AB GÜNDEMİ
Dr. BAHADIR KALEAĞASI

AB ve UNICE Nezdinde TÜSİAD Temsilcisi

 

AVRUPA'DA EKONOMİK REFORM SANCILARI VE TÜRKİYE



'Kral çıplak diye yıllardır alarm zilleri çalan Avrupa özel sektörü yılmıyor. AB kurumları ve hükümetleri üzerinde baskıyı ısrarla sürdürüyor. Avrupa uzun bir süredir "bu alemin tek kralı" olmadığının farkında.

Üstelik bir de "çıplak" olduğunun bilincine ise tam olarak varamadı. Söz konusu olan Avrupa'nın küresel düzendeki rolü. Ekonomik rekabet gücü. Yirmibirinci yüzyılda, gezegenin en önde gelen güç odaklarından biri olma konumunu sürdürmesi. Sanayide, teknolojide, eğitimde, altyapıda, kamu sağlığında, kısacası toplumsal refahta kazanımlarını koruması.

Değişen dünyanın gerisinde kalmaması. Öncü rolünü güvenceye alması. Eski düzen değişti Dünyanın değiştiğini Avrupa halkları her zaman yeterince algılayamıyor. Halbuki zaten eskimiş olan değirmenlerinin suyu da azaldı.

Kökleri Antik çağlara uzanan maddi ve entelektüel sermaye birikimi sayesinde sanayi devrimini başaran yaşlı kıta, yirmibirinci yüzyılda sosyal refah toplumuyla yükselişini sürdürmüştü. Fakat artık eski düzen değişti.

ABD eski bir koloni olarak, Avrupa'nın bir transatlantik uzantısı olmakla sınırlı değil. Washington'da, dünyaya 360 derecelik bir açıyla bakan bir süpergüç yönetiliyor.

Kuzey ve Güney Amerikalar ile Japon ekonomik devinin etrafındaki Asya-Pasifik bölgesi en az Avrupa kadar dünya uygarlığının geleceğine yön vermekte. Çin ve Hindistan fakir fakat dev birer pazar haline geldiler. Ayrıca, kara Afrika ve birkaç istisna dışında, Avrupa'nın eski sömürgeleri artık ne bir hammadde deposu, ne de bilinçsiz müşteri konumundalar.

Aynı malları daha ucuza üreten birer rakip oldular eski efendileri karşısında. Bu evrimi, bir zamanlar İskandinavya ülkelerinin uyguladığına benzer ulusalcı ekonomik kalkınma politikalarıyla denetime almak da olanaksız. Şirketler, ticaret, yatırım, finansman, teknoloji, ulaştırma, enerji ve insan sermayesi ağları ulusal sınırlar ötesi nitelikteler.

Tarihte küreselleşme eğilimlerine kaynak olan ve dünyanın geri kalanına dayatan Avrupa, bugün kendisini çoktan aşmış olan bu duruma ayak uydurmakta zorlanıyor. Tabii, bir dünya gücü olmanın göreceli ölçütleri içinde.

Sonuçta, hala dünyanın en derin ekonomik, teknolojik ve entelektüel kaynaklarının önemli bir bölümü Avrupa kıtasında yoğunlaşmakta. Ne var ki, son otuz yılın göstergelerine göre, mevcut eğilimlerin olumsuz boyutu da aşikar. Değişimin dayanılmaz baskısı "Değişim" mesajları artık çığlığa dönüştü. Başı çeken ise Avrupa özel sektörü.

Şimdilik, insanlık uygarlığının bugün için ulaşabildiği en ileri gelişmişlik seviyesinde, ekonomi ve toplumun temel direği özel sektör. Avrupa özel sektörünün AB kurumları tarafından resmen tanınan temsil kuruluşu UNICE (www.unice.org).

