SİVRİ SİNEK SAZ
AV. TALAT METE

"AB" SÜRECİNDE, GEÇMİŞLE KÜÇÜK BİR HESAPLAŞMA



Aralık 2004'e çok az bir zaman kaldı. Evet 17 Aralık 2004, AB ortaklık konseyinin, ülkemiz hakkındaki karar günü. Yani Avrupa Birliğine kabul edilme ya da edilmeme konusunda, ev ödevlerimizi başarıp başaramayacağımızın görüşmelerinin başlangıç tarihi verilecek.

Türkiye sevgisi ile dolu İskoçya'lı dostumla, evde akşam yemeğinde, hararetli bir tartışmaya girişmiştik, bundan bir kaç ay önce. Konu tamamen, AB ile ülkemizin geçmişi - geleceği ve Türkiye - AB ilişkileri üzerineydi. Sosyal durumumuzdan ekonomiye, eğitimimizden genel kültüre, bilimden askerliğe, hatta Osmanlı'dan Cumhuriyete, Türkiye'den Avrupa Birliği'ne, Padişahtan Atatürk'e.

Bu geniş yelpazede konu Atatürk'e gelince, sevgili dostum, neredeyse bize, yani yemekte bulunan herkese eleştirilerini yağdırmak üzereydi ki, kütüphanemden Lord Kinross'un 'Atatürk bir milletin yeniden doğuşu' isimli kitabını getirip, önüne koydum ve kısaca kitabın içeriğini anlattım. Bu kez daha bir kızgınlıkla 'neden bu büyük lideri takip etmiyorsunuz?' sorusuyla karşılaştık. Masadaki herkes bir an dondu. Dostum konuşmasına devamla; 'Dünya'da eşi görülmemiş lideriniz size yolunuzu göstermiş, ama siz onu takip etmiyorsunuz. Eğer takip etmiş olsaydınız bugün, AB'nin peşinden, siz değil, AB sizin peşinizden koşacaktı. Var olan enerjinizi bunca yıl boşa harcamışsınız...' dedi.

Hepimiz Bill'e hak vererek, İmparatorluktan Cumhuriyete geçiş ve Cumhuriyet sonrasında büyük liderin yaptıklarını ve bize bıraktığı mirası tartıştık. Aralık ayının yaklaştığı şu günlerde, bu tartışma aklıma geldi. Ülke tarihinde uzak sayılmayacak yakın geçmişi gözden geçirme arzusu düştü içime.

Türk toplumunun, 10 Kasım 1938 tarihinde yaşadığı acı günden sonra neler olmuştu benim güzel ülkemde? Neler yapılmıştı siyaset adına? Bu tarihten sonraki liderler, yöneticiler, silahlı kuvvetler, sivil toplum kuruluşları, basın, meslek kuruluşları, toplum, toplum adına hareket eden, büyük küçük yetkili herkes. Neler yapmıştı, neler yapamamıştı acaba?

Doğrusunu isterseniz büyük kurtarıcının ölümünden sonra, onun gösterdiği 'uygarlığa doğru ilerleme yolundan' sapmalar başlamıştı kısa bir süre sonra. Cumhuriyetimizin temel ilkeleri (Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Devletçilik, Laiklik, İnkılapçılık, Devrimcilik) birer birer törpülenip yozlaştırılmasının yanında, devrimlerimizin (Şapka, Harf, Kadın hakları, Kıyafet, Dil, Tekke-zaviye-türbe-irtica) neredeyse tamamı, bir kenara itilerek unutturulmaya başlanmış, eğitim rayından çıkarılmıştır.

Bu noktaya ulaşmada, hiç şüphesiz 1938 yılından itibaren, bugüne değin ülkemiz yönetiminde bulunmuş sorumluluk yüklenmiş, sivil ve asker tüm yöneticilerin sorumluluk payı vardır.

Keşke bu yöneticiler, yönetime geçmeden önce veya başlarken, Atatürk'ün söylevini birkaç kez okumuş olsalardı. Bir çok konu dahil, 29 Ekim 1923 tarihinde büyük kurtarıcının uygarlık hakkında söylediği şu sözleri rehber edinebilselerdi. 'Ülkeler çeşitlidir, ama uygarlık birdir ve bir ulusun yükselmesi için de bu tek uygarlığa katılması gereklidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, batıya karşı elde ettiği yengilerden çok gururlanarak, kendisini Avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi. Bunu yinelemeyeceğiz.

Şu bilinsin ki, biz yabancılara karşı herhangi düşmanca bir duygu beslemediğimiz gibi, onlarla candan ilişkiler kurmak isteğindeyiz. Türkler, bütün uygar ulusların dostlarıdır. Yabancılar yurdumuza gelsinler; bize zarar vermemek, özgürlüklerimize zorluk çıkarmamak koşuluyla burada her zaman iyi bir karşılama bulacaklardır. Amacımız yeniden bir yakınlaşma ortaya koymak, bizi başka uluslara bağlayan bağları arttırmaktır.' (Düşünceleriyle Atatürk Arı İnan s.287)

