemen hergün düzenlenen Türkiye ile ilgili toplantılarda 17 Aralık'ta Türkiye'ye olumsuz bir mesaj verilmesinin çok zayıf bir ihtimal olduğu konuşuluyor. Elbette çeşitli ülkelerden olumsuz demeçler ve haberler de hiçbir gün eksik olmuyor. Bu tür haberler çoğunlukla Fransa çıkışlı. Bunun nedeni Türkiye konusunun Fransa'da iç siyaset malzemesi yapılmış olmasından ve konunun daha önce ciddiye alınarak tartışılmamış olmasından kaynaklanıyor. Fransa'daki tartışmaların boyutlarını ve gündeme getirilen konuları ve Türkiye'nin eleştirildiği noktaları ne Türkler, ne de Fransızlar dışındaki Avrupalılar ne de Amerikalılar anlayabiliyor. Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkmak adına ortaya atılan konular Türkiye-Ermenistan ilişkilerinden Türkiye'nin AB'nin Almanya'dan sonra ikinci en büyük ülkesi olarak Fransa'nın ikinciliğini alacak olmasına kadar gidiyor.

Birçok toplantıda Fransızlar'ın bu tutumu açık veya kapalı olarak eleştiriliyor. Elbette ciddi ve seviyeli tartışmalar çoğunlukta oluyor. Tartışılan konuların başında Türkiye'nin nüfusu, büyüklüğü ve farklı kültürü, Türkiye Müslümanlığı, Türkiye'nin diğer Müslüman ülkelere örnek olup olamayacağı, Türkiye'nin AB üyeliğinin getireceği mali külfet, Kıbrıs sorunu, AB dış politikası, Türkiye'deki Hıristiyan azınlıklar, Türkiye'de sivil toplum, Türkiye'nin laiklik anlayışı ve pratiği, Türkiye'deki adaletsiz gelir dağılımı, Türkiye'nin bölgeleri arasındaki gelişmişlik farkı, Türkiye-ABD ilişkileri, Türkiye-Yunanistan ikili sorunları geliyor.

Türkiye'nin bu derece gündemde olması, Türkiye açısından her ne tartışılırsa tartışılsın son derece önemli ve olumlu. ÒReklamın kötüsü olmazÓ deyişi Türkiye'nin durumuna çok uyuyor.

Nitekim Türkiye'nin imajı o kadar önyargılarla dolu ki, Türkiye üzerine her toplantı, her konferans, her seminer Türkiye'den uzmanların ve Avrupa'dan Türkiye uzmanlarının katılımıyla gerçekleştiğinden, olumlu bir sonuç yaratıyor ve bilmeyenlerle yanlış bilenler birşeyler öğrenme fırsatını elde ediyorlar. Türkiye'nin çok tartışılıyor olmasının önemli bir etkeni de AB'nin en son genişlemesinin Avrupa kamuoyu tarafından tartışılmamış olması, Avrupa kamuoyunun fikrinin pek de alınmamış olması.

Bu noktada olumsuzluk Türkiye üzerine odaklanıyor. Yeni on ülkenin katılımı AB kamuoyuna sorulmuş olsa, tartışılmış olsa bu genişlemenin de AB kamuoyu tarafından pek sıcak karşılanmadığı ortada olacaktı. Dolayısıyla tüm fikirler, kızgınlıklar ve kırgınlıklar Türkiye konusunda ortaya çıktı. AB kararlarından rahatsızlık duyan AB komuoyu, hükümetlerinin başarısız politikalarını AB üzerine yıkmalarının da etkisiyle, tepkisini genişleme sürecine karşı çıkarak gösteriyor. Alınmış kararlara itiraz edemeyecek olmaları veya bu haklarının ellerinde olmayışı (örneğin halkoylaması sadece Türkiye sözkonusu olduğunda Fransa tarafından gündeme getiriliyor), ellerine geçecek ilk fırsatta karşı çıkma eğilimini güçlendiriyor.

Kamuoyu yoklamalarında Türkiye'ye karşı çıkışın bir nedeni de bu noktada yatıyor. Ancak 17 Aralık 2004 zirvesinde alınacak karar AB'nin geleceğini de belirleyecek. AB, ya olduğu gibi kalma ve ABD'ne destek vererek veya ABD'ni eleştirip destekleyerek bir dünya politikası izleme kararı alacak ve yoluna Türkiye'siz devam edecek ya da Türkiye'yi bünyesine katarak daha zorlu bir yola girecek ve yeni dünya düzeninde sorumluluk almaya başlayacak. Dünyanın en yaşlı kıtası dörtyüzelli milyon nüfusu ve dünya ekonomisinin dörtte biri ile dünyaya karşı bu görevini yerine getirmek durumunda.

Zaten Türkiye'siz bir AB daha da yaşlanacak ve ekonomik ve sosyal sorunlara gebe kalacak. Türkiyeli AB'ne dünyanın ihtiyacı var ve AB bunu dünyaya borçlu. Tam üyelik olan son dönemeçten önceki uzun yola girmek için, AB'nin sondan bir önceki dönemeci alırken Türkiye'nin yolunu açması gerekiyor.






# # # # # # # #