Türkiye'den üyeleri TÜSİAD ve TİSK. Avrupa özel sektörü UNICE şemsiyesi altında, ülkeler, sektörler ve şirketler arasındaki farklı bakış açıları veya çıkar çelişkilerinin üzerinde bir ortak görüş üretebildiği an devreye giriyor. AB'nin hemen hemen her mevzuatı ve politikasının süzgecinden geçtiği UNICE, AB'nin gelecek stratejisinin oluşmasında da belirleyici rol oynadı.

AB Konseyi'nin Mart 2000'de onayladığı Lizbon bildirisine göre, AB'nin gelecek hedefi son derece yalın ve bir o kadar da ihtiraslı: "On yıl içinde dünyadaki rekabet gücü en yüksek ve en dinamik bilgi temelli ekonomi konumuna erişmek" Tek pazar, bilgi toplumu, girişimciliğin desteklenmesi, insan kaynakları ve sürdürülebilir kalkınma başlıkları altında kapsamlı bir strateji var.

Daha çok teknoloji, şirket, pazar, iş, eğitim ve çevreye saygıya dayalı, daha hızlı ve kalıcı bir ekonomik büyüme hedefleniyor. Bu yönde takvime bağlı somut ve ayrıntılı bir eylem bir eylem planı geliştirildi.

Yeni yüzyılın yılları hızla geride kalırken, AB ülkeleri internet ve geniş bandın yayılması, enerji ve telekom piyasalarının açılması ve mali hizmetlerin serbestleşmesi gibi bir çok konuda önemli ilerlemeler sağladılar. Finlandiya, İrlanda, Danimarka, Estonya, Hollanda, İspanya gibi değişik ülkelerde küresel ölçekte önde gelen başarılar yakalandı.

Fakat Avrupa'da sorunların teşhisi ve çözümü için uzlaşı yeterli olamadı. Genel olarak bakıldığında, AB Lizbon hedeflerinin gerisinde kaldı. Hala ekonomik büyümesi ve istihdam artışı yetersiz.

Özel sektörün bakış açısı Bu nedenle Avrupa iş dünyası ısrarlı: 'Avrupa değişmeli' diyor UNICE, basın bildirileri, yayınları, en üst düzey siyasal temasları ve düzenlediği her etkinlikte. 'Siyasetçilerin en önemli sorumluluğu değişimin itici gücü olmaktır' sloganıyla baskı yapıyor hükümetlere ve AB kurumlarına. 'Çünkü' diyor Avrupa özel sektörü, 'dört önemli etken var': küreselleşme, nüfus, ekonomi ve genişleme. 1. Küreselleşme yeni bir devinim geliştirdi. Bir zamanlar düşük maliyetli sanayi ile kavrulan ülkeler bugün ar-ge ve yüksek teknolojiyi de çekebilir duruma gelmekteler.

Ayrıca, bilgi ve iletişim teknolojilerinin sağladığı olanaklarla ileri düzeyde gelişmiş hizmetler dünyanın her tarafında üretilebiliyor. Örneğin, piyasadaki her on DVD oynatıcısından sekizi Çin malı. Nokia da cep telefonu tasarım ve geliştirme işlerinin yüzde kırkını bu ülkeye kaydırmayı planlıyor.

Sonuçta Avrupa'nın dünya ticaretindeki payı azalıyor. On yılda yüzde elli seviyesinden, 2000'de yüzde kırka indi. Avrupa dünya ticaretinde hala önde, fakat Asya ve Kuzey Amerika'ya göre pazar kaybediyor.

2. Avrupa yaşlanıyor. Küresel ekonomik dev, demografik açıdan cüceleşiyor. Büyük nüfus, geniş ve derin bir iç pazar üstünlüğü demek. Fakat tek başına bir refah etkeni olmadığı da malum. Avrupa için asıl sorun nüfusunun yaşlanan yapısı. Yaş piramidinin tersine dönmesi.