Yakın geçmişi gözden geçirme arzusundan uyanıp, bugüne geldiğimde vahlanıp durdum. Bu toplumu temel hedeflerinden bilerek veya farkında olmadan uzaklaştırmaya çalışan herkese içimden kalayı bastım. Eğer biz bu hedeflerden uzaklaşmamış ve birbirimize düşmemiş olsaydık. Yani içimizdeki ve dışımızdaki kötülerin tuzaklarına düşmemiş olsaydık şüphesiz ki AB bugün değil, 12 Eylül 1963 yılında Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında imzalanan 'Ankara Anlaşması' ile bizi aralarına almak için peşimize düşecekti. Bu nedenle 1938 yılından sonraki yöneticileri kendi adıma ve gelecek kuşaklar adına suçluyorum. Çünkü onlar, kendi ve mensubu oldukları kuruluşların küçük çıkarları uğruna Cumhuriyetin temel hedeflerinden sapmışlar ve bugün ülkemizin, '...atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğmasını engellemiş veya geçiktirmişlerdir.'

Bu günlerde reform diye topluma yutturulmaya çalışılan yasa değişiklikleri, geçmişten beri AB dayatması olmadan, toplumumuzun hakkı olarak 'inkilapcılık-devrimcilik- ilkesi doğrultusunda yapılagelseydi bu gün AB'nin kurucu ortaklarından biri olacaktık. Şimdi ben nasıl geçmiş yöneticilere 'suçlusunuz arkadaş' demeyeyim? Tabii ki suçlular. Benden kurtulsalar, yeni doğacak bebelerin suçlamalarından kurtulamayacaklar inanın.

Bunun için kanıt mı istiyorsunuz? Gelin, sadece ekonomi ve iç siyasette büyük liderin düşüncelerinin küçük bir bölümünü birlikte okuyalım.

'Düzeltilecek şeyler ekonomi ve eğitimdir. Böylece ülke onarılacak, ulus refah sahibi olacaktır.' 01 Mart 1922 söylev ve demeçler 5.cilt s.94

'Sizin için zafer ve yükselme alanı ekonomide, ticarettedir. Bunu kavrayabiliyorsanız çok çalışmak zorundasınız. Yoksa tersine ülkenin gerçek sahibi olduğunuzu söyleseniz bile kimseyi inandıramazsınız.' 17 Mart 1923 söylev ve demeçler cilt 2 s.129

'İzlenmesi akla yatkın politika, ulusun doğal yetenek ve gereksinimiyle denk olanıdır. Bizim için ne İslam birliği ve ne de Turancılık akıllıca bir politika tutumu olamaz anlayışındayım.' Arı İnan, Atatürk'ün 15 Ocak 1923 Eskişehir halkıyla konuşması s.29 '...

Efendiler, bilirsiniz ki, politik kuruluşlar yani partiler ekonomik amaçlara dayanır. Parti kuruluşunda başka bir istek yoktur. Başka isteklerle kurulan partiler, gerçekten parti değillerdir. Onlar hırslı, çıkarcı ve çapulcu partileridir.' Arı İnan, Atatürk'ün 19 Ocak 1923 İzmit halkıyla konuşması.

Bu konuşmaları ve önerileri uzatmak olası. Ne hazindir ki, toplumu yönetenler, bu güne kadar yapıp ve halen yapılageldiği gibi, büyük önderi putlaştırma yerine, ne demek istediğini anlayabilselerdi ve o yoldan düşüncelerini geliştirerek yürüyebilselerdi, bugün, Ulusumuz AB'ne girme isteği konusunda itilip kakılmaz ve ikinci sınıf insanlar topluluğu işlemiyle karşı karşıya kalmazdı. Şimdi ben, ulus çıkarları yerine zümre çıkarlarını hep öne koymuş geçmiş yönetimleri ve böyle devam edecek yöneticileri nasıl suçlamayayım?

Bu arada gürültüye gitmesin, bugünki iktidarın da reform denilen değişiklikleri pek canı gönülden yaptıklarına inanmıyorum. AB baskısı olmasa reform denilen pek çok değişiklik daha çok beklerdi. Eğer durum böyle değil ise, neden 'anayasa, siyasi partiler yasası, seçim yasası' hemen değiştirilip AB standartlarına uyumlu hale getirilmiyor? Bu konuda parlamentoda yeterli çoğunluk var. Ayrıca, tüm toplumla birlikte anlaşma içerisinde bu önemli yasalar değişebilir. Ama görünen o ki iktidar henüz buna çok istekli değil. Oligarşik yapı devam etsin istiyor. Ta ki AB değiştirin diyene kadar. Peki şimdi soruyorum. Bu yasaların değiştirilip uygar toplumların düzeyine getirilmesini Türk halkı hak etmiyor mu henüz?

AB insanlık için bir son değildir. Uygarlığa giden yolda, birlikte çalışma hedefidir. Bu hedefe giderken, Avrupalı her ulusun doğru ve insanlık onuruna yakışır katkıda bulunması bir zorunluluktur. Ön şartı, öncelikle her ulusun kendi insanını geliştirme ve uygarlaştırma isteğinin önünü açmaktır.

Türk ulusu bunu çoktan hak etmiştir. Bu nedenle, bugünki AKP iktidarının veya yarın gelecek diğer başka iktidarların, temel hedefleri 'Ulusal' olmadıkça, küçük başarılar yerine, kalıcı ve topyekün başarıyı yakalamak hayal olsa gerek...






# # # # # # # #