Yaşlıların emeklilik maliyetini karşılayacak ve ekonomiye dinamizm getirecek oranda bir genç nüfusa sahip olmaması. Altmış yaş üstündeki AB yurttaşı oranı 2020 yılında yüzde yirmibeşe ulaşacak. Aynı oran Hindistan'da yüzde on civarında öngörülüyor. Sonuçta AB ülkelerinde sosyal güvenlik sistemi iflas tehlikesi ile karşı karşıya. 'Her emekliye, üç çalışan' oranı bozulmak üzere. Avrupa'nın yakın bir gelecekte nitelikli işgücü ithal etmesi gerekiyor. Eşzamanlı olarak da istihdam yaratması, yeni iş alanlarının çoğalması ve genişlemesi.

3. Avrupa ekonomisi büyüyemiyor. Dolayısıyla, küreselleşme ve nüfus dengelerinin zorunlu kıldığı değişimi tetiklemekte zorlanıyor. Son onbeş yıldır ABD ekonomisi ortalama yüzde 3 büyürken, AB yüzde ikinin altında kaldı. Daralan ekonomi beraberinde derin siyasal ve sosyal sorunları da getiriyor. İktidarlar reform gereği ile seçmen baskısı arasında köşeye sıkışıyor.

Vergileri arttırsalar da, sosyal politikaları dünya gerçeklerine ve kaynaklara göre yeniden düzenlemeye kalkışsalar da, oy kaybediyorlar. Yapısal reformlarla ekonomiye dinamizm getirmekte kaybedilen zamanın acısını çekiyor birçok Avrupa ülkesi.

Girişimciliği destekleyen ve iş piyasalarını esnekleştiren bir mevzuat ortamı gerekiyor. Almanya'da Sosyal Demokrat-Yeşil koalisyon hükümeti, bu analizden hareketle, seçimleri kaybetmeyi göze alarak reformları göreceli bir tutarlılıkla sürdürüyor örneğin. 4. Genişleme AB'nin rekabet gücü için önemli bir fırsat.

AB ekonomisinin pazar derinliği güçleniyor böylece. Son katılan on ülkenin ekonomik büyüme hızları çok yukarılarda. Fakat orta vadede başta nüfus olmak üzere bu ülkeler de aynı sorunlara maruz kalacaklar. Bu nedenle AB'nin genişlemesi hem tek pazar kurallarının bütünlüğünün sağlanması kaydıyla çok önemli bir fırsat, hem de başka ülkelerle sürmesi gereken bir süreç.

Türkiye'nin perspektifleri Avrupa'nın ekonomik reform gündeminin Türkiye açısından en azından dört önemli sonucu var: 1. Türkiye gündeminin oluşmasında Avrupa'nın reform çabalarının etkili olması gerekiyor. En önemli ekonomik ve siyasal ortağımızın hatalarından ders, hedeflerinden vizyon ve eylem planlarından görev çıkarmalıyız.

Ekonomimizin rekabet gücünü Avrupa içinde korumalı, köklü bir eğitim reformunu başarmalı, bilgi toplumunu yükseltmeli ve ekonomik büyümeyi siyasetin önceliği konumuna getirmeliyiz 2. AB ile müzakere stratejimizi, Avrupa'nın bugünkü sorunlarını ve gelecek yönelimlerini dikkate alarak kurgulamalıyız.

AB'nin bugününe değil, yarın ulaşmaya çalıştığı noktaya uyum sağlamamız doğru olur. AB'nin değişim gerektiren mevzuat ve politikalarını çok iyi anlamalı ve müzakerelerde buna göre tutum belirlemeliyiz. 3. Türkiye'nin AB üyeliği tartışmalarında analiz zemininin Lizbon stratejisi ile şekillenmesi akılcı olur. Türkiye'nin AB üyeliğinin Avrupa'nın geleceğine katkılarında ekonomik ve sosyal boyut daha somut olarak vurgulanmış olur böylece. Müzakere sürecini başarıyla tamamlamış bir Türkiye hipotezinde, AB'nin küresel ekonomik rekabet gücüne pazarı, genç ve nitelikli insan sermayesi, bilgi toplumu, girişimciliği ve dinamizmi ile önemli bir artı değer beliriyor.

4. Türkiye'nin AB üyeliğine yönelik gelecek senaryolarında da AB'nin ekonomik reform ve rekabet gücü stratejisinin başarısı gerçekçi bir çerçeve oluşturmakta. Bu yönde başarıyla ilerleyen bir AB'ye Türkiye'nin girişi hızlanacaktır.

Aksine, ekonomik kısır döngülerin girdabında bocalayan bir AB'ye Türkiye kendi iradesiyle bir süre mesafeli kalmayı tercih edebilecektir. AB'nin işi zor, fakat zorlukları aşma yeteneği de umut verici. Avrupa halklarının artık eski düzenin sürmeyeceğini anlaması kolay olmuyor.

AB başkentlerinde iktidardaki hükümet ister merkez sağ olsun ister merkez sol, sorunlar karşısındaki teşhisi ve tedavi önerisi aşağı yukarı aynı. Buna karşı hepsi aynı seçmen tepkisi ile karşı karşıya.

Bu durumda hükümetlerin ötesinde AB kurumları ve AB Komisyonu'na büyük sorumluluk düşüyor. Komisyon'un 1 Kasım'dan itibaren yeni Başkanı BAROSSO bu konuda Avrupa özel sektörüne güven veren bir çizgide. Ayrıca en kıdemli Komisyon Başkan Yardımcısı da, rekabet gücü stratejisinin eşgüdümünü yapacak olan özel komiserler grubunun başında olacak.

AB içinde ekonomik reformların sözcüsü olacak, hükümetlere baskı yapacak. Bir bakış açısına göre bu görevi üstlenen komiser bu role hazır ve deneyimli. Adı Günther VERHEUGEN.

 

ABD'NİN DÜNYASI VE AVRUPA


Ortak Kader ve Farklı Görüşler

Avrupa'dan bakınca, A-merika hem yakındır, hem uzak. Hem Batı dünyasıdır, hem de yeni ve öteki dünya. Siyaseti, toplumsal yapısı, kültürel üretimi ve ekonomik işleyiş şekli ile hem çekicidir, hem de itici. Avrupa'nın birleşme sürecinde ABD'nin etkisi yapıcıdır, fakat aynı zamanda bölücüdür. Transatlantik ilişkiler, dünya görüşü farklılıkları ile kader birliği ve çelişen politikalar ile ortak çıkarlar arasında mekik dokur.

Dünyanın siyasal sınır, etnik ve dilsel grup ve başkent yoğunluğu en yüksek kıtası olan Avrupa, çoğu zaman Amerika karşısında kendini bir bütün olarak görür. ABD iki okyanus arasında geniş topraklara yayılan, dünyanın her kıtasından yoğun göç almış dev ve karışık bir ülkedir, yine de dışardan gelen biri için kendine has özellikleri vardır.

Örneğin, bir öğrenci değişim programı ile ABD'de lisede okumakta olan bir Avrupalının dikkatini ne çeker? Eskiden Amerika'ya has olan bazı özellikler, geçen yüzyılın son çeyreğinde tüm Avrupa'ya yayıldı. Çok kanallı televizyon, dev alışveriş merkezleri ve hızlı yemek yerleri gibi tüketim toplumu göstergeleri ABD'ye ilk defa gelenler için artık bir yenilik ifade etmiyor.

Fakat ister İspanyol olsun, ister İsveçli veya Türk, Atlantik'in Avrupa tarafından gelenlerin ilk izlenimleri birbirine benzer: geniş yollar, büyük arabalar, dev otoparklı alışveriş alanları, meydansız, ana cadde etrafında gelişmiş kent kümelenmeleri ... Kuzey batının dağları, Güney'in tropikalleşen iklimi, Pasifik kıyıları veya ortadaki eyaletlerin uçsuz bucaksızlıklarında ilk gözlemler aynıdır. Bellidir ki, buraları ne İskoçya veya Bavyera'dır, ne de Toskana veya Mora. En Avrupalı kent olan Boston'da bile şaşırmaya imkan yoktur; yaşlı kıtadan farklıdır.

Ortak gözlemler

Amerikan toplumu hakkındaki ilk yüzeysel gözlemler, içinde yaşamaya başlayınca yerini daha ilginç karşılaştırmalara bırakır. Birbirlerinden çok farklı dünyaları olan bir İtalyan, bir Alman ve bir Macar, bir de bakarsınız aynı yerden gelen insanlarmış gibi, Amerika hakkındaki yorumlarında birleşiverirler. Parasal değerlerin insanların çevrelerini algılamalarındaki etkisi hemen öne çıkar. Toplumsal yaşamda bireyselliğin yalnızlığa dönüşümü hissedilir. Buna karşın hayır işlerine yaygın katılım da dikkat çeker. Kilisenin, daha doğrusu kiliselerin ve genelde dinin Avrupa'nın çok ötesindeki toplumsal ağırlığı kaygı verici karşılanır. Ekonomik ortamda sert kapitalizm, demokraside parasal kaynaklar ve sosyal yaşamda televizyon egemendir.

Bu genellemelere karşın, ABD hakkındaki ortalama Avrupalı yaklaşımının diğer bir boyutunda hayranlık, merak ve kıskançlık karışımı bir takdir vardır. Batı Avrupa'yı içine düştüğü dünya savaşı kabusundan iki defa ABD kurtarmıştır. Otomobili, uçağı, sinemayı, radyoyu, televizyonu, soğuk havalandırmayı, uzay yolculuğunu, interneti yaygınlaştıran bu ülkedir. Her etnik ve sosyo-ekonomik kökenden herkesin, mesleğinde veya servet peşinde başarılı olma rüyasını gerçekleştirebilme olasılığının meşru ve yüksek olduğu bir fırsatlar diyarı. Ekonomik büyüme, girişimcilik, yenilikçilik, uluslararası iş kültürü ve 'özgür dünya' adına askeri güç kullanabilme gibi farklı alanlarda, Avrupalılar'ın gözünde ABD bir öncüdür. Doları, ordusu ve İngilizce'si ile küresel güç tanımına en yakın ülkedir; Batı dünyasının lideridir.

Avrupa ülkelerinin ortak bir Amerika kavramı olsa da, bir noktadan sonra farklılaşma kaçınılmazdır doğal olarak. İngilizler'in eski kolonilerine karşı farklı bir tutkunluğu her zaman baskın çıkar. İtalya, Hollanda, İrlanda, Almanya, Polonya ve İsveç gibi ülkeler için, geçmiş göç dalgalarının ailesel bağlantıları güçlüdür. Fransa'dan da çok göç olmuştur. Fakat, bu ülkenin süper güç olma çabalarında kıtasaldan küresele geçemeyişinden kaynaklanan sorunları, ABD'ye bakışını da etkiler. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin gözünde ise, her zaman Rusya karşısında özgürlük güvencesi olan bir ABD belirir.

Avrupa'da ABD varlığı

ABD coğrafi olmasa da siyasal ve ekonomik açıdan bir Avrupa ülkesi. NATO'nun lideri. Her ne kadar Batı Avrupa'da ABD yönetimindeki askeri üsler son yıllarda iyice küçülmüş olsalar da, kıta içi ve ötesi savunma yapısında lojistik ve stratejik olarak ABD'nin ağırlığı önemlidir. Avrupa Birliği içinde ortak güvenlik ve savunma sistemi geliştirmek için atılmak istenen her adımda bu gerçekle karşı karşıya kalınır.

Ekonomik  açıdan ise, Avrupa'daki ABD ekonomik varlığı, bir çok Avrupa ülkesininkinden fazla. Birçok ABD'li şirket Avrupa'da kendi sektörlerinde öncüler arasında. Avrupa'da üretiyor, istihdam yaratıyor ve dünyaya ihracat yapıyorlar. Bu aslında simetrik bir ilişki. AB ve ABD birbirlerinin dünyadaki en büyük ekonomik ortağı konumundalar.

Atlantik'in iki yakası arasında gerçekleşen yatırımlar toplam bir buçuk trilyon euroyu aşmakta. Her iki tarafta altışar milyon kişiyi kapsayan bir istihdam alanı söz konusu. Yalnızca Teksas'taki AB yatırımları, ABD'nin Japonya'daki yatırımlarını geçiyor örneğin. AB'ye dışarıdan gelen yatırımların yüzde altmışı ABD kaynaklı.

Transatlantik ilişkiler

İki taraf arasındaki ihracat ve ithalat dünyanın en yoğun ticaret akımını oluşturuyor. Her gün ABD ile AB arasında bir milyar euro değerinde mal gidip geliyor. Ayrıca gezegenin çoğu diğer ülkesi açısından da, en önemli ticaret ortağı ya AB'dir, ya da ABD. Küresel düzen, bu somut ekonomik çıkar ve karşılıklı bağımlılık zemini üzerinde şekilleniyor. Ve aynı nedenlerden yola çıkarak, derinden derine geleceğin ÒTransatlantik Ortak PazarıÓ tasarlanıyor.

Bunun kurumsal temelleri Mayıs 1998'de Londra'da kararlaştırılan Transatlantik Ekonomik Ortaklık ile atıldı. Her iki taraf arasında gümrüklerin azaltılması, ekonomik mevzuatın uyumlaştırılması ve anlaşmazlıkların çözülmesine yönelik mekanizmalar işliyor; bürokratlar düzenli olarak toplanıyor, liderler her yıl ABD-AB zirvesinde bir araya geliyor, özel sektör Transatlantik İş Diyalogu çerçevesinde karar alma sürecine katkıda bulunuyor.

AB ile ABD arasındaki bu sağlam ilişki temelinin yanı sıra, çok farklı yönelimler de son yıllara damgasını vurmakta. Avrupa Birliği henüz tamamlanmamış bir siyasal süreç. Kurumsal yapısı etkin işlemiyor. Coğrafi olarak genişliyor, fakat ekonomik olarak yeterince büyüyemiyor. Dünyaya bu sorunların süzgecinden bakıyor ve küresel bir siyasal güç olmakta bocalıyor. Fakat demokrasi, sosyal duyarlılık ve barışçı yaklaşımlarda ABD'nin önüne çıkıyor.

Öbür tarafta ABD, artık yalnızca bir Batı ülkesi değil. Aynı zamanda bir dünya ülkesi. Etnik yapısında ve toplumsal yaşamında Latin, Asyalı ve Afrikalı Amerikalılar hızla yükselişte. Ekonomik ve siyasal dikkati Kuzey Kore'den Arjantin'e yayılıyor. Japonya, Çin, Hindistan, Endonezya ve Brezilya gibi ülkelere olan ilgisi ekonomik ve siyasi açıdan derinleşmekte. Ayrıca uluslararası dolar rezervlerinin denetimi gibi karşılıklı dengelere dayalı ilişkiler içinde.

Öte yandan, son yıllarda sayıları giderek artan bir dizi transatlantik gerginlik dosyası var: Dünya Ticaret Örgütü nezdindeki görüşme turları, uluslararası hava sahalarının sivil taşımaya açılımı, şirket birleşmeleri, Birleşmiş Milletler'in uluslararası sorunların çözümündeki öncü rolü, sanayi ve araçlardan karbondioksit yayımına yönelik Kyoto protokolü, uluslararası ceza mahkemesi, enerji piyasaları, ABD dolarının kuru ve ihracata karşı koruma uygulamaları, ...

İkinci W. Bush dönemi

ABD-AB ilişkilerindeki son yılların en duyarlı sorunu, aynı zamanda en önemli belirsizlik etkeni: uluslararası terörle mücadele konusunda Batı dünyası içinde bütünlük yok. BUSH yönetiminin Irak politikası yüzünden Avrupa içinde derin fay hatları oluştu.

ABD seçimlerinin hemen ertesine denk düşen AB Konseyi zirvesinde, yirmibeş üye ülke lideri renk vermediler. Yorumları, ikinci W. BUSH döneminde ABD ile ilişiklerin daha iyiye gitmesi temennisi ile sınırlıydı. Irak savaşında Washington'a açık destek olan İngiltere Başbakanı BLAIR, İtalya Başbakanı BERLUSCONI, Danimarka Başbakanı RASMUSSEN ve Polonya Cumhurbaşkanı KWASNIEWSKI Amerikan halkının tercihi karşısında rahatlamış görünüyorlardı. Fransa ve Almanya'nın başını çektiği grubun tercihinin ise Demokrat aday KERRY olduğunu herkes tahmin edebilmekteydi.

Fakat bir bakış açısına göre, ABD'nin Irak'a müdahalesine açıkça karşı çıkan Paris-Berlin yaklaşımının yararına bir durum var. Washington'un tek taraflı ve AB'yi yeterince muhatap almayan politikalarının, Avrupa içinde daha güçlü bir birliktelik için itici güç olacağı düşünülüyor.

ABD seçimleri ve Avrupa

Başkanlık seçimleri sonrasında, Washington Avrupa politikasında ince ayarlar yapacak gözüküyor. Avrupa'nın ise Amerika'ya bakışında yeni olgular var. Kamuoyu ilgisi bu seçimlerin üzerinde yoğunlaşırken, Avrupalılar ilk defa Amerikan toplumunu çok yakından öğrendiler. ABD anayasası ne öngörür? Başkan nasıl seçilir? Kongre ne yapar? En etkili lobiler hangileridir? ABD yurttaşlarının öncelikli ekonomik ve sosyal sorunları nelerdir? Amerikalılar'ın dünyaya bakışı nasıldır? Dinci gruplar niye BUSH'u destekliyor? KERRY'yi kim destekliyor? Bu gibi konular medyayı aylar boyu etkisi altına aldı.

Seçim sonuçlarına yönelik yayınlarda, Batı ve Kuzeydoğu yakası Demokratların mavisine, geri kalan geniş kütlesi Cumhuriyetçilerin kırmızısına boyalı bir ABD haritası kazındı hafızalara, yanıltıcı bir şekilde. Tüm bu eyaletlerde neredeyse yarıya yakın seçmenin diğer partiye oy verdiği dikkatlerden kaçtı böylece. Avrupalılar'ın gözünde daha iyi bilinen ve anlaşılan bir Amerikan toplumu kavramı oluştu.

Yine de sanki ikiye bölünmüş ve BUSH'a verilen oyların tam olarak anlaşılamadığı bir Amerikan toplumu tablosu bu. Amerika gerçeklerinin çoğulculuğu hala çok uzak Avrupalılar için. Amerikalılar açısından ise, Avrupa'yı yüzeysel düzeyde bile anlamak için henüz bir toplumsal dürtü yok. Atlantik'in iki yakası birbiriyle hem içli dışlı, hem de kopuk olmaya devam ediyorlar. İkinci W. BUSH döneminde ABD-AB ilişkileri önemli bir kavşaktalar. ABD'ye giden bir Avrupalı öğrencinin dikkatinden kaçmayan şeyler arasında duvarlardaki dünya haritaları da vardır. Alışık olduğunun aksine, yerküre projeksiyonun Kuzey'de Bering boğazından Güney'e doğru Pasifik Okyanusu boyu ikiye kesilmediği haritalar. Kesim çizgisinin Asya'dan geçtiği, Amerika'nın ortaya yerleştiği dünya haritaları.






# # # # # # # #